Portre

Millî Görüşün temelini atan şair: Süleyman Arif Emre

Kimi insanlar vardır, edindikleri siyasî makamlar sayesinde toplumdan değer kazanırlar. Kimi insanlar da şahsiyetleriyle ve duruşlarıyla siyasete değer katarlar. Değerlerini ancak değerliler bilir. Bu insanlar alışılagelmiş sıradan politikacı portresine uymazlar. Dertleri memleketi hak ettiği konuma getirmek, davaları yüzlerce yıl boyunca İslâm’a bayraktarlık yapmış olan bir millete, elinden alınan kimliğini tekrar kazandırmaktır. Memleket meseleleri yerine nefsinin isteklerinin peşinde koşan ucuz politikacılardan fersah fersah uzaktırlar. Meclise kapağı attıktan sonra iş takipçiliğine başlayan kifayetsiz muhterislerle karşılaştırılamayacak kadar kişilik sahibidirler.

Türkiye’nin meselelerini kendi kaynaklarından beslenerek analiz edebilecek bir kültürel birikime sahiptirler.  Edebiyatı, musikiyi mimariyi tarihi ve geleneği iyi bilirler. Derinlikleri hitaplarında ve kimlikleri duruşlarında kendisini hemen belli eder. Sığlaşan siyasetin yeni aktörlerini, kazara çıktıkları meclis kürsüsünde kelimeleri katledercesine ve cümleleri hırpalarcasına ellerindeki kâğıtları okumaya çalışırken görünce eskileri arar olduk.

Güzel Türkçesiyle kitabın ortasından konuşan ve kendisini dinleten hitabet ustası siyasetçilerin azalması ülkemiz açısından üzücü bir durum. Meclisin entelektüel seviyesini artıran isimler birer birer gittiler. Maalesef bıraktıkları boşluk da doldurulamadı. Siyaset her geçen gün irtifa kaybediyor. Meclis kürsüleri kültüre, mizaha edebiyata şiire hasret kaldı.

İz bırakan bir siyasetçi

Geçtiğimiz sene Hakk’ın huzuruna uğurladığımız Süleyman Arif Emre de siyasete değer katan kıymetli isimlerden biriydi. Hayatı boyunca içinden çıktığı aziz milletinin huzur ve barış içinde yaşayabilmesi, ahlâk ve faziletin memleketimizde hâkim olabilmesi için tüm benliğiyle büyük bir mücadele verdi. Merhumu, eşi hanımefendi de henüz hayattayken evinde ziyaret etmiş ve kendisiyle uzunca bir sohbet etme imkânımız olmuştu.

Defterime baktığımda aradan 11 yıl geçtiğini görüyorum. Bu yazıda o gün aldığım notların da yardımıyla rahmete vesile olmasını umarak Merhum Süleyman Arif Emre’yi anlatmaya çalışacağım.

Maalesef Milli Görüşün siyasi mirasına talip olanlar dar alanda top döndürülen bir politikaya sıkışıp kaldılar. Geçmişin zengin birikimini yeni nesillere kültürel ve akademik olarak aktarma noktasında başarılı olamadılar. Gönül isterdi ki Milli Görüşün hem kurumları hem öne çıkan aktörleri hakkında çok sayıda esaslı çalışmalar yapılsın. Ama maalesef şu ana kadar bu olmadı. İnşallah gelecekte olur.

Süleyman Arif Emre merhum sorumuz üzerine siyasete girişini kaderin bir tecellisi olarak değerlendirmişti.  Herhangi bir planı olmamasına rağmen kendisini vekil olarak bulduğunu, bakanlık yaptığını ve cumhurbaşkanına vekâlet ettiğini sakin sakin anlatmıştı.

