Türkiye Yazarlar Birliği 40’ıncı yılına girdi. Bu kırk yıllık uzun yürüyüşteki bereketli çalışmalardan birisi Türkçenin Uluslarası Şiir Şöleni. Tam 25 yıldır istikrarlı bir şekilde devam eden bu kapsamlı organizasyon, Türk yurtlarında buluşulması ve Türkçe’nin şairlerinin birbiriyle tanışması anlamında büyük vazife gördü. Ülkelerin kendi dar sınırları içine hapsedildiği dönemlerde bu faaliyet, bir anlamda kalıpları zorlayarak kardeşlik kapılarının yeniden açılmasına vesile oldu.
Bursa, Almatı, Aşkabat, Strazburg (Fransa), Akmescid, Üsküp, Bakü, Prizren, Bişkek, Kazan gibi şehirlerde gerçekleştirilen Türk dünyasının en büyük şiir şöleninin bu yılki durağı Kazakistan’ın Türkistan şehri olarak ilan edilince sabırsızlıkla belirlenen tarihi beklemeye başladık. Tabii ki adı bile bütün şairleri kıskandıracak kadar şiir güzelliğinde olan Türkistan, herkeste ayrı bir heyecan uyandırdı. Yıllardır hasret kaldığımız bu topraklara, Yesevi yurduna gitme fikri içimizin şenlenmesine yetti.
Türkistan Yollarında
Türk dünyasının her yanından gelecek şairlerin katılacağı bu dev organizasyonun ön hazırlıklarını yapmak üzere TYB’nin ak saçlı bilgelerinden Bekir Soysal Ağabey ile günler öncesinden Türkistan’a gitmek için yola çıktık. Dört saat süren uçak yolculuğu, Bekir Ağabey’in Nuretin Topçu, Orhan Okay, Cahit Çollak, Mehmed Doğan gibi birçok önemli şahsiyete dair hatıralarını dinlerken çabucak geçti. Çimkent Havaalanı’na inişe geçtiğimizde Bekir Ağabey’in engin birikiminden epey istifade etmemiz gerektiğinin bir kez daha farkına vardık.
Gün ağarırken Çimkent’teydik. Asya’nın soğuğu bize merhabasını sunarken Kazak kardeşlerimizin güleryüzü ile hemen ısınıverdik. Sisli havada buzlu yollardan geçip bozkırdaki develeri seyrederek Türkistan şehrine ulaştık. Yollarda atları görmeyi beklerken çok sayıda deve görmek ve sayılarının Arap çöllerinden bile daha fazla olduğunu öğrenmek hayli ilginç geldi bize.
Hazretin Çağrısı
Türkistan’a girdiğimizde doğup büyüdüğüm ve gurbete çıktığım kendi şehrime gelmiş gibiydim. Hiç yabancılık çekmedim. Yerleştiğimiz otelin perdesini araladığımda Pir-i Türkistan Türbesi’nin hemen yanında kaldığımızı görmek ziyadesiyle mutlu etti. Bazı şehirlere kendiniz gidersiniz. Ama ulu zatların yaşadığı kadim şehirlere çağrılırsanız gidersiniz. Evet, bir şehre vardığımızda her zaman olduğu gibi o şehrin sahibine Fatiha hediye etme geleneğimizi Türkistan’da da sürdürerek Yesevi Hazretleri’ne hürmetlerimizi sunduk.
“Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn”
Çağlar boyunca şehre ruh katan, değer kazandıran maneviyat sahibi bilge şahsiyetler olmuş. Türkistan şehrinde de Ahmed Yesevi Hazretleri’nin kadim şehre kattığı güzellik her yerde kendisini açık bir şekilde gösteriyor. Kazak gençlerinden ihtiyarlarına, kadınlarından çocuklara kadar Pir’e karşı olağanüstü bir hürmet var. Bu hürmet sayesindedir ki; Sovyetlerin kültürel soykırımlarına karşı yaralı da olsa kimliklerini korumuşlar, inançlarını muhafaza etmişler. Hiçbir baskı dönemi gönüllere kilit vuramamış. Mutlu ve hüzünlü günlerinde türbeye akın etmişler, onun ruhaniyetine sığınıp dinginliğe kavuşmuşlar. Yesevi Hazretleri, sadece duygu dünyalarını değil aynı zamanda millet olma vasıflarını korumalarında da öncülük etmiş. Türkçenin büyük şairi Yahya Kemal’in “Şu Ahmed Yesevi kim; bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız.” sözü boşuna değildir.
