Yazarlar

Karantinadan başka bir dünyaya

Artık dışarıdan yemek söylenmiyor evde yemek denemeleri yapılıyor. AVM’lere tıkılan insanlar evde yaşamaya alışmaya çalışıyor. Mecburen işine gücüne gitmek için dışarı çıkan insanlar samimiyet ve nezaket göstergesi olarak selamlaşırken tokalaşmıyor, birbirini öpmüyor,  dokunmuyor. Ellerinde telefonların ekranlarına gömülmüş insanlar konuşmak zorunda kaldıklarında temkinli bir mesafe gözetiyor.

Geçici olduğu umulan bu temassız dönem temassız bir dünyaya doğru evriliyor. İnsanlık yeniden eski geçmiş günlerine dönebilecek mi, yeniden dokunabilecek mi?

İnsanların alışkanlıkları değişmiyor 1918’deki İspanyol gribi salgınında naneli krem VICKS’e akın edenlerin torunları 2020’de tuvalet kağıtlarına hücum ediyor. Kartopu etkisiyle krize hazırlık ve bir güvenlik sembolü olarak herkes tuvalet kağıdı stokluyor.

Komplo teorileri havada uçuşurken bazı başkentlerin biyolojik savaş vurguları kuramadıkları sağlık sistemini, alamadıkları önlemleri gölgelemiyor. Avrupa’da siyasetçileri ter basıyor.

Dünyaya hükmettiğini sanan yöneticiler iktidarlarının ne kadar kaygan olduğunu bilimin, maddiyatın yetersiz kalıp, salgınların, felaketlerin hatta doğanın dünya üzerinde hakimiyet kurabildiğini, güçlerinin aslında ne kadar sınırlı olduğunu acı bir tecrübe ile yaşıyorlar.

Ay’da yaşam, Mars’ta yaşam hayalleri satan ülkeler buralara gitmeyi planlayan zenginlerini bile tabutların içinde, duasız, törensiz gömüyor.

Savaşlarla, katliamlarla, adeta bir bitki örtüsü gibi toprağı kaplamasına izin verilen binalarla, kimyasallarla zehirlenen topraklarla, göçlerle, kıtlıkla boğdurulan coğrafyalarla tabiat son mesajını veriyor: Siz insanlık benden güçlü değilsiniz.

Geçmişten bir misal: 2.Dünya Savaşı’nda Alman işgaline uğramasına rağmen Fransa’nın tahılları, tarlaları Fransızları, işgalcilerin sömürmesine rağmen doyurmuştu, aç bırakmamıştı. Bugün Fransızlar gerçek anlamda ‘Sefiller’i oynuyor.

Vefat ilanı: Küreselleşme

Küreselleşme adı altında dünyanın, insan kişiliklerinin vahşice sömürülmesine kılıf uydurulmadı mı?

Dünya bir daha eskisi gibi olamayacak. Koronavirüsü politikleştirmek siyasilere bir şey kazandırmayacak, kaybettirecek.

Bugüne kadar tarihteki bütün salgınların siyasi, askeri, ekonomik, kültürel, toplumsal değişimlere neden olduğu, göz önünde bulundurulmalı. Tarihi dikkatli okuduğumuzda yaşadığımız dünyayı salgınların şekillendirdiğini söylemek mümkün.

Önümüzdeki dönem şu soruyu tartışacağız: Koronavirüsü salgını küreselleşmenin bir zaferi midir yoksa mağlubiyeti mi?

Küreselleşme menfaat merkezli bir bağımlılık sistemiydi ve onun kurduğu dayanışmadan, insanlıktan mahrum sistem son koronavirüsü kriziyle resmi olarak iflas etti.

Sınırların, bayrakların olmadığı yönetimler, ticaret, kimliklerin olmadığı bir dünya hayali kuranlar bugün iletişimlerini kesip, içine kapanıp, en yakın müttefikimiz dedikleri ülkelerin vatandaşlarının topraklarına girişleri yasaklıyor.

Koronavirüsü ile mücadelede uluslararası dayanışma ve BM, Dünya Sağlık Örgütü vb insanlığın ortak kuruluşlarının yoksunluğunda, enkaz altında kalmasıyla bencil milletlerin kendi içlerine kapandığına tanık oluyoruz. Hatta bir dönemin görkemli Avrupa Birliği’nin kibrin, ırkçılığın, zenginliğin denizinde boğulmakta olduğuna şahit oluyoruz.

