Hem işitme, hem görme hem de süreklilik ve değişkenliğin hâkim olduğu medya dünyasından çocuklarımızı çekip çıkarmak ve onlara yeni ve ebedi bir arkadaş kazandırmak hepimizin görevi. Pandemi süreci, sosyal mesafenin araya girdiği şu süreç çocuklarımız için dönüm noktası olabilir. Onlara olan bağlarımız, ilişkilerimiz ve yönlendirmelerimiz gelecekleri için çocuklarımızda kritik roller üstleniyor.
Tuğba Çoşkuner ile çocukların kitapla ilişkisi, pandemi döneminde çocukluk, çocuklar için dijital dünya ile gerçek dünya arasındaki denge, erken dönemde çocukların bilimi keşfi ve Cezve Çocuk bilim serisi üzerine verimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Çocuklarımız için çok önemli olan bu söyleşi ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
İyi (Mücerret) okumalar
Biyografik bir soruyla röportaja başlamak yerine çocukluğunuzla alakalı bir soruyla başlamak istiyorum. Çocukluk döneminizin fikir dünyanızın oluşmasında büyük etken olduğunu düşünüyorum. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, çocukluğunuzda geleceğe yönelik nasıl düşünceleriniz oldu, bugün o düşünceleriniz ve hayalleriniz gerçek oldu mu?
İçe dönük, kendisiyle baş başa kalmaktan korkmayan, öğrenmeye aşık bir çocuktum. Bazen herkesten uzaklaşır, bir köşeye çekilir ve okuyarak bambaşka dünyalara seyahat ederdim. Bunun entelektüel yanımdan ziyade öncelikle ruhuma iyi geldiğini düşünüyorum. Çocukluk ve ergenlik yıllarımda her çocuk ve ergen gibi kafam epey karışıktı. Babamın verdiği harçlıkları biriktirip aç kalmak pahasına kitap alır, sonra da o kitapları gizli gizli eve sokardım. İşte o kitaplar kafa karışıklığımı çözdü, aklımda dolanıp duran haylaz duygu ve fikirleri doğru raflara yerleştirmemi sağladı. Şu an büyüdüğüm şehre çok çok uzak bir yerde oturuyorum ama geçen aylarda yüzlerce km araba sürüp harçlıklarımı biriktirip gizli gizli kitap aldığım o kitabevine gittim. Bu sefer kapısından içeri bir öğretmen, bir yazar olarak girdim. Sanırım bu hayalimmiş ama kendime bile söylemekten çekindiğim, gerçekleşmez diye korktuğum bir hayalmiş.
Çocuklarla omuz omuza verip beraberce onları anlamayan herkese karşı savaşmaya cesareti olmak sizi iyi bir çocuk edebiyatçısı yapabilir
Matematik öğretmenisiniz ama çocuk kitapları yazıyorsunuz. Kitaplara ve çocuklara bu kadar tutkulu bağlanmanızın sebebi nedir?
“Ama” cümlesinin altında barındırdığı anlamlar beni kaygılandırıyor. Çünkü belki de bu, “Matematik öğretmeninin kitap yazmakla nasıl bir alakası olabilir, size mi kaldı kitap yazmak?” sorusunun kibarcasıdır. Belki de değildir, bilmiyorum. Ancak sık karşılaştığım bir soru.
Öncelikle dünya klasiği hâline gelmiş birçok çocuk kitabının yazarının sayısal alanlarla ilgili olduğunu hatırlatmak isterim. Bunun dışında yazarlığın bir okulu yok. Çocukları tanıyor olmak, çocuklarla çalışıyor olmak, çocuklarla omuz omuza verip beraberce onları anlamayan herkese karşı savaşmaya cesareti olmak sizi iyi bir çocuk edebiyatçısı yapabilir. Bir de dil, konu ve üslup seçimi var tabii. Bunlar da yaza yaza öğrenilen, pratikle gelişen şeyler. Matematik öğretmenliğimin yanında edebiyat alanında da eğitimim var, hâlâ da Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisansıma devam ediyorum. Liseye başlamadan önce bile, “Çocuklarla ilgilenmek istiyorum,” diyerek öğretmen lisesine, ardından da eğitim fakültesine gitmemin de çocuk edebiyatına büyük katkısı vardır mesela.
