Röportaj

“Filistin halkının davasına katkı sağlamanın tek yolu çalışmaktır”

Konuk Yazar: Peren Birsaygılı Mut

Röportaj : Esmanur Hangül

7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin’de, insanlık onuru Gazzeliler tarafından ayakta tutuluyor. Tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bir soykırıma karşı Kassam Tugayları’nın verdiği mücadeleyi, direnişi ve gösterdikleri kahramanlığı zaman zaman idrak etmekte zorlanıyoruz. Gazze’deki katliam devam ederken, 2024 yılı Mayıs ayında yazar Peren Birsaygılı Mut’un kaleminden İzzeddin el Kassam Suriye’den Filistin’e Bir Direniş Hikayesi adlı çalışma Farabi Kitap’tan neşredildi. Tarihin istisnai şahsiyetlerinden birini anlatan kitap okunduğunda; modern zihinlerimizin yabancı olduğu Gazze’nin mücadele ruhu, bir nebze olsun günümüzün tasavvur dünyasında mana ile buluşuyor.

Filistin edebiyatına yönelik pek çok çalışması da bulunan yazar Mut’un bu kitabı Tükçe’de en kapsamlı İzzeddin el Kassam biyografisi olma özelliğini taşıyor. Kitapta Suriye’den başlayıp Filistin’de devam eden kahraman kumandan İzzeddin el Kassam’ın hayatı ile birlikte coğrafyanın direniş yüzyılına da tanıklık ediyoruz.

Peren Birsaygılı Mut ile “İzzeddin el Kassam – Suriye’den Filistin’e Bir Direniş Hikayesi” kitabını Mücerret okuyucuları için konuştuk…

Kitap Türkçe’de İzzettin el Kassam ile ilgili yazılmış en kapsamlı biyografi olma özelliğini taşıyor. Bu biyografik ve tarihi metni Türkçe’ye kazandırdığınız için teşekkür etmeliyim. 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin ile ilgili dikkatimizin daha yoğun olduğu bir gerçek. Ama sanıyorum siz kitabı yazmaya 7 Ekim 2023’ten önce başladınız. Bu metni kaleme alma motivasyonunuzu nasıl açıklarsınız? Bu kapsamlı İzzeddin el Kassam biyografisini çalışırken bu kadar detaylı kaynak bulma noktasında zorlandınız mı?

Estağfurullah, asıl ben teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Filistin edebiyatı çalışmaya başladığım ilk dönemlerden bu yana, hepimiz gibi ben de Şehit İzzeddin el Kassam’ın ismini biliyordum elbette. Çalışmaya devam ettiğim dönem boyunca da ismi sürekli karşıma çıkmaya devam etmiş, böylece hakkında daha çok bilgi sahibi olmaya başlamıştım. Şehit Kassam, Filistin direnişinin başlangıç noktasında yer alan en önemli birkaç isimden biridir çünkü. İkinci kitabım olan “Kalem ve Tüfek; Büyük Filistin İsyanı’ndan (1936-1939) Portreler”de kendisinden bahsettiğim bazı bölümler vardı. Ancak birkaç paragrafla anlatılamayacak kadar önemli bir şahsiyetti. Bu nedenle müstakil bir çalışma yapmaya niyetlendim. Böylece 2021 senesinden itibaren Şehit Kassam’ın hayat hikâyesine yoğunlaştım. Kaynak bulma konusunda zorlandığım anlar da oldu. Hayatının bazı dönemlerine dair, örneğin İstanbul’da geçirdiği birkaç hafta, neredeyse hiç kaynak yoktu. Ancak bir kitap oluşturabilecek kadar kaynak da vardı. Ayrıca diğer iki kitabımda olduğu gibi Filistinli ve Suriyeli arkadaşlarımdan ve hocalarımdan da çok destek gördüm. Ve sık sık onların yardımına başvurdum. 

Kitapta defaatle karşılaştığımız İzzeddin el Kassam ve dava arkadaşlarının, aynı dertten muzdarip, aynı dönemde yaşayan başka adanmış isimlerin onurlu ve şahsiyetli duruşları var. Siz de özellikle “Büyük haysiyet hikâyesi” olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanımın sizdeki karşılığını bir de Mücerret okurları için duymak isteriz.

Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nda “Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.” der. Haysiyet ne demek anlatan en muazzam ifadelerden birisidir. Şehit Kassam, dünyaya gözünü açtığında Britanya İmparatorluğu, dünyanın dörtte birini yönetiyordu. Altıda biriyse Rus İmparatorluğu’nun kontrolündeydi. Afrika kıtası, Fransızların zulmü altında hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Ve sömürgeci güçler, İslam toprakları üzerinde büyük bir rekabet ve paylaşım savaşı içerisindeydiler. Ancak en gelişmiş silahlara sahip bu sömürgeci güçlerin karşısında, Akif’in söylediği gibi mabedinin göğsüne namahrem eli değdirmemek için son nefesine değin mücadele etmeye ant içmiş, İslam birliği idealine inanmış, sömürgecilik karşıtı, son derece fedakâr, davasını her türlü şahsi menfaatin üzerinde tutan muazzam bir Müslüman nesli vardı.

Üsküdar Sultantepe’de, uzunca bir yokuş çıktıktan sonra karşımıza çıkan Özbekler Tekkesi’nin bahçesindeki bir kabirde yatan Sudanlı Musa, mahzun ve masum Afrika kıtasının bu kahraman evladı, 1. Dünya Savaşı sırasında cepheden cepheye koşan gönüllülerden birisiydi. Savaştan sonra İstanbul işgal edildiği zaman kendisine emekli maaşı bağlanması için aracılık etmek isteyenlere “Ben bu fakir milletten asla maaş almam” cevabını vererek, hasta olmasına rağmen Karaköy gümrüğünde hamallık etmeye başlamıştı.  Defalarca kendi taraflarına geçmesini teklif eden İngilizlerin yüzüne ise “Benim bir bayrağım var: ay-yıldızlı bayrak” diye haykırmıştı.

“Şehit kanlarıyla sulanmış İslam topraklarına namahrem eli değdirmemek için çabalayan, büyük haysiyet davasının evladı”

Medine Müdaafası’nın büyük kumandanı Fahreddin Paşa, kendi tabiriyle Peygamberin kutsal mevkiini, çapulculara ve İngilizlerin himayesine terk etmemek için 2 sene 7 ay boyunca, askerlerine kimi zaman çekirge yedirerek savunmuştu şehri. İngilizlere, Kut-ül Amare’de askeri tarihlerinin gördüğü en büyük bozgunlardan birini yaşatan Halil Paşa, bu mukaddes zaferden sonra söyle seslenmişti Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş askerlerine. “Arslanlarım! Bugün Türkler’e şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında şühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.”

Cezayir’in Emir Abdülkadir’i, Tunus’un Ali Başhamba’sı, Libya’nın Şeyh Senusi’si, Ömer Muhtar’ı, Anadolu’nun Sütçü İmam’ı, Şahin Bey’i ve Şehit İzzeddin el Kassam… Hepsi de şehitlerin kanlarıyla sulanmış İslam topraklarına namahrem eli değdirmemek için çaba gösteren, aynı büyük ortak haysiyet davasının evlatlarıdır.   

Kitapta İzzettin el Kassam’ın hayatına girmeden önce ve sonrasını da dâhil edebiliriz aslında önemli dönüm noktaları ile Filistin’in işgalinin başlangıcından bugüne kadar adım adım gelişini anlatıyorsunuz.

Bir biyografi kitabı olmasının yanında aynı zamanda belgelere dayalı coğrafyanın tarihini anlatan bir metin diyebilir miyiz?

Evet. Bu şekilde yazmayı tercih ediyorum. Zira hayat hikâyelerini anlattığım kimseler, dönemin olaylarından bağımsız düşünülemeyeceği için elimden geldiğince çok belgeyle anlattıklarımı temellendirmeye çalışıyorum.

