Portre

Damla Damla Adalet

Bir yazarın eseri kadar hayat eylemi de değerlidir. Hatta bazı yazarlar eserleriyle yarışan bir hayat eylemine dönüşürler. Birkaç bakımdan mucizevi bir karakter taşıyor Adalet Ağaoğlu. Batılı (Bosna) bir anne ile Anadolu(Doğu) bir hafız babanın kız çocuğu olarak Nallıhan’da başlayan macerası İstanbul Boğaziçi sırtlarında şimdilik son buldu. Fakat Anadolu’nun ortasında, Ermenilere ait bir evde büyüyen bir kız çocuğunun okuması için aile merkeze, Ankara’ya doğrulurken, aslında modern edebiyatımızın önemli bir hamlesine de zemin hazırlıyordu. O hamle ‘Adalet Ağaoğlu’ diye anılacaktı artık. Zekiydi, inatçıydı, dediğim dedikçi idi. Doğu her bakımdan aradan çekilip Batı kendi yıldız apoletlerini parlatmaya çalışırken, bir sanatçı sezgisiyle olup bitenleri gözlemliyordu. Bu gözlem, ilkin tiyatro oyunlarına sonra da romanlarına yansıyacaktı. Ondaki yazma ve hayat eyleminin merkezinde anne ve baba vardı. Doğu ve batı diye sembolize edilebilecek bu olgu, aktüalitenin iliğine eğildikçe onu coşturacak ve Türk Edebiyatının sosyolojik gözü yüksek eserlere dönüşecekti. Ömrünün son zamanlarında birlikte geçirdiğimiz zamanlarda, ‘Ömer, biliyor musun, her şeyi yazdım, annem ile babamı yazamadım’ oysa bütün düğüm orada, onların ilişkilerinde. Sofrada, doğu ile batı bir araya geliyordu hep’ demesi bundandı. Aslında yazmıştı bunu. Roman ve hikayelerinde açığa çıkan, doğu ve batı arasında sıkışmış toplumun ve o toplumdaki zihniyet ilişkilerinin çözümlenmesiydi. Ona göre, romancı, çatışmanın, düğümlenmenin tam ortasında kalandı. Ne yapıp yapıp bu çelişki, çatışma, oluş, çözülüş, dayatma, mayalanma, erime, çürüme yazılmalıydı. Dinmez bir merakı ve pırıl pırıl bir hafızası vardı Ağaoğlu’nun. Karşı çıkmak, muhalif olmak, sorgulamak, sormak ana şiarıydı. Kolay bir insan değildi. Fazlasına, yükseğe adaydı. Yetinerek bir şeyi ilerletmek mümkün değildi. Bir yazar ne yapıp edip kitaba varmalıydı. Sonuçta ‘kitaba kimseler bir şey yapamazdı’. Kitap sadece yazanın değil belki asıl toplumun koruyucusuydu.

Şiirle edebiyata başlamıştı Adalet Ağaoğlu. Orhan Veli kuşağını görmüş, onları yakından tanımıştı. Fakat onu asıl sıçratan tiyatroya yönelmesi oldu. Zekası ve gözlem gücü toplumsal olana yoğunlaşmış ve orada beklenmedik kıvılcımlar çaktırmıştı. TRT Ankara Radyosunda çalışmaya başladı. Bu dönemde sosyal ve edebi kişiliği pekişti. Sonra da çatallandı. İtiraz edip hiçbir devir çatal dilini terk etmeyen muktedirlere direndiği için TRT’den ayrılmak zorunda kaldı. Bu da onu romancı yaptı. Adeta, ömrünü onun yazarlığına adayan eşi Halim Ağaoğlu’nun sayesinde sıkıntı çekmeden yaşadı. Yazdı yazdı yazdı. Bir Düğün Gecesi, Fikrimin İnce Gülü, Ölmeye Yatmak gibi romanlarıyla artık kalemi kadar tarihsel olana yaklaşımıyla da fark attı. Öyküleri, denemeleri, çevirileri, radyo oyunları, mektupları, mülakatları, konuşmaları ile büyük bir külliyat bıraktı. Bununla birlikte, edebiyatımız kadar düşünce dünyamıza armağanı Damla Damla Günler ismini taşıyan günlükleri oldu. Hemen her şeyin üstünün örtüldüğü, doğal sansürün bir gelenek olduğu doğu toplumuna, üstelik bir kadın kimliğiyle, mucizevi dört kitaplık bir eser bıraktı. Bu yönünün özellikle vurgulanması gerekiyor. Çünkü ilerleme yol açmak demektir dilde, edebiyatta sanatta. Bu kadar da değil Ruh Üşümesi kitabıyla insanın cinsel deneyimini en doğal fakat en sert haliyle dile dönüştürdü. Göç Temizliği benzeri kitaplarında ise, yazarken kuram teorisi dersleri verdi. Aydın kavramı üzerine sıkça düşündü. Karşılaşmalar serisi bir bakıma aydın zihnini silkeleme kadar düze çıkarma işidir de.

Konuşmaya, arkadaşları, dostları, sevdikleri ile bir arada olmaya düşkündü. Sevmek onda hünerdi. Küskünlükleri, kızgınlıkları da oldu ama her zaman sorguladı bunları. Türkiye’nin sosyal fay hatlarına karşı hep duyarlı idi. Önyargılı, bağnaz, değildi. Karşı görüşe saygısı vardı. Dinlemeyi bilirdi. Ama her zaman merkez olan bir kişiliği vardı. Hafızası ile yarışan yaratma kabiliyeti geçirdiği fiziksel acılara (trafik kazası, düşme vs) rağmen dipdiriydi. Yazı, yazarlık onun için başlı başına bir evrendi. Genç yazarları, şairleri yakından izler, kitaplarını okur, notlar alır, sorar, telefon eder, hayat verirdi. Yaşlılığa bağlı olarak evden çıkamadığı günlerde, telefonlarla ve başka yollarla sürdürmeye çalıştı bu yaşama hevesini. Heves, estetize olmuş bir bütünlüktü onda. Adalet Ağaoğlu damla damla kendisini kurmuş mucizevi bir yazardı.