Bazen uzun cümleler kurmak yerine sadece olayların tarih, akış, süreç ve dizilimine bakmak yeterlidir. 2019’un üç ayının kronolojisi bize tam da bunu söylüyor.
2019 Ocak ayının ilk haftasının sonunda, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, çok yönlü okumaya açık, net bir cümle kurdu. Bu cümleyi daha arşivlik kılan ise, bu konuşmayı Mısır’daki Kahire Amerikan Üniversitesi’nde yapmış olmasıydı;
„Gelecekteki müşterek refah için ortaklıklar kuruyoruz. Bölgenin daha iyi olması için eski rekabetlerin son bulmasının zamanı geldi. Körfez İşbirliği Konseyi üyelerini, Mısır ve Ürdün’ü bir araya getiriyoruz. Bugün bu ülkelerden Orta Doğu Stratejik İttifakının (MESA) sağlamlaşması için bir sonraki adımı atmalarını istiyoruz. Yakın zamanda hayal bile edilemeyecek yeni ilişkiler kök salacak““
2019 Şubat’ında Trump’ın damadı Kushner,“Yüzyılın Anlaşması“ için bir çok ülkeyi ziyaret ettikten kısa bir süre sonra, Türkiye’nin 103 savaş gemisi ile 3 denizde gerçekleştirdiği büyük MAVİ VATAN tatbikatı, sadece Yunanistan’da değil bir çok ülkede büyük yankı uyandırdı. Uyandırdı ki, daha önce 5 kez bir araya gelen İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan bu kez ABD Dışişleri Bakanı’nın da katılımı ile hem de Kudüs’te telaşla bir araya geldiler.
“Tanrı’nın, Trump’ı, İsrail’i İran’a karşı korumak için göndermiş olması mümkün“ inancı taşıyan milyonlarca insanın varlığı artık bir sır değil. Fakat bu cümleyi kuran ABD Dışişleri Bakanı, elbette kişisel kanaatini değil, ABD gibi bir devletin tarihsel reflekslerinin de sağlamasını yapmıştı. Zira, dünyanın karşı karşıya olduğu ürpertici bir gerçeklik şu;
“Evangelist Armageddon inancına göre, son savaşın çıkması için üç olayın gerçekleşmesi gerekiyor. İkisi “gerçekleşti”, üçünçüsü için çalışıyorlar.“
Golan işgaline ABD imzasını, Gazze’ye saldırı ile dünyaya ilan eden zihin yapısını ve çok daha fazlasını “okumak“ için uzman isimlerin kapısını çaldık.
Gazeteci Nedret Ersanel, Araştırmacı-yazar Ahmet Varol, Sebahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır sorularımızı cevapladı…
İyi (Mücerret) okumalar.
Trump’ın Kudüs’ü başkent kabul etme kararından sonra Golan kararını nasıl okumak gerek?
HEDEF İSRAİL’İN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK
Nedret Ersanel (Gazeteci-Yazar)
Bir süredir din-diplomasi ilişkisinde bölgenin yapılanmasına yönelik kullanımda yükseliş var. Bu uyum metafizik/teopolitik bir durum. Beni biraz rahatsız ediyor.
Yeni Zelanda’dan, İsrail’den, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği’nden gelen Ayasofya açıklamaları… Ardından İran’da Kasım Süleymani’ye Zülfikar nişanı verilmesi… Onun arından Trump’ın İsrail için tanrı tarafından gönderildiğinin söylenmesi, İncil’den Kraliçe Ester benzetmesi yapılması!? Takiben Türkiye’nin hem Kremlin tarafından hem de Kırım Başsavcısı tarafından cami açılışına, “buralara aşık olacaksınız” diyerek davet edilmesi. Bunlar olurken Mescidi Aksa’nın kapatılması ve burada neler olduğunu bizim bilemememiz. Aynı zamanlamada ABD Dışişleri Bakanı’nın Kudüs ziyaretinde ona tünellerin gezdirilmesi, 3 bin yıllık tarihin gösterilmesi (!) ve çıkışta “çok ilginç şeyler gördüm, tarihi gerçeklikler, dini gerçeklikler gördüm“, demesi.
Bunların hepsi bölgede sadece siyasi yani diplomasiyle dış ilgili değil, ilişkili ama ayrı bir dini ajanda olduğunu gösteriyor. Diplomasi-teopolitik üzerinden de bir yürüyüş yapıldığını gösteriyor. Bu tehlikeli birşey.