Çocuklara seçme hakkı sunmamız gerekiyor
Türkiye’de okuma kültürü fazla yok. Çok sayıda kitap basılmasına rağmen okunan kitap sayısı az. Ülkemizin geleceği için çocuklarımıza kitap okuma kültürü aşılamalıyız. Peki ama nasıl, çocuklarımızı kitaplarla nasıl barıştıracağız, okuma kültürünü çocuklarımıza nasıl aşılayacağız?
Bence çocuklar okumayı ve kitapları seviyor. Sadece onlara seçme hakkı sunmamız gerekiyor. Kitapları sevmeyen çocuk yoktur, seveceği kitapla henüz karşılaşmamış çocuk vardır. Yaş gruplarına göre güzel bir seçki oluşturmak –gerekirse 1000 kitaplık- ve ardından o seçkiyi çocuklarla buluşturmak dediğiniz sorunu büyük ölçüde çözecektir. Ancak çoğu anne ve babanın, çoğu öğretmenin farklı yaş grupları için seçki hazırlayacak yetkinlikleri yok. Olmayabilir de. O yüzden biz sosyal medyada ara ara okuduğumuz kitaplardan listeler hazırlıyor, yararlanmak isteyenler için paylaşıyoruz.
Çocuklara kendilerini, doğayı ve diğer insanları keşfedecekleri alanlar sunmalıyız
‘Yaş, rakamlarla değil anıları ile ölçülür.’ diyorsunuz. Çocuklarımıza faydalı anılar katmak için nasıl bir çocukluk geçirmesini sağlamalıyız?
Özgür bir çocukluk… Bu saygısız bireyler anlamına gelmesin, onu kastettiğimin düşünülmesine üzülürüm. Saygı ve özgürlük birbirine komşu kavramlar ve sınırları birbirini teğet geçiyor. Ancak bir bahçesi bile olmayan, kapıları caddelere açılan apartmanlarda çocukların hatıra biriktirmesi imkansız. Onlara kendilerini, doğayı ve diğer insanları keşfedecekleri alanlar sunmalıyız.
Pandemide yapmak zorunda kaldığımız şeyler hakkında sürekli şikayet halince olmayı sevmiyor
Çocuklarımızın çocuk kalabilmesi büyük uğraşı gerektiriyor. Her türlü toplumsal, psikolojik ve sosyal meseleler çocuklarımızın ruhunda derin yaralar açıyor. Günümüzde, pandemi süreciyle beraber, çocuklar diğer günlere göre daha kısıtlı bir yaşam sürüyor. Çocuklarımızın yaşadığı bu süreç hakkında ne düşünüyorsunuz?
Pandemi süreci öncesi de çocuklarımızın topluma olan bağı kopuktu. Bunun zararlarını görüyorduk. Toplumla bağlarının kopuk olmasının çocuğu nasıl değiştirdiğini görüyorduk. Dezavantajlarını çok fazla yaşadığımız için pandemi sürecinde beklenmedik bir şey görmedik. Çocuklar evlerdeydi, yine sokağa çıkmıyorlardı, arkadaşlarıyla ilişkileri istediğimiz düzeyde değildi. Pandemi sürecinde çocuklarımız online eğitime geçti. Evlerden hiç dışarı çıkmamaya başladılar. Pandemide yaşadığımız, yapmak zorunda kaldığımız şeyler hakkında sürekli şikayet halinde olmayı sevmiyor. Bu bir gerçeklik, bunu yapmak zorundaydık. Hepimiz eve çekilmek zorundaydık, sosyal izolasyon yapmak zorundaydık. Bu gerçekliği değiştiremeyiz.
Çocukların kendi duygularını anlayabilmesi için kendilerine ayna olacak yaşıtlarına ihtiyacı var
Bu kısıtlı yaşamda çocukların ruhuna ve gelişimine nasıl katkı sağlamalıyız, bu süreci en verimli nasıl atlatabilirler?
