Türkiye, yeniden eğitim sistemini ve gençlerin geleceğini tartışıyor. Bununla birlikte daha bir kaç yıl öncesine kadar eşit düzlemde eğitim görmeleri engellenen İmam Hatip okulları da bu tartışmanın merkezine çekilmek isteniyor. Önündeki yasaklar kalkınca tekrar halkın gözdesi olan ve kendi içerisinde büyük bir dönüşüm ve atılım yaşayan imam Hatip camiasının içinde bulunduğu durumu, sorunları, geleceği, eksikleri ve çağımız Türkiye’sine neler vaat ettiğini bir bilene sorduk. Sayıları yeniden milyonları bulan İmam Hatiplerin çatı kuruluşu ÖNDER’in başkanı Halit Bekiroğlu ile enine boyuna konuştuk. Lafı çok uzatmadan sizleri Halit Bekiroğlu’nun altı çokça çizilecek cümleleri ve önemli tespitleri ile başbaşa bırakıyoruz. İyi okumalar..
Cumhurbaşkanımız, yakın zaman önce yaptığı bir konuşmada, “Bize, sorgusuz, sualsiz biat eden, cahil bir gençlik değil, neye inandığını, neyi savunduğunu, neyin mücadelesini verdiğini bilen, bunun için gereken her türlü donanıma sahip bir gençlik lazım.” demişti. Zaman zaman farklı mecralarda da tartışılıyor, “sloganik gençlik” söylemi gündeme geliyor. Bu bağlama ilişkin neler söylemek istersiniz? Slogancı bir gençlik mi var karşımızda, yoksa slogansız bir gençlikten zaten dinamizm çıkmaz mı, ne dersiniz?
Ben bir defa tersten başlayayım. Genç dediğin zaten sloganla büyür. Slogansız bir gençlik ben düşünemiyorum. Gençlik slogancı olmamalı ama gençliğin sloganları olmalı. Ama belki şunu söyleyebiliriz. O sloganlar daha nitelikli olmalı, dolu dolu olmalı. Diğer bir tabirle sloganların ruhu olmalı diyebiliriz. O anlamda gençlik ve slogan, gençlik ve eylem, gençlik ve eleştiri, gençlik ve muhalefet duygusunu birbiri ile çelişmiş şeyler olarak görmüyorum. Hatta bir miktar gerekli de görüyorum. Ama bunu daha nitelikli hale getirmek ve yüzeysellikten kurtarmak gerekir elbette. Dönemsel olarak baktığımızda, evet bir miktar içi dolu olmayan sloganlarımız, içi dolu olmayan eylemlerimiz, içi dolu olmayan düşüncelerimiz söz konusu. Bunu da çok sorunlu olarak görmüyorum. Özellikle mütedeyyin gençler dediğimiz gençler henüz mecralarını tam bulamadılar. Bunun farklı sebepleri zikredilebilir. Belki de bu mütedeyyin gençlerin kendi mecralarını bulmalarına biz büyükler de çok imkân vermiyor olabiliriz. Bunun öz eleştirisini yapmak lazım. Belki de o mecrayı bulduklarında kendi düşünce ve sloganlarını da üretmiş olacaklar ve çok daha nitelikli eleştiri, daha ruhlu sloganlar bulurlar diye düşünüyorum. Nitekim 15 Temmuz’da gençlerimizin sloganla birlikte ruhunu da bence görmüş olduk. Ama bu, zaman içerisinde kendi mecrasını tam olarak bulacak. Biraz daha ete ve kemiğe bürünecektir diye düşünüyorum.
İmam Hatip liseleri, bugüne dek bir mücadele alanı, hatta başörtüsü ile birlikte mücadelenin merkezi konumundaydı. Son zamanlarda değişen, farklılaşan şartlar ve dönemle birlikte rolünü, yerini neye bıraktı İmam Hatip liseleri? Bu işlev de değişti mi sizce?
