Yazarlar

Yeniden Geldiler

Hiç de kehanet sayılmazdı yeniden gelişleri. Bizzat onlardan aktarılıyordu, yarım kalmış işlerini tamamlamak için bir asır sonra tekrar gelecekleri. Neredeyse hiç gecikmediler, verdikleri vade dolar dolmaz bitiverdiler tepemizde birden. Hepimiz açık yüreklilikle kabul ettik, böylesi bir yakalanış gafletimize geldi. Gecenin sabaha dönüştüğü o alacakaranlıkta onlarla burun buruna geldik desek yeridir. Sonradan öğrendik; geceden beri karşı tepelerde mevzilenmiş ve bütün gece sabaha kadar fısıldaşarak bekleşip durmuşlar.

Tam yüz yıl öncesinde, o dönemdeki en büyük elebaşları ile Çanakkale kıyılarında randevulaşmış ve eşi benzeri olmayan bir karşılaşma yaşamıştık. Ne dehşet sahneler yaşanmıştı aramızda ki, hala hikayeleri anlatılır o günlerin. Onlar için de çok sarsıcı ve tarihi bir kırılma olmuştu bu. Çizmelerini karaya bir türlü basamadan, yukarıdaki o güneş görmeyen adalarına çekilmek zorunda kalmışlardı. Hatta dünyadaki bütün ada ve yarımadalardan bile ayaklarını çekmişlerdi, o muazzam çarpışmanın domino etkisiyle.

Bin yıl öncesi gibi

Açık konuşmak gerekirse, oldukça geç farkettik ve maalesef pek hazırlıksız yakalandık bu son buluşmaya. Yeniden geldiler ve hem de akıl almaz bir hazırlık yaparak geldiler. Bu gelişleri yüzyıl öncekine değil de, bin yıl öncekine daha fazla benziyor. Hakeza, bizim durumumuz da öyle. İman coşkusuyla dolup taştığımız bir serdengeçmeyle Anadoluya girdiğimiz bin yıl öncesini hatırlatıyor halimiz.

Gelişlerini hiç ummuyor da değildik. Anlatılırdı, Çanakkale size en az yüz yıl kazandırdı demişler bizimkilere o zamanlar. Bu tehditkar sözlere gerekli ciddiyetle yaklaşmamamız tam bir gafletti. Tüm bu umarsamazlığımıza rağmen içimizde, derinlerde bir yerde sebebi belirsiz bir sıkıntı da yok değildi. Kemirip duruyordu göğsümüzün derinliklerini ve zihnimizin arka bahçelerinde asılı kalan takıntılar sarkaç misali sallanıp duruyordu nice zamandır. Bilmeliydik, bu sessizlik ve rehavet hiç de hayra alamet sayılmazdı. Belli belirsiz bir zihin dünyası içindeydik ve nedense hiçbir kavram yerli yerine oturmuyordu. Hiç bir cümlenin sonunu getiremiyorduk belli bir tutarlılıkla. Ayrıca, kulaklarımızı eşiğe, ellerimizi tetiğe götürdüğümüz anlar nadirdi.

Ilık bir bahar güneşi sanki hiç yerinden kıpırdamadan bedenimizi ısıtıp göz kapaklarımızı ağırlaştırmış ve bir rehavet uykusuna daldırmıştı bizi. O ayartıcı uyku tadının cazibesiyle zihinlerimiz hayalle gerçek arası git gel yaşıyor ve toz pembe hayaller üretiyordu. Çok az da olsa uykusuz kalıp sarp kayalıkların tepe yerlerinde gözlem yapan ve tedirgin olanlarımız da vardı. Ama onların tepelerden gördüğü ufuk çizgisine yakın vadilerden yükselen toz bulutlarını yaklaşan sis bulutuna yormuştuk. Tam emin değildik, belki de bu bir rüyaydı diye düşünmüştük.

En son 15 Temmuz ile rüya bitti, hayaller birer sabun köpüğü gibi yok oldu ve büyük bir silkinme ile uyandık. Korkunç bir travma etkisiyle sarsıldık. Tam bin yıl önce olduğu gibi üzerimize dört bir yerden çullandıklarını son saniyede anlayabildik.

 

Bin yıl önce biri batıdan diğeri doğudan tarihin en vahşi istila ve çullanmasını yaşamıştık. Tarih kitapları birine Haçlı seferleri, diğerine ise Moğol istilası ismini verdi.

Haçlılar adeta binlerce filden, Moğollar ise milyonlarca çekirgeden oluşan bir sürü halinde çullanmışlardı üstümüze. Sanki gök yarılmıştı ve üzerimize dökülmüşlerdi gökten yığın halinde.

