Röportaj

“Hayatımız insanlık tarihiyle kıyaslanmayacak kadar kısa ama kendi içinde çok çok uzun”

X,Y ve Z kuşakları ile ilgili olarak daha önce birçok şey duymuş olabilirsiniz.  Bilinen bir gerçek var ki her kuşaktan insanlar daima kendi nesillerini savunurlar. Bu üç kuşak arasında görüş ayrılığından ve kendi neslinin özelliklerinden dolayı kuşaklar arası çatışmalar da yaşanmaktadır. Tüm bu çatışmalara rağmen asıl önemli olan müşterek hayat deneyimleri ve birbirlerine olan saygı, sevgileridir.

X, Y ve Z kuşakları doğum yıllarına göre sınıflandırılıyor. Teknoloji, sosyal çevre ve iş yaşamındaki değişikliklerden dolayı farklı yıllarda doğan bireylerin, fikirlerinde ve dünya görüşünde de büyük farklılıklar ortaya çıkıyor. Biz de 5’te 5 röportaj serimizde kuşaklar arasındaki tecrübeleri, deneyimleri, bakış açılarını, dünya görüşlerini ortaya çıkarmak ve okuyucuya hislerini yansıtmak için iki farklı kuşağa aynı 5 soruyu sorup gelen cevaplara odaklanıyoruz.

Halit Bekiroğlu: 1975 yılında Elazığ’da doğdum. 1993 yılında Malatya İmam Hatip Lisesi’nden, 1998’de Marmara Üniversitesi Tarih bölümünden mezun oldum. 2004’te yüksek lisans tezimi verdim, halen doktora çalışmam devam etmektedir. MGV, İHH, ÖNDER gibi sivil toplum kuruluşlarında görevler yaptım. Biri şiir olmak üzere 4 kitabım bulunmaktadır. Dış ticaret ile uğraşmaktayım. Evli ve 3 çocuk babasıyım.

M. Emin Çukuryurt: 4 Haziran 1997’de İstanbul’da doğdum. 2015 yılında Kağıthane İmam Hatip Lisesi’nden, 2021 yılında İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nden mezun oldum. Yaklaşık 10 sene Günışığı Derneği’nde bilfiil gençlik çalışmalarının içinde bulundum. Şu anda ise Genç Hareket’te proje koordinatörü olarak çalışıyorum.

Türkiye’deki yaygın ismiyle “sosyal medya” ancak en doğru kullanımıyla “yeni medya” , tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi gördü. Web 2.0 teknolojisinin gelişmesiyle beraber internette yayın yapan haber siteleri, insanların sosyalleşmesine yeni bir anlam katan sosyal medya araçları, günü beraber geçirdiğimiz mesajlaşma programları ve hayatımızın olmazsa olmazı yeni medya platformları insanların hayatında önemli değişikliklere neden oldu. Bu değişiklikler geçmişimizden neleri götürdü, bize neler kattı… Gençlik ve çocukluk döneminizi odak noktası olarak alırsanız size göre – öznel olarak- ruhsal, bedensel; sosyal, siyasal; çevresel, küresel anlamda teknoloji neleri değiştirdi?

Halit Bekiroğlu: Hayatı özetleyen çok farklı ifadeler kullanılır. Ben daha çok imtihan ve yolculuk ifadeleriyle özetlemeyi tercih ediyorum. Böyle bakınca yaşadığım geçmişim de yüzleştiğim yeni durumlar da beni rahatsız etmiyor. Tarih mezunu olmam hasebiyle tarih metaforunu kullanırsam diyebilirim ki hayatımız insanlık tarihiyle kıyaslanmayacak kadar kısa ama kendi içinde çok çok uzun. Bu uzun hayatın çocukluk ve gençlik evresinde Elazığ, Bingöl ve Malatya coğrafyasıyla sınırlı bir dönem geçirdiğimden iletişim ve ulaşım anlamında sınırlıydım. Üniversiteye giden abimle, Almanya’ya giden amcamla, Konya’ya giden hocamla iletişimim mektuplaydı. İlkokul ve ortaokul evresinde evde telefon da olmadığından şehir dışı ya da yurtdışı aramalarda anlık, saatlik plan değil, günlük plan yapardık. Bilirdik ki şu gün amcamız telefon açacak, o gün evimizde hazır olurduk, komşuya telefon gelince de hızlıca telefona yetişmeye çalışırdık. Mektup aracılığıyla olan iletişimimiz ise çok kıymetliydi. Onun yazılması, tekrar tekrar okunup düzeltilmesi, zarfın içine hatıra babından foto vb. şeyler konması bazen birkaç güne yayılırdı. Dolayısıyla hem gelen hem giden mektuplar çok çok kıymetliydi. Halen bazı mektuplar arşivimde durur.

