Portre Yazarlar

Das dostluk; Marks & Engels

“Avrupa’nın üzerinde bir heyula dolaşıyor; Komünizm heyulası…” Bu cümle ile başladılar birlikte anılmaya, Komünist Manifesto’yu imzaladıkları günden bu yana. Marks bağlacın önünde, Engels arkasında. Sovyetlerle birlikte başlayan poster geleneğinde de hiyerarşi değişmedi, pekiştirildi hatta. Doğrusu Engels, kendisini “ikinci keman” olarak tanımlamakla ikincil konumuna birinci elden onay vermişti. Sadece şu onaydaki erdem dahi düşünce ve mücadele […]

“Avrupa’nın üzerinde bir heyula dolaşıyor; Komünizm heyulası…”

Bu cümle ile başladılar birlikte anılmaya, Komünist Manifesto’yu imzaladıkları günden bu yana. Marks bağlacın önünde, Engels arkasında. Sovyetlerle birlikte başlayan poster geleneğinde de hiyerarşi değişmedi, pekiştirildi hatta. Doğrusu Engels, kendisini “ikinci keman” olarak tanımlamakla ikincil konumuna birinci elden onay vermişti. Sadece şu onaydaki erdem dahi düşünce ve mücadele tarihinde eşine az rastlanır uzunluk, derinlik ve yoğunluktaki dostluğa ibret nazarıyla bakmayı telkin etmektedir.

Henüz yirmilerinde iken tanışırlar. Paris’te, 1843’ün sonlarında. Karl, yüz vermez ilkin, Frederic’i havalı ve hafif bulur. Ertesi yılki karşılaşma ise daha sıcak bir havada geçer ve kafaya dikilen kadehler müstakbel kırk yıllık dostluğun hatırına gibidir. Ertesi yıl Brüksel’de görüştüklerinde Marks Fransa’dan da apar topar kovulmuştur. Engels onu İngiltere’de altı hafta ağırlayarak işçi sınıfı gerçeğini yakından tanımasına ön ayak olur. Avrupa’yı sarsacak ayaklanmanın adımlarının işitildiği günlerde Brüksel’de örgütlenmeye çalışırlar. 1848 Şubat’ında Fransa’da isyan patlayıp kıtaya yayıldığında yurtları Prusya’ya dönerek orada günlük bir gazete çıkarırlar. 1849 Haziran’ında askerî darbe yoldaşların yollarını ayırır. Marks vatandaşlıktan çıkarılarak sınır dışı edilir, Engels ise güneydeki silahlı direnişçilere katılır, isyancıların kumandanının yaverliğini yapar, zafer ümidi kalmayınca İsviçre üzerinden bölgeyi terk eder.

Engels, babasının Manchester’daki dokuma fabrikasına vaziyet ederken bir yandan da Londra’daki yoldaşıyla mektuplaşır. 17 yıllık ayrılık dönemi boyunca bilaistisna her gün süren ciddi, disiplinli, entelektüel bir faaliyettir bu, olanca insanîliğinin yanı sıra. Tamamı değilse de bu mektuplar günümüze kadar gelebilmiştir. Sadece bunların tahlili bile başlı başına mesai gerektiren bir iştir ve Marksizm’in -Komünizm mi demeliydi yoksa?- teşekkül dinamiklerini anlamak bakımından elzemdir.

Bu süre zarfında Engels kitaplar telif etmiş, birtakım yayın organlarına Marks adına makaleler kaleme almıştır. Bir yandan da daha ziyade felsefeyle ilgilenen yoldaşına kapitalizmin işleyişi, işçi sınıfının durumu ve devrimci potansiyeli üstüne bilgilendirmelerde bulunmaktadır. Marks’ı devrimci bir çizgiye çeken, ekonomi politiğin yasalarını gündemine sokan, onu Marksist yapan bizatihi Engels’tir. Bunu Marks da kendisine yazdığı bir mektupta ikrar etmiştir: “Bilirsin, her mevzuda arkandan gelirim, daima senin ayak izlerini takip ederim…”

