Yazarlar

Bilginlerin Son’u

Son. The End. İnsanlık tarihi bu akıbetten kaçma çabasıyla kaimdir. Bizatihi bu çaba, her şeyin nihayet bulacağı bir Final fikrini pekiştirmiştir.

Kıyamet, olanca dinî tınısına rağmen insanî bir tasavvurdur. Beşerin bütün kodlarına işlediğinden bilim insanlarının da ondan azade olması kolay değildir. Kıyamet mefhumunu reddederken bile aslında hâlâ o mesele etrafında dönüyor ve aynı beşerî kodlar gereğince hareket ediyordur.

Belirsizliktense huzursuzluk

Mahiyet ve şekil itibarıyla ihtilaf etseler de bilim çevrelerinde kozmik kıyamet telakkisi hakimdir. Mamafih buna muhalefet eden bir kesim de kıyamete dek varlığını muhafaza edeceğe benzemektedir. Bunlar kıyametin imkân dahilinde olduğunu dahi reddederler.

Bunun için başvurdukları akıl yürütme, bu evrenin biricik olmadığı varsayımı üstünden ilerlemektedir. Öyle ya, başka evrenler varsa, bu evren yok oluşa sürüklense bile bu, dinlerin iddia ettiği türden bir kıyamet sayılmaz. Hele hele bu evrenler sonsuzsa kıyamet iyice muhalleşir.

Salınan evrenler, şişen evrenler, çoklu evrenler şeklinde üç ana modeli olan bu yaklaşım, kuantum mekaniğini de kadrosuna katmakla alternatif bir din inşasını andırmaktadır. Öte dünyanın sonsuzluğu buranın sonsuzluğuna dönüşmüştür. Tanrı’nın kudreti, sayısız evrenin kendiliğinden düzenine bürünmüştür ve dinlerin tanrısından hiç de daha az tanrısal değildir. En mizahî yanı ise, bu teorilere inanmanın aslında herhangi bir kutsal amentüye inanmaktan daha bilimsel veya daha az dinsel olmayışıdır.

Bilim, rüştünü ispatladığı, dini bir çocukluk hastalığı derekesine düşürdüğünden beri, evrenin sonu hakkında da ahkâm kesmeye ehil tek merci olarak kendisini görmüştür. Bilginler, şamanların ve rahiplerin yerini alarak insanlığa kendilerini bekleyen akıbete dair haberler vermekte, onların geleceğe dair merak ve endişelerini yatıştırmaktadır. Velev ki kaçınılmaz acı sondan dem vursun, belirsizlik ve bilgisizliktense insanoğlu huzursuzluğu tercih etmiştir.

Büyük resim meseleleri

Yirminci asırda bilginler, bazen münferiden, bazen de fizikçiler, matematikçiler, kimyacılar, biyologlar, filozoflardan müteşekkil heyetler hâlinde kafa kafaya vererek sonun nasıl vuku bulacağını mütalaa ettiler. Büyük resim meseleleri olarak tanımlanan bu bahisler, insanı bekleyen varoluşsal tehlike ve riskleri ele almaktaydı.

Bilhassa bu tür teşekküller, dinin kıyametinden oldukça farklı bir surette, kaçınılabilir bir son vurgusunu öne çıkarmaktaydı. Mealen, “Ey insan, şunları şunları yaparsan şu akıbete uğrarsın; şunlardan sakınırsan da başına kıyamet kopmaz!” demekteydiler.

Kıyameti insanın yapıp etmelerinin bir neticesi olarak düzenin bozulması şeklinde görme eğilimine pek çok öngörüde rastlamak mümkündür. Gelecek 100 yıl içinde nükleer savaşla veya salgın sebebiyle insan türünün silinmesi ihtimali %5’tir. Şayet insan bir şeyler yapmazsa gelecek 200 yıl içinde iklim değişikliği %5 ihtimalle bu işi bitirecektir. Dolayısıyla insan, bilimin rehberliğinde kendisinden murad olunan amelleri ifa ederse, feci akıbetten kurtulup felaha erebilecektir.

Kötü haber-iyi haber

İnsan düşman bir muhittedir. “Bütün kozmos bizi silip süpürmeye uğraşmaktadır. Bu manada evrende bolca tehlike mevcut; velakin pratik bir bakış açısı edinmeliyiz. Zamanın ve uzayın genişliğini değerlendirmeli ve etrafımızdaki hadiseleri kullanma becerisini devreye sokmalıyız.” Bilim, insana seçenekler sunmakta ve onu kaderin elinden, bizzat kader fikrinden azat etmektedir.

