Yazarlar

Asla bir dakika bile kaybetmeyenler !

Bir buçuk yıl boyunca hafta içi hemen her sabah beş buçukta kalktım, dişlerimi fırçaladım, bir fincan kahve hazırladım ve son dört yüzyılın büyük zihinlerinden bazılarının aynen bu şekilde çalışmaya nasıl koyuldukları, en iyi eserlerini oluşturmak için her gün zamanı nasıl kullandıkları, yaratıcı ve verimli olmak için nasıl program yaptıkları konusunda yazmaya çalıştım.

Ele aldığım kişilerin günlük yaşamlarının sıradan detayları – ne zaman uyudukları, yemek yedikleri, çalıştıkları ve endişelendikleri üstüne yazarak, onların kişilikleri ve ve kariyerleri hakkında özgün bir bakış açısı sağlamayı; alışkanlık olduğu üzere, sanatçıların eğlenceli portrelerini çizmeyi umuyordum. Fransız gastronom Jean Anthelme Brillat – Savarin bir defasında, “Bana ne yediğini söyle, sana ne olduğunu söyleyeyim, ” diye yazmıştı. Bense, “bana saat kaçta yemek yediğini ve sonrasında şekerleme yapıp yapmadığını söyle,” diyorum. Bu bakımdan elinizde bu kitap, ürünün kendisiyle değil, yaratıcı faaliyetin gerçekleştiği koşullarla ilgili; anlamdan ziyade üretimle ilgileniyor. Ama ayrıca kaçınılmaz biçimde kişisel. Benim kitapta esas ilgilendiğim, kendi hayatımda da mücadele ettiğim konular;

Bir yandan geçiminizi sağlarken, nasıl anlamlı bir yaratıcı çalışma içinde olabilirsiniz?

Kendinizi bir projeye tümüyle adamak mı, yoksa her günün küçük bir kısmını ona ayırmak mı daha iyi?

Ve başarmak istediğiniz şeyin tamamı için yeterli zaman yok gibi görünüyorsa, bir şeylerden, para, temiz bir ev vazgeçmeniz mi gerekir, yoksa faaliyetleri yoğunlaştırmayı, az zamanda çok iş yapmayı, babamın bana hep dediği gibi “daha fazla değil, daha akıllıca çalışmayı”  öğrenebilir misiniz?

Daha açık söyleyecek olursak, rahatlık ve yaratıcılık birbirleriyle bağdaşmayan şeyler midir, yoksa tam tersi mi doğrudur? Sürdürebilir bir yaratıcı çalışma için temel seviyede bir günlük rahatlığa ulaşmak ön koşul mudur? Bu sorulara yanıt vereceğimi iddia etmiyorum– muhtemelen, bunlardan bazıları hiç yanıtlanamaz ya da yalnızca, pek de sağlam olmayan kişisel uzlaşmalarla, bireysel olarak çözümlenebilir– ama zeki ve başarılı pek çok insanın, benzer güçlüklerin birçoğuyla nasıl mücadele ettiğini gösteren örnekler vermeye çalıştım. Muhteşem yaratıcı düşüncelerin, insanın çalışma alışkanlığının işin kendisini nasıl etkilediğini ve bunun tam tersini göstermek istedim. Kitabın başlığı “Günlük Ritüeller”, ama benim yazarken yoğunlaştığım asıl konu, insanların rutinleri oldu. Bu kelime aleladeliği, hatta bir düşünce noksanlığı akla getiriyor; bir rutini izlemek, otomatik pilota bağlı olmaktır.

