Özellikle Almanya, önemli jeopolitik ve ekonomik değişimleri kabullenmekte geç kaldı.
Beş yıl önce Şi Cinping ikili bir ziyaret için Paris’e geldiğinde Emmanuel Macron, o zamanki Almanya Başbakanı Angela Merkel’i ve o zamanki Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’i görüşmelere katılmaya davet etmişti. Dönemin Batılı liderleri Avrupa takımı olarak Çin’in güçlü adamıyla tanışmışlardı. Macron, Şi’yi tekrar ağırladı ancak bu kez masadaki tek Alman, Juncker’in halefi Ursula Von Der Leyen’di. Şansölye Olaf Scholz, masadan uzak durmayı tercih etti.
Esasında bu talihsiz bir durum. Scholz’un Şi’nin ağırlandığı o masada bulunmaması, Von Der Leyen ve Macron tarafından Şi’ye güçlü bir kararlılıkla iletilen, Çin’in Avrupa pazarlarını besleyeceği “kapasite fazlası ürün” mesajını zayıf düşürdü. Bu aynı zamanda bazı batılı liderlerin Kovid-19 salgınının ve Ukrayna’nın geniş çaplı işgalinin getirdiği derin değişiklikleri kavramasının ne kadar zor olduğunu da gösterdi.
Fransa ve Almanya, 2022 yılına kadar Rusya’ya karşı aynı kayıtsız politikayı izlemişti. Ancak liderlerinin bu hatalardan çıkardığı dersler artık farklı.
Berlin’in, Moskova’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısına verdiği gecikmeyen tepki, şansölyenin “yeni bir döneme” işaret eden ve Rusya’ya karşı katı yaptırımları açıkladığı konuşmasında da yansıtıldığı gibi, haklı olarak övüldü. Almanya, Rusya ile ilişkilerine o kadar çok yatırım yapmıştı ki, acı verici de olsa ancak net bir kopuş gerçekleşti. Almanya bir yıl içinde Rus gazına olan kronik bağımlılığından kurtuldu. Burada bir soru ortaya çıktı: AB’nin en büyük ekonomisi Almanya, Çin ile ilişkilerinde aynı mantığı mı izleyecek?
Scholz’un şu ana kadarki adımları aksini gösteriyor. AB Çin’e karşı tutumunu sertleştirirken Şansölye, Macron’un 2022’de Pekin’e ortak ziyaret önerisini reddederek tek başına hareket etmeye karar verdi. Geçtiğimiz ay, Avrupa Konseyi’nde meslektaşlarına ikinci ziyaretiyle ilgili brifing vermemişti. Dönüşünün ertesi günü Brüksel’de buluştuklarında Çin gezisine çıktı. Scholz, Şi ile üç saatten fazla görüştü ancak uzlaşmacı bir tonla kamuoyuna çok az açıklama yaptı.
Büyük Alman şirketlerinin 12 temsilcisinin de yer aldığı Şansölye heyetinde dışişleri ve ekonomi bakanlarının kayda değer yokluğu başlı başına bir mesajdı: Her ikisi de Yeşiller üyesi olan iki bakan hem Ukrayna hem Çin konusunda çok daha kurnaz olmasına rağmen. Bu da Almanya’da Çin politikasına ilişkin tartışmanın siyasi niteliğine işaret ediyor. Rusya’da olduğu gibi, Scholz’un Sosyal Demokratları ya da en azından partinin önde gelen bir kolu, Willy Brandt’ın Ostpolitik mirası olan, 20. Yüzyılın ekonomik ilişkiler yoluyla angaje olma vizyonuna takılıp kalmış görünüyor. Berlin merkezli Çin düşünce kuruluşu Merics’ten uzman Abigael Vasselier, “Almanya’nın Çin’e yapısal ekonomik bağımlılığı bu ilişkinin merkezinde yer alıyor” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Scholz bu ziyareti sanki Kovid salgını ve Ukrayna’daki savaş hiç yaşanmamış, sanki stratejik bağımlılık sorun değilmiş gibi yönetti”.
Bu vizyon, küresel ekonomide meydana gelen bir başka yapısal değişikliği göz ardı ediyor. Alman sigorta şirketi Allianz, Scholz’un Çin gezisinden birkaç gün önce yayınlanan bir raporda, Almanya ve Çin’in “tamamlayıcılıktan ikameye” doğru ilerlediği, bazı Çinli şirketlerin değer zincirinde yukarıya doğru ilerlediği ve Alman işletmelerini geride bıraktığı konusunda uyardı.
Macron, geçen ayki konuşmasında AB’nin “ölümcül” tehlikede olduğunu ilan ettiği o dramatik konuşmasını sergilediğinde, aklında bu tür değişiklikler vardı. Scholz ve Merkel gibi, Fransız lider de Vladimir Putin’le ilişki kurmanın doğru reçete olduğuna uzun süre inandı, ta ki olaylar onu gerçekle yüzleşmeye zorlayana kadar. Bugün, Macron her alanda daha radikal bir değişiklik gerektiğini söylüyor.
Çin’e karşı daha sert bir duruş, şirketlerinin Almanya’ya göre daha hafif olduğu Fransa için daha kolay. Ancak Macron’un hem Çin’e hem de Rusya’ya yönelik tutumu, Avrupa Komisyonu’nun mevcut görüşleriyle büyük ölçüde aynı doğrultuda, aynı felsefeden kaynaklanıyor: Dünya çoğunlukla daha kötüye doğru değişti ve Avrupa’nın bu olumsuz eğilimlere karşı koymak için çok daha güçlü olması gerekiyor.
Bu trendlerin arasında, artık uluslararası ticaretin “kurallarına saygı göstermeyen” iki büyük güç, Çin ve ABD de yer alıyor. Macron, Rusya ile “stratejik belirsizlik”i savunuyor, Ukrayna’ya asker gönderme olasılığını gündeme getiriyor ve Eurobondlarla finanse edilebilecek daha güçlü bir Avrupa savunması için çaba gösteriyor. Oysa Avrupa kendisini korumalı ve stratejik düşünmeli.
Bunların çoğu Scholz ve diğer bazı Avrupalı liderler için tam bir lanet niteliğinde. Macron’un fikirleri tartışmaya açık. Fransa ise nükleer bir güç olmasına rağmen Almanya’nın ekonomik gücüne sahip değil. Ancak modası geçmiş bir paradigmaya bağlı kalmak, eski uluslararası düzenin boyunduruğundan kurtulmuş olan Putin’i, Şi’yi veya Trump’ı etkilemeyecektir.
Çeviren: Şehade İbrahim
Yorum ekle