İsrail’in güvenliğini sağlamak zaten var amaçların içinde. Bunun için İsrail’e Kudüs gibi Golan gibi en büyük, değerli hediyeleri veriyorlar. Ancak bu teo-politik, metafizik yoğunlaşmayı da, elbette kamuflaj yapmasına da imkan vermeden anlamamız gerekiyor. Nihai muradları nedir? Çünkü direnen tek Türkiye kaldı. Bu yüzden hepsini bilmek, öğrenmek zorundayız. Yerel seçimlerin ardından bu çok yönlü sorular Türkiye’yi çok meşgul edecek.
Ahmet Varol (Araştırmacı-Yazar)
Bunu tabi Amerika’nın bölgede İsrail’in bütün gayrimeşru işgallerini meşrulaştırmak için yaptığı faaliyetler ve attığı yeni bir adım olarak değerlendirmek lazım. Hem Kudüs üzerindeki gayrimeşru işgali meşrulaştırmaya çalışıyor Amerika, hem de Golan Tepeleri üzerinde. Dolayısıyla burada Amerika’nın İsrail’den hiç farklı olmadığını görüyoruz. Yani Amerika bir bakıma bütün gelişmelere, olaylara, politikalara İsrail penceresinden bakıyor. Hatta İsrail’den bir adım önde gidiyor diyebiliriz. İsrail 1981’de Golan Tepeleri’ni ilhak ettiğine dair açıklama yapmıştı. Şimdi Amerika bu ilhak kararını tanımış oluyor. Yani uluslararası çapta bunu kabul ettirmeye çalışıyor. Ama Amerika’nın kabulü uluslararası kabul anlamına gelmeyecektir. Golan Tepeleri konusunda BM’nin kararı değişmeyecektir. Dünya genelinde de sadece Amerika bunu kabul etmiş olacaktır. Fakat sonuçta ne olursa olsun, Amerika’nın kabul etmesi gayrimeşru bir işgalin meşrulaştırılması anlamı taşımaktadır.
KONUNUN “TEO-POLİTİK” YÖNÜ DE VAR
Prof. Dr. Özcan Hıdır (Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Bugün artık Arapça-İslam kaynaklarındaki ifadesiyle “el-Cûlân” olarak değil de, İbranice’den (Ramat ha-Golan) İngilizce’ye geçmiş haliyle, “Golan” olarak isimlendirdiğimiz tepelik bölge, tarihte Şam’a bağlı stratejik ve jeo-stratejik bir konuma da sahip bir köy olarak biliniyor. 3 ülkeye de sınırı var. Ayrıca 20 bin civarında İsrailli yerleşimci, bundan biraz daha fazla da Dürzî–İsmailî nüfus olduğu belirtiliyor.
İsrail, 1967’den beri işgal ettiği ve daha sonra kendince ilhak ettiği bu topraklar konusunda, tam da İsrail’deki seçimler öncesinde Evanjelik –ki bunlara Hıristiyan Siyonistler de deniyor- saiklerle hareket eden Trump-Pence yönetimini ikna etmişe benziyor. Zira yolsuzluklar vb. sebeplerle Netanyahu’nun alabildiğine sıkıştığı bir dönemdi. Dolayısıyla karar, Netanyahu ve partisi için adeta bir can suyu oldu. Ancak kararın Trump-Penceyönetiminin iktidara gelmesinden veyahut da en azından bir yıldır dillendirildiği, bu yönde görüşmeler-toplantıların yapıldığı da bir sır değil.
Öte yandan BM’in bölgenin statüsüne dair metinlerine karşı, bu karar. Zaten uluslararası kamuoyunun vicdanında da bu karar hiçbir zaman meşru bir karar olarak anılmayacak.
