Röportaj

“Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı, pek çok konu hakkında fikrimiz var ama bilgimiz yok”

X,Y ve Z kuşakları ile ilgili olarak daha önce birçok şey duymuş olabilirsiniz. Bilinen bir gerçek var ki her kuşaktan insanlar daima kendi nesillerini savunurlar. Bu üç kuşak arasında görüş ayrılığından ve kendi neslinin özelliklerinden dolayı kuşaklar arası çatışmalar da yaşanmaktadır. Tüm bu çatışmalara rağmen asıl önemli olan müşterek hayat deneyimleri ve birbirlerine olan saygı, sevgileridir.

X, Y ve Z kuşakları doğum yıllarına göre sınıflandırılıyor. Teknoloji, sosyal çevre ve iş yaşamındaki değişikliklerden dolayı farklı yıllarda doğan bireylerin, fikirlerinde ve dünya görüşünde de büyük farklılıklar ortaya çıkıyor. Biz de 5’te 5 röportaj serimizde kuşaklar arasındaki tecrübeleri, deneyimleri, bakış açılarını, dünya görüşlerini ortaya çıkarmak ve okuyucuya hislerini yansıtmak için iki farklı kuşağa aynı 5 soruyu sorup gelen cevaplara odaklanıyoruz.

Tülay Gökçimen: 1981 İstanbul doğumluyum. 20 yıldır medya sektörünün içindeyim. Şu an İstanbul Üniversitesi İletisim Fakültesi mezunu olmak üzereyim. Evliyim iki çocuk annesiyim.

Kübra Nur Duman: 2000’ler başında Üsküdar’da doğmuş bir gencim. Şu an Bahçeşehir Üniversitesi’nde sosyoloji ve yeni medya bölümlerini okuyorum. Bugüne değin pek çok farklı sivil toplum kuruluşu  ve gençlik platformunda gönüllü oldum, farklı ekiplerde yer aldım. Yıllardır fotoğrafçılık ve medyaya olan ilgim ile daha öncesinde de sivil toplum örgütlerindeki gençlik çalışmalarını deneyimlemiş olmam sonucunda 2020 yılı Nisan ayında bir grup arkadaşımla beraber gençleri daha üretken, girişimci olmaya teşvik eden içerikler üreten Akasis’i kurdum.

Türkiye’deki yaygın ismiyle “sosyal medya” ancak en doğru kullanımıyla “yeni medya” , tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi gördü. Web 2.0 teknolojisinin gelişmesiyle beraber internette yayın yapan haber siteleri, insanların sosyalleşmesine yeni bir anlam katan sosyal medya araçları, günü beraber geçirdiğimiz mesajlaşma programları ve hayatımızın olmazsa olmazı yeni medya platformları insanların hayatında önemli değişikliklere neden oldu. Bu değişiklikler geçmişimizden neleri götürdü, bize neler kattı… Gençlik ve çocukluk döneminizi odak noktası olarak alırsanız size göre – öznel olarak- ruhsal, bedensel; sosyal, siyasal; çevresel, küresel anlamda teknoloji neleri değiştirdi?