Haçlılar aynen fil sürüsü gibi insanları ezdi geçti, Moğollar ise ekinleri yok etti korkunç bir çekirge sürüsü gibi. Biri demografik kıyım, öbürü kültür ve medeniyet yıkımı yaptı. Tüm şehirler tarumar oldu ve medeniyet havzaları sökülüp atılmak istendi. Bugün Suriye’de olan bitenler bir nebze fikir verir o zamanda neler yaşandığına.

Haçlılar ihanet kalıntılarını miras bıraktı bin yıl sonrasına. Hain tohumları ektiler ve soysuz ajanlar terkederek üst kıtadaki topraklarına kaçıp sığındılar Selahattinlerin öfkesinden. Moğol istilası bir çekirge sürüsü gibi idi. İstila bittiğinde kendi leşleri ile birlikte ekini ve kültürü yok ettiler. Akıldan yoksun Moğol gücü ya eridi yok oldu ya da hızlıca tümden geri çekildi Asyanın en diplerine kendi nüvesini muhafaza etmek için.

Anadolu’nun bin yıllık direnişi

Anadolu toprakları, bu baskın ve yangınlar sonrası nadasa bırakılmış bir medeniyet atlasına dönüştü. Direniş ve samimiyet tohumları atıldı bereketli topraklara. Bu tohumlar cihattı, şehadetti; Horasan erenlerinin nefesleri idi. Yerin ve Göğün Sahibine gönlünü açan bu irfan mektebinin Hızır talebeleri acziyetleri ve samimiyetleri dışında başka bir şeye sahip olmadıklarını katışıksız bir dua içinde takdim etmeleriydi Yücelerin Yücesine.

Dualar kabul  oldu ve Yunuslar-Mevlanalar, Selçuklular-Osmanlılar ekilen tohumlardan fışkıran gür başaklar oldular. Bin yıllık kökleri maziye tutunan, dalları da geleceğe akan engin çınarlar ve nehirler oldular.

Öyle bir duaydı ki bu tam 700 yıl bu toprağı Nuh’un gemisi, gök kubbeyi ise yelken kıldı bu millete. Yelkenleri şişiren rüzgar ise gazalar ve fütûhattı.

Yeniden geldiler… O hani İsa’yı çarmıha germek, Musa’yı Nil’de boğmak, Efendimizi de Mekke’de yatağında bir suikastle öldürmek isteyenler.

Yer gök Pompei oldu döküldü alev alev üstlerine; çarmıha gerilen İsa değil ‘ihanetçi diyalogçu’ oldu bir göz yanılmasıyla; Nil’de kendileri boğuldu Musa yerine, Ali’yi buldular Efendimizin yatağında ve Kabe’nin Rabbi, Bedir’de sahabenin en zayıfı Abdullah bin Mesud’a aldırdı Ebu Cehil’in başını.

Kur’an hiç birinin ismini zikretmedi, çünkü onların isimleri tarihe not düşülmemeliydi. Aşağılık lakaplar takarak zikretti onları aynen FETÖ gibi. Ama onların akıbetleri, çağlar boyunca anlatılmalıydı ve düştükleri rezil rüsva konumları anlatıldı en çirkin tanımlamalarla.

Dün, bugün, yarın; bu böyledir

Gezide çekirge sürüsü oldular sokak sokak, 17-25 Aralıkta çarmıha germek istediler milletin iradesini, 15 Temmuz’da Anadolu’da bıraktıkları soysuz müşrikleriyle suikast planladılar canevlerimize. Ama bu millet Allah’ın kılıcı Ali oldu gürledi. Zülfikar oldu kesti o yalancı ve takiyyeci dillerini. Ömer oldu şehadeti peşin kazanılmış bir apolet olarak omuzuna takıp vurdu haini, hiç tereddüt etmeden.

Bu yüzleşme de elbette uzun ve çetin geçecek. Ama sonunda Nil’de boğulan, çarmıha gerilen ve seccade ezdiği odalarında suikasta uğrayan bizzat kendileri olacak. Hainler ise bizzat efendileri tarafından infaz edilecek. Tüm münafıklar yeryüzünün her bir yerinde büyük bir zillet içinde aşağılık sığıntı varlıklara dönecekler. Zindanlarda olanlar ise her yıl kahrederek değersiz bir ömür çürütecekler.

“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada rezillik var ve yine onlar için ahirette de büyük bir azab vardır.” Maide /41