Bir süredir gündemimizi fazlasıyla meşgul ediyor. Hayatımıza gireli henüz 2 sene olmasına rağmen, herkesin söyleyecek bir şeyi var. İçerik üretiminden sunum tercihlerine kadar çok şeyi değiştireceği iddia ediliyor.
Peki, nasıl oldu da Netflix gündemimize böylesine güçlü bir şekilde girdi?
Oscar, Cannes Film Festivali, geleneksel medya ve yeni medya mecralarında neden panik havası oluşturdu?
Özellikle sinema izleme alışkanlığında yakın zamanda dönüşüme sebebiyet verir mi?
Aklımızda deli sorular…
Netflix’in ne olduğunu ve ne olmadığını anlayabilmemiz için bir dosya hazırladık. İddialar, somut veriler ve öngörüler…
Ve elbette insanımıza da sorduk.
Mücerret okumalar…
GOOGLE’DAN ÖNCE KURULDU
Şu an Türkiye gündemini meşgul eden Netflix’in hikayesi 1997’ye kadar uzanıyor.
Kaliforniya’da Reed Hastings ve Marc Randolph tarafından temel atıldı. Önce DVD izleme ve kiralama projesiydi. Evlere hizmet veriliyordu. Sonrasında kapsam genişledi, eve hizmetin de modeli değişti. Artık DVD değil, özel içeriğin kendisi, internet üzerinden evimize geliyordu.
Google ile sık sık kıyaslanır. Zira Netflix, Google’dan 1 yıl önce kuruldu.
Netflix, içerik üretmeye başladıktan sonra ciddi bir alternatif oldu.
Evlere servis DVD hizmeti ABD halkının hoşuna gitmişti. Hollywood gibi bir kaynak olduktan sonra ürün sıkıntısı da yaşanmamıştı elbet. Ancak 2000 yılına gelindiğinde dünya çok değişmişti.
Netflix’in en önemli özelliği ’öngörü’ desek abartmış olmayız. Teknolojiye ve güncel manzaraya göre sürekli yeni adımlar atılmış.
KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ KULLANIM
98’de internete giren Netflix, buradan anketler yaparak izleyici profilini analiz etmeye başlar. Hizmetlerini de buna göre günceller.
2000’de CineMatch isimli servisle anlaşılır. Artık kullanıcıların filme puan vermesi yöntemiyle yeni bir analiz durumu başlar. Böylece doğrudan soru sorup anket yapmadan, kullanıcı alışkanlıkları ile cevaplar bulunur.
Esasında Netflix’in bugün yaptığı en temel şey de bu…
Üceretlendirmeyse elbette yine zamana ve hizmete göre değişir. Misal; 1998’de aylık sınırsız film ücreti 19,95 dolardı. Kargo ücretini kullanıcılar ödüyordu.
Başlarda böyle değildi elbet. Netflix sürekli yöntem değiştirerek alışkanlıklara göre hareket ettiği kadar, alışkanlıkları da yönlendiriyordu.
1999’da Netflix haftalık 100.000 DVD kiralıyordu.
İKİZ KULELER SALDIRISI VE NETFLİX
Enteresan şekilde 2001’de İkiz Kule saldırıları Netflix’e yaramıştı. Zira insanlar artık korku içindeydi. Her an her yerde patlama olacağını düşünüyordu. ABD dünyanın her yerinde kan akıtıyordu ama ABD’liler de kendi topraklarında ürkekti. Evlerine kapanan ABD’lilerin yoldaşlarından biri Netflix olur. Evde kalıp Netflix üzerinden film izlemek herkes için güvenilir bir seçenektir. Ve belki de Netflix’in kalıcılığını ve dönüşü olmayan büyüme yolunu açan olay da budur.
’Kişiselleştirilmiş öneri sistemi’, bugün Netflix’in en önemli silahı belki. Herkes ’bu tam da benlik’ dediği şeylerle karşılaşıyor. Haliyle de kendini iyi hissediyor.
Netflix 2002’de halka açıldı. 2005’te üye sayısı 4 milyonu geçmişti.
VE 2007, TAM MANASIYLA DÖNÜM NOKTASI
Artık internet yegane alan olur. Kişisel bilgisayarlardan da izlenilebilecektir! Bu süreçte bilgisayarlar her evdedir. Yani Netflix de her eve girmiştir.