Tülay Gökçimen: Elbette teknoloji hayatımızda pek çok şeyi değiştirdi. Hem olumlu gelişmeler yaşadık hem de hayatımızı kolaylaştıran bu teknolojinin bize oldukça olumsuz yansımaları oldu. Olumlu yönlerinden başlayalım: Mesafeler kısaldı şimdi dünyanın diğer ucunda yaşayan bir dostumuza anında erişebiliyor arada bir ekran da olsa onunla yüz yüze sohbet edebiliyoruz. Aradığımız bir bilgiye çok çabuk ulaşabiliyor bunun başkalarına anında aktarabiliyoruz. Dünyada ne oldu ne bitti çok çabuk haberdar olabiliyoruz. Yerimizden kalkmadan eğitim hayatımıza devam edebiliyoruz. Geçen arkadaşlarım söyledi yerleri süpürüp silen bir makina almışlar onlar koltukta uzanırken o makina evi temizliyormuş sonra gidip kendi kendini şarj ediyormuş. Evet teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı, pek çok konu hakkında fikrimiz var ama bilgimiz yok. Herkes her şeyin uzmanı olabilir yani böyle gözükebilir bu sanal ortamda. Sosyal medyanın bizden aldığı en büyük haslet saygı bence. Yüzü gözükmediği için pek çok kişi bir başkasına rahatlıkla hakaret edebiliyor, karşı karşıya olduğunda belki de asla söyleyemeyeceği şeyleri yazabiliyor. Herkesin her konu hakkında fikri var. Fikrine katılan herkes iyi katılmayan herkes ölmeli. Müthiş bir vakit harcama söz konusu kesinlikle sosyal medya sayfalarına bakarken saatlerin nasıl aktığını bilmiyoruz. Akşam yemeğinden sonra birlikte olan aile üyeleri birbirlerine bakmak yerine telefonlarına bakmayı tercih ediyor. Bu yüzden pek çok çocuğun ebeveynlerin yüzlerini elleri ile kendi yüzlerine çevirmelerine defalarca şahit oldum. Sosyal medya paylaşımları insanları psikolojik açıdan etkiliyor çünkü bir dakika içinde içeriği çok farklı paylaşımlara farklı tepkiler veriyoruz. Bombaların altında kalan bir çocuğun fotoğrafına tam gözümüz dolacakken birden arkadaşımın gönderdiği bir caps gülmemize neden oluyor rahat rahat duygularımı bile yaşayamıyoruz ve alışıyoruz sonra bir dahaki bomba çocuk ikilisi fotoğrafı bizi etkileyemiyor çünkü bir öncekinde duygumuzu yaşayamadık. Sosyal medya platformlarını da kendi içinde kolonilere ayırabiliriz. Instagram en mutluların ülkesi herkes mutlu herkes sofra başında herkesin hikayesinde gülen yüzler yemek tarifleri açık büfeler. Kim olduğunu ne iş yaptığını bilmediğimiz milyonlarca kişi ile birlikte yaşıyoruz sanki. Fenomenlerin hayatı ile hayaller kuruyoruz sadece ekranlardan tanıdığımız ünlü kişilere çok rahat yorumlar yazabiliyoruz olduğu gibi gözükmeyenlerin ülkesi sanki İnstagram tabi Human Movie Team gibi bu sayfaları ümmetin hayrına kullananların sayısı da az değil. Twitter biraz daha asabi bir yer. Her an herkes sinirli olabilir. Yazdığınız birşey hoşa gitmez ise her an linç yiyebilir sosyal medyada son gününüzü yaşayabilirsiniz. Twitter’da her an bir şey için suçlanabilirsiniz örneğin falanca ordaydı sen neden yoktun ya da herhangi bir konu hakkında bilerek veya bilmeyerek yorum paylaşmadığınızda sen bu işe değer vermedin denilerek ötekileştirilebilirsiniz. Anında haberlere ulaşmak Twitter’ın güzel bir özelliği.


Ben Twitter sitesini seviyorum ve aktif kullanmaya gayret ediyorum. İslâm coğrafyalarında neler oluyor paylaşımları ile farkındalık oluşturmaya çalışıyorum. Facebook eskisi kadar Türkler arasında popüler olmasa da Arap ve Batı dünyasında bence hala popülerliğini koruyor. İlk göz ağrımız Facebook kimsenin silmeye kıyamadığı bir uygulama bence. Mesajlaşma uygulamalarında ise en çok şikayet ettiğim şey belli bir saatten sonra bile mesajların devam etmesi ya da gelmesi. Örneğin ben çok çok samimi olduğum kişiye bile gece 12 de sonra mesaj göndermiyorum. Samimi olduklarım ve ailem dışında birine mesaj atacaksam ve acil değilse akşam 21’den sonra göndermemeye çalışıyorum. Ama pek çok insan özellikle gençler bu yazdıklarıma çok dikkat etmiyorlar maalesef. Gece 1 de birine mesaj atmak birinin kapısını çalmak gibi bir şey aslında. Toplu mesajların hayatımıza getirdiği bir rutinlik var. Kandil ve cuma mesajlarına hiç girmiyorum bile. Herkese aynı toplu mesaj göndermek yerine ismime özel yazılmış beni gerçekten düşünerek atılmış tüm mesajlara geri dönüş yapıyorum örneğin. Mesajlarda adı geçen bazı markaların sosyal medya hesaplarımızda karşımıza çıkmasına çok alıştık. Bazen aklımızdan geçirdiğimiz hiç bir şekilde yazıya dökmediğimiz ihtiyaçlarımızın reklamları karşımıza nasıl çıkıyor onu hala çözmüş değilim. Acaba takacaklar diye beklediğimiz çip içimizde mi?