Bilgi ve iletişim teknolojileri geliştikçe eski yöntemler yerini daha pratik ve daha hızlı iletişim imkanlarına bıraktı. Bence çok şey kattı ama elbette geçmişi hatırlatan dezavantajları da oldu. Az önce belirttiğim gibi hayata imtihan ve yolculuk açısından baktığımdan dolayı geçmişe dair nostalji pek tercih etmiyorum. Bugünkü iletişim tekniklerini yer yer imkan yer yer de elzem görüyorum. Ama elbette etkiledikleri ve değiştirdikleri oldu. Örneğin, her an ulaşabiliyor ve ulaşılabiliyor olmak; eğer kendimizi kontrol etmezsek ruhumuzu ihmal etmemize sebep olmakta, zihnimizi dumura uğratıp bedenimizi yormakta. Bahsettiğiniz siyasal, sosyal ve küresel boyutları (yapay zeka algoritmalarının da etkisiyle) ciddi manipüle edebilmekte. Ve her ne kadar tecrübeli ve irade sahibi de olsak mesafemizi ayarlayamadığımızda edilgen olabilmekteyiz.

M. Emin Çukuryurt: Kendimi ve akranlarımı çok şanslı görüyorum çünkü oyunlarını fiziki ortamda oynayan son nesil bizdik. Mahalle maçları, boncuklu tabanca, tüf tüf savaşlarından tutun da toprak zeminde misket oynamaya kadar birçok oyunu doğup büyüdüğüm mahallede oynadık hamdolsun.

Yeni medyanın hayatımıza girmesiyle birçok şey değişti; iletişim artık çok kolay ancak bu durum insanları sosyalleşmekten, fiziksel beraberlikten alıkoymaya başladı. İnsanlar bayramlarda tatile gidip, sevdiklerinin, akraba ve yakınlarının bayramını görüntülü ya da görüntüsüz arayarak kutlar hale geldi.

Arkadaş gruplarıyla buluşan gençler artık fiziksel bir ortamda mesela kafede buluşsalar bile sosyal mecranın cazibesi onların alışkanlıklarına galebe çalar hale geldi. Kafeye gidenlerin yaptıkları şeylerin sıralaması asla değişmiyor; kısa video çekip story atar, fotoğraf çekip durumuna koyar, yer bildirimini paylaşır sonra, gelen mesajlara cevap verir ve son olarak gayri ihtiyari telefondan kendini sıyıran ilk kişi hemen diğerlerini telefonun kölesi olmakla suçlar bu artık sanal kafelerin yazısız kuralı haline geldi.

Çocuklar artık izleyebilecekleri ve oynayabilecekleri tüm içerikleri sanal dünyada bulabiliyorlar bunun birçok avantajı olduğu gibi dezavantajları da var. Mesela izlenebilecek çok fazla içerik olması ve geliştirilen algoritmayla kişisel zevklere uygun, sonu olmayan içeriklerin sunulması çocukları cezbediyor. Çocuklar çoğu zaman bir içeriği bitirmeden başka içeriğe geçiyor. Aslında bakıldığında bu insanlık tarihinde yeni medyaya kadar görülmüş bir şey değil. Tabii olarak bunun olumsuz sonuçlarını bizatihi çocuklarda gözlemliyoruz. Birçok şeyden haz alamıyorlar, haz aldıkları her ne ise çok hızlı bir şekilde bıkıyorlar. Zihinlerinde her şeyi kolayca elde etmek gibi düşünce yapısı oluşuyor bunun sonucunda da en ufak bir zorluk pes etmeleri için yeterli olabiliyor.