İkinci Keman ise hâlâ aksini iddia eder. Komünist Manifesto’yu bile aslında o yazmış, daha sonra Marks üstünden geçmiş ise de ortağının ölümünden sonra bile kitabın yeni baskısına yazdığı önsözde şöyle der: “Manifesto ikimizin ortak eseri olmakla birlikte metnin çekirdeğini oluşturan ana düşüncenin Marks’a ait olduğunu belirtmeliyim.” Bir başka vesileyle söyledikleri daha mütevazı ve çarpıcıdır: “Temel ve öncü fikirlerin çoğu Marks’ın çabasının ürünüdür. Benim katkıda bulunduğum şeyi Marks bensiz de pekâlâ başarabilirdi. Fakat Marks’ın yaptığını ben asla yapamazdım. Marks hepimizi geçiyor, hepimizden uzağı, daha geniş ve daha süratle görüyordu. Marks bir deha idi; bizlerse, olsa olsa birer yetenek idik. Bundandır ki teori haklı olarak Marks’ın adıyla çağrılıyor.” 

Çile

Das Kapital. İşte bütün deha bu. Birinci keman, neredeyse yirmi yıl boyunca bunu yazmak için didinir. Geceleri sabahlara dek kitapların arasında sıkışmış daracık odasındaki tahta sandalyesinde çalışır, gündüzlerini de British Museum’daki okuma odasında araştırarak geçirir. Sofada uzanıp roman okuyarak kafasını dinlendirdiği vakitler dışında ağır işçilikli bu tempo daha fazla sürdürülebilir değildir.

Nitekim gençliğinde aşırı sigara ve alkol tüketimi sebebiyle ciğerlerindeki iltihaplanmadan dolayı askere alınmamıştır. Şimdi karaciğeri de perişandır. Marks’ın dertleri saymakla bitmez; şiddetli baş ve eklem ağrıları, göz iltihabı, safrakesesi sıkıntıları,  derisinde kan çıbanı ve yetmezmiş gibi “Beni Fransız Devrimi’nden bile daha feci müteessir ediyor” dediği basur. “Varoluşun sefaleti” diye sitem ettiği marazlardan ötürü uykusuzluk çekmekte ve depresyona sürüklenmektedir. Bir arkadaşına şöyle yazar: “Bu dönem boyunca bir ayağım zaten mezardaydı. Dolayısıyla çalışabilir her anı, uğruna sağlığı, mutluluğu ve aileyi feda ettiğim eserimi bitirmek için değerlendirmem gerekiyordu.”

Marks

Kendisinin de itiraf ettiği gibi titizlikte abartıya kaçması, tüm kaynaklara ulaşma saplantısı ve aşırı mükemmeliyetçiliği sebebiyle uzadıkça uzayan okuma ve yazma hengâmesi onun takatini gün be gün aşındırmaktadır. Bütün bunlara paltosunu ve saatini tefeciye bırakacak denli yer yer yaşadığı maddi sefalet ve aile içindeki acı kayıplar da eklenince Marks’ın hayatı işkenceye döner. Kapital, muhtevası bir yana, yazılış sergüzeşti itibarıyla insanoğlunun en çileli kitaplarından biridir.

Marks bütün aşamalarda Engels’e metinleri göndererek görüş ve eleştiri talep eder. Dostu acı söyler, ağır eleştiriler getirir. Bazı bölümlerde “kan çıbanın izlerinin görüldüğünü” söyler mesela. Bu kadar büyük emek verilmiş bir eser için fazlasıyla ceffelkalem bir tertip ve çalakalem bir dil kullanıldığının hepsi farkındadır fakat artık seçenekler iyice azalmıştır.

Engels

Engels bu işin bir an evvel sonlandırılması için dostunu teşvik ve tahrik eder. Marks müteşekkirdir. “Sevgili Fred” diye başlayan mektuplarda “Umarım, bu dört formadan memnun kalırsın. Bugüne kadar bana sergilediğin memnuniyet, benim için dünyanın geri kalan kısmının söyleyebileceği her şeyden daha fazla öneme sahiptir” der mesela. Yahut “Bu mümkün olduysa yalnızca sana borçluyum! Benim için özverin olmasaydı, üç cildin gerektirdiği çalışmayı yapmam imkânsız olurdu. Seni minnettarlıkla kucaklıyorum!”

