Analiz

İlginç zamanlarda yaşıyoruz

Trump: “Huawei çok tehlikeli

Bir ülke nadiren özel bir şirketle savaşa girer.

Amerika tam da bunu yaptı.

Trump: “ Huawei ile iş yapmayacağız”

ABD senatörü Mitch McConell: “Huaewi ulusal güvenliği tehdit ediyor”

Peki, bu durum gerçekten Huaewi ile mi ilgili yoksa arkasında başka bir durum mu var?

Sorun Huawei’ye güvenmekle alakalı da değil aslında,

ABD’yi tedirgin eden şey Çin.

Çin’e güvenmiyor.

Bu durum da onları Huawei’yi tehdit kabul etmelerine yol açıyor.

Peki, tehdit nedir?

Bu savaşın esas nedeni nedir ve Huwaei neden bu durumun tam ortasında?

1987’de Çin’de kurulan Huawei şu anda dünyanın en büyük telekomünikasyon üreticisi.

Geliri 103 milyar doları aşmış durumda.

Sadece 2018 yılında 200 milyon telefon satışı yaptı bu şirket.

Fakat bu şirketin gelirinin yarısına yakını satışını yaptığı ağ ekipmanlarından geliyor.

Hükümetlerin tehdit olarak kabul ettiği durum da tam olarak bu.

Batı’daki altyapı sistemlerinin Huawei tarafından kurulmuş olması.

Huawei 2014’ten bu yanan tüm rakiplerinin önüne geçti

Ve sunduğu hizmetler ile 3 milyar kişiye ulaşıyor.

Peki, şirketin sunduğu ağlar nasıl işliyor?

Telefonunuz radyo dalgalarını kullanarak yakındaki bir kuleye sinyal gönderiyor,  ses ve verileri dahili bir ağ üzerinden iletiyor.

Fakat şimdilerde yeni bir ağ türü var: 5G

5G’nin abartılı sunumlarına denk gelmişsinizdir mutlaka.

Fakat bu durum gerçek ve bu yenilikteki öncü güç ABD’nin hedef aldığı şirket olan Huawei.

Ve yakında Huawei bu ağı kullanan herkesin verilerine ulaşma imkanına sahip olacak.

5G nesnelerin interneti olarak tanıtılıyor.

Eğer detaylı haritalar yükleyen kendi kendini süren arabalar istiyorsanız 5G’ye ihtiyacınız var.

İnternete bağlı kameralar ya da mobeseler istiyorsanız yine 5G’ye ihtiyacınız var demektir.

Akıllı geleceğin sunduğu yeni olanakların Batı’nın tehdit olarak kabul ettiği Çin’e ait bir şirkette olduğunu düşünürsek bu tedirginliğin kaynağını net olarak anlamış oluruz.

Çünkü artık savaş silahlar ile değil büyük teknoloji şirketleri üzerinden yapılıyor.

Her şeyin internete bağlandığı bir dünyaya doğru ilerliyoruz.

Fakat bu durumun güvenliği nasıl sağlanacak hiçbirimizin bu konuda bir fikri yok.

Hal böyle iken 5G ağına sahip olan bir gücün neler yapabileceğini bir düşünün.

Sahip olduğu verileri nasıl kullanacağını düşünün?

Eğer bu ağlar savunmasızsa, bu durum birbirine karşı casusluk faaliyetinde bulunan ülkelerin cezbediyordur mutlaka.

Trump: “5G ağları güvenli ve güçlü olmalı, düşmanlardan korunması gerekiyor.

Huawei Ceosu Ren Zhengfei; “ABD’nin motivasyonunu gerçekten anlamıyorum,  5G sadece bir teknoloji ürünü. İhtiyaçlarımız için bir araç. Bu durumu politikleştirmek yanlış

Huawei ürünleri ile alakalı güvenlik sorunu uzun bir dönem daha tartışılmaya devam edecek. Fakat ülkelerin teknolojik imkanları istihbarat toplamak için kullandığını Wikileaks ve Snowden meselesinde görmüştük.

ABD kaygılarında haklı olabilir ama bu meselede dürüst olduğunu söylemek pek mümkün değil.

Bu teknolojiye sahip olsaydı eğer muhtemelen Çin’in aklına gelmeyecek şekilde casusluk faaliyetlerinde kullanmakta tereddüt etmeyecekti.