Müteahhitler Türkistan’ı umalım ki keşfetmesinler
Şölene katılacak şairlerden önce gittiğimiz için kafile gelmeden sakin bir şekilde şehri keşfe çıktık. En çok dikkatimizi çeken, insanı boğan yüksek binaların olmamasıydı. Bunun Yesevi Türbesi’nin boyunu aşacak binalar yapmamak için takip edilen bir incelik olduğunu öğrenmek tarifsiz bir mutluk yaşamamıza sebep oldu. Osmanlı’nın Kâbe’nin etrafında uyguladığı bu yüksek irfani anlayışın hâlen yaşadığını bizzat görmenin coşkusunu yaşadık. İnşallah bu hassasiyet ebediyen devam eder de Türkiye’de olduğu gibi hırs mağlubu müteahhitlerin hıncına uğramaz güzel Türkistan.
Ahmet Yesevi Üniversitesi
Türkiye ve Kazakistan işbirliğiyle kurulan Ahmed Yesevi Üniversitesi önemli bir misyon yürütüyor. Zaten kuruluşunda “Orta Asya’nın tarihî ilim ve kültür merkezi olan Türkistan şehrini kalkındırmak” gibi ulvi bir hedef belirlenmiş. Siyaseten tasvip etmediğimiz yanları fazla olmasına rağmen Namık Kemal Zeybek’in bu proje için epey gayret gösterdiğini biliyoruz. Türkiye’den giden akademisyen ve üniversite yetkilileri ismini anmamaya özen gösterse de Kazaklar Namık Kemal Zeybek ismine sempatiyle bakıyor. Bu da her zaman ve her yerde olduğu gibi “gittiğin yer, tuttuğun el seninledir” fikrini besliyor. Zeybek gitmiş, el sıkmış, dil dökmüş, iz bırakmış. Bölgenin yarınlarına dair sözü geçecek olanlar da; bugün gidip hayırlı hamleler yapanların, aklıselim stratejiler üretenlerin olacaktır. Üniversite bu manada çalışma yapmak isteyenlere imkânlar sunuyor.
Şiir Şöleni’nin başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için yetkililer olağanüstü çaba gösterdiler. Mütevelli heyeti Başkanı Musa Yıldız ve Rektör vekili Prof. Dr. Mehmet Kutalmış yardımlarını esirgemedi. Yesevi Üniversitesi Asyadaki ilim kapımız.. Türkiye’den giden öğrenci sayısında ilk yıllara nazaran düşüş olsa da üniversite, Türkistan’da Türkiye’nin şanını yüceltmeye, itibarını yükseltmeye devam ediyor. FETÖ’cüler buraya sızmışlar mı diye sorduğumuz bir yetkili, “Daha çok millî duyguları yüksek insanlar tercihte bulunduğu için burada istedikleri gibi at oynatamadılar.” dedi. Üniversite şehrin gelişimine önemli katkılar sunuyor.
Türkçenin Şöleni
Çarşamba günü planlanan program, şairleri taşıyan uçağın İstanbul’da rötar yapması sonrası sis yüzünden Çimkent’e inememesi nedeniyle ancak Perşembe günü başlayabildi. TYB’nin büyük programlarının en sevdiğim yanlarından birisi Mehmed Doğan Beyefendi’nin açılış konuşmaları. Daima yeni şeyler söyleyen kendini tekrar etmeyen Doğan’ın bütün konuşmaları bir manifesto niteliğinde. Kültür ziyafeti veren Mehmed Doğan’ın konuşmasını rahat dinlemek ve not almak için defter kalemi alıp koltuğumuza oturduk.
Doğan her zamanki bilgeliyle karamsarlıktan uzak, müjdeleyici, ümit verici ve yol açıcı bir konuşma yaparak, “Bizim Abay gibi, Mağcan gibi, Mehmed Âkif gibi, Yunus Emre gibi ve Hoca Ahmed gibi asırları aşarak hikmet saçmaya devam eden şairlerimiz olduğu müddetçe gelecek ümidimiz bitmeyecektir.” dedi. Sultan Hüseyin Baykara’nın beş asır önce kurduğu şiir meclislerinin Şiir Şölenlerine ilham olduğunu hatırlattı.
TYB Genel Başkanı Musa Kazım Arıcan da önemli meselelerin altını çizerek “Artık Türkçe, hepimizin ortak gönül dili olmalıdır, ortak fikir dili olmalıdır, ortak kültür dili olmalıdır.” çağrısında bulundu.
