Silah ihraç eden NATO üyeleri, ittifak taahhütlerini öne sürerek uluslararası hukuktaki yükümlülüklerini göz ardı edemezler.
İngiltere hükümeti, 2 Eylül’de İsrail’e yönelik 350 silah ihracat lisansından 30’unun askıya alındığını açıkladı. Açıklamada bu silahların, “uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlaline neden olabileceği veya ihlali kolaylaştırabileceğinin” altı çizildi.
Bu açıklama, bazıları tarafından İsrail’in Gazze’deki soykırım niteliğindeki savaşını durdurması için artan uluslararası baskıyı yansıtan olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi, ancak Birleşik Krallık’ın uluslararası hukuk altındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi açısından yeterli bir adım değil. Aslında bu durum, NATO üyelerinin ittifak taahhütlerini yerine getirmek için uluslararası hukuku göz ardı etmekteki ısrarını yansıtıyor.
İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da devam eden soykırım niteliğindeki savaşında, tüm devletlerin İsrail’e karşı tam bir silah ambargosu uygulama yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük, Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) Ocak ve Temmuz aylarında verdiği kararlardan kaynaklanmaktadır; bu kararlar, İsrail’in Gazze’de muhtemelen soykırım eylemleri gerçekleştirdiğini ve Filistin’i yasadışı bir şekilde işgal ettiğini açıkça belirtmektedir.
Bu yükümlülük, BM İnsan Hakları Konseyi ve çeşitli BM uzmanları tarafından da dile getirilmiştir. Silah, enerji ve diğer önemli ihracat akışının durdurulması, Filistin halkının korunmasını sağlamak amacıyla gereklidir.
İngiltere hükümetinin bazı silah satışlarının askıya alınmasıyla ilgili düştüğü hukuki notunda, İsrail’in insani yardımın ulaştırılmasını sağlama yükümlülüğüne ve esirlere yönelik muameleye karşı ihlallerin muhtemel olduğunu belirtmekte. Öte yandan Dışişleri Bakanlığı avukatlarının hazırladığı notta, İngiltere’nin İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin ve düşmanlıklarını yürütmesinin yasallığını kabul ettiği görülüyor.
Bu gerekçe uluslararası hukukta pek dayanak bulmuyor çünkü İsrail’in işgal ettiği topraklarda kendini savunma hakkına sahip olmadığı ve mevcut saldırgan davranışının izin verilen kendini savunma parametrelerinin çok dışında olduğu açıkça ortaya konulmuş durumda. Bazıları, İsrail’in Hamas’ı yok etme hedefine yönelik açıklamasının, soykırım niyetinin bir göstergesi olduğu yönünde görüş de bildirmiştir.
İngiltere hükümetinin yorumu, 2000’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nin başlattığı ve NATO müttefikleri tarafından geniş ölçüde kabul edilen son derece sorgulanabilir bir terörle mücadele çerçevesinin içine oturmakta. Bu çerçeve, teamül hukukunun parçası olarak görülmemekte ve güçlü devletlerin Küresel Güney’deki savaşın yayılmasını sürdürmeleri için olağanüstü bir alan yaratma çabası olarak açık bir girişimi teşkil etmektedir.
İngiltere hükümeti, İsrail’in sivil hedeflere orantısız saldırılar düzenlemesi veya hastane ve okullar gibi sivil altyapıyı yok etmesi gibi düşmanlık yürütme konusundaki ihlallerini kabul etmeyi reddediyor. Birleşik Krallık, mevcut delillerin bu tür iddialarda bulunmak için yeterli olmadığını söyleyerek pozisyonunu haklı çıkarmaya çalışıyor.
Bu açıklamaların zayıf hukuki ve olgusal temelleri var. Birleşik Krallık Dışişleri, Commonwealth ve Kalkınma Ofisi, İsrail tarafından sunulan kanıtları, Filistinlilerin sunduğu kanıtlardan daha güvenilir olarak değerlendirmektedir; bu durum, İsrail’in geçmişteki sorunlu ve yalanlarla dolu tarihini göz ardı etmektedir. Diğer taraftan tekrar tekrar ileri sürülen insan kalkanları argümanı, yerleşimci sömürgelerin ekmeğine yağ sürerek kitlesel sivil kayıplarını haklı çıkarmak için tarihsel bağlamda kötü niyetle kullanılmıştır.