Uygulama üreticileri özellikle Youtube, Instagram ve Tiktok gibi uygulamaları geliştirenler genç neslin bu mecralarda daha fazla zaman harcamaları için onları sonu gelmez içerik girdabının içine atıyor ve gençler orada takip ettiği fenomen kitlesinden ciddi oranda etkileniyor. Bu tesir ekonomik, sosyal, politik, siyasi, popülarite gibi birçok farklı alanı ihtiva ediyor. Bunlara ulaşmak isteyen genç – artık genci yaşlısı kalmadı- hedef olarak takipçi sayısını arttırıp hedefleri doğrultusunda karakterlerinden, değerlerinden, kutsallarından, düşünce alanlarından çok rahatlıkla vazgeçebilir hale geliyor. Kişisel gelişimini, ammeye hizmeti, ahlaki değerlerini göz ardı edip, kolay yoldan nasıl para kazanıp hayallerime ulaşırım derdine düşebiliyor. Bu da onları farkında olmadan veya olarak sanal dilencilere dönüştürüyor.

Bir sosyal mecra daha var Twitter, bir başka ifadeyle “adaletin sağlandığı mecra” insanlar artık buradan adalet arayıp, buradan adaletin tahkim edileceğine inanıyor. Kitleler buradan harekete geçirilip toplumsal infialler buradan sistematik bir şekilde planlanıyor. Çok ilginçtir ki işlerine geldiğinde biz de Müslümanız diyen bir kitle, inandığını iddia ettiği İslam’ın değerleri söz konusu olduğunda büyük bir iştahla lince girişiyor. Açıkçası bu durumu göz önünde bulundurduğumuzda göreceğiz ki yeni medyayla birlikte, klavye mücahitleri/delikanlıları ve omurgasız bir kitle daha türedi.

Türk futbolunda bir kargaşa var. Her takım birbirini UEFA’ya, dünyaya şikayet eder oldu. Bir futbolcu rakip takıma transfer olunca taraftarlar tarafından hain ilan ediliyor, futbolcuya düşman oluyorlar. Takımlar, rakip takımın her galibiyetine bir şüpheyle bakıyor ve rakip takımın hakemler tarafından kollandığını savunuyorlar. Bir futbol kulübü iyi birkaç transfer yaptığında rakip takımlar, bu paranın suyu nereden geliyor, diyerek kulübü dünyaya şikayet ediyorlar. Geçmişte, hatırladığınız kadarıyla, takımları arasında nasıl bir rekabet vardı, takımlar ve futbolcular arası ilişkiler nasıldı, Türk futbolunun geçmişi ve bugünü hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Halit Bekiroğlu: Aslında futbol bizi yansıtıyor, insanlık hallerimizi yani. Hani tarih tekerrürden ibarettir deriz ya, futbolun tarihi de siyasetin tarihi de ve daha genellersek insanlık tarihi de bu tip olaylarla ve yaklaşımla doludur. Şekil ve dil değişse de hemen her asırda benzer yaklaşımlar olmuştur. Ben Galatasaraylıyım. Doğrusu takımımı kendim seçmedim. Abim ve çevrem hangi takımı tuttuysa ben de onlara uydum. Ara ara fanatik dönemlerim olduysa da kendimi genelde çok kaptırmadım futbola. Daha çok oynamayı tercih ettim.