Mahalle kavramını tekrardan oluşturmalıyız. Mahalle kültürüne tekrardan ihtiyacımız var. Komşuluk bağlarımızın gelişmesine ihtiyacımız var. Çocuklar oyun grupları, okuma grupları kurmalı. Yani çocukların kendi yaşıtlarıyla bir araya geldiği gruplara ihtiyaçları var. Çocukların sosyalleşmesini sağlamak için genellikle büyüklerle muhatap kılıyoruz. Dedeye ve nineye giderek sosyalleşti, diyoruz. Onlarla yaptığı paylaşımlar da çok kıymetli ama çocukların kendi duygularını anlayabilmesi için kendilerine ayna olacak yaşıtlarına ihtiyacı var. Çocukların, çocuklarla bir araya gelmesi gerekiyor. Mahalle kültürümüz yok, çocuklar dışarı çıkmıyorlar, apartmanlarda bahçe yok. Bu çocuklar ne yapacak? Röportajda hep aynı şeyleri tekrarlıyormuş gibi duruyorum ama şöyle bir şey var; Bu çocuğun sosyalleşebilmesi için evden çıkması gerekiyor, bilgisayarın başından kalkması gerekiyor. Bahçeli eve, en azından toprağı olan bir eve taşınmak zor olabilir. En azından okul seçerken bahçesi büyük okul seçmek bile çocuğa çok büyük katkı sunar. Yeşilliği olan, toprak alanı olan, bahçesi olan, bütün yaş gruplarının bir arada oynayabileceği bir okul seçmek önemli bir adımdır. Komşularla, büyüklerle, diğer çocuklarla bağı güçlendirmemiz gerekiyor.
Dünya küçücük bir köy haline geldi, böyle bir ortamda hoşgörü seviyemizin daha da yükselmesi lazım
Çocuklar çok bireyselleşti. Onları okuldan alıp eve getiriyoruz, odalarına koyuyoruz, sürekli odalarında vakit geçiriyorlar, kimseyle muhatap olmak istemiyorlar. Bunu gereksiz görüyorlar. Bilgisayardan kurdukları iletişimi yeterli görüyorlar. Bu durumlar duygu körlüğüne sebep oluyor, duyguları yanlış yorumlamamıza sebep oluyor. Bireyselleşme hali bizim hoşgörümüzü de düşürdü. Pandemi sürecinde bir çocuk muhtemelen sadece ailesini görüyordur. Birçok insan gören, iletişim kuran bir çocuğu ve ailesinden başka kimseyi görmeyen çocuğu düşünelim. Hoşgörü seviyemizin gelişmesi için çok insanla muhatap olmamız gerekir. Çünkü bir süre sonra insanların farklılıklarını görüp şikayet etmeyi bırakıyorsunuz. Gerçek olarak daha fazla insanla muhatap olma, online değil, hoşgörü seviyesini arttırır. Şu an yüzyılın en büyük sorunlarından biri olan Faşizmin köküne kibrit suyu döküyor. Çocuklar bireyselleştiği için ve kimseyle muhatap olmadığı için inanılmaz faşizan davranışlar da gösteriyorlar. Bu pandemi sürecinden önce de böyleydi. Çocukların aynı mahallede yaşadığı arkadaşlarına bile tahammülleri yoktu. Bireyselciler, hoşgörü göstermiyorlar, küçücük farklılıklar faşizan tepkiler göstermelerine neden oluyor. Hoşgörülü olmalıyız. Dünya küçücük bir köy haline geldi, herkes her tarafa gidebiliyor. Irklar, milletler bir birine karıştı. Böyle bir ortamda hoşgörü seviyemizin daha da yükselmesi lazım.
Yüzyılın en önemli özelliklerinden biri ekibe uyum sağlamak
Pandemi bizi çok bireyselleştirdi, bireysel olan çocukları daha da bireysel hale getirmesi, muhatap olduğu insanların sayısını azaltması faşizan tepkilere daha çok sebep olabilir gibi duruyor. Çocukların arkadaşlarıyla olan ilişkisini gerçek hayatta artırmalıyız. Mahalle kültürü oluşturmak, komşularla ilişkilerini artırmak, kitap okumalarını sağlamak gerekir. Çocukların roman okuması onların empati yeteneğinin gelişmesini sağlar. Kitap okumanın getirdiği sosyal zeka, uyum zekası da var. Yüzyılın en önemli özelliklerinden biri ekibe uyum sağlamak. Alttan gelen her nesil uyum sıkıntısı yaşıyor. Bu, çok fazla bireyselleşmemizden kaynaklanıyor. Biraz insanlara karışmak ve kitap okumak önemli olacak. Online iletişim en son başvurulacak iletişim türü olduğunu kabul etmek, kötünün iyisi olduğunu kabul etmek önemli.
