Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği “Organize İşler Sazan Sarmalı” filminin vizyondaki ikinci haftasında, Netflix’te de gösterime sunulması üzerine türlü şeyler söylendi. Bu hareket, hem filmi sinemada bilet satın alarak izleyen 2,5 milyon kişiye yapılan büyük bir yanlıştı, hem de filme 1400 salon açarak teveccüh gösteren sinema salonlarına atılan bir kazıktı. En büyük rezillik üç gün sürer hesabı, unutulup gidecek bu mesele. Sinemacılar, ilgili yapım şirketinin filmlerine muhtaç oldukça ve mesele “Yılmaz Erdoğan parayı götürdü” ekseninde tartışmaya açıldığı için unutulup yok olacak.
Peki 7-8 yıldır ellerine “oyalansınlar” diye verdiğimiz tabletlerden Youtube’da “Nil Oya”, “Pepe” videoları izleyerek büyüyen çocuklarımızın, sinema perdesine bizim kadar düşkün olacağını hayal ediyor muyuz gerçekten. Ediyorsak etmeyelim. Şu anda yaşları 20’den küçük olan genç ve çocuklar bariz şekilde “ekran bağımlısı”. Dolayısıyla Organize İşler filminin sektöre attığı kazığı konuşurken, dijital platformların gümbür gümbür geliyor olduğu gerçeğini es geçemeyiz.
ÇOCUĞUNUZUN BOŞ ZAMANINI PLANLAMALISINIZ
“Boş zaman sosyolojisi” diye bir şey var. Bir çiftçinin çocuğuna, boş zamanını nasıl değerlendireceği hususunda alan açmazsanız tarımı öldürürsünüz; o denli önemli. Bir sanayici, eğlenmeye başka şehre gitmeye başlarsa sanayinin sürdürülebilirliği ortadan kalkar; o denli önemli. Bir memur çocuğu en ucuz eğlenceyi orada değil de burada bulursa kimyası değişir o çocuğun; öyle önemli.
Kendi çocuğunuzun boş zamanını da planlamalısınız. Bir müzik aletine yönlendirmeli, bir gezinti planlamalı, bir spor aktivitesinde ona katılmalısınız. Boş zaman sosyolojisi bir “vakıa”. Dolayısıyla ona karşı olmak bir şey ifade etmiyor. Şu anda özellikle yeni neslin boş zamanını teknoloji yönetiyor. Türkiye olarak bu alanı kaybetmek üzereyiz. Dünya hızla akan bir nehir ve bu nehirde hepimiz sürükleniyoruz. Peki o ekranlardan bize ne geliyor, çocuğumuz ne seyrediyor, ne izliyor, neyi takip ediyor o ekranlarda.
Netflix; kolay erişilebilirliği ve “cool” yapısıyla özellikle yeni nesli “tavlamış” durumda. Netflix’in diğer platformlardan bir farkı var. Netflix içeriği de domine ediyor. Mesela Youtube’da içeriği filtreleme imkanı en azından teorik olarak mümkün. Netflix (ve türevi platformlar) ancak kendi kontrolündeki içeriği sunarak sadece platform olma özelliğiyle değil, verdiği mesajlarla da ele geçiriyor yeni nesilleri. Netflix mali gücü yüksek bir şirket. Tüm dünyada istediği kişiye istediği içeriği ürettirme gücüne sahip. Bazen maddi anlamda “zarar” etme pahasına içerik ürettiriyor. Aşağı yukarı tüm dünyada hikaye bu şekilde gelişiyor.