Kübra Nur Duman: Bu meselenin gelişim sürecini her düşündüğümde şaşırıyorum. Çünkü bizler ilkokuldayken öğretmenlerimizin ‘’Evinizde internet var mı? Kimlerin bilgisayarı var?’’ gibi sorular sorduğunu anımsıyorum. Bizler okuma yazmayı öğrenirken bir yandan da yeni yeni evlerimize girmeye başlayan bilgisayarları keşfetmeye çalışıyorduk. Ben bu açıdan şanslı bir çocukluk geçirdiğimi düşünüyorum. Çünkü evimize internet erken girmişti ama bir taraftan da hala sokakta oyun oynayabilen bir nesildik. Mesela sınıf arkadaşlarınıza e-posta adresinizi dahi verebilmek ve oradan haberleşmek epeyi havalı bir icattı bize göre o zamanlar.

Şimdi ise geçen bu kadar kısa sürede elimizin altındaki telefonlar ile inanılmaz hızlı ve kolay bir şekilde iletişim kurabiliyoruz. Bazen eskiden olduğu gibi bunların değeri daha büyük olsaydı desem de bugün bulunduğumuz konumda, bilhassa biz gençler için doğru ve etkili kullanmayı bildiğimizde teknolojinin inanılmaz büyük bir nimet olduğunu düşünüyorum. Şu an bir genç, sadece cep telefonu ile dahi istediği her içeriği üretebilecek ve tüketebilecek durumda. Eskiden büyük işler yapmak ya da bir mesaj vermek için çok ciddi ekipmanlara ihtiyacımız olduğunu düşünürdük ama bugün, bir cep telefonunuzun ve yapabileceğinize inanan bir yüreğinizin olması yeterli. Zaten aklınıza bir şey takıldığında danışabileceğiniz kaynak sonsuz.

Bazen çeşitli sosyal mecralar için önyargılı olanları görüyorum, her sosyal mecrayı elbette kullanmak zorunda değilsiniz. Bunlar kişisel tercihlerdir fakat her sosyal mecra tüketicisine onlara göre içerik sunuyor. Yani artık sosyal medya bir nevi ‘bana kim olduğunu söyle, sana ona göre içerik sunayım.’’ diyor.

Hasıl-ı kelam, elbette yeni medya ile beraber hayatımızda olumsuz değişimler de oldu fakat ben medyanın gelişiminden çok memnunum. Artık herkes bir nevi kendi markasını taşıyor sosyal medyada. İstediğinizi öğrenebilir, bilgiye kolayca erişebilir, dünyanın öbür ucundaki insanlara dahi ulaşarak fayda sağlayabilir, kendiniz de bir üretici olabilirsiniz. Tabii tüm bunlar olurken bilhassa da akranlarımdan gözlemlediğim bir gerçek var ki dijital ayak izinize dikkat etmelisiniz. Zira siz silseniz, unutsanız dahi teknoloji unutmuyor. 

