Türkiye’den binlerce kilometre ötede, Asya’nın güneyinde bir coğrafya… Bize uzak ama çok yakın… Müslümanların yüzlerce yıllık varlığının ve mücadelesinin olduğu Moro…
Bugünkü Filipinler’e bağlı olan Moro’da özerklik referandumu yapıldı ve halk kabul etti.
Peki, yarım asır silahlı mücadelenin verildiği Moro’da beler yaşandı? Bugüne nasıl gelindi? Özerklik ne manaya geliyor? Bundan sonra ne olacak? Mücerret olarak bütün bu soruların cevabını aradık.
Mücerret okumalar…
Moro’da uzun seneler devam eden silahlı mücadele vardı. 1997’den beri barış görüşmeleri yapılıyordu. Filipinler’de ne oldu da taraflar masaya oturabildi?
Mustafa Olgun:
Barış görüşmelerinin başlangıcı çok daha eski tarihlere dayanıyor. Daha önce Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi ile Filipinler yönetimi arasında da görüşmeler gerçekleşmişti. Bu tarih 1970’lere kadar geri gidiyor. Görüşmeler sonucunda Moro halkının beklentilerini karşılamayan bir özerk bölge dahi kurulmuştu. Süreç içerisinde Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi (MNLF) içinde ayrışma yaşandı ve Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) kuruldu. Anlaşmayı sağlayan MNLF lideri Nur Misuari, bir dönem özerk bölgenin valilik görevini yürüttü. Bu dönemde MNLF mücahitleri, Filipinler ordu ve polis kuvvetlerine katıldı. Zaman içinde bu mücahitler ülkenin farklı bölgelerine tayin edildi ve MNLF güç kaybetti. 2001 yılında bu özerk yönetimin Müslümanların sorunlarını çözmediğini düşünen Nur Misuari görevi bıraktı.
Bu tarihten sonra bölge halkının MILF etrafında bir araya geldiği ve sahada çok güçlü hale geldiğini görüyoruz. 1977 yılında ise MILF ile Filipinler hükümeti arasındaki barış görüşmeleri başladı. Tarafların nasıl anlaşma masasına oturduğuna dönersek, aslında iki taraf da silahlı mücadelenin bölgede bir sonuç getirmediğinin farkında diyebiliriz.
Moro halkı, İspanyolların Filipinler bölgesini ele geçirmesinden önce, Mindanao adasında çoğunlukta yaşıyordu ve kendi sultanlıklarını kurmuşlardı. Bu tarihten önce bir Filipinler yönetimi de ortada yoktu. Filipinler’in bağımsızlık kazanması İspanyollar sonrası ABD yönetiminin 1946’da ülkeden çekilmesiyle gerçekleşiyor. Moro halkı, 500 yıldır burada ve varlık mücadelesi vermiştir. Bu aslında tarihsel bir hak ve Moro halkı bunu savunuyor.
ABD’nin bölgeden ayrılması sonrasında Moro halkı bu sefer Filipinler hükümetine ve Mindanao adasına uygulanan iskan politikasına karşı mücadele etti. Süreç sürekli silahlı mücadele olarak gerçekleşmedi. Marcos dönemi ve sonrasında Filipinler hükümetleri de bölge halkını anlamaya çalışıyordu. MILF kurtuluş cephesi de sürekli barış için açık kapı bırakıyordu. Barış süreci başlıyor, kesintiye uğruyor, sürekli farklı zorluklar yaşanıyordu. Terörize olmuş grupların süreçleri sabote etme çalışmaları vardı. Aniden hükümetin süreci kesip tekrar savaş ilan ettiği süreçler de vardı. Son 50 yıllık süreçte de gelgitler oluyor.