İngiltere hükümeti, F-35 savaş uçağının Gazze’deki sivillere karşı kullanıldığı gerçeğine rağmen, NATO programı çerçevesinde İsrail’e F-35 parçaları sağlamaya devam edeceğini duyurdu. Dışişleri Bakanı David Lammy, Parlamento’daki açıklamasında, Birleşik Krallık’ın bu programdaki katılımının “daha geniş barış ve güvenlik için kritik” olduğunu söyleyerek bu muafiyeti masum gösterdi.
Bu ifadelerin ironikliği, İsrail’in Gazze’deki ve genel olarak Orta Doğu’daki davranışlarının uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmesinden başka bir şey değil. “Barış ve güvenlik” kavramı, aynı zamanda BM Şartı’nın da temel taşlarından biridir ve BM üye devletlerinin bunları koruma yükümlülüğü bulunmaktadır.
Elbette Lammy, BM Şartı’na değil, NATO’nun güvenlik postunun arkasına saklanarak ifade ettiği söyleme kılıf uyduruyor. Askeri ittifakın mantığına göre, “barış ve güvenlik”, ABD tarafından yönlendirilen mevcut dünya düzenine hizmet eden her şeydir.
NATO’yu kuran anlaşma olarak Kuzey Atlantik Antlaşması, üye devletlerin güvenlik yükümlülüklerinin uluslararası hukukun önüne geçmeyeceğini belirtmektedir. Ancak pratikte, mevcut durumun da gösterdiği gibi, üye devletler NATO yükümlülüklerini uluslararası hukuktan daha öncelikli tutmaktadır. Bu durumu, ilgili hukuk ve olgulara dayalı zayıf yorumlarla maskelemektedirler.
NATO devletleri, uluslararası hukukun ihlaline dair UAD’nin Temmuz ayındaki kararına karşı gelmektedir. Bu karar, güvenlik kaygılarının uluslararası hukukun önüne geçemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Konuyla ilgili olarak UAD Yargıcı Dire Tladi, şu ifadeleri kullanmıştır:
“Birinci nokta olarak, güvenlik kaygıları ele alındığında, tüm devletlerin – sadece İsrail’in değil – güvenlik çıkarlarının bulunduğu hatırlanmalıdır. Bu, Filistin’i de kapsamaktadır. Genellikle, ‘güvenlik kaygıları’ iddiası ortaya atıldığında, sanki sadece İsrail’in güvenlik kaygıları varmış gibi ya da İsrail’in güvenlik kaygılarının Filistin’in güvenlik kaygılarının üstünde olduğu düşünülmektedir. İkinci nokta, güvenlik çıkarlarının, ne kadar ciddi veya meşru olursa olsun, uluslararası hukuk kurallarını geçemeyeceğidir; bu nokta Mahkeme tarafından da vurgulanmıştır.”
İngiltere’ye benzer şekilde Hollanda da İsrail’e ihracatın askıya alınmasını emreden bir mahkeme kararına rağmen F-35 savaş uçağı programından çekilmeyi reddetti. Hollanda hükümeti, İsrail ordusu için olan parçaları ABD’ye satmakla suçlandı ve ABD de bunları İsrail’e yeniden ihraç etti. Temmuz ayında bir Hollanda mahkemesi hükümetin bunu yapmasını engellemeyi reddetti ve programın devam etmesine izin verdi. Tekrar ediyorum, bu karar uluslararası hukukla tutarlı değil.
Fransa ve Almanya gibi diğer NATO üyeleri de uluslararası hukuki yükümlülüklerini göz ardı etmiş ve İsrail’e silah ihracatına devam etmiştir. Kanada yeni silah lisanslarını askıya almış ancak mevcut lisansları korumuş durumda, bu da silah akışının durmayacağı anlamına gelmektedir. İsrail’in en büyük silah ihracatçısı olan ABD, insan hakları örgütleri tarafından silahlarının sivil hedeflere yönelik saldırılarda kullanıldığına dair sürekli kanıtlar sunulmasına rağmen, milyarlarca dolarlık silah ve mühimmat göndermeyi durdurmamıştır.
ABD’nin NATO aracılığıyla ortaya koyduğu güç, normalleşmiş yasadışılığın ittifakı. Silah ihraç eden devletler, jeopolitik ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda silah akışını sürdürerek, Filistin halkının soykırımında doğrudan suç ortağı olmaktadır. Ancak uluslararası hukuk açıktır: Savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve muhtemel soykırım gerçekleştiren bir devlete silah tedarik etmenin kendisi bir suçtur.
Yazan: Kent Üniversitesi Uluslararası Hukuk Öğretim Üyesi Şahd Hammuri
Çeviren: Şehade İbrahim
Yorum ekle