Bazı insanlara doğuştan önderlik vasfı verilmiş gibidir. Onların konuşmaları kadar susmaları da yürümeleri kadar durmaları da fark yaratır. İzzeddin el Kassam için de böyle diyebilir miyiz? Kitapta çeşitli pasajlarda çok manidar örnekleri ile karşılaşıyoruz tabii ama özetleyecek olursak İzzeddin el Kassam’ı bir topluma belki bir coğrafyaya önder yapan vasıfları nelerdi?

İzzeddin el Kassam’ı lider yapan en önemli birkaç özelliğini sıralamak gerekirse. Öncelikle gerçekten büyük bir imana sahip. Henüz çok küçük yaşlardan itibaren Kur’an-ı Kerim okumaya başladığını hepimiz biliyoruz zaten. Ancak bir Müslüman olarak, neye inandığını ve ayetlerin vermek istediği mesajı fevkalade iyi idrak ediyor. Efendimiz Hz Muhammed’in (sav) hayatını çok çok iyi biliyor. Ancak mesela bilmekten ibaret değil elbette. Bildiklerini hayatına tatbik etme yani dinini yaşama konusunda parmakla gösterilecek bir şahsiyet. Ayrıca çok dürüst. Zaten bu, sürekli minberdeyken de söylediği bir şey. Hz Muhammed (sav) neden Peygamber olarak seçildi? Çok korkusuz ya da akıllı olduğu için mi? Elbette Peygamber Efendimiz, yaratılmışların en şereflisi olarak, tüm güzel hasletleri üzerinden barındıran bir şahsiyetti. Ancak O’nu Peygamber yapan El-Emin oluşu yani dürüstlüğü ve güvenirliğiydi.

Şehit Kassam’ın dönemin Müslümanları tarafından böylesine sevilmesi ve tarihlerinin en zor dönemlerinden geçen Suriye ve Filistin’deki Müslümanların liderliğine yükselmesi, aynı şekilde çok güvenilir bir insan olmasından dolayı olmuştu.

“Osmanlı’ya yani hilafete olan bağlılığının sebebi, yaşananları bir Müslüman-kâfir çatışması olarak görmesinden ileri geliyor”

Dikkatimi çeken kısımlardan bir tanesi de Osmanlı’ya olan bağlılığı. Tıpkı Suriye’ye, Filistin’e olan anne-babasına, eşine, çocuklarına, davasına olan bağlılığı gibi. Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkileri, Trablusgarp savaşına gidebilmek için verdiği mücadele. Bunu nasıl anlamlandırmalıyız?

İzzeddin el Kassam, sömürgeciliğin İslam coğrafyasında yaratmak istediği tahribatı çok iyi bilen bir insan. Osmanlı’ya yani hilafete olan bağlılığının sebebi, yaşananları bir Müslüman-kâfir çatışması olarak görmesinden ileri geliyor. Kâfirlerin yani sömürgecilerin kazandıkları takdirde, Müslümanların içine düşeceği hali bildiği için bütün gücüyle direniyor onlara karşı. Trablusgarp’ın işgalinin ardından Suriye sahillerinde oluşan tepkinin mimarı İzzeddin el Kassam’dı. Onun sayesinde insanlar Trablusgarp’ın işgalini bu kadar yüksek sesle lanetlemişlerdi.

Burada bir not düşmekte fayda var. Şehit Kassam, Şerif Hüseyin İsyanı’na da en çok karşı gelen isimlerden birisidir. Ve bu isyan karşısında çok derin bir ıstırap duymuştur.  Gerek Fransızlar gerekse İngilizler, kendisine defalarca makam ve para teklif etmesine rağmen, bu tekliflerin tamamını reddediyor ve bu tekliflerine kendisine yönelik bir hakaret sayıyor. Şimdi söylerken kolay bir şey gibi geliyor. Ancak dönemin en büyük iki sömürgeci gücü olan İngilizlerle ve Fransızlarla aynı anda mücadele etmek, üstelik böylesi kısıtlı imkânlarla, çok zor ve çelik gibi bir iman ve irade isteyen bir şeydir.