Bizim dönemde futbolcu kartları vardı, onlarla oyunlar oynardık. Bazen o oyunlar kavga sebebi olurdu. Gelen yabancı futbolcu bizim takımdan ise makbüldü, rakip takımda ve hele bir de başarılıysa gayr-ı müslim oluşundan tutun da düşmanlığa kadar evrilirdi iş. Benzer şekilde takımlar arasında ciddi kavgalar olurdu, küfürleşmeler, hakaretler. Hatta yerelde katıldığımız iki şehrin liseler arası futbol müsabakalarında bile kavgaya şahit olmuşluğum var. Hatta engellenmezse ciddi neticeler doğuracak kadar büyük kavgaydı. Futbol, medya, siyaset gibi alanlar biraz da ruhu gereği sahnede, sahada, vitrinde cereyan ettiğinden şov tarafına ihtiyaç duyuluyor galiba. Bu sebeple de fanatikleri oluşuyor. Fanatizmi kontrol edemeyen her mecrada da maalesef seviye düşüyor.

M. Emin Çukuryurt: Küçüklüğümden beri futbolu severek oynar ve izlerim. Hayatımın büyük bir kısmı futbol oynayarak geçti. Tabi Beşiktaşlı olduğum için müsabakaları ve bu alandaki gelişmeleri sürekli takip ettim hala da etmeye devam ediyorum. Açıkçası hatırladığım kadarıyla çok bir fark yok eskiden derbilerde veya husumetli iki takım arasında taraftar kavgaları çok oluyordu son dönemde bu büyük oranda sona erdi diyebiliriz.

Bir oyuncunun ezeli rakibe gitmesinden dolayı hain ilan edilmesi meselesi ise sadece Türk futbolu değil tüm dünya futbolu için öyle bu eskiden de böyleydi, şimdi de böyle, gelecekte de böyle olacaktır. Bir gözlem olarak eklemek isterim ki dikkat ettiyseniz bu hainlik oyuncunun kalitesiyle doğru orantılı bir şekilde artıyor.

Rakip takımın her galibiyetine şüpheyle bakılması adeta zorunluluk haline geldi. Diğer türlü taraftarların biriken enerjisi, yönetimlerin başına bela olur. Tabi bunu çok iyi bilen yöneticiler diğer takımları suçlayarak bu enerjiyi olabildiğince asgari düzeye indirme politikası uyguluyor. Ancak bazı müsabakalarda da bazı hakemlerin taraflı olduğunu da es geçmemek lazım.

Ben hiçbir değişiklik görmüyorum. Ülkemiz, futbol anlamında ilerlemedi, altyapıdan hala aynı şekilde istenilen sayıda oyuncu yetiştiremiyoruz. Sanırım Türk futbolundaki tek gelişim taraftarlar arasındaki ilişkiler, olsun bu da bir gelişme…

Bir şeyin orijinaline sahip olabilseniz, o ne olurdu, neden? Örneğin, Ömer Muhtar’ın gözlüğü, Sultan Abdülhamit’in bastonu…

Halit Bekiroğlu: Malcolm X’in orijinal yüzüğüne sahip olmak isterdim. Şakağına dayadığı parmağı, o esnadaki kararlı bakışı ve duruşu çok şey söylemiştir bana. Kaldı ki Malcolm’un hareketini ve işaretini sembolize eden parmaklar ve orayı canlandıran yüzük, yüzükteki hilal çok şey anlatır. Bende, gençliğimden bu yana çok şeyi hareketlendirmiştir.

M. Emin Çukuryurt: Bir şeyin orijinaline sahip olacak olsam Malcolm X’in yüzüğünü tercih ederdim.

Malcolm X’in hayatını okuduğumda 10. sınıftaydım, ciddi oranda etkilenmiş ve o günden sonra yoğun bir okuma dönemine girmiştim. Malcolm X’in hayatını okuduğumda Allah’a olan imanımın arttığını hissettim. Onun hayatı bir insanın, mahlukatın en zelil durumdan nasıl en şerefli durumuna gelir sorusunun cevabı gibiydi… Özellikle inandığı yolda ölüm pahasına, arkasına bakmadan yürümesi tüm tehdit ve karalamalara rağmen asla vazgeçmemesi beni çok etkilemişti.