Adem Özköse:
Moro’da yarım asra yakın bir zamandır mücadele vardı. Amerika, çekilirken Moro Adası’nı ve çevresini, Müslümanların yaşadığı bölgeyi, Filipinler’e verdi. Amerika, arkasında böyle bir sorun bıraktı. Bunun üzerine Filipinler yönetimi bölgeyi, başta Moro Müslümanlarının yaşadığı ada olmak üzere, hem Hristiyanlaştırmak hem sömürgeleştirmek için etnik temizlik benzeri bir şey başlattı. Oradaki Müslümanların yok edilmesine dair saldırılar başlattılar. Moro Müslümanlarına yönelik katliam oldu. Bunun üzerine Müslümanlar silahlı mücadeleye başladı. Yıllarca mücadele edildi.
Moro’da bir takım evrelerden geçildi. İlk başta, Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi (MUKC) vardı. Daha sonra, MUKC etkinliğini kaybetti. Zamanla mücadele Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin (MİKC) kontrolüne girdi. Diğer hareketler de devam ediyor ama ana gövdeyi MİKC oluşturuyor. MİKC’nin siyasi ayağı da var. MİKC, Mücadelesinde sadece silah değil diplomasi de kullandı. Filipinler yönetimi ve Moro halkı bu işin masada halledilmesi yönünde kanaat oluşturdu. Bu süreçte Türkiye’nin ve İHH’nın büyük katkısı oldu. Uzun zamandır bir heyet vardı. Bu heyette Türkiye adına İHH Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Oruç vardı. Bu bölgede barışın ortaya çıkmasında Türkiye’nin çok büyük etkisi oldu. 2000’li yıllardan önce başlayan barış süreci birkaç kez kesilse de son yıllarda daha düzgün bir hal aldı. Artık sonuca doğru gidiliyor, özerklik anlaşmasının kabul edilmesiyle birlikte barış süreci güçlenmiş oldu.
Barış anlaşması imzalamak yetmiyor elbette. Yıllarca silahlı mücadele vermiş insanlar var. Bu insanların yeni sisteme uyumu da ciddi bir aşama sanırız. Buna dair neler yapıldı?
Mustafa Olgun:
MÜCAHİTLERİN UYUM SÜRECİ ÖNEMLİ
Zor bir süreç. Bir tarafta ömrünün büyük kısmını silahlı mücadele ile geçiren bir hareket var. Mücahitlerin birçoğu uzun yıllar kamplarda yaşamışlar. Normal hayata geçiş özellikle silahlı kanat için zaman alacak. Kurulan geçiş hükümeti, 2022 yılına kadar görev yapacak. Mücahitler, kademeli olarak silah bırakacaklar. Bazı kamplarda özel eğitimler vb çalışmalarla bu geçiş süreci sağlanacak.
Bir de halk var. Halk, bir süredir şiddeti azalmış bir mücadele içinde yaşadılar. Fakat bölgede binlerce yetim var. Eğitim alanında eksiklikler var. Kalkınma sürecinin bunların hepsini kapsamasını bekliyoruz. Özerk yönetim artık hem mali hem de yasal olarak daha güçlü yapıya sahip. Bölgenin bu alandaki rehabilitasyonu da süreç içerisinde yapılacak.
DAEŞ ETKİSİ AZALTILACAK
En önemli örneklerinden birisi Marawi. 2017 Mayıs ayında bölge DAEŞ bağlantılı gruplar tarafından ele geçirildi. Bu şehir çok önemli, hem tarihi şehir hem de bölgede Müslüman nüfusun en yoğun yaşadığı bölgelerden birisi. Şehrin yeniden yapılandırılması ve halkın geri dönüşü sürecinin de tamamlanması gerekiyor.
Adem Özköse:
MORO’DA BARIŞ KÜLTÜRÜ VAR
Barış, savaştan daha zor bir şeydir. Barışı devam ettirmek daha zordur. Birkaç harekette savaşı başlatabilirsiniz. İstikrarlı şekilde barışı sürdürmek çok kolay değildir. Burada da bir takım sorunlar var. Adada Hristiyan gruplar var, sadece Müslümanlar yok. Adanın asıl sahibi Müslümanlar. Fakat zamanla Filipinler yönetimi oraya Hristiyan getirdi ve şu an ciddi anlamda Hristiyan nüfus da var. Adanın yer altı kaynakları ve coğrafi olarak stratejik yerde olması hem avantaj hem dezavantaj. Bölgede bir takım fanatik gruplar da var. Dönem dönem barış sürecinin bozulması için çok çabaladılar. Bu fanatikler bombalı ve silahlı eylemler yaptılar. Fakat MİKC’nin oluşturduğu kültür ve anlayış barış sürecindeki sorunların aşılmasını sağladı. MİKC, üç-beş kişinin toplanıp kurduğu bir silahlı hareket değildir. Bir tarihi ve geçmişi var. Her şeyden önce kültürü var. Dönem dönem sıkıntılarla karşılaşılsa da bu sorunların zamanla aşılacağını düşünüyorum.