2010 sonrası Netflix ABD dışına çıkar. Kanada, Latin Amerika ve Avrupa derken, bugün dünyanın 190 ülkesinde hizmeti var. Zaten internet söz konusu olunca bir ülkeye girmek sadece dile göre hizmet etmek oluyor.
Ama hayır. Netflix elbette bununla yetinmez. Her ülkeye özel içerik de üretmektedir.
2008 sonrası yayın alanını genişletmek için çeşitli ortaklıklar kuran Netflix artık DVD kiralamanın çok ötesine geçmiş ve kullanıcılarının her ağdan onlara ulaşabilmesi için emek harcamıştı.
Netflix hisseleri, ABD dışına çıktıktan sonra kat be kat artmaya başlar.
NETFLİX İÇERİK ÜRETMEYE BAŞLAYINCA…
2011’den itibaren Netflix Originals isimli bir seri ile artık özgün içerik üretimi başlar.
Festivaller de bu gelişime bigane kalamaz. 2011’de Netflix ilk ödülünü kazanır. Primetime Emmy Mühendislik Ödülüdür bu. 2012’de ise üç dizisi Primetime Emmy Ödülü alır.
2014’de Netflixin kullanıcı sayısı tüm dünyada 50 milyonu geçer.
Netflix’in Türkiye’ye gelişi 2016’yı buldu. İlginç olan şuydu, Netflix, Türkiye ile aynı dönemde tam 130 ülkeye giriş yaptı. Netflix şu an dünyanın yüzde 90’ına hizmet sunuyor.
Müşteri memnuniyeti sağlaması, fırsatları değerlendirmesi, ucuz fiyat politikası, yenilikçi pazarlama teknikleri ve elbette kişiselleştirilmiş sistem Netflix’in önlenemez yükselişinin formülü…
YAPAY ZEKA KİMİ YÖNETİYOR?
Ama esas mesele bu olmasa gerek… Yapay zekanın kullanıldığı algoritmalar bize ne sunuyor? Ne alıyor bizden?
Beğeni, puanlama, eşleme skoru, tavsiye gibi formüllerle oluşturulan algoritmalar izleyiciyi yönlendiriyor. Enteresan şekilde hem kullanıcı tercihi belirleyici oluyor, hem de kullanıcının tercihi yönlendiriliyor. Olayın tehlikeli kısmı da burası gibi…
Netflix ve benzeri ortamlarda kullanıcı, yüzde 75 oranında sözkonusu algoritmaların yönlendirmesiyle karar veriyor.
Hangi filmi hangi saatte seçtiğimiz, izlerken kaç defa durdurduğumuz, ne kadar sürede seçtiğimiz, ne kadar beklediğimiz, ne süre izlediğimiz ve daha birçok başlıkla alışkanlıklarımız kaydediliyor. Ve elbette otomatik olarak analize giriyor.
150 milyon civarı kullanıcı, Netflix’i, yeni yöntemler ve yönelimler noktasında en güçlü analiz merkezlerinden biri haline getiriyor. Yani ’big data’ denen ’büyük veri’ merkezlerinin en önemlililerinden biri…
Böylesi bir ortamın pazarlama stratejisi de elbette geleneksel yöntemlerden farklı oluyor. ’Programmatic Advertising’ denen yeni dijital pazarlama yöntemi, Netflix algoritmasının temelini oluşturuyor. “Sahip olunan tüm verilerin sistem üzerinden analiz edilmesi ve kişiye özel olarak sunulması“ şeklinde özetleyebiliriz. Yani kullanıcı davranışlarına odaklanan ama diğer taraftan kullanıcı davranışını da yönlendiren bir sistem…
Facebook, Youtube gibi dev dijital mecralar da aynı yöntemi kullanıyor elbette.
Dünya, yapay zeka ile yönetilmeye hazır mı bilemiyoruz ama çoktan başladık bile!
NETFLİX BİR PROJE Mİ?
Netflix’in organizma şeması, yükseliş grafiği, yönetimindeki isimler ve daha birçok emareden ötürü masum bir ticari oluşum olmadığını düşünenler de az değil.
Netflix içerikleri de tartışmanın odağında. Birçok özel yapımı belli bir konseptte. Türkiye’yi hedef alan dizisi bile var.