İmam Hatip meselesini toplumsal-zihinsel-duygusal gelişimimizden ayrı ele almıyorum. Hani ayet-i kerimede “Nasılsanız öyle idare olursunuz” kuralı gibi. Buna sünnetullah diyoruz. Bugünkü tabirle sosyoloji diyelim. Yani toplum neyse fertler de öyle oluyor, fertler nasılsa toplum da öyle şekilleniyor. Dini hassasiyetleri olanlar olarak bazı noktalara, hedeflere ulaşmamız, bizim o mücadele azmimizi bir süreliğine askıya almış görünüyor. Sanki biz nihai hedefimize ulaştık gibi değerlendirilebiliyor. Aslında biz uhrevi veya dünyevi olarak baktığımızda mücadele dediğimiz şey ömür boyu devam ediyor. Çünkü sürekli insanları hakka çağırmak için bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor. Sadece İmam Hatiplerde değil bütün bir toplumda bir miktar rehavetten bahsedebiliriz. Sanki amaçlara ulaşılmış gibi; iktidar olabilir, ekonomik olabilir, akademik ilmi alanda bazı hedefler olabilir. Diğer taraftan artık düşünmeye ve tartışmaya başladık, önümüzdeki dönemlerde daha çok tartışacağız, sorular soracağız, nereye gittiğimizi sorgulayacağız. Meselenin sadece iktidar olmak, meselenin sadece belli hedeflere ulaşmak olmadığını da fark etmeye başladık bence. Dünya bu kadar büyük bir kriz yaşıyorken biz dünyaya ne söyleyeceğiz, yeni bir medeniyet diyorsak bu medeniyet nasıl inşa edilecek, kim kuracak, kuracak kişi hangi vasıflara sahip olacak, nasıl olacak, kurmak için nasıl bir mücadele verilecek” kısmını bundan sonra daha çok ve daha derinlemesine konuşacağız. O mücadele ruhu dediğimiz ruh hem İmam Hatiplerde hem bütün bir toplumda hem de İslam dünyasında güçlü bir şekilde tezahür edecek. Ben ülkemizdeki ve İslam dünyasındaki sancıları buna yoruyorum.
İHL öğrencilerine yönelik, eğitim ve sosyo-kültürel manada farkındalık sağlanması açısından ne tür çalışmalar yapılıyor? ÖNDER bünyesinde ve İmam Hatipler bünyesinde ne tür etkinlikler mevcut
İmam Hatip okulları Türkiye’deki eğitim sisteminden bağımsız olarak ele alındığında çok sağlıklı değerlendirilmiş olamaz. Türkiye’deki eğitim sisteminde de maalesef okul, daha çok öğretim merkezi olarak değerlendiriliyor, çok yönlü eğitim merkezi olarak kabul edilmiyor. Bütün bir eğitim sistemimizde bu konularda hala önemli arızalar var. Aslında bir miktar sosyal, kültürel, sportif, faaliyetlerle ilgili toparlayıcı bir çaba var. Ama bugünlerde TEOG’u tartışıyoruz. Üniversite sınav sitemini tartışıyoruz. Baktığımızda hala o eski öğretim mantığından tam sıyrılamıyoruz. Hala didaktik bir eğitim modeli düşünüyoruz. Öğretmen gelecek, anlatacak, dikte edecek. Öğrenci dinleyecek, ezberleyecek. Sınava girecek karşısına test çıkacak. O testi ezberlemiş bir biçimde, ezberci bir mantıkla çözecek. Türkiye’de eğitim sisteminde özellikle maddi/fiziki boyutta hayli toparlanma yaşandı. Muhteva anlamında da bir gayret var ancak tam mecrasını bulabilmiş değil. Henüz istediğimiz noktada değil. Ne zaman istediğimiz noktaya ulaşır? Eğer sınavda, puanlamada, derecelendirmede yerleştirmede bir çocuk bütün yönleriyle değerlendirilebilirse, sosyal-kültürel-sportif faaliyetleri, manevi gelişimi vb değer ifade etmeye başlarsa o zaman biz gerçek manada eğitim yapmış oluruz. TEOG’un, üniversite sınav sisteminin tartışıldığı bu günlerde bu sorunuz çok kıymetli.
