Ülkece yeni bir nispet döneminden geçiyoruz. Özellikle ‘kamplaşma’ demiyorum. Çünkü öyle deyince insanlar başka şeyler anlıyor. Sanki memlekette daha önce hiç yaşanmamış, ilk defa olan ve kesinlikle çözümü mümkün olmayan şeyler anlaşılıyor.
Halbuki bugüne kadar yaşadığımız her şeyde olduğu gibi bugün ve sonrasında yaşayacaklarımız da tarihte yeri olan tecrübeler. Soğuk kanlı yaklaşmak lazım yani…
Yeni nispet döneminin konusu iptal edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi, aktörleri ise sanatçılar. Evet, memleketin sanatçı sınıfını oluşturan mübareklerin büyük bir kısmı, resmi günler dışında memleket meselesi namına yatmakta oldukları uykudan uyandılar.
Konu malumunuz. YSK’nın iptal kararından sonra “HerŞeyÇokGüzelOlacak” etiketiyle CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’na destek mesajları yazıldı. Sonra bir de baktık ki destek mesajlarında ciddi bir sanat eli var. Adeta rönesans ve reformu bir arada yaşıyoruz. Sanki kış uykusundaki sanatçı arkadaşlara vahiy geldi de yeni bir inanç yolu keşfettiler ve orta çağ karanlığından uyandırmakla yükümlü havariler olduklarına kanaat ettiler (Havarinin hangi zaman diliminde yaşadığının pek önemi yok. Zaten bilmezler. Aramızda kalsın).
Yanlış mıydı bu yapılan?
Teknik olarak hiçbir sorun yok. Her insan gibi sanatçılar da dünya görüşlerini ifade edebilir, buna uygun siyaset yürüten isimleri destekleyebilir ve hatta seçim kampanyalarında yer alabilir. Dünyada örneği çok.
KİMLER, KİMLERLE BERABER…
Beyonce, Scarlett Johansson, Salma Hayek, Eva Longoria, Sarah Jessica Parker, Kim Kardashian, Jessica Alba, Anne Hathaway, Tom Hanks, Leonardo di Caprio, Jay Z, Ricky Martin, Marc Anthony ve daha niceleri ABD başkanlık seçiminde Obama’ya desteğini açıkça dile getirmişti. Hatta Oprah Winfrey’in Obama’ya 2008 seçiminde takriben 1 milyon oy kazandırdığı açıklanmıştı. Steven Spielberg de Demokrat Parti’ye reklam filmi yaparak desteğini doğrudan sanatı ile göstermişti.
Başka ülkelerde de örnekleri var elbet. Doğal da karşılanıyor. Ancak doğal karşılanıyor olması, eleştirilmedikleri anlamına gelmiyor. Gayet doğal hepsi.
SANATÇILAR AK PARTİ İLE ÖZGÜRLEŞTİ
Ülkemizdeki mesele ise AK Parti iktidarıyla birlikte kabuk değiştirdi. Çünkü AK Parti’ye kadar sanatçı demek, resmi ideolojinin sözcüsü demekti. Ahmet Kaya gibi çok az örnek dışında toplumca kabul gören, politik duruşu olan ve sözünü esirgemeyen sanatçı hatırlıyoruz.
Şimdilerde AK Parti faşizminden dem vuranların bir kısmı yaşı tutmadığından, bir kısmı da ideolojik körlüğünden ötürü bunu dillendirmiyor. AK Parti ile Türkiye’nin girdiği yeni yolda sanatçılar da artık birçok hususta özgürce hareket etmeye başladı.
Elbette sosyal medya, iletişime olduğu kadar sosyo-kültürel hayata ve siyasete de belli oranda demokratik katılım sağladı. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Normal şartlar sanatçı, kanaat önderidir. Yani toplum tarafından ciddiye alınırlar ve sözlerine riayet edilir. Az ya da çok her sanatçının böyle bir etkisi vardır. Eskiden sanatçıların kendilerini ifade edebilecekleri alanlar resmi ideoloji ve kapitalizm hesaplarının pasaportlarıyla kapalıydı. Her sanatçı her yerde görünemezdi. Belki birkaç kişinin imzası gerekirdi.
2002’den sonra bu değişmeye başladı. 2007 ve özellikle de 2013’ten sonra ise sosyal medyanın da etkisiyle sanatçılar artık fikri ve vicdanı hür insanlar olduklarını göstermek için hiçbir engele takılmamaya başladılar.
Gezi Kalkışmasında bunu gördük. Binlerce insanı sokağa döken twitter paylaşımları sanatçılara aitti. Çoğu da yalan ve abartmaydı.
Evet, Gezi sürecinde sanatçıların neredeyse tamamı hem meydanda hem de sosyal medyada meydan okudular. Cesurca (!) davrandılar. Sözlerini sakınmadılar. Yüce Divan, darağacı, darbe göndermeleri olağan hale geldi.
Ve bu insanlar yine de faşist bir yönetim altında olduklarını, baskı altında inim inim inlediklerini iddia ettiler. Ve ne ilginçtir ki, yine bu sanatçıların önde gelenlerinden bazıları, faşist diye nitelendirdikleri Başbakan ile aynı masaya oturup konuştular.