Bir şeyin orijinaline sahip olabilseniz, o ne olurdu, neden? Örneğin, Ömer Muhtar’ın gözlüğü, Sultan Abdülhamit’in bastonu…

Tülay Gökçimen: Bu soruya üç adet cevabım var. Birincisi; Selahaddin Eyyubi’nin kılıcı olmak isterdim çünkü Kudüs’ün fethine en yakın şahit o oldu. İkincisi Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi olmak isterdim her seferinde heyecanla bana yazacaklarını merakla beklerdim son olarak Ayasofya’nın kedisi olmak isterdim içeride özgürce dolaşmak, cemaatin hissiyatına şahit olmak, o tarih ve maneviyatla iç ìçe yaşamak isterdim.

Kübra Nur Duman: Bir şeyin orijinaline sahip olmaktansa orijinalini görmek ve fotoğraflamak, ardından da başka insanlara da gösterebilmek isterdim. Çünkü sahip olduğumuz her şey birer sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Bugün eğer ben pek çok insanın sahip olmayı arzulayabileceği bir materyalin orijinaline sahipsem, bu bana sahip olmayan insanlar için de bir sorumluluk yüklüyor bence. Eğer bu kadar değerli bir materyale sahipsem hakkını vermeliyim, sorumluluğunu hissetmeliyim fakat genelde başlangıçta önemsemek ve sonrasında normalleştirmek doğamızda var. Yani sahip olmaktansa içselleştirelim derim. Kimi örnek alıyorsanız, kimi gerçekten tanımak istiyorsanız veya geçmişte yaşanan bir olaya çok ilgi duyuyorsanız; o anlara şahitlik etmiş bir materyale sahip olmaktansa o anları/o kişiyi anlamak ve anlatmaya çalışmak bence hem kendimize hem de çevremize daha faydalı.

Birisi size bayram hediyesi alacak olsa veya önemli bir gün hediyesi alacak olsa, hediye olarak ne isterdiniz ve bu hediyenin sizdeki anlamı nedir?

Tülay Gökçimen: Sınırsız uçak bileti hediye edilseydi çok sevinirdim. Mazlum olsun olmasın dünya üzerinde bana ihtiyacı olan tüm çocuklara hızlıca ve istediğim kişilerle birlikte giderek ulaşmak isterdim. Benim uçak biletim her yere ve sınırsız olsun. Bir de sınırsız yük hakkı istiyorum.

Bir de benim için hazırlanacak özel bir Aplikasyon App isterdim böyle telefonlara insin benimle konuşmak derdini anlatmak isteyen tüm çocuklarla özellikle mülteci kamplarında yaşayan çocukların bana hızlıca ulaşmasını sağlayacak bir Tülay Abla ile konuş App’i gibi bir şey yapılsa çok hoş olmaz mıydı? Kamplarda umudu tükenmek üzere olan bir çocuk bu App’i indirse butona bassa ben çıksam karşısına onunla konuşsam… İşlerimi kolaylaştıracak her türlü hediyeye açığım.

Kübra Nur Duman: Aslında bence hediyeyi alan kişi bunu benden daha iyi bilir. Çünkü hediyelerin manevi bir yanının olmasını, baktığımda gerçekten o kişiyi hatırlatmasını çok severim. Bu da o kişiyle aranızdaki ilişkiye ve anılarınıza bağlıdır fakat benle biraz olsun anı biriktirmiş tüm sevdiklerim de sahaftan alınmış bir kitaba mutlu olmama ihtimalimin olmadığını bilir. Sayfalarında  yaşanmışlığı hissedebildiğimiz, başkalarının da izleri bulunan ve yıllarca elden ele dolanan kitapları okumayı çok seviyorum. Bu yüzden sahaflara girdiğimde çok uzun vakitler geçiririm. Eski kitapları bu denli sevme sebebim esasen hem biz insanların geçici ama o eserlerin kalıcılığını hatırlatmaları; hem de kitabı okurken içinde başka insanların da altını çizdiği, not aldığı yerleri görerek benzer duygulara ortak olduğumuzu hissetmek. Genel anlamda pek çok konuda nostalji de hoşuma gidiyor tabii, bunun da bir etkisi var.