İbret alınacak bir hikâye. O, akrabalarının itirazlarına rağmen Adıyaman’da vekil listesi hazırlanırken kendi isminin yerine başka isimleri yazarak hakkından feragat edebilme erdemini göstermiş. Politika kulvarında az görülecek bir fedakarlık yaparak istese kendisi seçilebilecekken tercihini başka bir dava kardeşinden yana kullanmış

Güzel insanın siyaseti de güzel oluyor. Bir sonraki seçimde ise ilk sonuçlara göre seçimi kazanmasına rağmen tekrar sayım sonunda vekilliğinin iptal olduğu haberi gelir. Bütün dostları ve yakınları şok geçirirken, kendisi kalbine yönelir, kazandığı an ile iptal haberinin geldiği an arasında bir şok hâli yaşamadığına şükreder. İmam-ı Azam’ın meşhur kıssasını hatırlatan güzel bir hatıra.

“Önce ahlâk ve mâneviyat” şuuruyla siyasette var olan Emre, her şart altında milletin temel değerlerinin yılmaz savunuculuğunu yapar.  Bulunduğu bütün makamlarda uğurda gayret göstererek inançlı insanımızdan her zaman takdir görür.

Türk siyasetinde dönüm noktası sayılacak bir başlangıç için ilk adımı O atar.  Necmettin Erbakan Odalar Birliği’ndeyken “Davamızın bir karargâhı ve lideri yok, sizi mevcut liderlerden daha liyakatli görüyorum.” diyerek siyasete davet eder. Erbakan’a teklif götürme fikrini ilk açtığı kişi, yakın dostu olan Osman Yüksel Serdengeçti’dir. Serdengeçti hem ilim hem aksiyon adamı bir isim bulmasından dolayı Arif Emre’yi tebrik eder. Erbakan’ın teklifi kabul etmesiyle ümmeti gözeten yerli bir hareket yürüyüşe başlar.  Böylelikle Millî Görüş’ün temeli bir şair tarafından atılmış olur.

(Milli Nizam Partisi Açılış toplantısı. 8 Şubat 1970. Ankara Büyük Sinema. Soldan itibaren; S. Arif Emre, Bahattin Çarhoğlu, İsmail Müftüoğlu, Mehmet Satoğlu, Rıfat Boynukalın, Necmettin Erbakan ve Fehmi Cumalıoğlu.)

“Üzülme sen bakan olacaksın!”

Milletimizin fıtratında bulunan yüksek ahlâk ve faziletin kuvveden fiile çıkarılması, inkişafı ve cemiyetimize nizam, huzur, içtimaî adalet ve vatandaşlarımıza saadet ve selâmet getirme gayesiyle Millî Nizam Partisi kurulur. Süleyman Arif Emre’nin telkinleriyle Erbakan partinin başına geçer. Bu kuruluştan sonra sistemle büyük savaş başlar. Yıldırma operasyonları, yıpratma kampanyaları, yok saymalar, görmezden gelmeler ve bunun gibi türlü türlü zorlukla mücadele etmek durumunda kalırlar. Millî Görüş partilerinin kaderi hâline gelecek olan “kapatma”yla yok etme operasyonunun ilk kurbanı Millî Nizam Partisi olur.

Abdurrahim Karakoç’un meşhur şiirinden uyarlanan parti marşındaki “Koç burcuna, yay burcuna, bebeklerin avcuna, minarelerin ucuna Millî Nizam mührünü kazıma” ideali hukuksuz kapatmayla yarım kalır. Hoca, üzüntüsünden kalp krizi geçirir ve bir süre İsviçre’de tedavi görür. Üzülen sadece Erbakan değildir. Süleyman Arif Emre başta olmak üzere partinin bütün kurmayları, bu kapatma kararı ile adeta yıkılırlar. Emre’nin derin üzüntüsüne şahit olan ağzı dualı mübarek bir zât, “Üzülme, bu dava yürüyecek sen de bakan olacaksın!” der.

Milli Nizam’ın kapısına kilit vurulmasından dolayı morali bozulan teşkilat mensuplarını toparlamak, saygın kişiliğinden dolayı herkes tarafından çok sevilen ve sayılan Süleyman Arif Emre’ye düşer. İnançlı Anadolu insanının değerlerini siyaset sahnesine taşıma azmiyle çalışırken yollarının kesilmesinden dolayı mahzun olan partililere çıkar ve şu açıklamayı yapar:

“Bir kimsenin abdesti bozulursa gider yeni abdest alır. Biz de gerekirse yeni parti kurarız!”