Müslümanların büyük çoğunluğu kamplarda ve ormanlarda yaşıyordu. Burada eğitim konusunda sıkıntılar yaşıyorlardı. Artık eğitimin önü açıldı. Müslümanlara büyük fayda sağlayacaktır. MİKC’nin önderliğiyle de sorunları aşacaklarının kanaatindeyim.
Özerklik, Moro’ya ne getirecek?
Mustafa Olgun:
Moro’da yeni kurulan özerk yönetim oldukça güçlü bir yapıya sahip olacak. 80 üyeli bir meclis olacak ve başbakanı seçecekler. Ulusal yönetimden alınacak yıllık bir garanti fon olacak. Ayrıca ilk 10 yıl bölgenin vergi geliri yerel yönetimde kalırken daha sonra %75’i yerel yönetimde, %25’i ulusal yönetimde kalacak. Mali yapının güçlü olması önemli çünkü bölge uzun yıllardır yatırım almıyor. Ve Filipinler’deki diğer bölgelerle kıyasladığımızda en az gelişmiş bölgelerden birisi olduğunu görüyoruz.
İlk ve en önemli alanlardan biri bu rehabilitasyona, eğitime ve kalkınmaya yatırım yapılması gerekmesidir. Diğer ülkelerden bölgeye yardım gelmesi veya ilişkilerin artırılması da çok önemli. Eğitim konusunun yanı sıra yerel yönetim, sağlık, ticaret alanlarında da bölgenin gelişmeye ihtiyacı var. Ayrıca bunun için bir potansiyel de var.
ŞER’İ̇ MAHKEMELER DE OLACAK
Ulusal hükümet, dış işleri ve savunma gibi anayasal ve ulusal meseleler üzerindeki yetkilerini koruyacak. Özerk yönetimi bütçeleme, adalet yönetimi, tarım, geleneksel yasalar, gelir kaynakları oluşturma, afet riski azaltma başta olmak üzere bazı alanlarda da özel yetkilere sahip olacak.
Ayrıca var olan adalet sistemine şer’i mahkemeler de dahil edilecek. İki tarafta Müslüman ise davalar bu mahkemelerde görülebilecek. Fakat taraflardan birisi Müslüman değilse Filipinler mahkemelerine başvurulacak.
Adem Özköse:
MÜSLÜMANLARIN HAYATI NORMALE DÖNECEK
Her şeyden önce özerklik, kamplardan ve ormanlardan çıkarak Müslümanların normal hayatına adaptasyon sürecini başlatacak. Eğitimin önü açılacak. Müslümanlar adanın, şimdiye kadar faydalanamadıkları yeraltı kaynaklarından faydalanacaklar. Adadaki savaş durumu sona erecek ve Müslümanlar normal hayata dönecekler. Adanın yönetimi Bangsamoro hükümetine geçecek. Buradaki Müslümanlar kendi aralarından seçecekleri başbakanla adayı yönetecek. Buradaki başbakanın Filipinler devletiyle bağı olacak. Adananın yönetimi, özerk şekilde, Müslümanların elinde olacak. Normalleşme süreci başlamış olacak.
Filipinler yönetimi özerkliği nasıl kabul etti?