Türkiye, yapımları (ama özellikle dizileri) dünya çapında seyircisi olan bir kaç ülkeden biri. ABD, Hindistan, Güney Kore, İran gibi ülkeler arasında sayılıyor Türkiye. Güney Amerika, Ortadoğu, Türki Cumhuriyetler, Kuzey Afrika başta olmak üzere Türk ürünlerinin tüm dünyada ciddi bir “kitlesi” var. Dolayısıyla da ciddi bir potansiyeli. Rakamsal olarak yarım milyar dolara yaklaşan bir ihracat kaleminden söz ediliyor. Malumunuz, geçtiğimiz yıllarda Ortadoğu’da bazı ülkelerdeki büyük yayıncı kuruluşlar, Türk dizilerine ambargo uygulamaya başladılar. Bu pazarlara çevrimiçi olarak ulaşmak çok kolay. Bu açığı Netflix firması hızla kapatmak için tüm “üreten pazarlar”da olduğu gibi Türkiye’de de harekete geçti. Ve ilk Türk yapımı dizisini yayınladı.
NETFLİX, TÜRK DİZİ SEKTÖRÜNÜ BİTİRİR Mİ?
Şu anda bir çoğu resmi olarak açıklanmış dört-beş proje daha hazırlıyor Netflix. Bu projelerde Çağatay Ulusoy, Beren Saat, Tuba Büyüküstün, Kenan İmirzalıoğlu, Cansu Dere gibi Türkiye’nin içerik ihracatının başat oyuncularına yer veriyor. Ve bu oyuncuları sert sözleşmelerle bir nevi “kapatıyor”. 4-5 yıl başka bir projede yer almalarını imkansız hale getiriyor. Türkiye’deki anlamsız çalışma şartlarından, uzun dizi sürelerinden ve sündürülen senaryolardan sonra; bu oyunculara Netflix’in ortaya koyduğu çalışma şartları, ödeme planları vesaire, cennet gibi geliyor. Öyle astronomik rakamlarla da anlaşmıyor oyuncular. “Netflix”in büyüsüne kapılıp neredeyse Türkiye’deki dizilerden aldıkları paralarla çalışıyorlar Netflix için. Netflix’in dakika başına en düşük maliyetli işlerinden biri “Hakan Muhafız” olmuş söz gelimi; Herhangi bir ispanyol dizisine oranla 5’te bir maliyetle çıkıyormuş Türk içerikleri.
Şimdi fotoğraf bu. Türkiye, dijital platform işinde treni kaçırdı kaçıracak. Elimizdeki oyuncuları Netflix’e kaptırdığımız an, o efsanevi Türk dizi ihracatının yerinde yeller esecek. Zaten tüm boş zaman aygıtlarını teker teker yabancılar ele geçirmişken, elimizde kalan son kale “yerli dizi ve filmleri” de Netflix eliyle kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Netflix’in abone sayısı Organize İşler gibi basiretsiz içerik üreticileri eliyle 3-4 milyonlara ulaştığı an, geçmiş olsun. Kendi içeriğimizi izlemek için Amerikalıya para vermek zorunda kalacağız.
PEKİ, ÇÖZÜM NE?
Çözüm var. Dijital dönüşümü bir vakıa olarak kabul edip yerli dijital platformların içerik üretmelerine destek verilmesi, bu türden platformların sayısının artırılması ve bunun bir mesele haline getirilmesi gerekiyor. Her ne kadar milyon dolarlık reklam yaparak hızla virüs gibi yayılıyor olsa da, bu dijital platformlar henüz yolun başındalar. Türkiye içerik üreten bir ülke. Dünya üzerinde sinemalarında Amerikan filmlerinden daha fazla yerli sineması izlenen 3-4 ülkeden biri. Biz platform geliştirebiliriz. Hem karlı bir iş bu, hem de yapılabilir bir şey. Twitter yapamayız bu saatten sonra, Facebook yapamayız, Google yapamayız, Android yapamayız belki. Ama bunu yapabiliriz. Netflix özünde bir web sitesidir. Yapabiliriz.
Bana, “Netflix için bir dizi yapmayı hayal et, niye Netflix yapmayı hayal ediyorsun” diye söylenen dostlarıma uyarımdır: Ben bile bu hayali bir kaç sene kurabilirim. Sonrasında yapılabilecek bir şey kalmayacak zaten.
Yorum ekle