Peki, Huawei rakiplerini nasıl zayıflatıyor?

Ürünleri daha ucuza sunması en güçlü kartlarından biri. Ve bunu Çin hükümetinin desteği ile yapıyor.

Fakat Huawei Ceosu Ren Zhengfei bu durumu reddediyor: “Huawei Huawei’dir,  Çin ise Çin’dir. Bu şirketin Çin’i temsil ettiğini söylemek yanlış.”

 Çin hükümetinin nasıl destek verdiği belirsiz ama net olan şey Çin’deki devlete sadakat yasası. Çin istihbaratı tarafından güvenceye alınmış bu yasaya aykırı davranmak pek mümkün değil.

Anayasada yer alan 7. madde tam olarak şöyle: “Herhangi bir kurum ve vatandaş devlet istihbaratına her türlü konuda yardım edecek ve işbirliği yapacaktır.”

Bu şirkete yöneltilen eleştirilerin çoğunluğu bu yasayı gerekçe gösteriyor.

Yani bir Huwaei ürünü aldığınızda gözetlenmeyi de doğrudan kabul etmiş oluyorsunuz.

Hükümetleri rahatsız eden temel mesele bu.

Çin’de herhangi bir şirketin bağımsız hareket edemeyeceğini düşündüğümüz de Batı hükümetlerinin  kaygılarında haklı olduğunu düşünmek zor olmasa gerek.

Trump: “Geleceğin bu güçlü endüstrisinde başka hiçbir ülkenin ABD ile rekabet etmesine izin veremeyiz”

Savaş ifadesi zihninizde neyi canlandırıyor?

Savaş uçakları, tanklar, kaleşnikoflar ya da füzeler, modern silahlar.

Hayır.

Bahsedeceğimiz bunların hiçbiri değil.

Berlin duvarının yıkılması, Sovyetlerin çöküşü iki kutuplu dünyanın da yok olduğu şeklinde yorumlanıyordu ama bugün işleyeceğimiz hikayede bu durumun aslında tam tersi olduğunu göreceğiz.

Dünya, Çin ve ABD özelinde doğu ve batının yeni bir formda çatışmasına hazırlanıyor.  Bu çatışmanın silahları ise “ekonomi ve teknoloji “

Dünya, siyaset ve komplo kelimelerini birlikte kullandığınızda, uzmanından mobil okuruna herkesin aklına gelen isim muhtemelen aynıdır.

Rothschild’ten bahsediyoruz.

Bu ailenin adı ne Forbes dergisinin düzenlediği ”Yılın Zenginleri” bölümünde yer alır ne de dünya jet-sosyetesinin partilerinde.

Ancak birçok ülkenin diplomatı bu ailenin adını duydukları zaman beş dakika durmak zorundadır.

Çünkü bu aile dünya tarihi sahnesinde 1590 yılından beri vardır ve dünyanın ailenin çok gizli faaliyetleri neticesinde bugünkü şeklini almasında bu ailenin de katkısı vardır.

Dünyada olan her siyasi ve ekonomik, askeri gelişmeleri çıkarlarına uygun düşecek şekilde düzenlemek en kutsal görevlerindendir bu ailenin.

Fakat bugün bu misyonu daha kapsamlı ve organize şekilde temsil eden başka bir oluşum var.

“Five eye” yani Beş Göz

Peki, nedir bu?

İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Amerika Birleşik Devletleri’nin kurduğu bir istihbarat ağından bahsediyoruz.

Bu beş ülkenin ana istihbarat servisleri de bu küresel gözetleme sisteminin esas parçalarını oluşturuyor: ABD’nin “Ulusal Güvenlik Ajansı “, İngiltere’nin “Ulusal Siber Güvenlik Merkezi”, Kanada’nın “İletişim Güvenliği Örgütü “, Avusturalya’nın ” Avustralya Haberleşme Direktörlüğü ” ve Yeni Zelanda’nın “Devlet İletişim Güvenliği Bürosu ” teşkilatları bunların başlıcaları.

Bunlar arasında örneğin, İngiltere’deki “RAF” (Royal Air Force) dünyanın en büyük elektronik gözetleme merkezi olarak biliniyor.