Mustafa Olgun:
Süreç içerisinde barış görüşmeleri sıklıkla yaşandı. Silahlı mücadele iki taraf içinde kazananı olmayacak bir hale gelmişti. Devlet, binlerce askerini bölgede tutup operasyonlar yapmak ve bunun maddi-manevi yükünü üstlenmek zorunda kalıyordu. Ayrıca Müslümanların sosyal hayatı tamamen etkileniyordu. Bölge, sadece tarım toplumu olarak kalıyordu. Eğitim alanında ciddi sorunlar yaşanıyordu. Artık ortak bir nokta bulmak gerektiğine iki tarafın da inanması sürecin yolu açmış oldu.
MILF, tamamen bağımsızlık isteğinden geri adım atarak güçlü bir özerkliği kabul etti. Devlet, onlara istedikleri hakları biraz daha genişleterek verince karşılıklı anlaşma sağlanmış oldu.
Hatta özerklik 2015 yılında bekleniyordu. Fakat o dönemde MILF kontrolünde bir bölgeye, ABD istihbaratı dahilinde olduğu söylenen, bir operasyon yapıldı ve 44 Filipinler özel harekat mensubu öldürüldü. Bu olay özerklik yasasının meclisten geçmesini sekteye uğrattı. Ardından 2016 yılında başkan olan Rodrigo Duterte, “Ben sorunu çözerim” diyerek seçim sürecinde söz verdi. Başkan olunca yasanın onaylanması ve referandum sürecine gelinmesi için oldukça hızlı bir çalışma yaptı.
Adem Özköse:
MORO HALKI ÇOK MÜCADELE ETTİ
Filipinler yönetimi özerkliği kabul etmesinde iki tane alan var.
Birincisi, halk yıllardır mücadele verdi, şehitler verildi ve büyük fedakarlıklar yapıldı. Buradaki halk, Filipinler yönetimine Bangsamoro halkının kendi topraklarında özgürce yaşama isteğinden vazgeçmeyeceğini gösterdi. Yarım asırdır mücadele eden bir halk var.
İkincisi, bu tür sorunların silahtan ziyade diplomasiyle çözülmesinde farklı ülkelerden gelen gözlemcilerin çok büyük etkisi oldu. Biraz da yönetimle alakalı. Geçmişte birkaç kez daha girişimler olmuştu fakat başarısız olmuştu. Şu anki Filipinler hükümeti de bu meselenin çözülmesini istiyor. Meselenin bu şekilde devam etmesini, çatışma ortamının devam etmesinin sadece Moro halkına değil Filipinler’e de faydası olmadığı net şekilde görülüyor.
Küresel güçler bu meselenin neresinde? ABD, Rusya, Çin ve bölgesel faktörlerin olumlu-olumsuz etkisi oldu mu?
Mustafa Olgun:
YENİ BAŞKAN DUTERTE ABD’Yİ ELEŞTİRDİ
Bölgedeki sorunun temelleri, ABD’nin bölgeden ayrılması ve Filipinler’in bağımsızlığını kazandığı döneme dayanıyor. Moro halkı, bağımsız bir devlet talebinde bulundular fakat dikkate alınmadı. Ayrıca Filipinler devleti bu bağımsızlık hakkı ve sonraki süreçte ABD yönetimi ile arasını çok iyi tutuyordu. Ayrıca halk arasında da ciddi bir ABD hayranlığı vardı.
Özellikle son 50 yıllık mücadele içinde Morolu liderler ABD başkanlarına farklı dönemlerde mektuplar göndererek kendilerini anlatmaya çalışmış. Bunlardan en önemlisi de 11 Eylül saldırıları sonrasında Selamet Haşimi’nin ABD başkanı George Bush’a mektup göndererek hareketin hedeflerini ve taleplerini ilettiği mektubu sayabiliriz. Bu mektuplar karşılık bulmuştu. Bu durumun barışçıl bir yöntemle çözülmesi için ABD yönetimi Filipinler’e tavsiyede bulunmuştu.
Ayrıca bölgede üsleri bulunan ABD’nin Mindanao adasında da askeri varlığı var. Marawi’deki DAEŞ operasyonlarında Filipinler ordusuna istihbarat desteği sağladı.