İmam Hatip okulları sayı olarak eski günlerine döndü. Fakat eğitim kalitesinin 1980 ve 1990’lı yıllardan uzak olduğu yönünde çok farklı serzenişler var? Bu şikâyetler, tabiri caizse, dertlenmeler camia içinden de geliyor. Camianın temsilcisi ve sözcüsü olarak cevabınız nedir?
Kitabın ortasından söyleyeceğim. Bizim dönemleri çok masum göstermek, bizim dönemdeki kız-erkek tüm öğrencileri melekmiş gibi göstermek bana hiç adil gelmiyor ve bugünkü nesile haksızlık olarak görüyorum. Bizim dönemimizde de eksiklik ve hatalar vardı. Her gençte olabilecek hatalar İmam Hatipli gençte de vardı. İmam Hatipli gençler bir tık daha ileride, milli ve manevi duygular konusunda daha hassastılar. Ve bir idealleri, dertleri vardı. O dert onları daha fazla çalışmaya daha fazla mücadele etmeye sevk ediyordu. Ama onlar da insandı, onlar da çocuktu, gençti, onlar da kopya çekiyordu mesela. Onlar da belki nefislerine uyup küçük küçük hırsızlıklar yapıyorlardı, onlar da kavga ediyorlardı. Onlar da hatalar ve günahlar işliyorlardı, melek değillerdi yani. İmam Hatip kapısından girer girmez öğrencilerin melek olmasını beklemek belki bir yönüyle anlaşılabilir. O da şu, toplum olarak arınmaya, daha ahlaklı olmaya, kendimize gelmeye ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. İstiyoruz ki çocuklarımız İmam Hatipe gitsin ve düzelsin. Bunu anlayabiliriz. Ama çocuklara bu kadar ağır yük yüklemenin doğru olmadığını düşünüyorum.
İmam Hatipler için yapılan “arka bahçe” tanımı ve bir takım politik söylemler de gündemde. Camiada nasıl karşılık buluyor bu gündem?
İmam Hatiplerin siyasi düzlemde tartışılması doğru değil. Bunu biz tasvip etmiyoruz ama bu tartışılıyor. İmam Hatiplerin tarihi boyunca da tartışılageldi. Burada sorun İmam Hatiplerle ilgili değil. Asıl sorun, Türkiye’nin henüz kendisini bulamamış olmasıdır, kendisi olamamış olmasıdır. Aslında İmam Hatip mücadelesi bir yönüyle Türkiye’nin kendisini bulma mücadelesidir. Kendi kimliğiyle, kendi gerçekliğiyle yüzleşmesi mücadelesidir. Kendi olarak yeniden ayağa kalkma çabasıdır. Böyle olunca İmam Hatipli bir çocuk hırsızlık yapsa hemen gündem olur, imam hatipli olmayan bir çocuk hırsızlık yapsa onun yaptığı haber değeri taşımaz. Yani bir tür tezvirat diyebileceğimiz, politik düzlemde malzeme olarak kullanılan bir boyutu var. Bu anlayıştan millet olarak topyekün sıyrılmamız lazım. İmam Hatip meselesini normal bir mesele olarak algılamamız ve konumlandırmamız lazım. Ne kutsallaştırıp gerçeklikten uzaklaştırarak değerlendirmeli, ne de tarihi anlamını ve önemini ıskalamalıyız. Şu kadarını hatırlayalım ki, Rahmetli Erbakan Hoca’nın imam hatiplerin tabelasına dahi anlam atfeden bir yaklaşımı vardı. Abartılı gelebilir ama o tabelanın dahi anlamı, kıymeti var. Bu tabelanın altından geçen, bu kapıdan içeriye giren kişi, bu kimlikle büyük ölçüde özdeşleşiyor ve bu kimlik o kişinin bazı yanlışları yapmasında engel teşkil ediyor ve zaman içinde bir tür şahsiyet oluşumuna katkıda bulunuyor.