Burada dünya üzerindeki bütün haberleşmelere müdahale edilerek İngiltere ve ABD için istihbarat toplanıyor. Sadece NSA ve RAF’ın bile bu sisteme dahil olduğu düşünüldüğünde ‘Beş Göz’ün istihbarat kapasitesinin gücü ve sınırları daha iyi anlaşılabilir.

Ayrıca, bunlara bağlı diğer onlarca haber alma teşkilatı da ‘5 Göz’ ağının en önemli kaynakları.

Snowden, Beş Göz’ü “kendi ülkelerinde bilinen, yazılmış kanunlara uymayan ” milletler üstü” istihbarat organizasyonu olarak tanımlıyor.

Stratejik deniz alanlarından geçen taşımacılık trafiğinden balistik füze testlerine, yabancı uydu dağıtımları ve ilgili askeri faaliyetlerini kapsayan havacılık alanını ve denizalanı gibi birçok yerde etkisi olan bir oluşum.

Terör örgütleri, silah anlaşmaları,  ayaklanmalar, krizler Beş Göz’ün ilgi kapsamındadır; Tüm beş üye için ciddi endişe kaynağıdır bunlar ve bu bağlamda aralarındaki istihbarat işbirliğinin, hükümetlerini en yeni bilgilerle güncel tutması esas almayı önceliyorlar.

Bu, politika oluşturma sürecine yardımcı olur, çünkü ittifak tarafından toplanan ve analiz edilen veriler, aynı zamanda hükümetin günlük temeli için de hayati öneme sahip olabilir; Özellikle, bu günlük çabalar olası terör kaynaklarının ve diğer geleneksel olmayan tehditlerin izlenmesi ve tanımlanmasından oluşmaktadır.

Beş Göz, “Üçüncü Taraf” ülkeleriyle birlikte de çalışıyor.

Danimarka, Fransa, Norveç ve Hollanda ile işbirliği “Dokuz Gözler” adını alır ve daha geniş çerçevede oluşturulan  “On Dört Göz”  de bu silsilenin bileşenlerinden.

İttifaka Belçika, Almanya, İtalya, İspanya ve İsveç de dahil edilir.

On Dört Göz’ün resmi adı SIGINT Eski kıta Avrupa’sı amaçları ise, üyeleri arasında askeri sinyallerin değişimini koordine etmek. Bu ittifak, İngiltere ile ABD arasında Soğuk Savaş döneminde karşılıklı güvenin güçlendirilmesi ve iki ülke arasındaki bağların derinleştirilmesi için daha güçlü bir işbirliğinin temelini oluşturmaya yardımcı oldu.

Başka bir deyişle, anlaşma, İngiltere ve Birleşik Devletler arasındaki “özel ilişkiyi” pekiştirdi.

Soğuk Savaş döneminde İngiltere için işbirliği çok önemliydi.

Bu ittifaka dair çok az sayıda belge kamuya açıktır, ancak resmi olarak gerçekleştirilenler ile anlaşmanın temel boyutunu görebiliyoruz.

1946 tarihli anlaşmaya göre, “taraflar, dış iletişim ile ilgili olarak aşağıdaki işlemlerin değişimini kabul ederler: veri trafiği toplanması, iletişim belgelerinin ve ekipmanlarının alınması, trafik analizi, kripto analiz, şifre çözme, çeviri, satın alma, iletişim örgütleri, uygulamaları, prosedürleri ve ekipmanları ile ilgili bilgiler. Bu, anlaşmanın ve amaçlarının ilk kapsamını gösteriyor…

Ayrıca, ittifakın her bir üyesinin dünyanın belirli bölgeleri üzerinde istihbarat toplanması ve analizinden sorumlu olduğu bilinmektedir.

Ayrıca, bahsi geçen birçok ülkenin, özellikle tarafların güvenlik hizmetlerinin başkanlarını bir araya getiren NATO Özel Komitesi aracılığıyla başka istihbarat işbirliği bağlantılarına sahip olduğunu belirtmek gerekir.

Beş Göz, “İngilizce Konuşan Dünya” vatandaşlarını daha güvende tutmak ve üyeler arasında güven ve güvene dayanan on yıllar süren ilişkilerin sonucu olan vazgeçilmez bir oluşumdur.

Pakistan’daki yeni otoyol, Kazakistan’daki yeni demiryolu terminali, Sri Lanka’daki deniz limanı Ve Laos kırsalındaki bu köprü.  İlginç olan, bu projelerin tamamı, 3 kıtayı kapsayan ve dünya nüfusunun % 60’ını oluşturan bir ülkenin projesinin parçası olması.