Fakat bu ikili ilişkiler Rodrigo Duterte döneminde biraz değişti. Ülkenin en büyük sorunlarından birisi olan uyuşturucuya karşı savaş açan Duterte, izlediği yöntemler sebebiyle sıklıkla eleştiriliyor. Özellikle Obama’ya karşı ağır ifadeler kullanmıştı. Ülkenin yönünü ciddi anlamda değiştirmesine rağmen ciddi bir halk desteği de arkasında yer alıyor.
ÇİN, FİLİPİNLER İÇİN TEHLİKELİ POLİTİKA İZLİYOR
ABD’nin eski işe yaramaz silahlarını kendilerine verdiğini dile getiren Duterte, artık silah ve teknoloji konusunda Çin ve Rusya yakınlaştı. Çin, Filipinler için tehdit sayabileceğimiz bir politika izliyor. Güney Çin denizindeki mercan kayalıklarına askeri üsler kurduğu söylenen Çin, güneydeki Filipinler ve diğer ülkelerinin kara sularını tehdit ediyor. Filipinler, bunun farkında olsa da, askeri olarak güçlerinin bu harekete karşılık vermeyeceğinin farkında.
Dünya üzerinde silahlı mücadele olan ya da çatışmanın yaşandığı çok yer var. Moro, nasıl bir örneklik teşkil edebilir?
Mustafa Olgun:
MORO MÜCADELESİ ÖRNEK TEŞKİL EDEBİLİR
Özellikle Müslümanların azınlıkta yaşadığı Myanmar, Tayland gibi ülkelerde önemli örnek teşkil edebilir. Aslında bu sürecin başlangıcını, yani ilk örnek, Açe sayabiliriz. Açe halkı, dini hükümlerin geçerli olduğu ve tarihsel haklarını iddia ettikleri bir yönetim talebinde bulunmuşlardı. Özerklik, Açe’yi vuran tsunami sonrası gerçekleşmişti. Bu iki örneğin yanı sıra Patani, Arakan’da devam eden sorunlar bize bölgedeki sömürge güçlerinin çekilirken geride bıraktığı sorunlu devlet sınırlarının etkilerini de gösteriyor.
MORO SAVAŞÇILARI SİVİLLERE SALDIRMAKTAN ÖZELLİKLE KAÇINDI
Moro halkının meşru müdafaası ve mücadele biçimi detaylı bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Özellikle sivillere saldırıdan kaçınılması hatta mayın bile kullanılmaması önemli davranıştır. Hedefler ve mücadele yöntemi belirlendi ve bütün halk bunun etrafında bir araya geldi. Saldırgan bir pozisyonda olmak yerine varlık mücadelesi verdikleri alanları savunarak daima diyalog yolunu açık tuttular. Birçok kez masaya oturup tekrar savaş durumuna geçtiler. Fakat her ne olursa olsun bölgede yaşayan Hristiyan veya diğer inanıştaki halka zarar vermekten uzak durdular.
Bu sebeple sadece masadaki kazanımlar değil bu yolda verilen mücadelenin de detaylı şekilde incelenmesi gerekiyor.
Adem Özköse:
MORO’DA YABANCI SAVAŞÇILAR KABUL EDİLMEDİ
Moro’daki hareketin ölçüleri vardı. Hiçbir zaman sivillere yönelik saldırılar yapılmadı. Hristiyanların haklarına ve insan haklarına saygı duyulan bir hareketti. Yerel direniş hareketiydi. İslam dünyasında bazı küresel hareketler vardır. Bu, küresel bir hareket değildi. O coğrafyanın kültüründen çıkmış ve coğrafyanın iç dinamiklerinin oluşturduğu hareketti. Kendilerini dışa kapadılar. Yabancı direnişçilerin girmelerini kabul etmediler. Kendi kültürel kodlarını ve kendi yerel dinamiklerini aşmadan bir mücadele yürütüldü. Ve bu mücadele başarılı oldu. Bugün İslam dünyasında farklı hareketler var. O bölgenin dinamiklerinden kopuk veya sivillere de saldırabilen gruplar var. Bu gruplar İslam dünyasına faydadan çok zarar getirdiler. İslam savaş hukukunu çiğnediler. MİKC’nin İslam savaş hukukunu gözeterek mücadele vermesi ve silahlı mücadelesini diplomasiyle götürmesi bütün İslam dünyasına örnek olması gerekir. Moro’daki kampları ziyaretimde oradaki bir sorumlu, “Gördüğünüz eksikleri söyleyin, bize yapacağınız en büyük iyilik bu olur. Bizi eleştirin, eleştirilere açığız.” demişti. Kendini hakikatin merkezine koyan, hakikati temsil ettiğini düşünen hareketlerin değil eleştiriye açık ve eksiklerini gidermeye çalışan hareketlerin başarılı olacağını düşünüyorum.