“İzzeddin el Kassam’ı kendinize uzak ve yabancı birinin hikâyesi gibi görmeyin”

Bazı çevrelerde, bazen kendimiz ve çevremiz de dahil belki, Filistin’de, Suriye’de yaşananları sanki başkasının derdiyle dertleniyor gibi görünüyoruz. Aslında İzzeddin el Kassam bir Osmanlı mensubu, bir Osmanlı askeri aynı zamanda. Osmanlı’yı kendimizle bütünleştirirken, Osmanlı’dan bahsederken “biz” derken, Suriye’yi, Filistin’i neden “başkaları” olarak mı değerlendiriyoruz?

Bu nedenle özellikle gençlerle olan konuşmalarımda sürekli vurgulamaya çalıştığım şey şu; İzzeddin el Kassam’ı kendinize uzak ve yabancı birinin hikâyesi gibi görmeyin lütfen. Şehit Kassam, sadece yaşadığı dönemdeki Müslümanlar için değil hepimizin haysiyeti uğruna feda etmiştir kendini. Gençlerimizin bunun bilincinde olması, o kadar önemli ki.   

“Trablusgarp’ın çöllerini savunmayan, Şam’ın gül bahçelerini de savunamaz”

Ayrıca Emir Şekip Arslan’ın çok sevdiğim bir sözü var. Der ki; Trablusgarp’ın çöllerini savunmayan, Şam’ın gül bahçelerini de savunamaz. Bugün Filistin’deki ya da Suriye’deki Müslümanların namusunu savunmayan, yarın kendi namusunu da savunamaz. Kimse benim başıma bir şey gelmez, benim durumum garanti diye düşünmemeli.  Müslümanlar, büyük bir ailedir ve herkes birbirinin haysiyetinden ve namusundan mesuldür. Filistin’deki, Suriye’deki Müslümanlar için tehdit oluşturan bir durum, Türkiye’deki Müslümanlar için de büyük bir tehdittir.

İsrail’in Filistin topraklarını işgali 1947’de gerçekleşti. Bizler de yaşanan bütün zulümlerin, soykırımın başlangıç tarihinin 1947 olduğunu zannediyoruz. Sizin kitapta da altını çizdiğiniz iki önemli olay var. Balfour Deklerasyonu ve Sykes-Picot anlaşması. Bu anlaşma ve deklerasyon Filistin için ne demekti ve sonuçları ne oldu?

İngiltere ve Fransa, 1916 senesinde imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile ele Arap vilayetleri aralarında pay ettiler. Suriye Fransızların, Filistin ise İngilizlerin kontrolüne geçti. Bir sene sonra imzalanan Balfour Deklarasyonu’yla da Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasının önü açıldı. Yani Filistin halkı için çok karanlık günler başladı ne yazık ki.

Ve doğurdukları sonuçlar, sadece imzalandıkları dönemle sınırlı kalmadı elbette. Bugün gerek Filistin’de gerekse Suriye’de yaşanan acıların da en büyük sorumlusu bu iki anlaşmadır. Örneğin Suriye’de onlarca senedir kendi halkını katleden, bir o kadarını da zindanlarda çürüten Nusayri mezhepçiliği, Fransızlar tarafından ortaya atılan ve geliştirilen bir projeydi. Yeri gelmişken küçük bir not düşmekte fayda var. İzzeddin el Kassam, Fransızlar tarafından idama mahkûm edildiği zaman, bu idam kararını en çok destekleyen ve şehit Kassam’ı yakalanabilmesi için Fransızlara yardım edenler, mezhepçi Esed ailesinin büyük dedeleriydi.

Kitabı okurken İzzeddin el Kassam’ın İslam’a bakış açısını, onun zaviyesinden “Müslüman aslında kime denir”i sık sık görüyoruz. İbadethanelere karşı yaklaşımıyla, Kur’an’ı nasıl idrak etmemiz gerektiği ile ilgili mesajlar alıyoruz. Bu da Kassam’ın babasından aldığı dersler ile başlayarak Ezher’de çok önemli hocalarla ve arkadaşları ile olan eğitim sürecinin kalitesini anlamamızı sağlıyor. İzzeddin el Kassam’ın İstanbul’a kadar gelmesine vesile olan, talebeleri ile olan ilişkilerine baktığımızda hem eğitim hem de öğretim süreci ile ilgili neler söylersiniz?