“Designated Survivor” isimli dizide, ABD Başkanı olan kişi FETÖ elebaşı Gülen’i Beyaz Saray’da ağırlıyor. Darbe girişimi ile ilgisi olmadığı iddia ediliyor, Başkan Erdoğan’ın diktatör ve güvenilmez biri olduğu savı dillendiriliyor. Kötü bir dizi olduğu söylenen yapımın Netflix’in proje yönüne işaret ettiği savunuluyor.
Buna mukabil İsrail, Yahudi ya da Yahudi Soykırımı temalı çok fazla yapım var platformda. Genellikle bugünkü İsrail’in güzellemesini yapan, Filistin direnişini kötüleyen ve klasik küresel manipülasyonun savlarını dillendiren yapımların sayısı gittikçe artıyor.
Netflix, 2018’de Türkiye’de de ilk defa bir dizi yaptırdı. Muhafız adlı dizi eleştirmenlerden kötü not aldı. Içeriği de eleştirildi. Fatih Sultan Mehmet’e uzanan bir ‚muhafaza’ meselesi üzerine bina edilen ve 2018’de geçen dizi, oryantalist ve seküler bakışıyla dokusuna uyum göstermeyen yapım olarak dillendirildi. Ve Türkiye’de daha nitelikli, sade ve sinemasal bir yapım gücü varken böylesi fantastik bir konunun neden filme alındığı sorusu da dillendirildi.
Netflix’te çok dikkat çeken bir içerik daha var. LGBT diye özetleyeceğimiz ve eşcinselliği güzelleyen, cinsel tercih meselesini vurgulayan, gençlere yönelik didaktik bir sunum sergileyen yapımlar, eşcinselliyin normalleştirilmesi noktasındaki küresel politikanın sert bir cephesi olarak nitelendiriliyor.
N.Ö. ve N.S.
Netflix’in Pazar payının yanında dizi ve film üretimi potansiyeli ve sinemalara bir alternatif oluşturma hususu, sinemanın ve üretim çeşitlerinin geleceğinin de sorgulanmasına yol açıyor.
Son olarak Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Organize İşler 2: Sazan Sarmalı filminin henüz vizyondayken Netflix’te gösterilmesi tartışmaları beraberinde getirdi. Yapıcımlar başta olmak üzere her kesimden tepki geldi. BKM’nin yöneticisi Necati Akpınar, Organize İşler 2’nin Netflix’e satılmasından Yılmaz Erdoğan’ın da rahatsız olduğunu açıkladı.
SPIELBERG DE TEPKİLİ
Konu sadece Türkiye’nin gündeminde değil. Dünya da tartışıyor. Hasılat rekorları kıran filmlerin yönetmeni Steven Spielberg de topa girdi.
Geçtiğimiz günlerde Los Angeles’ta ABD Sinema ve Ses Derneği’nin (CAS) Film Yapımcısı Ödülü’nü alırken konuşan Spielberg, “Sinema salonlarının sonsuza dek var olması gerektiğine güçlü bir biçimde inanıyorum” dedi ve şunları söyledi:
“Televizyonu seviyorum. Oradaki fırsatları seviyorum. Bugün en iyi film yazarlığı, yönetmenlik ve oyunculuk örneklerinden bazıları televizyonda. Evlerdeki ses sistemleri tarihte olmadığı kadar kaliteli. Ama büyük, karanlık bir salona daha önce hiç görmediğiniz insanlarla beraber girip o deneyimin sizi yıkamasına izin vermek gibisi yok. Bu hepimizin gerçekten inanabileceği bir şey.”
REKABET KURUMU BAŞKANI: FARKLI BİR NOKTAYA GELECEK Mİ?
Sinema salonu tartışması ve Netflix’in tek mecra olma tehlikesi Rekabet Kurumu’nun da dikkatinden kaçmadı elbette.
Kurum Başkanı Ömer Torlak bir açıklama yaparak manzaranın ilginçliği dikkat çekti.
“Acaba sinema salon işletmeciliğinde farklı bir noktaya mı gidilecek?” diyen Torlak, “Sinema salonlarında oynatılan bir filmin eş zamanlı olarak veya kısa süre sonra Netflix ve benzeri platformlar üzerinden gösterimi artık daha mı yaygınlaşacak bir miktar görebiliyoruz” dedi.
Yorum ekle