Takdir-i ilahi işte…
2013’te yaşanan Gezi Kalkışması bu toprakların gördüğü en ciddi toplumsal olaylardan biriydi. Evet, çok mühimdi. Bu yüzden sanatçılar da varını yoğunu ortaya koydu.
15 TEMMUZ’DA AL/KIŞ UYKUSUNDA OLANLAR!
Sonra 2016’da darbe girişimi yaşandı. Hala söylemek zor geliyor. 2016 Türkiyesinde darbe girişimi yaşandı. Bu ülkenin Meclis’i bombalandı. 250 insanımız şehit oldu. Binlerce insanımız gazi oldu.
15 Temmuz’da yaşadığımız direniş, sadece Türkiye’nin değil yakın tarihin dünyadaki en ciddi olaylarından biriydi. Dünya üzerinde tanka karşı sivillerin durduğu ve darbeye geçit vermediği kaç olay biliyorsunuz?
Fekat gelin görün ki, bu tarihi anlarda meydanları bırakın sosyal medyada bile sanatçı çok az gördük. Hatta, görünenlerden bir kısmı da ideolojik körlüklerinden ötürü neredeyse darbecilerin ağzıyla konuştu.
Sonra geldik 2019’a…
Demokrasi havarileri yeniden meydanda…
Demokrasi de dahil memleketi yaşatacak her şeyin ayaklar altına alınmasını engelleyen 15 Temmuz Direnişinde esamesi okunmayan arkadaşlar, kutsal metinlerine birileri dokunmuş olacak ki yeniden sahaya indi.
Altını tekrar çiziyorum…
Bir siyasi partiyi desteklemek ya da bir siyasi harekete gönül vermek ve hatta bir siyasi hareket oluşturmak her vatandaşın hakkı olduğu gibi sanatçıların da hakkıdır.
Fekat memleketin en kritik süreçlerinde susup, kaos oluşturma durumlarında ortaya çıkanların söz söyleme hakkı olamaz. Yine söylersiniz de ciddiye alan olmaz. Olmamalı yani…
FİŞLEME HAKKI BİLE ‘ONLAR’DA!
Bu noktada fişleme listelerinin de doğru olmadığını söylemek gerek. Siviller kendi aralarında oyun oynayabilirler. İstedikleri gibi liste dolaştırabilirler. Ancak kurumsal kimliği olan kimseler liste paylaşıp kamuya açık şekilde dolaştırmamalı. Kamu yayıncılığı yapan medya kuruluşları da aynı şekilde bunu yapmamalı.
“HerŞeyÇokGüzelOlacak” etiketini paylaşanların isimlerinin kamusal kimlikler tarafından listelenmesi ve alenen bunun gösterilmesi ne kadar yanlışsa, “Bakın bunlar HerŞeyÇokGüzelOlacak demedi” şeklinde fişlemenin kralını yapıp, daha da ötesi hedef gösterme yoluna giden yayınların yapılması da insafsızlık.
Yakın geçmişe kısa bir göz atalım…
Yavuz Bingöl, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı alenen eleştirmediği ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ile sazlı sözlü meşk yaptığı için yerden yere vuruldu.
Hasan Kaçan, son dönemin en açık fikirli, sözünü sakınmayan ama illa da kırmadan dökmeden konuşan ismi… Açıkça Erdoğan’a destek verdiği için ne sanatçılığı kaldı ne de geçmişindeki karikatüristliği, mizahçılığı…
Hülya Koçyiğit, sırf TRT2’de program yapmaya başladı diye tefe koyulup çalındı…
Orhan Gencebay, birilerinin tezgahına uygun hareket etmediği ve Erdoğan’ı eleştirmediği için eleştirildi.
Semih Kaplanoğlu, 15 Temmuz sonrası tutumu sebebiyle Meltem C. tarafından saygısızca karşılandı ve sonrasında Kaplanoğlu’na yine aynı muamele yapıldı.
Örnekler çoğaltılabilir.
Mesele şu ki, AK Parti’yi desteklediğinde ağzıyla kuş tutsa bile bir sanatçının sıfatı anında elinde alınıyor. Sanki memlekette o ünvanı veren bir organ varmış gibi.
Bir siyasi görüşü ya da bir siyasetçiyi desteklememek sanatçı olmanın şartlarından biri değil. Sanatçı siyasetten uzak olmalıdır anlayışı sağlıklı değil.
Olması gereken…
Sanatçı nasıl ki sanatını icra ederken bir üslup, tutarlılık, altyapı ve ruh taşıyorsa, hayatının her alanında olduğu gibi burada da aynı resmi ortaya koymalı.
AK Parti’ye müzik yapınca Uğur Işılak yandaş, Onur Akın direkt Kılıçdaroğlu’na özgün güfte ve beste yapınca yine de sanatçı…
El insaf…
Maalesef “HerŞeyÇokGüzelOlacak” etiketiyle sanatçı tavrı ortaya koymak yerine ‘artizlik’ taslayan isimlerin tutarlılıkları yok.
Sanatçı, ideolojisinin değil, memleketinin adamıdır.
15 Temmuz’da ortada yoksan, yerel seçimle alakalı bir meselede bayrağı eline alıp sokağa çıksan ne, çıkmasan ne!
Acaba insanlaara yapılan bu haksızlıklar ne zaman bitecek?