Bilindiği üzere Golan oldukça stratejik bir konuma sahip, İsrail açısından. Birincisi, su kaynaklarının yaklaşık 3’te birini oradan karşılıyor. İkincisi, Suriye’nin başkenti Şam’a 60 km’lik bir mesafede. Tepeden bölgeyi iyi kontrol edebilme imkanı var. Üç ülkeye de tehdit oluşturan veya kontrol eden konuma sahip. Kuzeyde deniz seviyesinden üç bin metreye varan yükseklikteyken güneyde ise deniz seviyesinin altında bir rakıma sahip. Bu eğim sebebiyle “Şeyh Dağları”nın eriyen karları ve suları Golan’ın tamamını geçip bütün bölgeyi verimli bir coğrafya haline getiriyor. Bölgede suyun petrolden daha kıymetli olduğu gerçeği düşünülürse, Golan’ın İsrail açısından “jeo–stratejik” konumu ortaya çıkar. Ayrıca burada önemli oranda petrol rezervlerinin keşfedildiği de artık sır değil. Hatta bu ilhak kararının arkasında özellikle bu petrol keşfinin de önemli role sahip olduğu söylenebilir.
Diğer bir gerekçe ise kanımca “teo–politik” yöndür. Kitâb-ı Mukaddes’te ve Yahudilerin diğer kutsal metinlerinde (Talmud vb.) Golan Tepeleri ve civarındaki yerleşim yerlerine atıflar bulunuyor. Tevrat’ın Tekvin, Sayılar ve Yasa’nın Tekrarı bölümlerinde bölgeye dair işaretler var. Özellikle Yahudilerin Babilonya sürgünü (ilk diaspora) dönüşü de emniyetli yerleşim yeri olması açısından da önemi var. Golan’ın kutsal kitaplardaki bu tarihi-teolojik ve apokaliptik önemi sebebiyle olsa gerek siyonist liderler oranın İsrail’in bir parçası olmasını talep etmişlerdir. Hatta 19. yüzyılın sonlarında Rotschildler’inbölgeden arazi temin etmeye başladığı da belirtilir. Dolayısıyla da bu, apokaliptik anamda “Arz-ı mev’ûd” inancı-hayalinin de bir adımı olsa gerek. Yani demem o ki meselenin sadece eko-politik, jeo-stratejik değil, aynı zamanda “teo-politik” olarak da önemi var ve değerlendirmelerde bu yön de dikkate alınmalıdır. Hele de de “Hıristiyan Siyonistler” ve “Amerikan Talibanı” olarak da nitelenen ve sayıları 100 milyonu bulan ABD’deki Evanjeliklerin de blok halinde oy verdiği Trump-Pence yönetiminin bu kararı aldığı düşünülürse.
ABD BİR BAKIMA İSRAİLLEŞİYOR
Evanjelistlerin ‘’Tanrıyı kıyamete zorlamak’’ adımlarından biri olarak görenler var, ne dersiniz?
Nedret Ersanel (Gazeteci-Yazar)
İsrail ile ilişkisini de görmek zorundayız. Bu sadece Başbakan Netanyahu’ya çakılmış seçim kıyağı değil. Bu çok daha büyük bir iş. Bunun içinde elbette Beyaz Saray’ın bir parçası var. Pentagon generalleri, Dışişleri Bakanlığı’nın özel bir parçası, CIA’in bir parçası var. Amaç sadece İsrail’in bütünlüğü… Bu var ve güçlü bir dalgaya dönüşüyor…
Ahmet Varol (Araştırmacı-Yazar)
O yorum tarafı bizim açımızdan ne kadar tutarlı olur, o ayrı bir konu. Ben bu tarafından ziyade Amerika’ya hakim olan makyavelist felsefenin siyonistleşmesi olarak değerlendiriyorum. Amerika’nın çıkarı önceliklidir. Önceden Amerika’nın çıkarının olduğu yerde İsrail’in çıkarı ihmal edilebiliyordu. İsrail yine önemseniyordu ama yerine göre İsrail’in çıkarıyla Amerika’nın çıkarı çakıştığı zaman İsrail’in çıkarı ihmal ediliyor, Amerika’nın çıkarı önemseniyordu. Şimdi tam tersi bir durum söz konusu. Gene çıkarcı, makyavelist bir politika var. Fakat şunu görüyoruz, Amerika’nın çıkarının zarar gördüğü yerde eğer İsrail’in çıkarı gevşekleşiyorsa, İsrail’in çıkarı kabul ediliyori öne alınıyor. Amerika’nın çıkarı ihmal ediliyor. Bu da Amerika’nın bir bakıma İsrailleşmesi anlamına geliyor.