Noktaları birleştirirseniz eğer bunun hangi ülke olduğunu anlamanız zor olmayacak. Çin’in bu kemer ve yol inisiyatifi – modern ve küresel ticareti yönlendiren en iddialı altyapı projesi oluyor. Ve bu aynı zamanda Çin’in geleceğin süper gücü olma planını net şekilde gösteriyor.

Çin başkanı Xi Jinpin 2013 yılında Kazakistan’da yaptığı bir konuşmada İpek Yolu’na atıf yapıyor. “Birlikte yenilikçi bir yaklaşım izlemeliyiz ve İpek Yolu boyunca ekonomik bir kemer oluşturmalıyız.”

İpek yolu,  Avrupa, Orta Doğu ve Çin arasında, malları, fikirleri ve kültürü taşıyan M.Ö 200’e kadar uzanan bir ticaret yolu ağı.

Bu konuşmadan bir ay sonra Jinpin Endonezya’da; “İki taraf, 21. yüzyıl için deniz ipek yolu inşa etmek için birlikte çalışmalıdır.”

Bu iki cümle, Xi’nin projesi olan multi-trilyon dolarlık (4-8)  Kemer ve Yol İnisiyatifi’nin ilk ifadesiydi.

Bu aynı zamanda iki ayrı projenin bileşenleriydi.

Birincisi,  Çin’e malları sokmak ve çıkarmak için yeni yol işlevi gören 6 koridorlu karasal Ekonomik Kuşağı,  Çin ve Londra’yı bağlayan demiryolu, Hazar Denizinden Çin’e ulaşan doğalgaz boru hattı ve Güney Doğu Asya’daki hızlı tren ağı.

İkincisi ise, Deniz İpek Yolu, Güney Çin denizinden Afrika’ya kadar uzanan ve Çin’den ticareti de yönlendiren bir liman zinciri. Deniz İpek Yolu aynı zamanda petrol rafineleri, sanayi bölgeleri, enerji santralleri, mayınlar, fiber optik ağları da kapsıyor. Tamamı Çin’in dünya ticaretini kolaylaştırmak için dizayn edildi. 60’tan fazla ülke bu projeyi imzaladı. Ve bu liste Çin’in kazan -kazan politikası sebebiyle gittikçe büyüyor.

Çin’in bu projeler kapsamında yatırım yaptığı ülkelerin çoğunluğu ekonomik ve politik açıdan istikrarsız.

Diktatörler ve iç karışıklık ile boğuşan bu ülkelerin Çin’e geri ödeme yapamayacağı açıkken Çin’in bu yatırımları sürdürmesinin mantığı nedir?

Sri Lanka örneği bize bunun cevabını sunuyor.

Çin, Deniz İpek Yolu’nun anahtar noktalarından olan Sri Lanka’ya  derin su limanı projesi için 1.5 milyar dolar yatırım yaptı fakat 2017’de geri ödemeyi yapamayan Sri Lanka’dan limanın %90 kontrolünü devraldı.

Geleceğin ’emperyal gücü’ olma yolunda emin adımlar ile ilerleyen Çin aynı zamanda teknoloji markaları üzerinden de rakipleriyle istihbarat savaşları veriyor.

Bu markaların başında ise HUWAİ geliyor.

Çin’de beddua anlamında kullanılan bir cümle: “İlginç zamanlarda yaşayasın”

Gerçekten de çok ilginç ve bir o kadar da tehlikeli zamanda yaşıyoruz.

Dünyanın ekonomik, siyasi ve güvenlik mimarisi istikrarını kaybediyor. Bu mimari giderek ABD ve Çin arasındaki gerginliklerin, rekabetin üzerinden yeniden şekillenmeye başlıyor.

Dünyanın en büyük telekom şirketlerinden biri, ABD tarafından açılan iki düzine ceza suçlamasıyla karşı karşıya.  Ayrıca, Çinli teknoloji devi Huawei’nin kurucusu Ren Zhengfei’nin kızı Meng Wanzhou ABD’li yetkililerin isteği üzerine Kanada’da tutuklandı.

Davalar, Çin-ABD ilişkileri ve Huawei’nin hızlı büyümesinin ortasında hassas bir zamana denk geliyor.

