Yirmi yıl önce, Gazze’de şehit edilen 12 yaşındaki bir çocuğun fotoğrafı tüm dünyayı sarsmıştı. Fotoğrafı çeken kameraman Talal Abu Rahma, bizlere o günü anlatıyor:
Tarihler 30 Eylül 2000’i gösterdiği zaman, Filistinli bir kameraman olan Talal Abu Rahma, Gazze Şehri’nin güneyindeki Selahaddin Caddesi’nde silahlı saldırı altında mahsur kalan bir baba ve 12 yaşındaki oğlunun fotoğrafını çekti. 12 yaşındaki o çocuğun adı Muhammed el-Durrah idi. Muhammed bu saldırıda ağır yaralandı ve kısa süre sonra öldü.
Cemal el-Durrah’ın, üzerlerine kurşun yağarken oğlunu korumaya çalıştığı anlar, Abu Rahma’nın çalıştığı haber kanalı France 2 tarafından yayınlandı ve bu fotoğraflar İkinci İntifada’nın en güçlü imgelerinden biri oldu.
İsrail hükümeti bu görsellerin doğruluğuna itiraz etmeye çalıştı ve akabinde İsrail ordusu, kendi askerlerinin bu saldırıdan sorumlu olmadığını iddia etti.
Vurulma anını gösterdikleri için Fransız medya yorumcusu Philippe Karsenty tarafından suçlanan Abu Rahma ve France 2 televizyon kanalının beraat etmesi 2013 yılına kadar sürdü.
Abu Rahma, 2001’deki Rory Peck Ödülü de dahil olmak üzere, bu çalışması için çok sayıda ödül kazandı. Şimdi ailesiyle birlikte Yunanistan’da yaşayan Rahma işi gereği Ürdün ve Yunanistan arasında gidip geliyor. Gazze’ye girişi ise 2017’den beri yasak.
Rahma, o günden yirmi yıl sonra yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Olaydan bir gün önce, Kudüs’teydim. France 2 ofisinde çalışıyordum. Kudüs’teki Fransa 2 kanalı büro şefi Charles Enderlin, sabah 10’da beni aradı ve “Sana araba gönderiyorum, hemen Gazze’ye geri dön, çünkü Batı Şeria’daki durum çok kötüye gidiyor” dedi.
Ben de geri döndüm. Charles Gazze’ye vardığımda beni aradı ve Gazze’deki durumu sordu. “Gazze çok sessiz, Gazze’de hiçbir şey yok” dedim. “Tamam,” diye yanıtladı, “Dikkatli ol, eğer bir şey olursa bana haber ver ve video çek.” dedi.
Öğleden sonra saat 3-4 gibiydi, hiçbir şey olmuyordu. Cuma günüydü. Batı Şeria yanıyordu ama Gazze gerçekten sessizdi. Neden hiçbir ses çıkmadığını biliyordum, çünkü okullar kapalıydı ve kutsal gündü.
Durumu izliyorduk ve bir gazeteci olarak, Cumartesi sabahı Gazze’de bir gösteri olacağını biliyordum. O zamanlar Gazze’de, biri Gazze Şehri’nin kuzeyinde ikincisi Erez’de ve üçüncüsü Selahaddin Yolu üzerinde olmak üzere çok kritik üç nokta vardı.
Birçok kişi neden Selahaddin Caddesi’ne gittiğimi merak etti. Orayı tercih etmemin nedeni şehrin ortasında olmasıydı. Erez’de veya başka bir yerde bir şey olsaydı, oraya çabucak gidebilirdim. Benim gibi, bütün gazeteciler Cumartesi sabahı ne olacağını tahmin edebiliyordu. Saat 7 civarında aşağı indim çünkü bu vaktin öğrencilerin okula gittiği zaman olduğunu biliyordum.
Taş atmaya başladılar. Arbede saatlerce sürdü. Orada neler olup bittiğini öğrenmek için Erez’deki meslektaşlarımla temas halindeydim – çünkü gerçek sıcak nokta burasıydı.
“Üzerimize Mermi Yağıyordu”
İkinci röportajımı yaparken saldırı başladı. Kameramı çantasından çıkarıp omzuma astım. Kimin ateş ettiğini görmek için sağa sola hareket etmeye başladım – deli gibi fotoğraf çekiyordum. Kim kime ve neden ateş ediyordu, gerçekten bilmiyordum. Kendimi saklamaya çalıştım çünkü etrafta bir sürü kurşun uçuşuyordu.