İşte bu konuşma Millî Nizamcıları yeniden ayağa kaldırır ve Millî Selamet Partisi’nin temellerinin atılmasının fitilini ateşler. Kaderin cilvesi… Ağzı dualı o dervişin söylediği gibi dava yoluna devam eder ve Süleyman Arif Emre üç yıl sonra bakan olur.

Necip Fazıl’ın övdüğü derin şair!

Gençlik yıllarında Büyükdoğu’da yazıları yayınlanan Süleyman Arif Emre, siyasetçi ve hukukçu kimliğinin yanında müthiş şiirlere imza atan iyi bir şairdir.

Klasik eserleri yutarcasına okumuştur.  Kendisi, “Şairliğim diğer yönlerimden öndedir.” dese de toplumda daha çok siyasetçi kimliğiyle tanınmıştır. Edebiyat zevki yüksek kültürel birikimi zengin olan Emre hakkında Mehmet Doğan’ın şu tespiti gayet manidardır.

“Süleyman Arif Emre nesli siyasetçiler edebiyatla, fikirle, sanatla iç içe idi. Kültür hamuleleri zengindi. Bu konularda konuşmaktan imtina etmez, vücut bulduğu zemini başarıya ulaştıktan sonra önemsiz görmezdi.”

Şiirlerini aruzla yazan Emre şiir yazmakla kalmayıp, Farsçadan şiir tercümeleri de yapar. Bazı edebiyat otoriteleri onunla alâkalı olarak, “Siyasete ayıracağı vakti edebî çalışmalara ayırmış olsaydı, daha büyük eserlere imza atardı.” diye görüş beyan ederler.

Recai Kutan bir röportajında, “Şunu ifade edeyim ki mevcut siyasî partiler içerisinde edebiyat seviyesi bakımından bizim Millî Görüş’ten daha iyisi yoktu.” demiş ve “Türkiye’de aruzla yazabilecek derinlikte arkadaşlarımız vardı.” ifadesini ekleyerek Süleyman Arif Emre’ye atıfta bulunur.

Musiki bilgisi de ileri seviyede olan Emre’nin birçok şiiri bestelenmiş, yıllarca dillerden düşmemiştir. Edebiyat dünyasında iddia sahibi nice şaire nasip olmayacak güzellikte yazdığı Naat’ı okuyucularımız, Mehmet Emin Ay’dan mutlaka dinlemişlerdir. Ne diyordu orada hatırlayalım:

“Kan tutar sen her bakışta kastedersen cânıma

Yâremi sar merhem ol da akmasın kânım benim

Arif Emre her ne etse râzıdır fermânına

Sahibimsin hem efendim hemde sultânım benim.’’

Zor beğenen ve her şiir yazana kolay iltifat etmeyen Üstad Necip Fazıl, Emre’nin şiirlerini sever ve onun derin bir şair olduğunu söyler. Komünizmle Mücadele Derneği’nin misafiri olarak Adıyaman’a geldiğinde o güne kadar ailesi dahil olmak üzere yazdıklarını hiç kimseye göstermeyen Arif Emre bütün cesaretini toplayarak Üstada şiirlerini takdim eder ve size bir şiirimi okuyabilir miyim?”  der.

Üstadın eşref saatine denk gelir teklif. Büyük şair hem dinler hem de “Yahu Süleyman Arif sen çok güzel şiirler yazmışsın bunları Büyük Doğu’da yayınlayacağım” der. Böylelikle 7-8 şiiri Büyük Doğu’da yayınlanır.