Ne var ki sadece birinci cildi bitirir. 14 Eylül 1867. Ne gören olur, ne de tek kelime eden. Engels sessizlik komplosunu bozmak, kitabı tanıtmak için farklı gazetelere, meşreplerini göz önünde bulundurarak 9 makale gönderir, 7’si yayımlanır. Marks’a, “İşlerin yoluna girmesi için kitaba burjuva bakış açısıyla saldırsam mı?” teklifinde dahi bulunur. O da şöyle der: “…kitapçıların oyunumuzu açıkça görmemeleri lazım.” Bu kurnazlıklar da işe yaramaz. Sadece 1000 adet basılmış kitap 4 yılda güç bela satılır. Marks acı tütün tadında şu itirafta bulunacaktır: “Kitaplarım, onları yazarken içtiğim sigaraların bile parasını karşılamadı.”

Tanıştıkları günden beri Marks ve ailesi Engels’in himmetiyle geçinmektedir. Parasını Marks’a yedirmemesi için annesinden gelen ihtarlara yazdığı cevabî mektuplarına bakılırsa Engels çok da rahat değildir aslında. Yine de ailesinden gelen paranın üçte birini, yılda 50 sterlini yoldaşına tahsis etmeyi sürdürür. –Düzenli yardımda bulunduğu başka sürgün dostları da vardır. Bu dönemde Marks’ın mektuplarında şu tür cümlelere sıklıkla rastlanır: “Gönderdiğin 15 sterlini aldım, çok teşekkür ederim benim sevgili, faziletli dostum…”

1869’da Engels fabrikadaki ortaklığını satıp ömür boyu refah içinde yaşayacağı toplu paraya kavuşunca Marks’a gönderdiği miktarı artırır. Yıllık 350 sterlin ve acil tüm ihtiyaçların karşılanması. (Günümüz parasıyla takriben 52.500 dolar.) Bazı biyografi yazarlarının tespitlerine göre Engels’in bunca hamiyetine rağmen Marks ve “Vestfalya Baronesi” diyerek övündüğü aristokrat kökenli karısı onu asla kendi denkleri olarak görmeyecektir.

Gönül maceraları

Engels’in gönül maceraları da bu siyakta kayda değer. Homoseksüellik ve fuhuş konusunda gayet mazbut bir tutumu olsa da kendisinin bir zampara olduğuna şüphe yoktur. Kadınlarla eğlenmeye düşkünlüğünü gençliğinden beri saklamamıştır. Evliliğe inanmayan, “muhafazakârlıktan” da beri bir burjuva olarak pek çok kadınla münasebeti olmuştur.

Bunlardan en uzun süreli olanı Marry Burns adında İrlandalı bir işçiyle yaşadığıdır. Aynı dönemde kadim bir dostunun eşiyle de birlikteliği vardır. Üstüne bir de Marry’nin küçük kız kardeşi Lizzy ile de. Ve daha başkaları da sıradadır. Marry ile yirmi yıl süren beraberliğinde Lizzy de yanlarındadır, aynı evi paylaşmaktadırlar. Bu tuhaf açılı aşk üçgeni, okur-yazar bile olmayan bu kadınlara olan tutkusuyla daha bir tuhaf gözükmüş olsa gerek Marks ailesine.

Jenny

Romantik ve klasik bir bakış açısı olan Karl, arkadaşını evliliğe ikna için boşuna dil dökmekteydi.  Karısı Jenny ise Marry’ye karşı oldukça mesafeli ve küçümseyiciydi; kendisi bir soylu idi, o ise bir göçmen işçi; muhatap bile olmamıştı. 1863’te, 41 yaşındaki Marry ansızın öldüğünde bu tavır taziyeye de yansıyınca iki yoldaş arasında belki de en ciddi kriz baş gösterir. Engels dün olanları arkadaşına mektupla bildirirken acıklı bir dil kullanır: “Neler hissettiğimi sana anlatamam. Zavallı kız beni tüm kalbiyle sevmişti… Onunla beraber gençliğimden kalan son eserin de toprağa verildiğini hissediyorum.”