Salgın hastalıklar, tarih boyunca, dini, siyasi ve toplumsal değişimlere yol açtı demiştim.

Geçen hafta Papa Francis Vatikan’dan ayrılarak, yaya olarak Santa Maria Maggiore Bazilikasına yürüdüğü fotoğraflar yayınlandı.

1322 yılında Avrupa’yı etkisi altına alan Kara Veba’ya karşı Roma sokaklarında dolaştırılan haçın önünde dua ederek medet uman

Papa’nın bile sokaklarında yalnız kaldığı bir Vatikan, eskisi gibi Katolik dünyasına hükmedebilecek mi?

Haiti’yi işgal etmek isteyen Napolyon’u durduran on binlerce askerinin Sarı Humma’ya yakalanması değilmiydi. Bu gelişmeler sonrası Napolyon ABD’nin kuruluşuna büyük katkı vereceğini tahmin eder miydi? Napolyon Haiti felaketinden sonra, şimdiki Amerika Birleşik Devletleri’nin üçte birine tekabül eden, Louisiana Bölgesi’ni, ABD Başkanı Thomas Jefferson’a sattı.

14. yüzyılın ortalarındaki ‘Veba Salgını’nda Avrupa, nüfusunun yarısı hayatını kaybetti. Örneğin İngiltere salgından önceki nüfus oranını, ancak iki yüz yıl geçtikten sonra yakalayabildi.

Nüfus oranındaki düşüş işçilere olan talebi artırmıştı. Talebin artması ile işçi hakları gündeme geldi. Tarım sanayi gelişti. Kadınlar iş dünyasında kendini göstermeye başladı. Ve bu salgından tam dört asır sonra sanayi devriminin yaşanmasına dolaylı katkı sağladı.

O dönemlerin şifa merkezi kiliselerde çok sayıda rahibin salgınlarda ölmesi yaşam ve ölüm, adalet ve hayatın anlamına dair varoluşsal soruları gündeme getirdi. Katolik Kilisesi’nin veba salgınından yıpranmış olarak çıkması, Protestan ekolünün önünü açtı. Hristiyanlık eskisi gibi belini doğrultamadı.

19.yy ikinci yarısındaki tüberküloz hastalığının etkisi ise kadınlarda görüldü. Hastalığın etkileri olan yüzdeki solgunluk ve bedendeki zayıflık o dönem bir güzellik kriterine dönüştü. Sonraki yüzyıllarda, ölüm tasvirlerinde köklü değişikliklere neden olup sanat dünyasının çeşitli dallarını da etkiledi.

Helak mı olacağız?

Koronavirüs zamanlarında görüldü ki bu virüs hiç kimseye istisnai ayrıcalıklar tanımadığı gibi, hiçbir yeri, diyarı, mekanı da dokunulmaz olarak algılamıyor.

Sonuçları ne olursa olsun dünyanın daha güvenlikçi, başta sağlık olmak üzere vatandaşlarının daha kontrol edilebilir bir yönetim sistemine evrildiği aşikar.

Koronavirüs tehdidi fırsat bilinerek çeşitli kesimler tarafından tüm dünyada dini metinler ‘helak olacağız’ söylemleriyle birer korku ve felaket kaynağı olarak istismar edilmeye de çalışılıyor.

Koronavirüsün ilahi bir ceza olarak sunulması, koronavirüs hakkında yapılan verimsiz yaklaşımlar, insanları daha dindar hale getirmediği gibi çeşitli dinlere mensup misyonerler ya da dinler dışı yapılar için de içinde çalışma, insan kazanma ortamı yaratıyor.

Uzun zamandır çeşitli vesilelerle sahada örgütlenen bu misyoner yapılar işte bu tartışmaları evlerine kapanmış insanların önüne sanal ortamda gözlerine sokarak içinde uzay, evren, ışık, enerji vb kelimeleri ile pudralanmış tarikatlerine katılmaya çağırıyor.

Bütün dini metinleri insanların moral ve motivasyonlarını düşüren birer korku kaynakları olarak yorumlayan bu gruplar sınırsız, bayraksız, milliyetsiz, tek bir karma din çatısı altında huzur, mutluluk vaadediyor.

