Yazı: https://www.aljazeera.com/opinions/2024/1/7/why-is-germany-so-viciously-anti-palestinian
Almanya’nın İsrail’e desteği, ırkçı anti-göç politikalarını artırmak ve Almanya’da bir kılıf olarak kullanılıyor.
İsrail’in son saldırılarından bu yana Almanya, müttefiki olan İsrail’in yanında mutlak bir duruş sergiliyor. İsrail güçlerinin soykırım işlediği uyarıları artmasına rağmen Alman hükümeti bu duruşunda son derece sert ve kararlı. 12 Ekim’de Şansölye Olaf Scholz, “Almanya için tek bir yer var” diyerek bu yerin “İsrail’in yanı başı” olduğunu ilan etmişti ve Almanya bu tutumundan vazgeçmiş değil.
Alman hükümeti, İsrail’e sadece siyasi ve diplomatik destek sağlamakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’in Filistinli sivilleri katletmesini hızlandırmak için silah ihracatını da genişletti.
Alman siyasi yetkilileri Gazze’de ateşkes çağrılarını şiddetle reddetti ve uluslararası hukuka göre İsrail’in işgal ettiği Filistin halkına karşı “kendini savunma hakkına” sahip olduğu yönündeki yanlış iddiayı bıkıp usanmadan tekrarladı. Almanya, onlarca yıldır süren apartheid ve etnik temizliği görmezden gelmeye devam ediyor.
Alman politikacılar, Holokost’un suçluluğu hissi ve bu suçluluğu İsrail’e destekle telafi etme ihtiyacıyla tutumlarını meşrulaştırıyorlar. Ancak “ahlaki davranış” ve “suçlarını telafi etme” kisvesi altında Alman siyasetçileri ve yetkilileri aslında anti-Arap ve anti-Müslüman ırkçılığı daha da normalleştirmeyi, daha katı göç politikalarını haklı çıkarmayı ve beyaz Almanlar arasındaki süregelen karşıtlığı azımsıyorlar.
Bir devlet politikası olarak Filistin karşıtlığı
Filistinlilerin Alman toplumu içinde ötekileştirilmesi ve Filistin yanlısı aktivizmin bastırılması Almanya’da yeni bir olgu değil. 7 Ekim’den çok önce, Alman yetkililerin Filistin karşıtı tutumları zaten tırmanıştaydı. Protestolar yasaklandı, Yahudi aktivistler de dahil olmak üzere Filistin yanlısı sesler susturuldu, kültürel etkinlikler ve ödül törenleri iptal edildi.
Bu nedenle son haftalarda protestolara ve polis şiddetine yönelik baskıların artması şaşırtıcı değil. Çok sayıda Filistin yanlısı gösteri yasaklandı, bazen başlamalarına yalnızca birkaç dakika kala… Bazen gösterilerin yalnızca yoğun polis varlığıyla gerçekleşmesine izin verildi.
İsrail’in Gazze’ye saldırı başlatmasının ardından ilk haftalarda yüzlerce protestocu gözaltına alındı. Birçoğu polis şiddetine maruz kaldı ve bazıları nefrete tahrik suçundan soruşturma altına alındı. Yahudi azınlık içerisindeki Siyonist karşıtı sesler bile saldırıya uğrayıp nasibini aldı.
Filistin yanlısı aktivizmle ilgili ifade özgürlüğü de bastırıldı. Geçtiğimiz günlerde Federal İçişleri Bakanlığı “Nehirden denize özgür Filistin” sloganını İsrail’i yok etme çağrısı olarak değerlendirerek yasaklamıştı. Bavyera eyaleti bu ifadeyi “terörizm sembolü” olarak nitelendirdi.
Almanya’nın önde gelen partilerinden biri olan Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ayrıca “özgür Filistin” sözlerinin Almanya’da yeri olmadığını ve bunu “uluslararası aktif bir terör çetesinin savaş çığlığı” olarak kınadığını belirtti, bunun “bölgedeki tek demokrasi olan Yahudi devletinin, İslamcı teröristler tarafından yok edilmesi” anlamına geleceğini iddia etti.
İfade özgürlüğü eğitim kurumlarında da saldırı altında. Alman üniversiteleri hükümetin İsrail yanlısı tutumunu takip ederken, kampüste protesto yapan öğrenciler polis şiddeti ve medyadaki karalama kampanyalarıyla karşı karşıya kaldı.