Size bir seçim hakkı verilse ve ömür boyu sadece o şehirde yaşayacaksınız dense hangi şehirde kimlerle beraber yaşamak isterdiniz?

Tülay Gökçimen: Kudüs’ü biz ailece çok sevdik. Mescid-i Aksa’nın çevresinde yaşamak, günün belli saatlerini orada geçirmek, sokaklarında Kur’an seslerinin yankılandığı Eski Şehir’de evimizin çatısında çay ìçebilsek, istediğimizde atlasak arabaya El Halil’deki Hazreti İbrahim’i ziyaret etsek. Ben, ailemle birlikte hayatımın bir kısmını Kudüs’te yaşamak isterdim. Orası gerçekten de ayetin dediği gibi çevresi bereketli kılınmış bereketin merkezi olan bir yer. Meyvesi çok tatlı, naneli çayı çok lezzetli, Aksa’da akşamları çok esintili sabahları çok kuş sesli… Sonsuza kadar olmasa da bir kaç sene doya doya Kudüs’ü yaşamak her taşın altını öğrenmek çocuklarımın bu tecrübeyi yaşamasını isterdim.

Kübra Nur Duman: Dünyanın her yerini görmek isteyen ve ya bu dünyanın ne kadar etkileyici olduğunu karış karış gezemeden bu dünyaya veda edersem diye arada endişe eden birisi için zor bir soru…Fakat tam bir İstanbul aşığı olduğum için bu soruya sevdiklerimle beraber İstanbul’da ve çok sevdiğim eski Üsküdar sokaklarında diyebilirim. Öte yandan geleceği düşündüğümde, yerlerden bağımsız olarak tabii ki bugün çok sevdiğimiz bu yerlerin 10 yıl sonra nasıl olacağını düşünüyorum. Hem artan kentsel nüfus hem de sanayileşmeyle beraber artan çevresel problemler gelecekte nerede olmak isterdimden daha ziyade, gelecekte nasıl şartlarda yaşamak isterdim sorusunu düşündürüyor. Zira eğer ki cidden sürdürülebilir bir gelecek için hepimiz adım atmazsak nerede yaşamak istediğimizi iklimi en az bozulmuş, kentsel planlaması iyi yapılabilmiş yerler belirleyecek.

Herkesin bilmesinde yarar gördüğünüz bir hayat tecrübenizi, bir anınızı nasıl bir yarar sağlayacağını anlatarak bizimle paylaşır mısınız?