Hikmetli Bir Konuşma
Şiir şöleninden önce Prof. Dr. Bilal Kemikli Hoca müthiş bir konuşma yaptı. Hissederek konuşan insanların kelimeleri kalbe dokunuyor. Söz söyleyenin/yazanın neresinden çıkarsa, dinleyenin/okuyanın orasına varır sözü geçerliliğini koruyor. Kemikli Hoca da yürekten yaptığı sohbetinde Hazreti Pir’i anlatarak “Hikmet, bizi cehaletten, kötülükten ve zulümden koruyan şeydir ve bilgi demektir. Dolayısıyla, Ahmed Yesevi, şiir yazmamış, hikmet söylemiştir. İnsanlara sınırlarını öğretmiştir. Hayatı daha huzurlu yaşamanın yollarını göstermiştir. Yesevi bize kendi hakikatimizi, manamızı anlamayı salık veren bir hakim, bir mürşittir.” dedi. Ayrıca Hoca’nın tasavvuf tanımlamaları gayet manidardı: “Tasavvuf, kâinattaki umumi ahengin derin sırlarını ruhlara duyuran bir sistemin adıdır. İnsanın kendine bakma sanatıdır. Tasavvuf, bu anlamda da irfanımızı besleyen bir sistemdir. Varlık, bilgi ve ahlak anlayışımızı tezyin eden bir hazinedir. Aynı zamanda insan kitabını okuma sanatıdır…”
Bilal Hoca takip ettiğim, yazılarını okuduğum değerli bir isim. Pir-i Türkistan’ın huzurunda kendisini dinlemek ayrı bir güzellik oldu. Onu dinlerken Allah celle celaluhu ilmini, ömrünü artırsın duası döküldü dilimden.
Misafir Şairler
Türk dünyasının dört bir yanından gelen şairler çocuklar gibi şendi. Hepsi de Türkiye’nin ağabey rolünü özümsemiş ve ortak kültürel hamleler yapmak gerekliliği konusunda hemfikirdi. Her ortamda bu şölenin dilde, fikirde, işte birlik için bir adım olduğunu, adımlarımızı artırmamız gerektiğini ifade ettiler. Tanışmanın ve kaynaşmanın ortak hassasiyetlerin oluşmasında nasıl bir sonuç verdiğini bu şölende de açık bir şekilde görmüş olduk. Fakat burada küçük bir eleştiride bulunma ihtiyacı duyuyorum. Türkiye’den giden bazı şairlerin diğer ülkelerden gelen şairlerle yakından ilgilenmesine şahit olurken; bazı şairlerin de şöleni turistik bir gezi gibi algılayıp kültürel kaynaşma noktasında hiç çaba sarf etmediğini, bir el dahi sıkmadığını üzülerek görmüş olduk. Bazı Şairlerimiz maalesef kendi dar dünyalarından çıkıp kalıplarını kıramıyor.
Türkistan Pazarı
Şairler şiirlerini okurken daha fazla şiir komasına girmemek için bir ara Bünyamin Yılmaz ve Fahri Tuna ile pazarı gezmeye gittik. Pazara girer girmez dışarıda açıktan satılan sıcak ekmeklerden bir tane alıp bölüştük. Çekik gözlü mütevekkil insanların dünya sisteminin insanlığı tehdit eden büyük tezgâhlarından uzakta ekmek teknesi olarak kurdukları küçük tezgâhlarda rızıklarını kazanmak için üç beş parçadan oluşan yiyecekleri satmaları ve satış yaptıktan sonra yüzlerinden okunan mutlulukları müthiş bir fotoğraftı. Türkistan’da alışverişin kalbi pazarda atıyor. Tenge dedikleri para birimiyle hediyelik eşya aldık ve esnafın çoğuyla selamlaştık.
