Yazarlar

Tunus’ta ‘Yumuşak’ Darbe: 25 Temmuz Kararları, Kays Said ve Gannuşi

25 Temmuz’da, Tunus’ta Kovid-19 vakalarındaki hızlı tırmanışın neden olduğu sağlık krizi, buna bağlı şekilde ülkenin en önemli gelir kaynaklarından turizm sektörünün aldığı darbe sonucunda kötüleşen ekonomi ve Cumhurbaşkanı Kays Said’in de dahil olduğu siyasi kurumlar arasındaki bitmek bilmeyen çekişmelerle aksayan kamu kurumlarının sebep olduğu yükselen gerginliğin ortasında, Cumhurbaşkanı Kays Said, Tunus anayasasının 80. maddesini gerekçe göstererek, yürütmenin tüm yetkilerini üstlendi, başbakanı görevden aldı, meclisi askıya alarak, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırdı. Alınan kararların darbe olup olmadığı, tartışmaların odak noktasındaki Nahda hareketi ve siyasi partilerin nasıl bir yol izleyeceği, Kays Said’in yol haritası, ülkenin geleceğinin nasıl şekilleneceği gibi sorular muğlak bir atmosferin oluşmasına sebebiyet veriyor. Durum böyleyken Tunus’un içinde bulunduğu durumda hiç şüphesiz şu an için gözler Kays Said ve Raşid el Gannuşi’nin adımlarında olacaktır.

Öngörülemez bir cumhurbaşkanı: Kays Said

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmadan önce Tunus’ta Kays Said ismi dar bir çevre dışında bilinmiyordu. 2014 anayasasının hazırlanmasına katkı veren bir hukuk insanı olması dışında politika geçmişi olmayan, siyasi görüşü ve yakın olduğu parti vb. konularda tam bir kapalı kutuydu. Tunuslular Said’i seçim sürecinde biraz daha yakından tanıma fırsatı buldular. Klasik (fasih) Arapça konuşan, dev reklam kampanyalarını tercih etmeyen, somut politik vaatlerden daha çok yolsuzlukla mücadele ve dürüstlüğe vurgu yapan biri olarak öne çıktı. İlk bakışta seküler elitist intibası veriyor ama muhafazakâr duruşu ve görüşleriyle öngörülemez imajı ağır basıyordu. Seçim günü gelip çattığında siyaset dışı bir aktör olması en önemli avantajı oldu, Tunus halkının yerleşik siyasetçi ve partilerden umutsuz olması kendisini Kartaca Sarayı’na taşıdı. Daha da önemlisi Nahda’nın kendisini ikinci turda desteklemiş olmasıydı.

Kays Said, cumhurbaşkanlığının ilk günlerinden itibaren siyasi kurum ve partiler ile uyuşmazlık içinde olacağının sinyali verdi. Alçak gönüllü, ‘bilge’ imajının altında Tunus’u kökten değiştirme gibi, temsili demokrasiye karşı yıkıcı fikirleri savunmaya başladı. Bir bakıma yazımına katkıda bulunduğu anayasanın bazı hükümlerini kökten değiştirmenin gerekliliğini savundu. Parlamento seçimlerini kaldırılmasını, bunun yerine federasyon benzeri bölgesel özerkliği de içeren yerel konseylerin oluşturulması görüşünü ortaya attı. Muhtemelen ülkenin içinde bulunduğu kriz ve 25 Temmuz’da aldığı kararlar görüşlerini pratiğe dökmek için bir fırsattı.

Neden Şimdi?

Kays Said’in öngörülemezliği kadar popülist tavırları da göreve geldiği tarihten itibaren dikkat çekilmesi gereken hususlar arasındadır. Halkın bir bölümü tarafından başarısız addedilen siyasi partiler ve yürütme organıyla uyuşmazlık görüntüsü verdikçe halk desteğini arkasına alacağının farkındaydı. Said, bir süredir ülkenin o dönem Başbakanı Hişam Meşişi ve Meclis Başkanı Raşid el Gannuşi ile fikir ayrılıkları yaşıyordu. Bu ayrışmaların büyük bölümü ülkedeki sağlık ve ekonomik krizlerin aksine anayasadaki yetki karmaşasından kaynaklandı. Nisan ayında Tunus Güvenlik Güçleri’nin 65. kuruluş yıl dönümünde hem ordunun hem de iç güvenlik güçlerinin başkomutanı olduğunu Meşişi ve Gannuşi’nin de bulunduğu bir ortamda altını çizmesi bu ayrışmanın en önemli göstergelerindendi. 2014 anayasasının güvenlik güçlerinin kontrolünü başbakanın uhdesine verdiği yönündeki yorumların bu konuşmanın temelini oluşturdu.

Middle East Eye isimli mecrada yaklaşık 2 ay önce, cumhurbaşkanlığından sızan bir belgeye göre Said, 25 Temmuz’da aldığı kararlar ile örtüşen eylemleri daha önceden planlamıştı. Zaten Tunus halkının bir bölümü uzun zamandır cumhurbaşkanının krizlere müdahil olmaması yönünde eleştiriyordu. Temmuz ayında Sigma Conseil tarafından yayınlanan bir ankete göre Kays Said’in oy ve popülerliği 10 puan düşerken, Nahda hareketi içinden eski Sağlık Bakanı Abdüllatif Mekki’nin en popüler siyasi figür olarak öne çıktığını belirtiyordu. Said’in aldığı kararlarda bu etkenlerin ne derece etkili olduğunu şimdilik kestirmek güç. Tunus’u yakından takip eden gözlemciler, cumhurbaşkanının söylem ve eylemlerinin otoriter eğilimlerini güçlendirmek ve rakiplerini ortadan kaldırmak için elverişli bir atmosferi beklediğini dile getiriyorlardı.