Bu durum aynı zamanda Çin, Kanada ve ABD arasında diplomatik tansiyonun yükselmesine neden oldu.

Peki, ABD neden dünyanın en büyük akıllı telefon üreticilerinden Huawei ve yöneticisi Meng Wanzhou’yu hedef alıyor?

Çinli yetkililer bu durumu ABD’nin ambargo uyguladığı İran ile kurdukları ticari ilişkiye bağlıyor.

ABD ayrıca, muhataplar  bunu reddetse de Huawei ve Bayan Meng’i banka dolandırıcılığı ve teknoloji hırsızlığı ile suçluyor.

South China Morning Post gazetesinin Çin yorumcusu Cary Huang’a göre, Batı’nın 5 büyüklerinin (ABD, Kanada, Fransa, Almanya, İngiltere) istihbarat örgütleri Çin’in teknolojik gelişmesini, bu kez özellikle iletişim teknolojisi 5G’de dünyada liderliğe oynayan Huawei üzerinden engellemeye çalışıyorlardı.

İki gün sonra, son APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Zirvesi) üzerine yazarken, Huang, “Bir savaş yönünde ilerlemekte olan ABD ve Çin arasında sıkışan Asya artık güvenli bir yer değil” diyecekti.

Çin’in, ekonomisini piyasa ilişkilerine açmaya başladıktan, özellikle Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olduktan sonra,  giderek liberal dünya düzeniyle yalnızca ekonomik değil siyasi olarak da bütünleşmesi bekleniyordu. Ama Çin, liberal ekonomik düzeni sorguluyor. ABD ile Çin arasında bir savaş olasılığından söz ediliyor.

Dünyanın en büyük radyo teleskopunu, en uzun hızlı tren hattı ağını kuran, uzaya ilk kuantum iletişim uydusunu gönderen, kuantum interneti kurma yolunda hızla ilerleyen Çin, klonlama, embriyo ve kök hücre, virüs araştırmalarında hızla batıyı yakalıyor kimi alanlarda öne geçiyor.

Yapay zeka, özellikle bunun savunma, izleme alanlarına yönelik uygulamalarında da Çin hızla liderliğe aday oluyor.

Uzay araştırmalarında, uzay istasyonu, ayın karanlık yüzüne araç gönderme, gelecekte ayda bir üs kurma çalışmalarında da Çin öne geçiyor.

Çin’de yayımlanan bilimsel araştırma makaleleri 2016 yılında 409 bine karşılık 426 bin makaleyle ABD’yi geçmiş. Bunda Çin’in 1995-2013 arasında bilimsel araştırmalara ayırdığı kaynağın 30 kat artarak, 243 milyar dolara ulaşmış olmasının büyük katkısı var.

Çin, ABD ve Batı liderliğinde, kendi gereksinimlerine uygun biçimde şekillenmiş bir küreselleşmenin hem coğrafyasını hem de kurallarını değişmeye zorluyor.

Daha önce şekillendirilmiş kimi coğrafyalarda başlayan bu yeniden şekillendirme de ister istemez gündeme jeopolitik gerginlikleri, daha açık söylemek gerekirse büyük güçler arası rekabeti ve çatışma olasılıklarını getiriyor.

Bu bağlamda, Çin’in Ortadoğu’da, Doğu Avrupa’da ve Latin Amerika’da kendine yeni etki alanları açmakta olduğunu görüyoruz. Uluslararası jeopolitik ve rekabet söz konusu olduğunda iki coğrafya, özellikle dikkatleri üzerinde topluyor.

Meng’in tutuklanması da ABD ve Çin arasındaki diplomatik krizin büyümesine neden oldu.

Huawei’ye karşı açılan davada, şirket teknolojisinin batıda yaygın olarak benimsenmesinin muhtemel bir casusluk riskini ortaya çıkardığını ve endişe yarattığı belirtiliyor.

ABD Adalet Bakanlığı Ocak ayında şirketin ticari sırları çaldığı iddiası da dahil olmak üzere bir dizi ek suçlamada bulunmuştu. Bunlar teknoloji devi Huawei hakkında uluslararası bir baskı  kurma amacıyla yapılmış en ciddi suçlamalar.

Şirketin sadece 2017 kazancında 92 milyar doların üzerinde bir artış sağladığı gözlemlendi.