Kefiye atkısı gibi Filistin yanlısı semboller bazı kurumlar tarafından yasaklandı. Berlin’deki bir okulda bir öğretmen, Filistin bayrağını göndere çeken bir öğrenciye fiziksel saldırıda bulundu.
Filistin yanlısı aktivizmin sistematik bir şekilde bastırılması, Almanya’da soykırıma karşı çıkmanın Alman devletine karşı bir sadakatsizlik eylemi olarak görüldüğü ve dolayısıyla suç sayılmayı haklı gösterebileceği distopik benzeri gerçekliği yansıtıyor.
Alman siyasiler Filistin karşıtlığını açıkça ulusal çıkar ve devlet politikası olarak tanımladılar. İsrail’in, yerli Filistin halkına karşı sürekli şiddet gerektiren mevcut apartheid biçimindeki varlığını tüm kalpleriyle destekliyorlar. Bu elbette Almanya’nın kendi soykırım geçmişiyle ve süregelen ırkçılığıyla çelişmiyor.
Alman ırkçılığının sorumlusu “göçmenler”
Gazze’deki soykırım, Almanya’da zaten her yerde mevcut olan yabancı düşmanlığı ve ırkçı duyguları daha da güçlendirdi. Alman yetkililer, aktif olarak, özellikle Müslümanları ve Arapları, genel olarak da etnik azınlıkları Alman toplumu için tehlikeli olarak göstermeye çalışıyor.
8 Kasım’da Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Filistin ve Arap kökenli Almanları Hamas’tan ve Yahudi karşıtlığından uzaklaşmaya çağırdı. Filistin direniş hareketi Alman devleti tarafından “terörist örgüt” olarak tanımlandığından, dolaylı olarak tüm bir demografiyi genel terör şüphesi altına soktu.
Alman vatandaşlığını “İsrail’in var olma hakkına” resmi bir kararla bağlayan bir yasa tasarısı Alman parlamentosuna sunulmuştu. Ardından Saksonya-Anhalt eyaleti, vatandaşlık başvurusunda bulunanlardan “İsrail’in var olma hakkına” desteklerini beyan etmelerini talep eden kendi kararnamesini yayınladı.
Kasım ayında Federal Adalet Bakanı Marco Buschmann bir röportajda şunları söyledi:
“Yahudi karşıtlarının Alman vatandaşı olmasını istemiyoruz.”
Göçmenlerin terör riski oluşturduğu ve Yahudi karşıtlığını taşıyıp yaydıkları iddiaları, Almanya’nın göç ve mülteci politikasını değiştirmek için gerekçe olarak kullanıldı.
CDU lideri Friedrich Merz, Almanya’nın Gazze’den daha fazla mülteciyi barındıramayacağını söyleyerek, “Ülkede yeterince Yahudi karşıtı genç adam var” dedi.
Bunun yanı sıra, zaten göçün azaltılmasına yönelik yasal önlemler alınıyor. Ekim ayında federal hükümet, reddedilen sığınmacıların sınır dışı edilmesini kolaylaştıracak daha sert bir sınır dışı politikasına izin veren bir yasa tasarısını destekledi.
Ancak ülkedeki dur durak bilmeyen ırkçı ve yabancı düşmanlığı sadece politikalara yansımıyor. Alman sağcı gazetesi BILD, göçmenlere Almanya’da nasıl davranmaları gerektiği konusunda ders veren bir manifesto yayınlıyor. Bu manifesto, sözde Almanların ortak bir konsensüsü olarak geniş bir toplum görüşünü yansıtıyor.
Son on yılda Arap mültecilerin gelişine değinen gazete, Almanya’da neyin izin verildiği veya neyin kabul edilmediğine ilişkin 50 talimat maddesini sıraladı.
Manifesto’nun giriş bölümünde şöyle deniyor: “Dünyamız kaos içinde ve biz de bunun tam ortasındayız. Hamas’ın İsrail’e düzenlediği terör saldırısından bu yana ülkemizde, değerlerimize, demokrasimize ve Almanya’ya karşı nefretin yeni bir boyutunu yaşıyoruz.”