İnsanın günlük rutini, aynı zamanda bir tercihtir ya da bütün bir tercihler dizisidir. Doğru ellerde, bir dizi kısıtlı kaynaktan faydalanabilecek iyi ayarlanmış bir mekanizmaya dönüşebilir. Bu kaynaklar irade, özdisiplin, iyimserlik ve tabi ki zamandır (bütün kaynaklar arasında en kısıtlı olanı.) Sağlam bir rutin, zihinsel enerji için güvenli bir korunak sağlar ve haletiruhiyelerin tiranlığını savuşturmaya yardım eder. Bu, William James‘in en sevdiği konulardan biriydi. İnsanın, hayatının bir kısmını otomatik pilota bağlamak istediğine inanıyor ve iyi alışkanlıklar oluşturarak, ”Zihnimize, gerçekten ilginç olan faaliyet alanlarına yönelme özgürlüğü verebiliriz,” diyordu. İronik biçimde, James‘in kendisi kronik bir erteleyiciydi ve düzenli bir programa asla bağlı kalamazdı. Aslında, bu kitabın ortaya çıkmasına yol açan da yaratıcı bir erteleme devresi oldu. Temmuz 2007‘nin bir pazar öğleden sonrası, çalıştığım küçük mimarlık dergisinin tozlu ofisinde tek başıma oturmuş, ertesi güne yetişmesi gereken bir hikaye yazmaya çalışıyordum. Ama sıkı çalışıp yazacağım şeyi bitirmek yerine, internetten The New York Times okuyor, takıntılı biçimde oturduğum bölümü toparlıyor, küçük mutfakta kahve hazırlıyor ve genel olarak günümü ziyan ediyordum. Bildik bir açmazdaydım. Ben klasik bir “sabah insanı”yım, erken saatlerde gayet iyi yoğunlaşabiliyorum, ama öğle yemeğinden sonra pek iş göremem. O öğleden sonra genellikle uygunsuz kaçan bu tercihim konusunda kendimi rahatlatmak için (kim her gün beş buçukta kalkmak ister ki?) başka yazarların çalışma programları hakkında internette araştırma yapmaya başladım. Aradığımı bulmak çok kolay oldu ve hayli eğlenceliydi. Birinin bu anektodları tek bir yerde toplaması gerektiğini düşündüm; böylece, öğleden sonra “Günlük Rutinler” bloğumu kurdum (dergi yazım, ertesi sabah son dakika paniğiyle yazıldı) ve şimdi de ortaya bu kitap çıktı. Blog öylesine bir şeydi; orada, biyografiler, dergi röportajları, gazetelerde çıkmış ölüm ilanları ve benzeri şeyler arasında dolanırken karşıma çıkan çeşitli insanların rutinlerinin açıklamalarını yayınladım sadece. Kitap içinse hayli geniş ve daha iyi araştırılmış bir derleme oluşturdum; bununla birlikte esas cazibeyi yaratan şeyi, düşüncelerin kısa, öz anlatımını ve çeşitliliğini sürdürmeye çalıştım. Mektuplardan, günlüklerden ve röportajlardan alıntılar yaparak, ele aldığım kişilerin mümkün olduğunca kendi adlarına konuşmasını sağlamaya çalıştım. Diğer durumlarda, ikincil kaynakları kullanarak onların rutinlerine dair bir özet oluşturdum. Ayrıca bir başka yazar, kendi değerlendirdiği kişinin rutinine dair mükemmel, özlü bir oluşturmuşsa, onu tekrar yazmaya çalışmaktansa kapsamlı bir şekilde alıntıladım. Burada belirtmeliyim ki eserlerinden yararlandığım yüzlerce biyografi yazarının, gazetecinin ve akademisyenin araştırmaları ve yazdıkları olmasaydı bu kitap ortaya çıkamazdı.

Bu maddeleri bir araya getirirken, V.S. Pritchett’in 1941 tarihli makalesindeki bir paragrafı hep aklımda tuttum. Edword Gibbon hakkında yazan Pritchett, bu büyük İngiliz tarihçinin olağanüstü çalışkanlığına dikkat çekiyordu. Gibbon askerliğini yaparken bile akademik çalışmalarını sürdürmeye zaman bulmuş, yürüyüş yaparlarken Horatius’u yanında taşımış, çadırında paganlık ve Hristiyan teolojisi hakkında yazılar okumuş. “Er ya da geç,” diye yazar Pritchett, “büyük insanların hepsi birbirine benziyor. Çalışmayı hiç bırakmıyorlar. Asla bir dakika bile kaybetmiyorlar. Çok moral bozucu.”

Gelecek vaat eden hangi yazar veya sanatçı ara sıra bu hisse kapılmaz ki? Geçmişteki büyük insanların başarılarına bakmak, kimi zaman ilham vericiyken kimi zaman bütünüyle heves kırıcı olur. Ama elbette, Pritchett de yanılıyordu. Durmaksızın çalışan, kendinden şüpheye düşmeyerek bizim gibi fanilerin peşini bırakmayan, güvensizlik krizleri yaşamayıp keyifle çalışan Gibbon’a karşılık, zamanı boşa harcayan, birdenbire bir ilhamın çıkmasını boşu boşuna bekleyen, acı veren tıkanmalar ve verimsiz dönemler geçiren, şüphe ve güvensizlik yüzünden eziyet çeken bir William James ya da bir Franz Kafka vardır. Aslında bu kitapta yer alanların çoğu bunun ortasında bir yerde.

Kendini her gün çalışmaya adamış, ama katettikleri mesafeden asla tümüyle mutlu olamayan insanlar bunlar, hızlarını kesen o tek tatil gününden sakınanlar hepsi de eserlerini tasarlayacak zamanı buldular. Ama bunu yapabilmek için hayatlarını çok farklı biçimlerde organize ettiler. Bu kitap o farklılık hakkında. Okurlarında bunu moral bozucu değil, heveslendirici bulmasını ümit ediyorum. Bu kitabı yazarken sık sık, Kafka’nın sevgili Felice Bauer’i için 1912’de yazdığı bir mektupta yer alan bir cümleyi düşündüm. Sınırlı yaşam koşullarından ve insanı duyarsızlaştıran günlük işinden bıkmış halde, şöyle şikayet ediyordu Kafka: “Zaman kısa, direncim sınırlı, ofis kabus gibi, evim gürültülü; ve şayet keyifli, basit bir hayat mümkün değilse insan ustaca manevralarla kendine yer açmaya çalışmak zorunda kalıyor.

Zavallı Kafka! Peki durum böyleyse hangimiz keyifli, basit bir yaşam sürmeyi umabilir? Çoğumuz için, hayat genellikle sıkıcı ve Kafka’nın dikkat çekmeyen manevraları pek de arzulanan bir son çare değil. Sürünmenin şerefine !

Metin edit: Furkan Zahid

 

Etiket /