Mavera Dergisi’nin, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’le ilgili hazırladığı özel sayıda rahmetli Mehmet Akif İnan şu hatırayı paylaşmıştır:

‘Şiirden anlayan ve güzel şiir okuyan Oktay Önen isimli bir orman mühendisi ile Mehmet Kaplan, Üstad’ı Büyük Doğu’da ziyarete gitmişler. Masanın üstünde yayınlanacak yazılar arasında bana ait bir şiiri gören Mehmet Kaplan onu almış ve “Üstad bu ne güzel şiir. Sen mi yazdın?” diye sormuş. Üstad da “Evet, ben yazdım.” demiş. Oktay Önen gülerek,“Üstad, bu şiirin şairini ben tanıyorum.” deyince Üstad,“Ben de tanıyorum. Mahsus benim olduğunu söyledim ki bakalım ‘Bu şiir senin klasına uygun düşmez.’ diyor musun, demiyor musun? diye. Seni denemek istedim; ama sen de ‘Senin klasına uygun.’ cevabını verdin. Evet, bu şiir Süleyman Arif Emre’ye ait.”

Yüce gönüllü avukat

Fethi Gemuhluoğlu, Yavuz Bülent Bakiler’e yazdığı mektupta, “Dostum Arif Emre olacak, avukat. Mutlaka tanış. Uçsuz bucaksız bir gönül sahibidir.” der. Gerçekten de gönlü o kadar zengindir ki içine sayısız güzellikleri sığdırmasını başarır.

Hayatı boyunca dünya malına tamah etmez. “Çok kazanayım.” derdine düşmez.  En çetin zamanlarda İslâm davasının kahraman kalemlerinin mahkemelerde gönüllü avukatlığını üstlenir.

“Kula kul olmak için atılmadık meydana

Biz yalnız hakikate, hakka secde ederiz.

Nasıl girdiyse dava sahipleri zindana

Bilsin ki kahpe zaman biz de öyle gireriz…” dizeleri ile sisteme meydan okuyan Anadolu’nun yiğit evlâdı Osman Yüksel Serdengeçti, Arif Emre’nin avukatlığını üstlendiği yazarlardan biridir. Başı ne zaman dara düşse kendi çağırmadan Emre koşup gider ve dostuna destek olur. Serdengeçti, Allah davası için soruşturmaya uğruyorsa onu Allah için savunmak gerektiğine inanır ve hiçbir karşılık beklemeden her seferinde işini gücünü bırakıp yollara düşer.

Onların kavgasını, karşılığında teşekkür bile beklemeyecek kadar kendi kavgası olarak görür. Sadece zor davalara girip mahkemeyle hakimle mücadele etmez, Serdengeçti gibi farklı bir mizaca sahip olan bir şairin her türlü isyanına da derviş sabrıyla katlanır. Aralarındaki hukuku, bugünün bakış açısıyla anlamak zordur. Maddî bir beklentisi olmadan manevî bir sorumlulukla davasını takip ettiği Serdengeçti’nin fırçalarına günümüzün avukatları katlanabilir miydi? Bilemiyorum. Ziyaretimizde bütün bunları gülerek aktarmış, Serdengeçti’yi çok özlediğini ifade ederek ve şu hatırasını anlatmıştı:

“Bakan olduğumda Serdengeçti bize kendince bir sebepten kızmış, hakaret içeren bir telgraf yazmış. Özel kalem telaşlı bir şekilde odama geldi, ‘Efendim hemen hakaret davası açalım.’ dedi. Güldüm,‘Evlâdım, bu adam Osman Yüksel Serdengeçti, adı üstünde Serdengeçti. Dava açarsak açtığımız davada bile, gel avukat olarak savun, der. Görmezlikten gel.’ dedim.”

Yine Serdengeçti’nin idamla yargılandığı bir davada sıkı hazırlanıp etkili bir savunma yaparak Serdengeçti’nin beraat etmesini sağlar. Ama bu beraata Osman Yüksel sevineceğine memnun olmadığı her halinden belli olacak bir şekilde avukatına çıkışarak şöyle tepki gösterir.

‘Müthiş bir konuşma hazırlamıştım, Mahkeme Heyeti’nin ve bütün İslam düşmanlarının suratlarına indirecektim. Siz tuttunuz, o başarılı savunmanızla benim muhteşem konuşmamın yolunu kestiniz! İdam etmişler etmemişler ne önemi var! Şimdi tutup, beraat ettim diye sevineyim mi? ”

Süleyman Arif Emre sadece Osman Yüksel Serdengeçti’nin değil, devrin en büyük çilekeşlerinden Necip Fazıl’ın da gönüllü avukatlarındandır. O da zor bir insandır; ama Arif Emre, Üstadın davamızın bayraktarı olmasından dolayı zahmeti rahmet kabul eder ve Büyük Doğu mimarını asla yalnız bırakmaz.