Nahda ve Gannuşi: Fikri Dönüşümün Hikayesi

30 Ocak 2011 yılında Yasemin Devrimi ardından ülkeye dönen Raşid el Gannuşi ile 1989 yılında ülkesinden ayrılmak durumunda kalmıştı. Daha önce Burgiba yönetiminin baskı ve sindirme politikalarına karşı mücadele eden Gannuşi ve arkadaşları ‘yumuşak darbe’ sonucu Burgiba yönetime son veren Zeynel Abidin bin Ali döneminde kısmen bir dönem için faaliyetlerde bulunmuşsa da geçiş sürecinden sonra ülkedeki konumunu pekiştiren Bin Ali döneminde de soruşturma, tutukluluk ve ömür boyu hapis tehditleri nedeniyle faaliyetlerini önce Sudan ardından Londra’da devam ettirme imkânı buldu.

Nahda Hareketi’nin temelleri 1960’lı yılların sonunda Raşid el Gannuşi, Ahmide Neyfer, Abdülfettah Muru, Salih Kerker gibi isimlerin teşebbüsleri sonucunda atıldı. Gannuşi ilk gençlik yıllarında Arap dünyasında dönemin fikri modası Nasırcı görüşlerden etkilense de yaptığı okumalar, müzakereler ve seyahatler neticesinde 1967 yılının ortalarına doğru İslami söylemleri dile getirmeye başladı. Pek çok isim ve hareketten etkilenerek zihni yolculuğunu olgunlaştıran Gannuşi, metot olarak Pakistan’daki Tebliğ Cemaati’ne yapısal olarak Müslüman Kardeşlere yakın bir çizgi izledi. Kırklar Toplantısı, Cemaati İslamiyye, İslami Yöneliş Hareketi gibi yapı ve siyasi hareketlere liderlik eden Gannuşi, Burgiba tarafından siyasi parti kurmaya teşvik edildiği tarihten günler sonra tutuklanarak, faaliyetlerine ara vermek durumunda kaldı. Bin Ali döneminin ilk günlerinde İslamcılara yönelik taktiksel ılımlı tavır nedeniyle seçimlere Nahda Hareketi adında girmeye çalışan Gannuşi ve arkadaşları Burgiba döneminden de ağır baskılara maruz kalınca ülkeden ayrılmak durumunda kaldı.

2011 yılında ülkesine dönen Gannuşi ile ülkesinden uzak kaldığı yıllar boyunca yaptığı zihni açılımlar neticesinde 1989 yılında ülkesinden ayrılan Gannuşi arasında ciddi farklar vardı. Bunun yansımaları Tunus’un 10 yıla dayanan başarılı demokrasi denemesinde somut şekilde anlaşıldı. Uzlaşma kültürüne önem verilmesi, hemen her kesim ile müzakere kapılarının açık olması Tunus’un üçüncü cumhuriyetinin istikrarı için önemli adımlar olarak anıldı. Kendisini Müslüman Demokrat olarak tanımlayan Gannuşi, statükoya karşı, devlet otoritesi karşısında halkın güvenliğini önceleyen siyaset felsefesini benimsedi.

Nahda mı suçlu?

Tunus’ta yaşanan siyasi ve ekonomik krizde tüm siyasi paydaşların sorumluluğu mevcut. Bu noktadan baktığımızda herhangi bir siyasi parti, lider veya akımı tek başına sorumlu tutmak Tunus’taki durumu anlamak için mantıklı bir bakış açısını yansıtmaz. Fakat, bazı Körfez ülkelerine ait medya kuruluşları ve ülkemizdeki bazı isimlerin krizin tek sorumlusu olarak Nahda ve Gannuşi’yi ön plana çıkarmaya çalışması dikkate değer. Mevcut durumda Nahda ve Gannuşi’nin de hataları olabilir ama bu okumalar siyasi eleştiriden ziyade İslamcı/muhafazakâr siyasetin saf dışı bırakılması arzusu gibi akademik ve objektiflikten ziyade öznel yorum ve bakış açısından kaynaklanıyor.

25 Temmuz kararları ve sonrasındaki muğlak süreç Nahda ve Gannuşi için zor bir dönemece tekabül etmektedir. Şu an için Kays Said, halkın önemli bir kesiminin desteğini almış durumda olsa da karşısında gerek halk desteği gerekse ülke çapındaki siyasi örgütlenme bakımından en güçlü siyasi yapı Nahda Hareketi’dir. Böyle bir durumda siyaset üretmek ve halkı ikna etmenin önemli unsurları müzakere, aklı selim ve tecrübedir. Bu Nahda’nın tarihi ve Gannuşi’nin 50 yıla yaklaşan fikri ve siyasi dönüşümü göz önüne alındığında, üstesinden gelinemeyecek bir durum gibi gözükmüyor.