Batı ülkeleri casusluk endişeleriyle ilgili olarak şirketle olan işlerini incelemeye çoktan başladı.

ABD Başkanı Donald Trump, 2016’da göreve başlamasından bu yana Çin’in ticaret uygulamalarından şikayetçi.

2017 yılında Çin ticaret politikaları üzerine bir soruşturma başlatan Trump geçen yıl milyarlarca dolarlık Çin ürününe tarifler uygulamış ve Pekin de aynı şekilde karşılık verip misilleme yapmıştı.Aylarca süren ticaret savaşının ardından taraflar Aralık ayında bir dizi atılım gerçekleşti. Her iki ülke de görüşmeler için 90 gün boyunca yeni ticaret tariflerini durdurmayı kabul etti. Bu görüşmelerde bazı ilerlemeler kaydedildi, yüksek tariflerin 1 mart tarihine kadar geciktilmesi gibi. ABD şu ana kadar Çin malları için 250 milyar dolar tutarında üç farklı tarif uyguladı.

El çantasından, demiryolu ekipmanlarına kadar çok çeşitli endüstriyel ve tüketici ürünlerini kapsayan bu tariflerin oranı %10 ile %25 arasında değişiyor.

2018’de Çin’e uygulanan tariflerin toplam maliyeti 56 milyar dolardı. Bu rakam 24 Eylül’de 200 milyar dolara yükseldi. Gelecekte ise bu tariflerin 267 milyar dolara yükselmesi bekleniyor.

Çin’in misilleme olarak ABD’ye uyguladığı tarif ise 2018’de 50 milyar dolar. 24 Eylül’de ise bu rakam 60 milyar dolara yükseldi. Toplamda 136 milyar dolar.

Trump’ın uygulamayı planladığı 267 milyar dolarlık tarifin Çin’den ihraç edilen tüm malları kapsaması bekleniyor. ABD ayrıca dünya çapında ithal edilen Çin yapımı çelik ve beyaz eşyalara da tarifler uyguladı.

Çin buna karşılık ABD’yi “Ekonomi tarihinin en geniş ekonomik savaşını başlatmak” ile suçlayarak ABD mallarına 136 milyar dolarlık ek tarif uyguladı. Bu tarif kimyasallardan, medikal sektörüne kadar geniş bir sektörü kapsıyor.

ABD’nin tarif uygulamayı tercih etmesinin nedeni; Tarifin, teoride, ABD yapımı ürünleri ithal edilenlerden daha ucuz hale getirip tüketicileri Amerikan satın almaya teşvik etmesi.

Bu ticaret savaşının büyüme ihtimali şimdiden yatırımcıları sarstı ve borsayı ciddi anlamda etkiledi.

IMF de bu savaşın küresel ekonomiyi zayıflatacağını düşünüyor.

Çin bu ticaret savaşından galip çıkmak için medyaya da ciddi yatırımlar yapıyor.

Kendi bakış açısını sunmak amacıyla birçok dilde yayın yapan, radyo televizyon ve kablo kanalları, Asya, Avrupa ve Afrika coğrafyalarında da hızla yayılıyor.

The Guardian gazetesinin aktardığına göre, ekonomik durgunlukta zorlanan Batılı gazeteci ve yayıncılara bu yayılma yeni olanaklar sunuyor.

Çin, Konfüçyüs enstitüleri ağının de katkısıyla, küresel kültürel alanda, kültür endüstrisinde giderek daha etkili bir biçimde var oluyor; Batı’nın kültürel egemenliğini aşındırmaya başlıyor.

Bu ekonomi savaşının silahları her yerde. Yediğiniz yemek, giydiğiniz kıyafet, işe giderken bindiğiniz tren ve bu videoyu izlemek için kullandığınız teknolojik ürünler.

Peki bu savaşın bir kazananı var mı?

Bu savaşın kazananını bulmak için yapmamız gereken hangi tarafın daha fazla ülkeye ihracat yaptığına ve tariflerin hangi ülkeyi daha fazla etkilediğine bakmak gerekiyor.

Bu yaptırımlar geri dönüşü zor bir krizin sancılar mı yoksa tarafların daimi müttefiklik için yaptığı flörtleşme mi?

Çin’de kullanılan beddua gibi  “İlginç zamanlarda yaşıyoruz”