Solumda bir minibüs vardı, ben de arkasına saklandım. Sonra birkaç çocuk da gelip oraya saklandı. O noktadan adamı ve çocuğu görmemiştim. Ambulanslar geliyor ve yaralıları götürüyordu.
Kurşunlar yüzünden kimseyi duyamadım. Durum daha da kötüye gitmeye devam etti. Çok ateş edildi, çoğu yaralandı. Gerçekten korkmuştum. Yerde kan vardı. İnsanlar koşuyor, düşüyordu; mermilerin nereden geldiğini bilmiyorlardı, sadece saklanmaya çalışıyorlardı. Ne yapacağım konusunda kafam karışmıştı: çekime devam edecektim veya oradan kaçacaktım. Ama ben, inatçı bir gazeteciydim.
O anda Charles aradı ve şunu sordu, “Talal, miğferin var mı, koruyucu ceketin var mı?” Beni tanıyordu, çok ağır olduğu için koruyucu bir şey giymemiştim. Charles bana “Giy lütfen Talal.” diye bağırdı. Gerçekten sinirlendim çünkü giymek istemiyordum. Ona dedim ki, “Şu an çok tehlikeli bir yerdeyim. Lütfen Charles, bana bir şey olursa aileme iyi bak.” Sonra telefonu kapattım.
O anda ailemi düşünüyordum: kızlarım, oğlum, karım ve kendim. Ölümün kokusunu alabiliyordum. Her saniye yaralanıp yaralanmadığımı kontrol ediyordum.
Sonra yanımda saklanan çocuklardan biri “Onlara ateş ediyorlar” dedi. “Kime ateş ediyorlar?” diye sordum. O zaman adamı ve çocuğu duvarın dibinde gördüm. Saklanıyorlardı ve adam elini oynatıyor ve bir şeyler söylüyordu. Kurşunlar onlara doğru geliyordu. Ama nereden geldiklerini söyleyemem.
Adamın sağ tarafındaki köşede İsrail askerleri ve Filistin güvenlik güçleri vardı. O noktanın önünde İsrail üssü vardı. Ne yapabilirdim? Karşıdan karşıya geçemedim. Çok kalabalık ve genişti ve mermiler yağmur gibiydi. Hiçbir şey yapamadım.
Yanımdaki çocuklar korkmuş ve çığlık atıyorlardı. O anda kameramdan çocuğun yaralandığını gördüm. Sonra adam da yaralandı, ama yine de el sallayıp bağırıyordu, yardım istiyor, ateşin durmasını istiyordu. Yanımdaki çocuklar gerçekten korkudan çıldırıyorlardı. Onları sakinleştirmeye çalışıyordum. Kendime ve onlara bakmaktan korkuyordum. Ama olanları kamera ile çekmem gerekiyordu. Bu benim kariyerim. Bu benim işim. Orada sadece kendimi korumak için bulunmuyordum. Bir kural vardır: Hiçbir fotoğraf bir yaşamdan daha değerli olamaz. Ama inan bana, kendimi, bu çocuğu ve babasını kurtarmaya çalıştım ama saldırı çok şiddetliydi.
Karşıdan karşıya geçmek çok tehlikeliydi. Üzerimize mermi yağıyordu. Sonra bir patlama duydum ve kameram beyaz bir dumanla doldu.
Patlamadan önce çocuk yaşıyordu ama yaralıydı. Sanırım ilk yarası bacağındaydı. Ama patlamadan sonra, çocuğu bir daha gördüğümde, babasının kucağına yatıyordu ve babası hareket etmiyordu, duvara dayanıyordu. Oğlanın karnı kanıyordu.
Ambulanslar birçok kez içeri girmeye çalıştı. Onları gördüm. Ama çok tehlikeli olduğu için yapamadılar. Sonunda bir ambulans geldi ve çocuğu ve adamı aldı. Sürücüye ıslık çaldım, beni net bir şekilde gördü ve yavaşladı. Sizinle gelebilir miyim diye sordum. “Hayır, hayır, hayır, çok ciddi yaralılarım var” dedi ve sonra gitti.
Ateş durduğunda yanımdaki çocuklar sağa sola koşmaya başladı. Tek başıma kaldım ve sonra uzaklaşmaya karar verdim. Arabama doğru yaklaşık beş ila yedi dakika yürüdüm. Kudüs’teki ofisi aramaya çalışıyordum – o zamanlar cep telefonlarının henüz oldukça yeni olduğu için- sinyal almam biraz zaman aldı. Yürürken başka bir haber ajansından bir meslektaşımı gördüm.