Unutulmaz Bir Cuma
Yıllarca ezana hasret kalan topraklarda kısık da olsa ezan sesi duymanın huzuru dünyalara değişilmez. Cuma namazını Hoca Ahmed Yesevi Türbesi’nin hemen yanı başına inşa edilen camide kıldık. 17 Nisan 2015 tarihinde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılan caminin mimarisini beğendik. Yöresel mimariden esinlenilen camiye Selçuklu motifleri de katılmış. Üç bin kişinin aynı anda ibadet edebileceği şekilde inşa edilen cami, içeri girdiğimizde tıklım tıklımdı. Yine dikkatimizi çeken diğer husus da Cuma namazının farzı kılındıktan sonra cemaatin Türkiye’de olduğu gibi neredeyse boşalmaya yüz tutmamasıydı. Son sünnete kadar cami doluluğunu korudu. Namaz sonrası imam efendiyle tanıştık. Türkiye’ye olan muhabbetini izhar etti. Erdoğan’a namaz kıldırdığını anlatırken kelimeler birden dilinde hızlanmaya başladı. Bu da sevincinin göstergesiydi. Cumhurbaşkanımızın Kuran okumasından çok etkilendiğini, her namazında Türkiye’ye dua ettiğini vurguladı. Kucaklaştık, kendisini Türkiye’ye davet ettik. Atayurt’ta Cuma namazı kılmanın huzuruyla camiden ayrılıp gençlerle sohbet ettik.
Kültür Başkenti
Kazakistan’ın kadim şehri Türkistan, “2017 Türk Dünyası Kültür Başkenti” ilan edilmiş. Yıl boyunca çok sayıda etkinliğe ev sahipliği yapan şehirde, Başkent ilan edilmesinden dolayı yapılan çalışmaların dumanı üstünde gibiydi. Yeni açılan otellerde misafirler ağırlanmış. Bizim kaldığımız otel de şehrin en iyi konaklama yerlerinden birisi. Şehirdeki birçok tabelaya Kazakça sözler asılmış. Bu sözlerin Nazarbayev’in birlik beraberlik öğütleyen sözleri olduğunu öğrendik. Nazarbayev sevilen bir lider. Siyaset anlayışı Kazakistan’ı ileriye taşımak noktasın önemli bir rol üstleniyor. Dört dönemden beri başkanlık görevini sürdürüyor. Bu da istikrarın sağlanmasında önemli bir rol oynuyor. Bağımsızlık yıl dönümünde gitmekle bağımsızlık konusundaki kararlılıklarına ve azimlerine de şahitlik etmiş olduk. Akademisyen bir arkadaşımız Türkistan’a Nevruz kutlamalarında mutlaka gitmek ve görmek gerektiğini söyledi. Görkemli geçen şenlikleri görmek ümidiyle ya nasip dedik.
Pirin Kapısında
Tasarrufu devam eden sufi bilgelerden Yesevi Hazretleri’nin türbesine sisler arasında vardık. Akılla anlaşılmayacak ve anlatılmayacak manevi hava hemen içimizi sardı. Sanki yüzyıllar önce yaşamış bir şahsiyeti değil el’an hizmetini sürdüren zatı ziyaret ediyormuşçasına manevi bir enerji sarmaladı bizi. Yaşadığımız hal hayatlarını Hakk’a ve hakikate adayanların ölmediğinin ve kıyamete kadar da ölmeyeceklerini sırrını fısıldıyor gibiydi.
Yesevi dünde kalmış bir şahsiyet değil. Bugün de yaşıyor ve hikmetli bilgilerini kalplere yaymaya devam ediyor. Âdeta “her dem yeniden doğarız” dercesine doğmaya ve gönüllerde muhabbet doğurmaya devam ediyor. Huzura vardığımızda gözyaşlarımıza hâkim olamadık.
Türkçenin ilk büyük sufi şairi olan Ahmed Yesevi, kendisinden sonra gelen sufi şairlere yol açmış, yolbaşçılık yapmış. Tahta kaşık yapıp satarak geçinen, elinin emeğiyle hayatını devam ettiren bir şeyh olan Yesevi bugünün tarikat ehline de çok şeyler söylüyor.
Yesevi Huzuru
Yesevi Dergâhı’nın manevi huzurunda yenilendiğimizi içsel bir arınma yaşadığımızı apaçık şekilde hissettik. “Veli hayatta iken kınındaki kılıç gibidir. Vefat ettikten sonra kınından çıkar, tasarrufu daha kuvvetli olur.” sözünün hakikatini bir kez daha yaşamış olduk.
Huzurdan çıkarken kapıda gördüğüm bir kitapçıkta şu cümleler gözüme takıldı: “Bu dergâh Türk Dünyası’nın Mekke ve Medine’den sonra en kutlu yeridir. Türk medeniyetinin kalbi, geçmişi, bugünü, geleceği ve Türk halklarının birbirini kardeşçe sevmesinin sembolüdür.’