Ardından Almanya’nın sözde Yahudi karşıtlığına “HAYIR!” demesi gerektiğini ilan ediyor ve şöyle devam ediyor:
“Ölümü değil yaşamı seviyoruz”, “Lütfen diyoruz ve teşekkür ediyoruz”, “Maske ve peçe takmıyoruz”, “Çocukları evlendirmiyoruz” ve “Erkeklerin birden fazla karısı olamaz”
Manifestodaki “kuduz” İslamofobiyi fazlasıyla görüyoruz. Ancak bunun da ötesinde bu durum, Filistin halkının kendi topraklarında soykırımla karşı karşıya olduğu bir dönemde beyaz Almanların kendilerini “tehdit altında” ve “kurban” olarak görmelerinin saçmalığını yansıtıyor.
Aynı zamanda Alman toplumundaki köklü beyaz üstünlüğünü de açığa çıkarıyor. Aslında Alman yetkililerin Gazze’de olup bitenlere verdiği tepki, Alman toplumundaki ırkçı hiyerarşileri güçlendirmek ve sağlamlaştırmak istediklerini gösteriyor: En üstte Beyaz Almanlar var. “Üçüncü Dünya”dan gelen kişiler, İsrail şiddetinin mağdurları dahil, en altta sessizce kirli ve küçük işleri yapmak zorunda, minnettarlık göstermeleri ve “Alman toplumuna entegre olmaları” bekleniyor.
Alman Yahudi karşıtlığını örtbas etmek
Ancak Almanya’daki Yahudi karşıtlığını ülkeye beyaz olmayan göçmenler tarafından getirilen yabancı bir “ithalat” olarak yanlış tanıtmanın daha da zararlı bir yanı var. Giderek daha popüler hale gelen bu yalan, Almanya’nın acımasız, Yahudi karşıtı tarihini karartıyor ve bir şekilde Yahudi halkının çektiği acıların suçunu, Avrupalı ırkçı, yerleşimci-sömürgeci rejimin kurbanı olan Filistinlilerin üzerine yıkıyor.
Aynı zamanda Alman toplumunun Yahudi karşıtı mevcut durumunu da örtbas ediyor. Almanya’da Yahudi karşıtlığı hâlâ sürüyor. Resmi istatistiklere göre, belgelenen Yahudi karşıtı olayların büyük çoğunluğu siyasi sağ tarafından işleniyor.
Aşırı sağ parti AfD’nin son haftalarda popülerliğinin tüm zamanların zirvesine ulaşması tesadüf değil. Aralık ortasında yapılan anketlere göre şu anda yüzde 23 seviyesinde, sağcı CDU’nun ardından ikinci ve mevcut iktidar koalisyonundaki tüm partilerin açık ara önünde yer alıyor.
AfD temsilcileri, Alman etno-milliyetçiliğini yüceltiyor ve Nazi rejiminin suçlarını azımsarken, sürekli olarak göçmenlerin Yahudi karşıtlığı konusunda ısrar ediyor ve federal hükümetin “ithal anti-Semitizm”le mücadeleye öncelik vermesini talep ediyor.
Siyonizm ile zehirli Alman milliyetçiliğinin bu birleşimi, Yahudi cemaati de dahil olmak üzere azınlıklara yönelik ırkçı şiddeti daha da körükleyebilir.
Almanya’nın Filistin karşıtı politikaları, Almanya’nın ırkçı suçlarına tepki olarak değil, tam aksine devamı olarak görülmelidir. İsrail ve Alman şiddetinin mağdurları, Filistinliler ve diğerleri hiçbir zaman yeterince insan olarak kabul edilmemiştir.
Almanya’nın sömürgeci soykırımları ve Güney Afrika’daki apartheid’e ve başka yerlerdeki ırkçı rejimlere verdiği destek gibi (kamu söyleminde hiçbir zaman yeterince ilgi görmedi), Filistin’deki soykırımdaki rolü de ırkçı hiyerarşileri ve medeni ve ahlaki açıdan üstün bir ulus olarak kendi imajını ddesteklemekten başka bir şey değil.
Almanya’nın desteklediği Filistinlilerin katledilmesi, beyaz, etnik Alman üstünlüğü fantezilerini güçlendirmeye hizmet ediyor.
Çeviren: Şehade İbrahim
Yorum ekle