Cemaatsiz yapılan dualar, ayinler, namazlar…

Kutsal merkezleri kapatılmış büyük dinler, mensuplarını bu deformasyondan, dezenformasyondan nasıl koruyabilecek?

İnsanların kolektif dini vecibelerini yerine getirmek için bir araya gelmelerinin kısıtlanması nereye kadar sürdürülebilir?

Özellikle Müslümanlar için ‘hac ibadeti’ ya da Katolik Hristiyanlar Papa Francis’in normal şartlarda diğer Papalar gibi tarih boyunca Vatikan meydanında toplanan dindaşlarına doğrudan yaptığı ayinleri, bilgisayar ve TV ekranları aracılığıyla kim nereye kadar takip etmeye dayanacak?

Yoksa karşımıza e-imam, e-vaiz, e-cami ya da e -kilise, e-rahip, e- günah çıkarma gibi kavramlar mı girecek?

E-hayat

Bilimin, teknolojinin ilerlemesi için konferanslar, paneller ve yuvarlak masa toplantılarında hayati öneme sahiptir. Bilim insanları yüz yüze gelmeden, tartışamadan insanlığın gelişmesine nasıl katkıda bulunacak?

Ya da Mars’a doğru yola çıkmış bir uzay aracında astronotun birinde yoldayken koronavirüs benzeri bir hastalık çıkarsa o gezegenin hastalık kapmaması için o uzay aracı imha mı edilecek uzayda?

Olumsuz bir sosyal-ekonomik sürece dünya insanları olarak sürüklendiğimiz görülüyor. Birçok şirketin bu süreçte toplu işten çıkarmalarına şahit olunacağını öngörülüyor. Peki, bu insanlar evde parasız, faturalarıyla baş başa üretmeden nasıl yaşayacak? Sokakta virüse rağmen protesto gösterileri yapılabilecek mi eskisi gibi?

Alışageldiğimiz BM toplantıları, liderlerin el sıkışma fotoğrafları diplomasi tarihinde sararmış bir yaprak olarak kalıp artık sanal ortamda zirve, sanal ortamda e-diplomasi mi göreceğiz? E-büyükelçi atamalarını mı okuyacağız?

Salgının elbette sosyal yaşam için de yıkıcı sonuçları olacak.

İnsanlar arası iletişimin sınırlandırılması, çocukların ve yeni neslin sosyal gelişimini de etkileyecek. Okulların ve eğitim kurumlarının kapatıldığı elektronik ortama davet edildiği bu farklı dünyaya çocuklar nasıl uyum sağlayacak?

Hayatında ağaca dokunmamış, eliyle hayvan sevmemiş, toprakta düşüp dizini kanatmamış, yaramazlık yapmasın diye ellerine IPAD/telefonlar tutuşturulmuş nesiller için elektronik ortamda sürdürülen eğitim, yüz yüze eğitimin yerini alabilir mi? Hatta Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu bölgelerinde, böyle bir imkanın olamayacağı düşünülürse, çocuklar artık nasıl eğitim alacak?

Temasın yasak olduğu bir dünyaya doğru

Doğrudan temasın yasaklandığı dünyada, elektronik iletişimin kapsamı genişletilerek, yüz yüze görüşmelerin yerini alması olası.

Belki de bu salgın sadece bir seri katil olmayıp, bilimsel, teknolojik ilerleme için de fırsat yaratabilir.

Bu dönem dünyada hükümetler-vatandaşlar arasında bir sınav niteliğinde. Koronavirüse rağmen kendi varlıklı elit kesimlerinin, şirketlerinin çıkarlarını sektörü ne olursa olsun vatandaşlarının aleyhinde kayırmaya çalışan siyasetçilerin kısa ve orta vadede siyaset sahnesinden silindiğini göreceğiz.

Örneğin yıllarca İngiltere’de emekliliği için sigorta primi ödemiş Elizabeth teyze, koronavirüs için gittiği hastanede(yaşarsa) poliçesinin salgın hastalıkları kapsamadığını ve faturayı ödemesi istendiğinde bir daha Boris Johnson’a oy verir mi? Hiç sanmam.

Şu anda birçok kesimin umudu yaz mevsimine bağlanmış durumda. Çünkü yüksek sıcaklığın virüsü yok edeceğini iddia ediyorlar.

Peki ya Eylül’de havalar serinlediğinde kıyafet değiştirerek koronavirüs tekrar gelir mi?