Sadece çocuklar değil, biz de dijital bireyler hâline geldik
Kemal Sayar ve Sezin Benli tarafından “Dijital Çocuk” adlı çarpıcı bir kitap yayınlandı. Kitapla beraber adeta bugün dünyanın her yerinde milyonlarca dijital çocuk nesli gelmek üzere, yeni bir insan modeli, yeni bir çocuk modeli gelmek üzere gibi bazı tartışmalar ve yaklaşımlar var. Bu insanlığın doğal bir seyri midir bugüne kadar aşamalımıza baktığımızda, sanayi devrimi-öncesi-sonrası, yoksa yeni bir insan modeliyle mi karşı karşıya kalacağız?
Yeni bir insan modeliyle karşı karşıyayız. Sadece çocuklar değil ki biz de dijital bireyler hâline geldik. Sosyal anlamda yetersiz, duygu körlüğü yaşayan kişiler olmaya başlıyoruz. Geri dönüş mümkün mü, mümkünse bu nasıl olacak? İnanın hiç bilmiyorum. Belki kırsala taşınmak en kesin çözümlerden biridir. Doğa her şeyi aslına dönüştürür. Yavaş yavaş bile olsa, öyle.
Çocukların bir zanaatla uğraşmasına yardımcı olmalıyız
Tüm dünya çocuklarımızın elinin altında, ağladıklarında telefonu veriyoruz, günün her vakti telefon veya tabletten oyun oynuyorlar, faydasız Youtube içerikleri izliyorlar, sosyal mecralarda vakit harcıyorlar. Zamanlarının çoğunu dijital alemde geçiriyorlar. Çocuklarımızın dijital alemle gerçek dünya arasındaki dengesini nasıl sağlayabiliriz ve dengenin dijital aleme doğru hızla kayması çocuklarımızda ne tür sorunlara yol açacak?
Pandemi sürecinde çocukların teknolojiyle bağını sınırlandırmak çok zor. Online eğitim veriyoruz ve çocuklar sürekli bilgisayarın başındalar. Çocukları geliştirecek sanatlara yönlendirmeyi çok isterim. Örgü örmelerini, ağaç yontmalarını, bir şeyler üretmelerini çok isterim. Şimdi hiçbir çocuk bunları yapmıyor. Anne ve baba bunların önemini çok geç anlıyor. Anlayan çok az anne ve babamız var. Pandemi sürecince teknolojiye sınırlama getirmek daha zor. Şu an teknoloji çocukların eğitimle olan bağı. Kötü bir süreç, keşke böyle olmasaydı ama yapabilecek hiçbir şeyimiz yok. Oturup sürekli şikayetlenmemeliyiz. Çocukları dersin dışında sosyal ilişkilerini güçlendirecek şeylere yönlendirmeliyiz. Spor yaptıracağız, doğaya çıkaracağız. Çocukların bir zanaatla uğraşmasına yardımcı olacağız. Çocuklar, kadim meslekleri olan insanlarla tanıştırılabilir. Kadim sanatlarımız geçmişle bağ kurmayı sağlar. Evde bir şeyler yontan, sabun yapan, krem yapan çocuklar olsun isterim. Ama bunları yapmıyorlar. Ebeveynler bunların yeterince iyi olduğunu düşünmüyor ya da böyle bir alan olduğunu aklına getirmiyor. Her şey sınav odaklı, test odaklı gidiyoruz. Kendi işlerini kendileri yapabilmeleri için yemek yapsınlar, bir şeyler örsünler, sabun yapsınlar, komposto yapsınlar. Yani bir çocuğun başka bir insana olan bağımlılığını ya da teknoloji sektörüne ya da başka bir sektöre olan bağımlılığını azaltınca çocuğun kendine güveni geliyor. Özgürleşiyor aslında. Bir çocuğun özgür kılınabilmesi için diğer insanlara muhtaç etmeyecek şekilde kendi kendine yönetebilen ve dönüştürebilen birey haline getirmemiz gerekir ki bu çocuklar özgür insanlar olabilsinler. Çocuklar bu şekilde teknolojinin zararlarından da korunmuş olacaklar. Çocuklar kalkıp harekete geçmiş olacaklar hem de bu yeterlilik duygusu onların güvenini yerine getirecek. Teknoloji biraz ne yapacağını bilemeyen, kendine güvenemeyip teknolojinin arkasına sığınan da çok çocuğumuz var. Bu özgüven hali çocukların sosyalleşmesini sağlar.