İHH’nın bu süreçte ciddi rol aldığını biliyoruz. Nasıl katkısı oldu İHH’nın? ve Türkiye bu meselenin neresinde durdu?
Mustafa Olgun:
İLK DEFA BİR TÜRK STK ULUSLARARASI ROL ALDI
İHH’nın insani yardım projeleri bölgede uzun yıllardır devam ediyor.
Bunun yanı sıra kurulan 5 kişilik izleme heyeti içinde İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyeti ve Moro Barış Süreci İzleme Heyeti Üyesi Hüseyin Oruç abi de yer alıyor. Bu heyet 2014’te yapılan bu anlaşmanın bütün maddeleriyle yerine getirilip getirilmediğini denetliyor. Bu da ilk defa olan bir şey. Türkiye’den bir STK ilk defa uluslararası alanda böyle büyük bir sorumluluk almış oldu. Aslında cephenin lideri Hac Murat İbrahimi’nin tabiriyle “İHH’nın bütün Müslümanlara yaptığı hizmeti taçlandırmak için yapılmış işlerden bir tanesi.” Yani orada kendilerini değil de İHH’yı ön plana çıkardıkları bir yapı oldu.
Görüşmeler aşamasında temas ülkelerden bir tanesi Türkiye. Önemli bir sorumluluktu. Bu yapıldı. Bazı toplantılara girildi, bazılarına girilmedi. Ama Türkiye’nin isminin orada, Malezya’da yürütülen toplantılarda olması önemliydi. Türkiye ilk kez silahların bir kısmının teslim edildiği bağımsız komisyonda yer aldı. Bunun da Norveç, Bruney ve Türkiye’den oluşan bir yapısı var. Başkanlığını da Türkiye yapıyor. Bu, Morolar açısından oldukça önemli. Onlar diyorlar ki, “Silahları bir Türk’e teslim ediyoruz. Bir Müslüman’a emanet ediyoruz. Yani yed-i eminimiz bir Müslüman.” Bruney de Müslüman. Norveçliler de ciddi manada destek verdiler.
Moro halkının uzun yıllardır devam eden mücadele sebebiyle eğitim alanında yaşadığı zorluklar var. Yetişmiş insan kaynağı çok az. Türkiye bu noktada 100’e yakın gence burs sağlıyor. Türkiye’de çeşitli alanlarda yüksek lisans ve doktora yapan Morolu gençler destekleniyor.
Adem Özköse:
TÜRKİYE, İHH VASITASIYLA ETKİN ROL OYNADI
İHH’nın Moro ile çok uzun döneme dayanan bir ilişkisi var. Türkiye adına İHH’dan Hüseyin Oruç’un yer alması ve oradaki Müslümanların haklarını gözeterek karşı tarafı ikna edecek argümanlar geliştirmesi sayesinde barış sürecinde büyük etkisi oldu. Burada üç-dört etkin ülke var. Bu etkin gözlemci heyetinin içinde Türkiye’nin olması ve bölgedeki sorunların bitmesinde katkımızın olması büyük bir başarıdır. Moro ile tarihi ilişkilerimiz var. Her şeyden önce dini ilişkilerimiz var. Kültürel ilişkilerimiz var. Bu tür ilişkilerimizin olduğu coğrafyaya ilgisiz kalamazdık. Türkiye, bu bölgede İHH vasıtasıyla etkin bir rol aldı.
Yorum ekle