Tek nedenim tabi bu değil. Yüzük takmayı da seviyorum, ayrıca insanlığın gürül gürül batıla aktığı ve bizim de nasibimizi aldığımız bu çağda bir çizgim ve sınırlarım olduğunu bana hatırlatıyor. Aynı zamanda Malcolm’un, gıpta ettiğim bir şahsiyetin, zaman geçirdiği bir eşyayı kullanma düşüncesi bile beni çok mutlu ediyor.

Birisi size bayram hediyesi alacak olsa veya önemli bir gün hediyesi alacak olsa, hediye olarak ne isterdiniz ve bu hediyenin sizdeki anlamı nedir?

Halit Bekiroğlu: Çok klişe ve belki yaşlı işi olacak, X kuşağına kızacak arkadaşlar ama ben yine de kehribar tesbih ve kitap isterdim. Kalabalık çevrem olmasına rağmen sahici dostlukları hala kitaplarda ararım. Tesbihe dokunma eylemi ise fiziksel bir hadise olmanın ötesinde ruhumu okşamıştır hep. Bir sevgili gibi. Belki böylece dost ve sevgiliyi birleştirmiş oluyorum. Bir tür hemraz olma hali.

M. Emin Çukuryurt: Birisinin bana sevdiğim bir şeyi hediye etmesinden daha çok kullandığı bir eşyayı hediye etmesini tercih ederim. Sanırım bu daha çok hoşuma gider. Çünkü sevdiğim bir insanın önem verdiği, zaman geçirdiği bir eşyayı bana hediye etmesi bende inanılmaz bir duygu yoğunluğuna neden olur. Belki de bunun nedeni hediyeyi verenin her zaman yanımda olduğunu hissediyor olmamın bana verdiği mutluluk ve huzurdandır.

Size bir seçim hakkı verilse ve ömür boyu sadece o şehirde yaşayacaksınız dense hangi şehirde kimlerle beraber yaşamak isterdiniz?

Halit Bekiroğlu: İstanbul’u geçip İsfahan diyorum. Çünkü İstanbul gibisini görmedim ve onu herkes zaten söylüyor, söyleyecek. Tabi İsfahan deyince şehrin mekanından, tekniğinden, zamane halinden öte, ruhunu kastediyorum. Eskilerin “İsfahan, nısf-ı cihan” dedikleri şehir. Şehrin ruhu nasılsa birlikte yaşamak istedikleriniz de o ruha uygun olmalı. İsfahan’da mecnunlarla, aşıklarla, şairlerle, filozoflarla, dervişlerle yaşamak isterdim. Mest olup dünyanın geçiciliğine kendimi bırakmak isterdim. Fazla şairane oldu galiba.

M. Emin Çukuryurt: Ailemle ve sevdiklerimle beraber yaşamak isterdim. Bu duyguyu kalbimize koyan Allah Teala, çünkü insanın yaşı ilerliyor sevdiklerini, ailesini, arkadaşlarını yavaş yavaş kaybediyor ve insanı sadece sevdikleriyle cennette buluşma düşüncesi teskin ediyor. Cennette onlarla ebedi bir mutluluğu arzuluyor.

Hangi şehirde yaşamak istediğime gelirsek; hayatı tecrübe etmek, farklı kültürleri, insanları, örf ve adetleri tanımayı, öğrenmeyi, farklı düşünce yapılarını gözlemlemeyi, onlarla empati kurmayı, onları daha iyi anlamamı sağlayacağını düşündüğüm için belirli sürelerde farklı şehirlerde yaşamayı isterdim. Ancak yolun sonunda tabi doğup büyüdüğüm İstanbul’a geri dönerdim. Bunun nedeni ise genç kardeşlerimizle farklı şehirlerde onlarca kamp yaptık ve gittiğimiz şehirleri çok sevsem de İstanbul’a büyük bir özlem duyduğumu hissetmemdir. Bu yüzden kesinlikle ailem ve sevdiklerimle İstanbul’da yaşamayı isterdim.