Çocuklar toplum kurallarını bilmiyorlar, bilseler de özellikle korona sebebiyle unutmuş durumdalar. Başkasının sınırlarının başladığı yeri, saygı gösterilmesi gereken özellikleri kestiremiyorlar. Enerjilerini atamadıkları için sürekli agresifler, ağızlarından deryadil kelimeler döküldüğünü çok nadir görüyorum. Zaten sosyal medyanın insanı görünmez kılan bir yanı var, bu da çocuklarda, “İstediğimi istediğime istediğim şekilde söylerim,” yanılgısına sebep oluyor. Kendi duygularını bile doğru yorumlayamıyorlar. Çünkü duyguları tanımıyorlar. Toplum içine az girdiklerinden gözlem de yapamıyorlar. Elbette hepsi böyle değil. Tüm suç da teknolojinin değil. Daha sakin yaşayan ailelerin çocukları daha şanslı.
Çocukların sıkılmayacaklarının ve şaşırarak okuyacaklarının sözünü verebilirim
‘Cezve Çocuk’ yayınevi olarak çocuk edebiyatına büyük katkılar sağladı. Şimdi, ‘Cezve Ansiklopedi’ altında bilim serisine başladınız. Bilim serinizle çocuklarımız için neyi yapmaya, neyi yapmamaya söz veriyorsunuz?
Ansiklopedi serimizin çıkan kitapların editörü kıymetli Nuh Muaz Kapan. Kendisine de fırsat yakalamışken teşekkür etmiş olayım. O seri gerçekten güzel oluyor. Gerek boyutu gerek dili gerek rengarenk oluşu bakımından diğer kitaplarımıza nazaran farklı bir albeni yarattı. Ben de şimdi o seri kapsamında yazar arkadaşlarımızla kediler, kuşlar, icatlar, duyu organlarımız gibi konulara çalışıyorum, o dosyaların editörlüğünü yürütüyorum. Sıkılmayacaklarının ve şaşırarak okuyacaklarının sözünü verebilirim.
Metinleri görsellerle bol bol destekledik, mizaha ve üsluba ayrıca özendik.
Bilim dili genç kuşaklara ağır geliyorken çocuklarımıza bilimi öğretmeyi nasıl başlayacaksınız, kitaplarda nasıl bir dil kullanacaksınız, çocuklarımızın okurken sıkılmaması için nelere dikkat edeceksiniz?
Biz kurgu eserler de çalıştığımız için çocukların dikkatini diri ve dinç tutmanın önemini biliyoruz. Bu yüzden metinleri görsellerle bol bol destekledik. Mizaha ve üsluba ayrıca özendik. Araya minik anekdotlar, hatıralar, öyküler ve hatta şiirler ekledik. Evet, bir bilim serisi ama bu edebiyattan ari olduğu ya da olacağı anlamına gelmez. Çocuklara birçok anlamda doyurucu, eğlenceli, besin değeri yüksek bir seri sunuyoruz.
Çocukların özgürce hareket edeceği, merak ettiği şeylerin peşine düşeceği ve onları deneyeceği bir mekâna ihtiyaçları var
Çocukların bilime yönelmesi konusunda siz üzerinize düşeni yapsanız bile ebeveynlere de iş düşüyor. Ebeveynler çocuklarını bilime yönlendirmek için neler yapmalı?
Açık alan… Öyle pahalı malzemelere falan gerek yok. Çocukların özgürce hareket edeceği, merak ettiği şeylerin peşine düşeceği ve onları deneyeceği bir mekâna ihtiyaçları var. Bu ev ortamında ne kadar mümkün? Bilim dediğimiz şey sadece kimyadan ibaret ya da laboratuvarda yapılan bir şey değildir. İnsan ilişkilerini anlamaya çalışmak, bir taşı kaldırıp altına bakmak, çimenlere uzanıp bulutları izlemek de bilimdir. Bırakalım çocuklar doyasıya bilim yapsınlar ama bu birkaç metrekarelik kendi odalarında olmaz. Olsa bile istediğimiz düzeyde olmaz.
Bilim ve edebiyat öncelikle çocuğun kendisini tanımasına yardımcı olur. Kendini tanıyan, neyi yapıp yapamayacağını bilen çocuğun önünde de pek bir şey duramaz.