Prof. Dr. Özcan Hıdır (Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Ben de belli oranda o şekilde bir okuma yapıyorum, açık söyleyeyim. Zira Trump’ın daha önceki Kudüs kararında da görüldüğü üzere, Siyonist Hıristiyanlar-Evanjeliklerile özellikle Ortodoks Yahudilerin bölgeye dair teo-politik anlamda önemli benzerliklere sahip. Ayrıca özelde Kudüs civarındaki ve genelde de Ortadoğu’daki tepelerin teolojik önemine de bu meyanda işaret edeyim. Tepelerin ayrı bir önemi vardır, teolojik anlamda. Mesela Tel Aviv de Arapça’daki “Bahar Tepesi” anlamına gelen “Tel-Ebîb” olarak biliniyordu. Ayrıca bölgedeki Hz. İsa’nın Dağ Vaazı’nı yaptığı “Zeytin Dağı-tepesi”ne de atıf yapalım.
Dolayısıyla bölgedeki teolojik arka plana da sahip Golantepesinin Yahudiler için “teolojik-apokaliptik” önemi büyüktür. Bu açıdan bakılırsa Trump’ın bu kararını daha önceki Kudüs kararıyla beraber de okumak ve “Tanrı’yı kıyamete zorlama” diye de ifade edilen apokaliptik “Armegeddon” inancı ile de ilgisini de tabiatıyla kurmak icap eder.
ARAP ÜLKELERİNİN POLİTİKALARINA ABD HAKİM
Arap ülkelerinin sessizliğini nasıl değerlendirmeli?
Ahmet Varol (Araştırmacı-Yazar)
Arap ülkelerinden bazı ufak tefek sesler çıktı ama ciddi anlamda bir tepki olmadı. Hatta Suriye’nin bile öyle ciddi diyebileceğimiz bir tepkisi olmadı diyebiliriz. Yani Suriye’nin içinde bulunduğu durum ile alakası vardır ama Arap ülkeleri biliyorsunuz son zamanlarda İsrail ile ilişkileri normalleştirme konusunda çok ciddi adımlar attılar. Bunların başında da Suudi Arabistan geliyor. İsrail ile ilişkileri normalleştirmek için yeni adımlar atmaya çalışıyor. Zemini hazırlamış durumda sadece yeni birtakım kararlar almak için şartların oluşmasını bekliyor diyebiliriz. İşte bu aşamada o şartların bozulmasını çok istemiyor. Belki Golan Tepeleri’nin Suriye’ye ait olduğu söylemini devam ettirecektir ama Amerika’nın tutumuna, yani Trump’ın Golan Tepeleri üzerinde İsrail hakimiyetini resmen tanıma kararına karşı öyle Amerika’ya doğrudan bir tepki göstermeleri pek beklenmeyen bir şey diyebiliriz. Çünkü şu anda Arap ülkelerinin politikaları üzerinde Amerika hakim.
ÖNEMLİ OLAYLARDA KÖRFEZ’DEN SES ÇIKMIYOR
Prof. Dr. Özcan Hıdır (Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi)
“Arap ülkeleri” derken daha ziyade “Körfez bölgesiülkeleri”ni kastettiğinizi düşünüyorum. Muhammed Bin Selman’ın (MBS) Suudi Arabistan’da fiilen iktidara gelmesinden sonra bölgede, etnik-sekter yönlere de sahip bir bloklaşma oluştu. BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve Bahreyn’den oluşan bloklaşmadan söz ediyorum. Tabiatıyla bu bloğun arkasındaki esas gücün de ABD ve İsrail olduğu izahtan varestedir. Dolayısıyla oradaİsrail’in ve ABD’nin aldığı bu tür kararlara yönelik, başta sözünü ettiğim blok olmak üzere Arap ülkelerinin ses çıkarabilmesi hâlihazırdaki konjonktürde oldukça zor gözüküyor. Adeta “bilinçli bir sessizlik” var özellikle körfezde ve Arap ülkelerinde. Normalde Arap Ligi’ne üye Suriye’nin bir toprağına yönelik ilhak kararı veriliyor; ancak Arap Ligi’nden ses çıkmıyor. Üstelik bu sessizliği biz geçtiğimiz günlerde radikal-entegrist bir Evanjelik Hıristiyan teröristin 50 Müslümanı camide şehit ettiği saldırı karşısında da dişe dokunur bir tepki vermediklerini gördük. Türkiye’nin dönem başkanlığı ve inisiyatifiyle İstanbul’da toplanan dışişleri bakanları toplantısındaki kararlarını saymazsak tabi.