İMAM HATİPLİLER “ÖLÜ YIKAYICISI” ALGISINDAN KURTULDU
Yine yukarıdaki soru çerçevesinde fakat farklı bir alandan bir şey sormak istiyorum. İmam Hatip mezuniyeti ve “cami imamlığı” arasında bağ kuruldu yıllardır. Öğrenciler; “cenaze yıkayacaksın” denilerek aşağılandı. Fakat bu algı, başta Cumhurbaşkanımız’ın hem şahsı hem de söylemi başta olmak üzere, birçok örnekle yıkıldı, değişti, dönüştü. Elbette kolay olmadı. Şimdi ise İmam Hatipler gözde okullar muamelesi görüyor. Bu evrede neler yaşandı. Biraz marjinal bir ifade olacak ama, gözde okullar algısı bir imaj mı, yoksa gerçekten özgün bir modelle mi karşı karşıyayız?
İmam Hatipler bu algıdan kurtuldu. Ölü yıkayıcısı gibi ithamların aslında karşılığı olmadığını ve imam hatiplerin kimliğinin esasını teşkil etmediğini herkes gördü. Şuanda bizim çok farklı okul modellerimiz var. Proje okullarımız var, fen ve soysal bilimler proje okullarımız, dil proje okullarımız var, 4 ayrı dilde. Spor- sanat proje okullarımız var. İmam Hatipler daha farklı bir düzleme geçti. Daha nitelikli ve daha kapsamlı okullar haline geldi ve geliyor. 28 Şubat’ın bütün o mağduriyetine ve kesintisine rağmen. Burada İmam Hatipleri normal olarak görebilirsek, toplum olarak çok daha güzel hizmetleri görmüş oluruz. Siyasal düzlemde konuşulan bir mevzu değil de eğitim düzleminde konuşulan bir okul modeli olarak görebilirsek bunun çok daha faydalı olduğunu göreceğiz önümüzdeki dönemlerde. Mesela şunu örnek vermek isterim, İslam dünyasında DAEŞ gibi uç örnekler var, ülkemizde ise FETÖ gibi tersinden uç oluşumlar oldu. İmam Hatipler bu anlamda çok önemli bir direnç noktası oldu ve denge unsuru oldu. Neden? Çünkü İmam Hatip modeli mutedil bir model. Aşırılıklardan uzak bir model. Çok istismar edilen alan din alanı, çünkü akılla ve duyguyla ilişikli. Bu istismar edilebiliyor. Ama İmam Hatiplerde bu istismar edilemedi. Çünkü din olduğu gibi anlatıldı, metodolojisiyle anlatıldı. O yüzden uç hareketler İmam Hatiplerden çıkmadı. Bu yönüyle de aslında İslam dünyasına bizim sunabileceğimiz en önemli eğitim modeli olarak duruyor İmam Hatipler. Nitekim son birkaç yıldır İslam dünyasından ve Batı’dan heyetler imam hatip modelini incelemeye geliyorlar.
Türkiye’de din eğitimi en fazla kısıtlamanın ve yasakların olduğu dönemlerde bile bir şekilde verildi. Bu sürecin ardından, özellikle son yıllarda daha belirgin şekilde, “muhafazakârların” kültür ve sanatta mesafe katedemediği tartışılıyor, yerli ve milli kültür polemikleri yaşanıyor. İmam Hatipler kültür ve sanat üretiminde yeni bir dönemin önderi de olacak mı?