İyi ki Türkiye Var!
Çok soğuk olmasına rağmen Dergahtan hiç çıkmasak dedik. Kısa süre içerisinde hem gözümüz hem gönlümüz doydu. Teknik bilgiler almayı da ihmal etmedik. İhtişamıyla bütün şehre hâkim olan Yesevi Dergâhı, dervişlerin yaptığı mütevazı türbenin üzerine Timur tarafından abidevi bir eser olarak yapılmış. Her dönemde korunmaya çalışılan dergâh, 1978 yılında Sovyet Bakanlar Kurulu kararıyla Hoca Ahmed Yesevi Türbesi olarak ziyarete açılmış. 1992 sonrası onarımlarda Türkiye’nin olağanüstü gayretleri olmuş. Halen Türkiye devlet olarak Türbeye dair yapılması gereken çalışmalarda hizmetini esirgemiyor. Dua ederken yanımıza yaklaşan bir Türkistanlının samimi söyleyişiyle ‘İyi ki Türkiye Var’
Güzel Söyler Türkçeyi
Mürşidi Aslan Baba’dan feyz alan Pir-i Türkistan, Türkçeye ruh veren ufuk şahsiyetlerden biri olmuş. Farsça ve diğer dillere hâkim olmasına rağmen Türk diline verdiği önemi Divan-ı Hikmet’te şöyle dillendiriyor: “Hoca Ahmed marifet bahçesine rehberdir. Hakikatleri söyler, açar gönül ilini. Miskin zayıf Hoca Ahmed, yedi ceddine rahmet. Farsçayı bilir amma güzel söyler Türkçeyi.”
Ve Ödüller
İkinci gün gerçekleştirilen Türbe ziyareti sonrası tekrar programa dönüldü. Türkçenin 12. Uluslararası Şiir Şöleni’nde, Kazakistan’ın ünlü şairi Mağcan Cumabayulı, Osmanlı şiirinin Sultanüşşuarası Bâkî ve Sultan Hüseyin Baykara adlarına düzenlenen büyük ödüllerin kime verileceği şairler tarafından heyecanla bekleniyordu. Son ana kadar ilan edilmeyen isimler, kapanışta düzenlen törenle ilan edildi. İsimleri ve ödüllerin veriliş gerekçelerini TYB Şeref Başkanı Mehmet Doğan Ağabey açıkladı.
Mağcan Cumabayulı ödülünü Mustafa Özçelik (Türkiye), Hüseyin Baykara ödülünü Atantay Akbarov (Kırgızistan), Bâki ödülünü ise Ramis Aymet(Tataristan) aldı. Sufi kültüre önemli hizmetler sunan Özçelik’e Yesevi’nin huzurunda bu ödülün takdim edilmesi gayet manidar oldu. Hak edilmiş bir ödülün sahibine sunulmasından bütün misafirlerin hoşnut kaldığı da alkışlardan kendini belli ettti.
Mustafa Özçelik, edebiyat dünyamızın saygın şairlerinden birisi. Maalesef edebiyat âlemi ruhu bozukların ve hastalıklı tiplerin negatif enerjileriyle her geçen gün kirlenmekte. Edebiyatın edebine değil de nefsi körükleyen ihtiraslarına talip olanlar, nefs-i emmare vadilerinde at oynatmaya devam ediyor. Sonuçta ortaya ne şiir çıkıyor ne de şahsiyet. Yazmanın insana verdiği aldatıcı kibirden dolayı birçok şair ve yazar, olamadan ölmüş. Edebiyatımızdaki nice şairin bu hastalıktan dolayı kaleminden bereket çekilmiştir.
Tevazu girdiği her kalıbı içinde bulunduğu her kalbi güzelleştirir. Şiiri iman için bilen adamlarda kibir olmaz. O yüzden Mustafa Özçelik gibi naif şairlerimizi önemsiyor, yazdıklarını yaşayan ve yaşadıklarını yazan adamlara ayrı bir hürmet besliyorum.
Şiir, Allahu Teâlâ’nın bazı kullarına nasip ettiği en güzel nimetlerden biri. Gönle doğdurulan yaz çağrısına uyularak yazılır has şiirler. Ancak nasibi olanlar yararlandırılır bu rahmet deryasından. İşte Mustafa Özçelik de bu nasiplilerdendir. Ödün vermeden aldığı ödül, ona çok güzel yakıştı. Sözünün tesiri daim olsun inşallah.
Yorum ekle