Bu iyimserliği paylaşmayanlarsa acı bir tebessümle itiraz ediyorlar. Onlara göre: Belki zombi istilasıyla yok olmayacağız ama en geç 6 milyar yıl sonra sönecek olan güneş burayı bize zaten mezar yapacak… Bazıları uzlaştırıcı bir tutum içinde şöyle der: “Önce kötü haber: Dünya son bulacak, yapabileceğimiz bir şey yok. İyi haberse şu: Bunun gerçekleşmesinden önce buranın tadını çıkarmamız için 1 milyar yıl var.”

Alman tanklarının adedi

Bazı bilginlerse, popülist dilden iyice uzaklaşarak, rakam ve formüllerin diliyle başka bir ufuk sunar. Kıyamet Günü Argümanı bunlardan biridir. 1983’te Brandon Carter tarafından ortaya konduğunda, eşzamanlı olarak birbirinden bağımsız matematikçilerce de formüle edilmişti ama Carter Felaketi olarak nam saldı. O günden bugüne çok sayıda reddiyeye ve reddiyelere yapılan reddiyelere konu olmasıyla hep gündemde kaldı.

Argüman, tamamıyla bir ihtimal hesabıdır ve insanlığın gelecek bin yıldan daha az bir sürede yok olacağı çıkarımında bulunmaktadır. Şu ana kadar doğmuş insanların kabaca sayısına ulaşıldığında gelecekte de kaç insanın dünyaya gelebileceği tahminine dayanır. Temel varsayım şudur: Bugün yaşamakta olan insanlar, zaman çizelgesinin rastgele bir yerindedir; ilk ve son yüzde 5’lik dilimde olma ihtimalindense ortada olma ihtimalleri daha yüksektir. Şu hâlde, bugüne dek 70 milyar insan yaşamıştır, bundan sonra 1.4 trilyon insandan fazlası yaşayamaz.

Formülün ilk kullanımına İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman tanklarının adedini tahmin için başvurulmuştu. İmha edilerek veya ele geçirilerek ulaşılabilen Alman tanklarının seri numaralarından hareketle toplam sayıya varmak için şöyle bir yol izlenmişti: Tespit edilen 4 tankın seri numarası 20’nin altındaysa muhtemelen 20’den fazla tank yoktur fakat mesela 4 rakamlı ise o zaman binlerce olma ihtimali vardır… Bu kadar basit bir istidlalin istihbaratçıların ne emeklerle elde ettikleri bilgilerden daha isabetli olması yöntemin itibarını artırmıştı.

Tanrı bir zar atıyor

Delilin mantığını daha iyi anlama adına şu tür izahlar yapılmıştır: Bir hapishane düşünün, kapılarda 1’den 100’e kadar numaralar yazılı; Tanrı bir zar atıyor ve tura gelirse tutsaklar her hücrede, yazı gelirse ilk 10 hücrenin her birinde bir mahkûm yatıyor. Kendi hücrenizin kapı numarasına bakmanıza izin veriliyor ve 7 yazıldığını görüyorsunuz; ne düşünürsünüz? Sizce hapishanede 10 kişi mi vardır, 100 kişi mi? Matematikçiler hapishanede 10 kişi olma ihtimalinin %91 olduğunu söylemekteler.

Bir diğer misal: 1’den 10’a kadar numaralı 10 biletli bir çekiliş var; bir de 1’den 1000’e kadar numaralı 1000 biletin olduğu büyük bir çekiliş. Bu piyangoların birinden yazı-turayla bir bilet seçilsin ve çıkan numara 7 olsun. Hangi çekilişe ait olduğunu bilmeyin. Her iki çekilişten de olma ihtimaline rağmen küçük olanından gelmiş olma ihtimali daha yüksek değil midir? Bu teoreme göre, %99’a kadar varabilen bir ihtimal yürürlüktedir.

Pek çok ön kabul ve sabiteyi esas aldığından 100’den fazla tenkide maruz kalmış olsa da bu itirazlar paradoksal biçimde teoriyi perçinlemiştir. Bazı muarızların teorinin daha ne kadar kullanılabileceği üzerine gene teoriden hareketle tahminlerde dahi bulunmuş olması hoş bir ayrıntıdır.