Ona sordum, “Kaç yaralı var, kaç kişi öldü?” Üç kişi dedi. “Üç ölü düşünüyorsanız, iki tane daha ekleyin. Sanırım iki tane daha var, duvarın dibinde öldürüldüler. ” Ona çektiğim fotoğrafı gösterdim ve çığlık atmaya başladı, “Hayır! Hayır! Olamaz! Bu Cemal, bu onun oğlu Muhammed, pazardaydılar. Aman Allah’ım aman Allah’ım!”
Ona sordum, “Onları tanıyor musun?” “Evet, Cemal’in kız kardeşi ile evliyim” diye cevap verdi.
“Ofis Sessizliğe Bürünmüştü”
Charles’ı aradım ve bana “Nerelerdeydin?” diye sordu. “Benimle konuşma, çok yorgunum” dedim. “Tamam, görüntüleri iletmeniz için akşam 5’e kadar vaktiniz var.” dedi.
Fotoğrafları göndermek için incelediğimizde, Gazze ofisindeki ve Kudüs’teki Fransa 2 ofisindeki herkes sessizliğe büründü. Hiçbir ses çıkmıyordu. Etrafımdaki gazeteciler de dahil olmak üzere herkes şaşkına dönmüştü.
Önce Charles konuştu. “Tamam Talal, dinlenmen gerektiğini düşünüyorum çünkü bu yaşadığın akıl almaz bir olay. Bu anı başka kimsenin filme almadığına emin misin? ”
“Tek başımaydım, Fransa 2’ye haber verebilirsiniz.” dedim.
“Tamam, dinlenin” dedi ve eve geri döndüm.
“Kamera Yalan Söylemez”
Sonra Charles beni geri aradı ve bazı sorular sordu: çekimlerimin açıları, konumumu, kim olduklarını vs. Fotoğraf o gün saat 20: 00’de yayınlandı ama Charles yayının akabinde pek çok soruyla uğraşmak zorunda kaldı. Paris ve İsrail’deki üst düzey insanlar onu aradılar. Bunlar güçlü karelerdi.
Paris’teki üst düzey insanlar bana sorular sormaya başladı. Charles’ın bana güvendiğini ve kim olduğumu bildiğini bilerek hepsini yanıtladım. Ben önyargılı değilim. Fransa 2 için çalışmaya başlamadan önce, Charles bana “Talal, önyargılı olma” dedi. Ve şimdiye kadar önyargılı olmamak için onun sözüne güvendim.
Bu görüntüler hakkında çok fazla konuşma yapıldı, sahte oldukları iddia edildi. Ama bunu söyleyenler bölgeyi dahi bilmeyen insanlardı. Görüntülerin doğruluğuna dair çok sayıda arama ve araştırma yapıldı. Onlar için bir cevabım var: Kamera yalan söylemez! Bu fotoğraflar hakkında ne söylerlerse söylesinler, kariyerim dışında hiçbir şekilde bana zarar veremez. Yalnızca çalıştığım alan olan gazeteciliğe zarar verebilirler. Benim için gazetecilik, dinim ve dilimdir. Bu nedenle gazetecilikte hiçbir sınıra yer yoktur.
Söz konusu çekimim için birçok ödül aldım. Dubai’de, Katar’da, hatta Londra’da iki kez onurlandırıldım. Amerika ve Fransa’dan ödüller aldım
Çatışmanın ertesi günü Jamal’ı görmeye hastaneye gittim. Onunla çok fazla konuşamadım. Birkaç fotoğraf çektim ve bana Jamal’ın durumunun çok kötü olduğunu, vücudunda çok fazla kurşun olduğunu söyleyen bir doktorla konuştum.
Bazı insanlar bana çektiğim fotoğrafları ne kadara sattığımı sordular. Fakat, France 2 kanalı bu fotoğrafları ücretsiz bir şekilde yayınlayabileceğimizi söyledi. Ben de onlarla aynı şekilde düşünüyordum. ‘Çocukların kanından para kazanmayacağız!’ dediler.
Paris’de açılan dava 2013 yılına kadar sürdü. Biz kazandık. Fakat bu davadan bir kuruş bile almadık. Bizi hukuki yolla mücadele etmeye neden olan şey mesleğimize olan saygımızdı.
Yazar: Talal Abu Rahma
Çeviri: Büşra Elif Özçelik Aslan
Yorum ekle