Yıkkın Engels arkadaşından tesellikâr bir name beklerken gelen aldırışsız cevapla daha feci yıkılır. Marks, Marry’nin ölümünü gündelik bir haber gibi geçiştirir ve ailesinin sağlık sorunlarından bahisle para rica eder. Engels bir hafta sükûta gömülür, sonra gayet sitemkâr bir mektup döktürür. Marks hatasını anlar, özür diler. Engels gönlü kırık da olsa bağışlayıcıdır: “Sana derim ki, mektubun bütün bir hafta boyunca kafama saplandı. Unutamadım. Sanma ki son mektubun fit etti. Yine de Marry’yi kaybettiğim vakit en eski ve en iyi arkadaşımı da kaybetmediğime memnunum.”

Marks ve Jenny

Engels Marry’nin kız kardeşiyle 15 yıl daha birlikte yaşar. Bayan Marks, herhalde tekeşliliğe hürmeten Lizzie’ye daha dostane davranır. Karl Marks da mektuplarında ondan söz ederken daha özenli bir dil kullanır. 1878’de Lizzie ölüm döşeğindeyken Engels kendisiyle resmen evlenir.

Tek eşli, romantik Marks’ın kadınlara ayıracak ne vakti ne de nakdi olduğundan daha evcil bir hayat sürer. Gelgelelim öyle bir şey yapar ki hovarda Engels’ten daha çok adı çıkar. Uzun zamandır yanlarında çalışan hizmetçileri Helen’i hamile bıraktığı anlaşılır. Karısı Jenny boşanma noktasına gelir, son bir şans verip skandalı temizlemesini ister. Çare hizmetçiyi ve bebeğini kovmaktır. Bu davada elbette kimse emekçi ve emektar Helen’e söz hakkı tanımaz. Neyse ki bebeğe gene Engels sahip çıkar, evlatlık alır.

Pişmanlıklar

Marks’ın karısı, herhangi bir eşten daha fazlasıdır. Kızının tabiriyle “Jenny Von Westphalen olmasaydı Karl Marx asla olduğunu olamazdı.” Ne Marks ne de Kapital. Onun hiyerogliften beter yazılarını çözerek temize çeken karısı, bir sekreterden de fazlasıdır. Yazıları üslup bakımından da tashih eder. Yeni yazımlar için yol göstericilik dahi yapar: “Geçen seferki yazılarının ne kadar etkili olduğunu sen de gördün. Ne olursun, öfkeli ve sinirli bir üslupla yazma. Ya sadece nesnel ve saygılı ya da nüktedan ve rahat bir üslupla yaz. Rahat ol, bırak kalemin kendisi kâğıt üzerinde bildiği yoldan akıp gitsin.“

Şu Helen vakası olmasaydı müthiş bir aşk hikâyesinden söz etmekteyizdir. Biri asilzade diğeri Yahudi, üstelik ateist ve kanun dışı. Biri baloların güzellik kraliçesi, öbürü siyah kıvırcık saçı sebebiyle Zenci lakaplı. Jenny 22’sinde, Marks 18’inde. Gizlice nişanlanırlar, anca 8 yıl sonra evlilik iznini koparabilirler. Ne mektuplar yazar Karl onun için, ne şiirler. 57 sone ve balad. “Aşk Jenny’dir, Jenny de aşkın adı…” Şu satırlar ise 13 yıllık evli birine aittir: “Capcanlı gözümün önündesin şu an ve ben seni ellerimde taşıyorum ve başından ayaklarına kadar öpüyorum ve önünde dizlerimin üstüne düşüyorum ve inliyorum, seni seviyorum diye.”

Aristokrat Jenny aşk uğruna sürgünlerde açlık ve sefaletle cebelleşir. 7 çocuk dünyaya getirir, 3’ü oğlan olmak üzere 4’ü daha ergenliğe varmadan ölür. Parasızlıktan. Şöyle der: “Tabutsuz gömdüğümüz yavrumuzun doğduğunda beşiği yoktu.” Diğer yavrularına komşularından tabut için borç para dilenecektir.

Bir sonraki yıl 8 yaşındaki Edgar babasının koynunda uyurken ölür. “Hayatımdaki en korkunç gündü” der annesi. Karl ise Engels’e şöyle yazar:

“Elbette evin ruhu ve hayatı olan değerli çocuğumuzun ölümünden bu yana ev bomboş ve yasa bürünmüş durumda. Onu her an ne kadar özlediğimizi anlatamam sana. Her türlü aksiliği yaşadım, ama bedbahtlığın ne olduğunu ancak şimdi öğrendim. Kendimi yıkılmış hissediyorum. Şansıma cenaze gününden bu yana o kadar şiddetli baş ağrılarım var ki ne düşünebiliyor ne duyabiliyor ne de görebiliyorum.”