Mamafih pek çok istatistikçi kıyamet argümanının “arkasında durmaya” devam etmektedir. Geçmiş ne kadar uzunduysa gelecek de o kadar uzun olabilir şeklinde ilk bakışta iyimser bir vizyon sunuyor gibi gözükse de aslında kötü haber belirgindir: İnsanlık sonsuz değildir. Bizler bir sıra numarasıyla dünyadayız ve en iyi ihtimalle insan türünün uzun süreli kalacağı piyangonun bir parçasıyız ve her halükârda muhakkak bir kıyamete doğru ilerlemekteyiz.

Büyük Donma ile Büyük Çöküş arasında

Bu kaçınılmaz sonla alâkalı daha kapsamlı ve daha az tartışmalı tezler de vardır. Bunlardan en önemlisi, Büyük Patlama ve Genel İzafiyet teorileriyle doğrudan irtibatlı bir hakikat olan evrenin genişlemesidir. Galaksilerin birbirinden uzaklaşarak artlarında kırmızı tayf bırakmaları gerçeği, kâinatın serencamına dair çok şey anlatmaktaydı. Zamanda geriye gittikçe darlaşan ve başlangıçta tek noktada toplanan bir evren vardı karşımızda.

Bu genişlemenin yerçekimi kuvvetleriyle durdurulması hâlinde kendi içine çökeceği kesindir. Genişlemenin çekim kuvvetinin durduramayacağı bir hızda olması hâlinde ise astrofizikçilere göre ısı ölümüyle donma noktasına gelecek ve ölecektir. Şu an kritik eşikteyiz, Büyük Donma ile –Büyük Patlama’nın zıddı ve tamamlayıcısı olan- Büyük Çöküş arasında bir yerde, muallâkta.

Son basamak       

Evrenin başlangıcı ve sonuyla alâkalı en görkemli teori Termodinamiğin İkinci Yasası veya Entropi’dir. Einstein’ın “Bütün bilimlerin birinci kanunu” dediği Entropi, evrendeki düzensizlik eğilimidir ve durmaksızın artmaktadır. İzole bir sistemdeki düzensizlik eğilimi, Termodinamiğin İkinci Yasası’na göre asla azalmayacaktır. Bu ise tüm düzenin altüst olduğu bir kaos ve yıkıma kadar düzensizliğin sürmesi demektir.

Termodinamik, bize ısı ve enerjinin tersinmez biçimde tek yönlü ve tükenişe doğru aktığını anlatır. Elinizde 60 derecede yarım bardak su ile 40 derecede bir başka yarım bardak su olsun; bunları karıştırdığınızda -termodinamik dengede- 50 derecelik bir su elde edersiniz ve bundan geri dönüş olmaz yani bir daha 60 derecelik suya kavuşamazsınız.

Kâinatta da bu böyleydi. Milyar dereceler boyutundaki ısı günümüzde -273 derecenin 3 derece üstündedir; 3 derece daha soğuması hâlinde evren ısı ölümü yaşayacaktır. Bu basamak, “enerji erginin inebileceği son basamak”tır; her türlü enerji akışının ve hareketin durduğu mutlak bir ölümdür bu. Üstelik kâinatın genişleme hızı gittikçe arttığından bu süre hiç de uzun olmayabilir.

Misyonunu tamamlamış bir evren

Bunlar matematik ve fizik yasalarından hareketle varılmış bilimsel kehanetler. Oraya varmadan yolda bir kara deliğin çekim alanına girip yutulmak da olabilir kara bahtımızda. Yıldızlarda kopacak süper fırtınalar bizi mahvoluşa savurabilir. Bunlara gerek kalmadan istatistiksel olarak artmakta olan bir göktaşıyla veya gezegenle çarpışma ihtimalimiz devreye girebilir. Güneş ve tüm diğer yıldızlar birer birer sönmeden, evren kapkaranlık bir ev hâline gelmeden çok zaman önce bütün bunlar vukua gelebilir.

Son mukadderse, bunun nasıl olduğunun fazlaca önemi var mı? Büyük Patlama ile Büyük Çatırtı arasında misyonunu tamamlamış bir evrene sitem hakkımız var mı?

Heyecanlı, gerilimli, güzel bir filmdi ve bitiş jeneriği başlamak üzere. Özenle yazılmış o kısacık ibare de belirir birazdan.

Son.