Dolayısıyla önemli kararlarda körfez bloğundan ciddi bir ses çıkacağını beklemek şu konjonktürde safdillik olur. Tabiatıyla İslam dünyasındaki halkları bu söylediklerimden ayrı tutuyorum. Bu itibarla İslam dünyası ve mazlum millet-coğrafyaların bu tür uluslararası hukuku hiçe sayan kararlar karşısında gözünü diktiği tek ülke Türkiye’dir. Son yıllarda iç-dış tehditler ve yapı bozucu etnik-sekter yapıların bütün oklarını Türkiye’ye yöneltmelerinin esas sebebi de budur.
BİZİM DIŞIMIZDA HERKES UTANMALI
Türkiye ne yapmalı?
Nedret Ersanel (Gazeteci-Yazar)
Bu süreçte Türkiye daha çok hedefte olacak. Yerel seçimden sonra öyle bir dış politika fırtınasının Türkiye’nin etrafında dönmeye başlayacağını ve Türkiye’nin bunu yönetmek için hayli uğraşacağını düşünüyorum. Bunun vakumuna kapılmadan Türkiye iyi bir yönetim sergilemeli. Seçim sonuçları hali hazırdaki iktidarı pekiştirirse, önünde uzun zaman olacak. Bu zamanın çok çok büyük bir kısmını dış politikaya ayırmak zorunda kalacağız. Bizim dışımızdaki hemen herkesin utanması gereken bir tablo var ortada. Fakat bununla mücadele edecek tek gücün Türkiye olduğu gözüküyor.
Ahmet Varol (Araştırmacı-Yazar)
Türkiye, bilindiği üzere Arap ülkelerinden çok daha ciddi bir tepki gösterdi. Yani Türkiye ile Suriye arasında ilişkiler olumsuz olmasına rağmen Ankara çok ciddi bir tepki gösterdi. Amerika’nın kararının haksız olduğunu ve bunu tanımayacağını ortaya koydu. Yani Türkiye’nin bunun ötesinde zaten yapabileceği fazla bir şey yok. Belki BM’de Amerika’nın kararına karşı bir karar alınmasını isteyebilir ama zaten BM’nin tavrı o yönde. Türkiye’nin fiili olarak yapabileceği bir şey yok şu aşamada.
Prof. Dr. Özcan Hıdır (Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, Cumhurbaşkanı Yardımcımız, Dışişleri Bakanımız ve diğer devlet yetkililerimizin kararın hemen akabindeki açıklamalarında “kararın hukuksuzluğunu” ve Türkiye’nin bunu asla kabul etmeyeceğini gayet açık bir şekilde deklare ettiler. Dolayısıyla Türkiye, AB ve Rusya başta olmak üzere bu kararın hukuksuzluğunu ve dolayısıyla tanımadıklarını açıklayan ülkeler ile birlikte bu kararın gayr-i meşru olduğunu BM nezdinde ısrarla dile getirmeleri yerinde olur. İİT marifetiyle bu kararın hukuksuzluğu da ayrıca vurgulanmalı. Dolayısıyla Türkiye burada, kararın gayr-i meşru olduğu ve İsrail-ABD’nin bölgeye yönelik eko-politik, jeo-stratejik ve teo-politik ince hesaplarının bir parçası olduğuna dair bilinci diri tutmasının yanı sıra, karara karşı duran uluslararası toplum ve kurumlar (BM, AB ve İİT) ile koordineli olarak hareket etmelidir. Ancak burada esas sorun, meselenin arkasında İsrail ve ABD’nin olduğu bu konjonktürde, karara karşı çıkıp tanımadığını bildiren kurum ve ülkelerin ne oranda bu kararlarında samimi olduğu ve arkasında duracaklarıdır. Bir “samimiyet ve ilke testi” de söz konusu burada.
Bu vesile ile son olarak şuna işaret etmek gerekir ki, bölgemize, coğrafyamıza ve hinterlandımıza dair olgu, tarihi şahıslar ve yerleşim yerlerine dair hafızamızı ve algılarımızı yenilememiz de lazımdır. Asırlardır kaynaklarımzda “el-Cûlân” olarak isimlendirilen bölgeyi İbranice’den İngilizce’ye geçmiş haliyle “Golan” olarak hafızalarımıza yerleşmiş olması bu meyanda manidar bir örnek olsa gerek.
Yorum ekle