Jenny hayatta kalan kızlarına kendisinin çektiklerini çekmemeleri için iyi bir hayat kurmalarını öğütler ama açıktan kocasına serzenişte bulunmaz. Karl’ın ise pişmanlıkları saklanılabilir değildir. Eğer hayata bir kez daha gelirse bunları hiç kimseye yaşatmayacağını çünkü buna hakkı olmadığını yazacaktır. Kızı Laura’nın kocası olacak şahsa ise şunları yazar: “Bütün hayatımı devrime adadığımı biliyorsunuz. Pişman değilim, yeniden doğsam aynı şeyi yapardım. Ama yapmayacağım tek şey evlilik olurdu. Kızımı mümkün olduğu kadar annesinin hayatını paramparça eden koşullardan uzak tutmak isterim.”

1881’de Jenny karaciğer kanserinden ölüm döşeğindedir. Karl, yatağının kenarına oturarak Kapital’e dair İngilizcedeki ilk müspet tenkidi okur. İki gün sonra 67 yaşında iken ölümü “tıpkı yaşadığı gibi, Komünistçe ve materyalistçe” karşılar. Cenaze evden çıkarılırken Marks, manen çökmüştür, hastalıklar da esir almıştır; son veda için bile dışarı çıkamaz. Ona vekâleten Engels mezarı başında bir hitapta bulunur: “(Devrimci) harekette neredeyse kırk yıldır etkin olduğu halde, gösterişe kapılmayan ve kamuoyu önüne fırlamak için heveslenmeyen, dönemin gazete yıllıklarının bahsetmediği bir kadındır o...

Karısının ölümüyle aldığı darbeyi atlatamadan, bir yıl sonra, 38 yaşındaki en büyük kızının ölümüyle bir daha doğrulamamacasına yıkılır. 14 Mart 1883’te, 65 yaşında, çalışma masasında hayata gözlerini yumar. Londra’da ailesi ve arkadaşlarınca toprağa verilirken son konuşmayı gene Engels yapar: “14 Mart günü öğleden sonra üçü çeyrek geçe, yaşayan en büyük düşünür artık düşünmüyordu. Kendisini sadece iki dakikalığına yalnız bırakmıştık, döndüğümüzde onu huzur içinde koltuğunda sonsuza dek uykuya dalmış halde bulduk… Avrupa ve Amerika militan proletaryasının bu adamda yitirmiş bulunduğu şey, tarihsel bilimin bu adamda yitirmiş bulunduğu şey, ölçülemez. Bu devin ölümü ile bırakılan boşluk, kendini duyumsatmakta gecikmeyecek… Marks her şeyden önce bir devrimciydi. Savaşım onun en sevdiği alandı. Ender görülür bir tutku, direngenlik ve başarı ile savaştı o. Adı asırlar boyunca yaşayacak, eseri de!..”

Son dua

Eserinin son iki cildini hazırlamak işi de Engels’e havale edilmiştir. Çünkü on vasiyetinde Marks el yazmalarından onun “bir şeyler çıkartması”nı istemiştir. Hayatında yaptığı tek iş başvurusu el yazısının çirkinliğinden ötürü reddedilmiş birinin binlerce sayfalık notlarından böylesi karmaşık bir kitabı derlemek Engels’in en büyük başarısıdır diyenler bile olacaktır.

Engels oldukça metodik biriydi, ilgisini çeken şeylere dirayetle odaklanır, dakik notlar alırdı. Gençliğinde Türklere karşı Yunan bağımsızlığını desteklediği günden beri radikal mizaçlıydı. Erken yaşlarda şiirle uğraşmış, edebiyat, müzik, sanatla bağını hiç koparmamış biri olarak incelmiş zevklere sahipti. Eskrim ve içkili partiler gibi üst-orta sınıf alışkanlıkları da vardı. Sosyalist aydınların katıldığı bu şölenler aynı zamanda tilki avı partileriydi. Sabahlara kadar şampanyalar içilir, eğlencenin tadına doyulurdu.

