1943’lerde İngiltere ve Amerika’nın bir araya gelerek tasarladıkları uluslararası sistemde çatlamalar var. İlk başlarda dünya ekonomisine yeni destekler oluşturarak uluslararası alandaki çatışmalara son vereceğini düşünenler, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Gümrük ve Tarifeler Birliğini kurmuşlardı. Sistem kapitalizme ve demokratik yapılanmaya dayanıyordu. Sovyetler Birliği ve ele geçirdiği Doğu Avrupa devletleri bu sistemden ayrılınca bir de askeri bir sistem olan NATO kurulmuştu. Birleşmiş Milletlerde kötü adam rolünü, işgal ettiği ülkelerde sosyalist rejimi sağlamlaştırmak için sürekli veto kullanan Sovyetler Birliği oynuyordu. Anti demokratik, askeri üretimin dışında halkına açlık vadeden bir rejim olarak Sovyet imajı dünya topluluklarına yayıldı.
Sovyetlerin yayılmasına önlemek için onu çerçeveleme siyaseti gütmek gerekiyordu. Sovyetleri çevrelemede temel ülkeler; Avrupa’da Batı Almanya, İngiltere, Ortadoğu’da Bağdat Paktı ülkeleri, Uzak Doğu’da ise Japonya vardı.
İşgal demokrasisi
Amerika’nın gözümüzdeki imajı, büyük demokrasi kampanyaları yaparak gerçek demokratik seçimler yapan, kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün geniş ölçüde devlet sistemine yansıdığı bir ülke görüntüsüydü. Tabii 1950’lerde Amerika’nın demokrasi tarihi ve atlattıkları badireler hakkında pek bilgimiz yoktu. Daha sonraları da siyaset bilimcilerimizin bilgileri Amerikan anayasa hukuku kitaplarındaki verileri ele alarak Amerikan siyasal sistemini anlatmak oldu. Oysa, günümüzde Amerikan siyaset bilimcileri Amerikan siyasetindeki meşruiyetsiz yapılanmaları oluşturan gelişmeleri 150 sene öncesine kadar giderek ortaya dökmeye başlamışlar. Bütün dünyaya demokrasi dersi veren ve bazen demokrasi getirmek için bazı ülkeleri işgal eden Amerika’nın siyasal sistemi hakkında uyanışımız George Bush ile Al Gore arasındaki seçimlerde ortaya çıktı.
Florida’daki oylar hile yapıldığı itirazları üzerine bir daha sayılırken, Amerikan Anayasa Mahkemesi yargıçları George Bush lehine karar verdiler ve oylar bir kenara bırakıldı. Amerikalı seçmenler, Cumhuriyetçi elitlerin oyları değiştirdiğine karar verdiler. Amerikan Anayasa Mahkemesi üyelerine de George Bush’un babası atamıştı dediler. Günümüzde de Trump’ın Rusya yardımıyla seçildiği konusunda Amerika’da tartışmalar sürüyor. Herkesi dinleyen ve izleyen Amerikan istihbaratı nedense Amerikan adaylarını koruyamamış gözüküyor. Amerikalılar arasında Trump’ı destekleyen Amerikan derin devletinin Trump’ı devirmeye çalıştığını iddia ediyorlar. Onlar için her yeni bulgu, kırılgan meşruiyeti olan topluluklarda olduğu gibi, bir komplo olayı. Amerikan halkı arka arkaya gelişen olaylarda başarısız gördükleri kendi seçkinlerini suçluyor. Trump ise bir bütün olarak, Cumhuriyetçileri, Demokratları, bürokratik ve akademik liderliği, yani bütün elitleri suçluyor. Trump’a karşı olanlar onu Mussolini’ye benzetirken, Trump taraftarları Trump’ın halkı temsil ettiğine inanıyorlar.
Dış politikada artık eski müttefikler önemli değil. Önemli olan Amerikan silahlarına para harcamaları ve askeri masraflarını artırmalarıdır. Eğer, Rusya gerçekten korkutucu bir güç olarak kalsaydı Trump ve ekibi eski müttefikleri Almanya ve İngiltere’yi bir kenara itip, onların itirazlarına rağmen İran’la yapılan antlaşmayı reddedebilir miydi? Tabii bu sırada askeri harcamaları artırmak için Baltık’ta ve Pasifik’te askeri manevralar sürüp gidiyor. Ortadoğu’da ise, eskiden Rusya’nın sıcak denizlere inmesi önleyen İran, Türkiye, Irak gibi Amerika’nın müttefikleri zorunlu olarak Rusya’nın yanında yer alıyor.
Trump yönetimi iki paralı rejimin memnuniyetini sağlayacak siyasal davranışlar içinde. Paralı olan İsrail değil ama Amerika’daki mali sistemi elinde tutan İsrail lobisi. Diğeri, İran’a karşı duyduğu mezhepsel öfke yüzünden halkının parasını Amerikan silahlarına yatıran Suudi Arabistan. Mısır’daki askeri rejim para için Amerika’nın yanında. Ürdün ise eskiden beri Amerika’nın yanındaydı.
Dünya, ABD’yi ne kadar taşıyabilir?
Bütün dünyanın merak ettiği husus uluslararası güvenliğin daha ne kadar Amerika’nın iç politikasının hezeyanlarının kurbanı olmaya devam edeceği. Uluslararası hukuk kurallarına dayanacağı belirtilen bir sistemden nasıl bugünkü kendi koyduğu kuralları ihlal eden bir sisteme nasıl gelindiğini anlayamayanlar, Amerika’nın gerçek iç politikasında da kurallara uymadığını yeni fark ediyorlar. Bu yetmiş yıllık düzen artık (ahlaki) üstünlüğünü kaybetmiş gibi gözüküyor. Transatlantik dayanışması hala varlığını sürdürecek mi yoksa Avrupalılar boynu bükük olarak asıl ekonomik çıkarlarına karşı olarak İran’a yapılan ambargolara uymak zorunda mı kalacaklar? İran nükleer antlaşmaya bağlı kalmak için sadece siyasal desteği kabul etmeyeceğini belirtiyor.
Peki bu gelişmelerin sonu ne olacak? II.Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi çok kutuplu dengeler kurulup büyük güç düzeyine erişmiş olan ülkeler kendi taraftarlarıyla değişik politikalar mı izleyecek? Bu durumda dünya daha güvenli bir hale gelmez. Ortak güvenlik sistemleri, ortak kurulan uluslararası örgüt yapılarının ağı şimdiye kadar büyük felaketlerin ortaya çıkmasını önlüyordu. Amerika’nın Transpasifik Antlaşmasını ve Uluslararası İklim Antlaşmasını reddetmesinin yanında uzay ve siber alanı ilgilendiren silah denetim rejimlerini göz ardı etmesi diğer büyük devletleri de rahatsız ediyor. Dünya klasik güç dengeleri rejimlerine geri dönerken gelişmekte olan ülkeleri büyük tehlikeler bekliyor olabilir.
Yorum ekle