Şehit Kassam, Müslüman bir çocuğun o dönem için alabileceği en güçlü eğitimi aldı. 13-14 yaşına kadar babası ve yaşadığı Cebele bölgesinin 2 önemli âlimi tarafından eğitildi. Daha sonra en önemli ilim yuvalarının başında gelen Ezher Medresesi’nde 8 sene boyunca güçlü bir eğitim gördü.

Ancak biliyorsunuz, esas olan öğrendiklerini aktarmaktır. İzzeddin el Kassam’ın da en büyük amacı, şuurlu Müslüman nesiller yetişmesine katkı sunmaktı. Bu nedenle Ezher’deki eğitimi biter bitmez, Cebele’ye dönerek ders vermeye başlamıştı. Gündüz çocuklara, akşam ise büyüklere ders verirmiş. Bu hoca kimliği, Şehit Kassam’ın hayatında daima var olmuştur. Suriye’den Filistin’e geldiği zaman da vakit kaybetmeden yeni talebeler ile buluşmuştu. Talebeleri tarafından çok sevilir ve saygı görürdü. Ayrıca o dönem dayak bir eğitim aracı olarak kullanırken, kendisi talebelerini asla dövmediği için de bu yönüyle ün kazanmıştı.  

O dönemde Siyonistlere karşı özellikle bazı olaylarda (Nebi Musa Festivali) Hristiyanların ve Müslümanların güç birliği yaptığını, zulme karşı dayanışma içinde olduğunu görüyoruz. Günümüzde de halklar nezdinde bakarsak tarihin bu dilimine dair ne söylenebilir?

İngilizlerin Filistin’de mandayı başlatır başlatmaz yaptıkları ilk icraatlerden birisi, Osmanlı döneminde aynı mahallelerde, bir arada yaşayan ve komşuluk eden Müslüman ve Hristiyanları birbirinden izole etmeye çalışmak olmuştu. Müslümanlar örneğin Kudüs, İngilizlerin bu uygulamanın pek çok örneği ve onlar tarafından inşa edilen mahalleler ile doludur. Elbette hem İngilizlerin hem de Siyonistlerin en çok istemediği şey, Müslüman ve Hristiyanların kendilerine karşı ortak mücadele etmesiydi. 1920 senesindeki Nebi Musa İsyanı, bu ortak mücadelenin güzel bir yansımasıdır. O dönem, işgale ve Siyonist göçüne karşı kurulan ve Kudüs Başmüftüsü Hacı Emin el Hüseyin’in de yöneticilerinden olduğu Müslüman-Hristiyan Derneği vardı örneğin.

Elbette günümüzde de kendine insanım diyen herkesin, dini-dili-milliyeti fark etmeksizin, Filistin halkının yanında olması gerekir. Filistin toprakları özelinde baktığımızda, zaten Müslüman ve Hristiyanların Siyonizm’e karşı ortak mücadelesi devam ediyor. Çok sayıda Filistinli Müslüman hocamın yanı sıra, çok sevdiğim Filistinli Hristiyan hocalarım da var.  Enteresan olan, ben bu hocalarımın Hristiyan olduğunu da seneler sonra anladım. Yani Filistinli hocalarla birlikte çalışırken, kimin hangi inanca ya da görüşe mensup olduğu üzerinde durulmaz hiç. Filistinlilik kimliği ön plandadır. 

Filistin toprakları dışında kalan yerlerde de aynı şekilde omuz omuza mücadele etmenin ne denli önemli olduğu çok açık. Ancak burada dertli olduğum bir noktadan bahsetmek istiyorum. Filistin’i desteklediğimiz için kullandığımız söylemlerin hiçbirisinde Müslümanların rolünü küçümsemememiz gerekir. Müslümanlar, dün olduğu gibi bugün de Filistin’i savunma konusunda öncü bir role sahiptirler. Batı’daki eylemlerin önemini inkâr etmemekle birlikte, Allah dünyanın bütün vicdanlı insanlarından razı olsun, Müslümanların yüz seneden bu yana verdiği büyük mücadeleyi de unutmamamız gerekir. Filistin’de yaşananları tarif ederken “güneş batıdan doğacak” gibi ifadeler kullanmak, Filistin davasını ve bu davanın geçirdiği dönemleri hiç bilmemek demektir, aslında. 