Engels’in dilbilimde olağanüstü bir kabiliyeti vardı. Başta Yunanca ve Latince olmak üzere yirmi civarında Avrupa dilini bildiği söylenmektedir. Arapça ve Farsça üstüne bile birkaç hafta dahi olsa çalışmıştır. Marks da Kapital’i yazarken gerekli bilgilere ulaşmak için Rusça öğrenmeye karar verir ve altı ay içinde akıcı biçimde okuyup anlayacak duruma gelir. Çok sık tekrarladığı “ Yabancı dil, hayat mücadelesinde bir silahtır” sözü kendi yaklaşımını da yansıtmaktadır.

Engels nazik biriydi, muarızlarına karşı da kibar bir dil kullanırdı, Marks ise ağzına geleni söylemeye daha yatkındı. Marks’ın üslubu ağır ve giriftken Engels’inki daha yalın ve anlaşılırdı. Marks’ın Generali’nin kafası yoldaşının aksine pratiğe dönüktü, strateji ve taktikler üstüne düşünmeyi, yazmayı tutkuyla seviyordu. Masa başı devrimcilerinden değil, barikatların ve kavganın adamıydı. İkisinin aşikâr ortak yönleri de vardı elbette: Komünizm’in babaları iyi içerdi. Marks daha sert ve gergin bir içici olmak bakımından arkadaşını geride bırakmaktaydı… Bir diğer ortak yönleriyse ikisinin de dünya vatandaşı olmasıydı.

Arkadaşından sonra 12 yıl daha hayatta kalan Engels’in 70. yaş gününde Marks’ın kızı Eleanor da vardır ve Sosyalist bir gazeteye yazdığı yazıda Engels’in göründüğünden de genç olduğunu ve son 20 yılda hiç yaşlanmadığını yazar. Kutlamada bolca dağıtılan istiridye ve şampanyanın bundaki payına ise değinmez. Engels entelektüel ve örgütsel bakımdan gayet faal bir 5 yıl daha geçirir ve 1895’te gırtlak kanseri sebebiyle o da ölüm kervanına katılır. Avrupa’nın farklı yerlerinden Komünist parti liderlerinin iştirak ettiği cenazesinde vasiyeti gereği cesedinin külleri 6 mil açıkta Eleanor Marks tarafından denize saçılır.

Eleanor

5 milyon dolar civarındaki servetini Marks’ın kalan iki kızına bırakır. 1897’de nikâhsız kocasının bu serveti zimmetine geçirerek başka bir kadınla evlendiğini öğrenince Eleanor siyanürle canına kıyar. Son çocuk Laura ise Marks’ın, “kızıma iyi bak, onlar bizim çektiğimizi çekmesin” diye nasihat ettiği damadı tarafından zehirlenir. Kendisi de aynı zehirle intihar edecek, intihar notuna şunu yazacaktır:

“YAŞASIN KOMÜNİZM!”

Laura

Marks, hakkında en çok eser yazılmış kişi olma unvanına kavuşacağını hayal dahi edemezdi herhalde. Kapital günümüzde hemen her dile çevrilmiş durumdadır ve Kitab-ı Mukaddes’ten sonra en çok satılan eser olduğu söylenmektedir. “İşçi sınıfının İncili” ne kadar okundu, nasıl anlaşıldı, anlaşılabildi mi, bu Komünistler arasında fraksiyon ve tefrika sebebi oladursun, “Kesin olan bir şey varsa, o da benim bir Marksist olmadığım” diyebilmiş birinin kendi adına ortaya konmuş cürüm ve fecaatlar karşısında nasıl bir tepki göstereceği meçhuldür. Velakin “Kesin olan bir şey varsa, o da sizin Marksist olmadığınız” demesi ihtimal dahilindedir.

Marks ve Engels. Bir çığır açtılar ve gittiler, oldukça kanlı, felaketli, bedeli ağır bir çığır. Çok konuşuldu, konuşulur da daha… Burada biz de sükût edelim, son duayı gene Engels Efendi okusun:

“Öbür dünya zaten yoksullarındır; bu dünya da er geç onların olacaktır!..”

Âmin.

Etiket /