Çocukluk çağı, çocuğumuzun hayal gücünün sınırlarını zorladığı hatta sınırsız olduğu dönemdir. Çocuklarımıza bilimin varlığının erken dönemde tanıtılması ileride çocuklarımıza ve ülkemize ne tür katkıları olacak?
Çocuklarımız zaten bilim yapıyorlar küçükken. Yaptıkları her hareket bilimin temelinde olan hareketler. Keşif, merak, inat etmek… Bir çocuğu düşünün, bir şeyler öğrenmek için inanılmaz inatçıdır. Düşer, tekrar kalkar. Gözüne bir yeri kestirdiyse oraya gider. Bu yönüyle çocukları minik kedilere benzetirim. Bilim yapabilmenin ölçütleri var. Onları kedilerde ve çocuklarda görüyorum. İnanılmaz inatçılar. Akıllarına takılan bir sorunun peşine düşüyorlar dedektif gibi. Bu, bilim yapmanın özelliklerinden bir tanesi. Aklına takılan bir soruya inat edip peşine düşmek. Çocuklar sürekli soru sorar. Bu da bilimin en önemli basamaklarından bir tanesi. Soru sormadığınız zaman bilim yapmıyorsunuz demektir.
Çocukları zamanla bilim yapamaz hale getiriyoruz
“Bilim” deyince insanların aklına sadece sayısal bilim geliyor ama bu sosyal bilimler için de böyle. Konuşmak; bir kelimeyi merak ediyorlar, doğrusunu çıkartana kadar deniyorlar. İkiz çocuklar kendi aralarında dil oluştururlar. İkiz çocuklar kendilerine ayrı bir dil oluştururlar ve bu yüzden ikiz çocuklar bizim gibi Türkçe konuşmaya daha geç başlarlar. Anneler, bu çocuklar bizim gibi konuşmuyor, diye korkarlar. Aslında o çocukların kendi aralarında bir dili var, kendi aralarında iletişim biçimleri olduğu için bizim gibi konuşma ihtiyacını daha geç hissediyorlar. Daha geç hissettikleri için biz de düşünüyoruz ki bunlar geç öğreniyor. Hayır. İkizlerin kendi uydurdukları kelimeler vardır. Bazı şeyleri yanlış söylerler ama kendi aralarında anlaşırlar. İkiz çocuklar, üçüz çocuklar dil icat ediyorlar. Bu bilim değilse nedir… İnanılmaz bir sosyal bilim bu. Çocukları zamanla bilim yapamaz hale getiriyoruz. Örgün eğitim çocukların bilim yapmasını engelliyor. Şu an bizim yaşayız tarzımız bilim yapmalarını engelliyor, çocukların dört duvar arasında kalması bilim yapmalarını engelliyor. Çocuklar yetenek üzerine doğuyorlar. Bizim yapmamız gereken çocuklardaki cevheri parlatmak. Erken dönemde meraklılar, bilime meraklılar. Çocukların aklına gelen her bir soru, kafalarında ışık saçan bir ateş böceğidir. Bu ateşböcekleri birden aydınlanabilir. Uykunu kaçırabilir, yemek yemeni engelleyebilir. Onları elinle kovalamak istersin ama o ateş böcekleri birer sordur. O ateş böceklerini ebeveynler, biz öldürüyoruz. Halbuki öldürmesek o ateşböcekleri çocukların yolunu aydınlatacak. Çocukları fıtrat üzerine yetiştirince, çocukların sahip olduğu yeteneklere sahip çıkıp onları daha da geliştirirsek çocuk başta sahip olduğu yetenekleri kaybetmemiş olacak. Bu ülke anlamında bizi bambaşka yere sürükleyecek. Kriz anlarında bir şey üretmek önemlidir ama yumurta kapıya dayanmadan bir şeyler üretmek için çocukların mizaç özelliklerine sahip çıkmamız gerekiyor.
Bilim ve edebiyat öncelikle çocuğun kendisini tanımasına yardımcı olur. Kendini tanıyan, neyi yapıp yapamayacağını bilen çocuğun önünde de pek bir şey duramaz. Merak duygusunu beslemek, onun büyümesi ve doğru bir şekilde gelişmesi için uygun ortamları oluşturmak zaten potansiyelleri olan çocuklarımızın o potansiyellerini kendilerine özgü orijinal yöntemlerle ortaya koymalarını sağlayacaktır.
Yorum ekle