Çile şairine Millî Nizam Partisi’nin, kongresinde yaptığı konuşmadan dolayı hakkında, laikliği ihlal iddiasıyla Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir dava açılır. Süleyman Arif Emre avukat olarak dosyayı incelediğinde konuşmayı yazıya çeviren bilirkişilerin çözümleme yaparken cümleleri anlamadıklarından dolayı ortaya tutarsız bir metin çıktığını görür.

Emre bu duruma sevinir ve sevinçle Usta şaire gidip ’’Ortaya çıkan saçma raporu reddedin, bir celsede mahkemeyi kazanalım der. Üstad avukatı Emre’nin dediğini tutmaz klasının sarsılmasındansa hapse girmeyi göze alır ve mahkemeye çıkıp şöyle der:

‘Ben şair ve yazar Necip Fazıl Kısakürek olarak bu saçma sapan ve manasız yazıyı kabul etmiyorum. Bu üslup benim edebi şahsiyetime ve klâsıma yakışmaz Sayın hâkimler ben o toplantıda yaptığım konuşmayı Büyük Doğu mecmuasında aynen yayımladım. İşte mecmua, nüshasını takdim ediyorum. Konuşmayı buna göre değerlendirin.’

Bütün bunları aktarırken “Onlar başka insanlardı, onların ruh hâlleri, dertleri, davaları başkaydı. Normal insan değillerdi. Hakikati haykırmayı beraatlarına tercih ediyorlardı. Onlar küfrün buzdağını hohlaya hohlaya erittiler. Bize de onların yanında olmak düştü, hamdolsun.” demişti. Ne kadar güzel bir bakış açısı. İşte özlemini çektiğimiz asil duruş.

Mütevazi bir kahraman

Sevgili Yusuf Kaplan ağabeyin ifade ettiği gibi Millî Görüş Hareketi“ Türkiye’de, medeniyet iddialarımızı ümmet bilinci ekseninde bu topraklarda yeşerttiğimiz bin yıllık İslâmî ruhu eksene alan çok yönlü, bütün medeniyet coğrafyamıza uzanan yerli; ama hem bölgesel hem de küresel bir harekettir.”

Bu örnek hareket, Süleyman Arif Emre gibi sadece Allah rızasını gözeterek davaya bütün malıyla ve canıyla ömrünü adayan mütevazı kahramanlar sayesinde büyüdü ve bugünlere geldi.

Temelini attığı Millî Görüş’ün bir gün hakkı verilerek tarihi yazılacak olursa, Süleyman Arif Emre gibi büyüklerimizin kıymeti daha iyi anlaşılacaktır.

Ruhu şâd olsun! Sevenleri sadık ve vefâlı, hayırla yâd edenleri çok olsun inşallah…

(Soldan Sağa: Bülent Ecevit,Fahri Korutürk,Necmettin Erbakan, Süleyman Arif Emre. Sağdan Sola: Korkut Özal, Şevket Kazan, Deniz Baykal)

Mahmut Bıyıklı

1 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

  • Çok Değerli Mahmut Hoca’m,
    Sizi ve yazılarınızı uzun süredir takip ediyorum. Geçmişin edebi ve manevi birikimini bu kuşağa aktarma noktasında göstermiş olduğunuz bu gayret takdire şayandır. İnşallah ben ve arkadaşlarım da sizin açtığınız bu yoldan kuracağımız bir dergi ve internet sitesi aracılığıyla daha çok günümüz savrulan ve geçmişinden bihaber gençliğine hitap etmek istiyoruz. Dergimizin ilk sayısında sizden ilham alacağımız bir yazıyı görmeyi çok arzu ediyoruz. Fikrimiz olgunlaşıp ürün haline geldiği zaman sizinle iletişim kuracağız. Selam ve dua ile…