“İzzeddin el Kassam, Filistin’in ruhudur”

Bugüne baktığımızda İzzeddin el Kassam Filistinliler için, Filistin direnişi için hangi anlamı taşıyor? Direnişin neresinde? Kassam Tugayları dediğimiz ordu adını neden ondan alıyor?

İzzeddin el Kassam, Filistin’in ruhudur. Filistin halkının sahip olduğu büyük gücün, direniş azminin ve tevekkülünün simgesidir. Bugün Kassam Tugayları olarak bildiğimiz mücahitler de Allah hepsine zalimlere karşı büyük bir zafer nasip etsin ve güç kuvvet versin inşallah, 1930’lu yılların başında Hayfa’da ortaya çıkan, Şehit Kassam’a bağlı ilk mücahit birliklerini kendilerine örnek almışlardır. 

Şöyle bir şey de var. Biliyorsunuz İzzeddin el Kassam, aslında Suriyelidir. Ve öncesinde Suriye’de hakkında yapılmış çalışmalar vardır. Örneğin çok kıymetli hocalarımdan birisi olan Suriyeli yönetmen Haitham Hakkı, 1980’li yıllarda İzzeddin el Kassam hakkında bir televizyon dizisi yapmıştı. Ancak Hamas mücahitlerinin, birliklerine Kassam birlikleri ismini vermesinin ardından Filistin davası üzerindeki büyük rolü daha da ölümsüzleştirilmiş oldu. Bir hocam anlatmıştı. Filistin halkının, kendileri uğruna şehit düşen İzzeddin el Kassam’ı unutması düşünülemezdi. Ancak Hamas, birliklerine Kassam ismini vererek, zayıf bir ihtimal de olsa bunun tamamen önüne geçmiş oldu.

“En az Siyonizm kadar büyük bir başka düşmanımız; hamaset”

Bir röportajınızda “Filistin davasına dair duygusal motivasyonumuz çok yüksek ama daha çok bilgiye ihtiyacımız var” diyorsunuz. Bu kitap da bilgi anlamında Türkçe’ye kazandırılmış en önemli metinlerden biri oldu sanıyorum. Son olarak eklemek istediğiniz, söylemezsem eksik kalır dediğiniz neler var?

En az Siyonizm kadar büyük başka bir düşmanımız daha var. O da hamaset. Bizim tozpembe hayalleri, büyük büyük lafları, sosyal medyada katledilmiş çocuk bedenleri paylaşmayı, kalabalıklar karşısında ağlamayı ve ağlatmayı, yani ağıtçılığı bir kenara bırakmamız gerekiyor artık. İnanın isterseniz karşılıklı sabaha kadar ağlayalım, ah vah edelim, İsrail’i zerre kadar korkutmayız. Tek yaptığımız, düşmanımızın karşısında aciz bir Müslüman portresi çizmek olur. Katledilen çocuk bedenlerini paylaşmak bizim Filistin konusundaki hassasiyetimizi değil zavallılığımızı ve tembelliğimizi gösterir sadece. Filistin halkının davasına katkı sağlamanın tek yolu çalışmaktır. Çalışmak, daha çok çalışmak. İnancımız da bize bunu emretmiyor mu? O nedenle eğer Filistin halkının yanında olduğumuzu göstermek istiyorsak, kolaycılıktan uzak durmalı, hamasetin bu konuda yapılan ciddi çalışmalara da zarar verebileceğini idrak etmeli ve belirli bir konu seçerek ki ülkemizde henüz üzerinde çalışılmamış Filistin’e ve Siyonizm’e dair yüzlerce önemli konu var, çok çalışmamız gerekir.

Etiket /