Tülay Gökçimen: Aslında genel olarak ön yargılı bir insan değilim ama bazı konularda başkalarının söyledikleri medyanın anlatımları sebebiyle bazı coğrafyalar için hep olumsuz şeyler düşünürdüm nedense. Örneğin Afrika kıtası benim için sapsarı, kurak, sadece toprak, bozkırdan oluşan bir yermiş gibiydi. Afrika üzerine yapılan yalan yanlış anlatımlar bizi o kadar etkilemiş ki bizi o kadar yanlış yönlendirmiş ki bizler de kıtayı tanımak için hiç çaba sarf etmemişiz maalesef. 2015 yılında Etiyopya’ya gittim ve gözlerim de ağzım da açık kaldı. Yeşilin her tonunu Afrika’da gördüm. Uçsuz bucaksız mavilikler, yeşiller daha yeşiller böyle bir doğa ile hayatımda ilk defa karşılaşıyordum. Attığım her adımda ön yargılarıma tokatlar yağdırıyordum. Yemyeşil doğanın sıcacık insanlarıydı onlar. İşte her yer çöl değil savan tezimiz çürümüş Afrika deyince insan yerine akıllara hayvanları getiren belgeseller sönmüştü gözümde. Etiyopya bana koskoca bir tokat attı ve beni kendime geri getirdi. O yıl ön yargılarımı çöpe atma yılımdı sanki. 2015 yılında hayatımda ilk defa Kudüs’e gittim. Mescid-i Aksa hayatımızın merkezinde olmasına rağmen o zamana kadar gitmeyi hiç düşünmemiştim. Bize öğretilen Kudüs özgür olunca gidecektik, gidip de İsrail’e destek vermeyecektik ve bu ülkede belgesel cekiyorduk İsrail aleyhine yapılan eylemlere katılıyorduk bunu mutlaka biliyor olmalıydılar ve biz o topraklara gider gitmez bizi alıp ortadan kaybedebilirlerdi. Tam bir hayal dünyasında yaşamışım Kudüs’e gidene kadar. Pasaport kontrolden havalimanına geçişimiz 5 dakika sürmedi. Eşim ve çocuğumla gittiğim için daha da nasipliydim ve hızlıca geçtim. İşte ilk mana daha girişte çürüdü. Filistin denince akla gelen bombalar, yıkılmış evler, toz duman Yafa’yı görünceye kadardı. Sanki gözümden bir sis perdesi kalkmıştı. Yafa hayatımda gördüğüm en güzel manzaralardan biriyle bizi karşılıyordu. Ve Kudüs, Mescid-i Aksa. Kubbestüs Sahra’nın oraya gelince ezan okumaya başladı ve ben Allah’a tövbe ettim. Allah’ım bu güzellikleri yıllardır nasıl kaçırmışız nasıl zalime terk etmişiz nasıl koskoca Mescid-i Aksa davasını bir avuç Filistin linin omzuna bırakmışız… Ağladım, çok utandım. İnsanlar hakkında hiç ön yargılı olmadım beni tanıyan herkes bilir bunu. Ama coğrafyamız hakkında bize yutturulan yalanları, zihnimizdeki duvarları hiç aşmaya çalışmamam benim acizliğimi gösterdi ve çok utandım. Benimle beraber yürüyen ve hiç korkmadan Allahu Ekber diye bağıran küçük kızdan çok utandım bana adını bile bilmediğim o taptaze meyveyi uzatan Etiyopyalı çocuktan çok utandım. Bölgeler hakkındaki ön yargılarımın hepsini çöpe attım ve daha çok şey bilmem gerektiğini düşünerek daha çok çalışmaya başladım.

Kübra Nur Duman: Buna iddialı cevaplar verebilmek için henüz çok genç ve yolun başında olduğumu düşünüyorum. Eminim ki daha çok değişeceğim, hatalar yapacağım, dersler edinceğim fakat en sonunda ‘’denedim!’’ diyeceğim. Birisine fayda sağlar mı bilmem ama naçizane bu hayatta anladığım şeylerden biri, kesinlikle neşenin ve pozitif enerjinin siz çevrenizle paylaştıkça yayılan ve artan bir his olduğu. Çevremdekiler tarafından genelde hep neşeli, enerjik, hareketli gibi tanımlanırım; pek de haksız sayılmazlar bu tanımlamalarda fakat ben bunun doğuştan gelen bir kişilik yapısı olduğunu düşünmüyorum, bunu da seçmek gerekiyor. Yani gülümseyin, siz birisine gülümsediğinizde genelde karşınızdaki de size aynı şekilde karşılık verir. Hayattaki çoğu durumda da bence durum böyle, siz her şeye iyi yaklaştığınızda sonuçları da öyle oluyor. Bazen tam olarak istediğiniz gibi sonuçlanmıyor ama sonradan anlıyorsunuz ki zaten olması gereken buymuş. Yani içinizdeki heyecanı, tebessümü kaybetmeyin ve işlerinizi, tanışmalarınızı tebessümle başlatmayı unutmayın derim. Sonrası hayırlısı…

Etiket /

Mücerret

1 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

  • Üzerine düşünülesi yorumların olduğu bir röportaj olmuş. Tülay Hanım’ı zaten severdim, Kübra Hanım’ı da okurken tebrik ettim, kendisini çok güzel ifade etmiş bir genç kardeşimiz, yolu açık olsun, kendisi ümit verdi bana. Emeğinize sağlık!