Böyle iddialı cümleler kurmak istemiyorum ama burada iddialı bir cümle kullanayım. İmam Hatipler kültür ve sanat alanında da inanıyorum ki ciddi bir çığır açacaklar. Bugünden bakılınca bu çok gerçekçi algılanmayabilir ama zaman bize bunu gösterecek. Çünkü İmam Hatipler ya da genel anlamda dindar insanlar kültür ve sanatı rahat bir şekilde üretebilecek zemini daha yeni yeni yakalıyorlar. Bu alanın ihtiyaç olması, gereklilik olması daha yeni yeni keşfediliyor. Bunu teorik olarak bilmek, yalnız başına konuşmak hiç bir şey ifade etmiyor. Buna imkânlarımız, fırsatımız var mı, bu önemli. 28 Şubat’ın izlerini daha yeni yeni ortadan kaldırmışken ve hala bu ülkede travmalar yaşıyorken; 15 Temmuz, 17-25 Aralık gibi, “biz kültür-sanat alanında çok sıkıntıdayız, gerideyiz” diye kendimize haksızlık etmemeliyiz diye düşünüyorum. Dindar insanlar bu ülkede, özgürce, rahat rahat, dingin bir şekilde bu meseleyi henüz tam düşünebilmiş ve dolayısıyla kavrayabilmiş değiller. Siyasal anlamda sıkıntı, ekonomik anlamda sıkıntı, fırsatlar anlamında sıkıntı yaşamadan bu alana henüz eğilebilmiş değiller. Daha yeni yeni bu fırsata kavuşuyorlar. Tam zamanının geldiğini düşünüyorum. Kendimize dönüp çok fazla haksızlık yapmamak gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar bu ülkede hayatta kalmak mücadelesini verdi özgürlük gibi, yemek gibi, barınmak gibi. Bu ihtiyaçlar giderildikten sonra insan kültürü, sanatı, medeniyeti daha sağlıklı şekilde konuşma fırsatı yakalayabiliyor.
Bundan sonrasını konuşacak olursak…
Şuan ülkede müfredat tartışılıyor, eğitim sistemi tartışılıyor. Örneğin müfredat konusunda sosyal medyada ve bir çok zeminde seküler kesimlerce de dindarlarca da sorgulamalar yapılıyor. Ben bu tartışmayı çok kıymetli buluyorum. Biz artık işin maddi tarafından sıyrılıp yavaş yavaş artık muhtevasını konuşmaya başladık. Bu sorgulamaların bizi iyi bir noktaya taşıyacağını düşünüyorum. Aynı şey bahsettiğiniz faaliyetler için de geçerli. Sosyal-sanatsal-kültürel faaliyetlerin değerli hale gelmesi için toplumun belli düzeyde gelişmesi gerekiyor. En azından maddi düzeyde gelişmeli. Takdir edersiniz ki muhteva, mazruf dediğimiz şey, belli bir aşamayı, yani maddi boyutu aştıktan sonra daha çok gündem olmaya başlıyor. Bunu 20-30 yıl önce konuşsaydınız belki bir miktar lüks kaçacaktı. Çünkü bir imam yetiştirmek, bir ilahiyatçı, bir doktor, bir mühendis yetiştirmek çok kıymetliydi o dönemde ve de acil ihtiyaçtı. Ama biz şimdi başka şeyleri konuşuyoruz. Bir çocuğun sadece akademik başarısının önemli- yeterli olmadığını, bu başarının dışında da bazı gereklerin olduğunu düşünüyoruz. Bunun olması halinde aslında gerçek hakiki bir insan modelinin, ideal bir kişiliğin oluşabileceğini, inşa edilebileceğini düşünüyoruz. Bence bu dönemde bunları konuşmamız bizi kendimize getirecek ve geleceğin inşasında ufuklar açacak.
Hem Türkiye’de hem de İslam dünyasında önder kabul edilebilecek nesillerin, Yusuf Kaplan hocamızın sıklıkla söylediği şekliyle, “öncü kuşağın” gelmekte olduğunu söyleyebilir miyiz?
Öncü kuşak geliyor, gelecek, gelmek zorunda. Bu kaçınılmaz. Sosyolojik olarak da inanç olarak da böyle bakıyorum; Hak gelecek, batıl zail olacak. Biz buna böyle inanıyoruz. Kimileri buna “medeniyetimizin üçüncü dirilişi” diyor. Peygamber (a.s) dönemi ile başlayan Abbasi-Emevi olarak devam eden medeniyet, Selçuklu-Osmanlı diye devam eden İslam medeniyeti ve son olarak, üçüncü bir İslam medeniyetinden bahsedenler, böyle yorumlayanlar var. Bu çaba bizi önemli bir yere getirecek. Onun için önder, öncü nesillerin ortaya çıkması gerekiyor. Ki imam kelimesi anlam olarak sadece cami imamlığını ifade etmez; önderliktir karşılığı, öncülüktür. Bu yönüyle ideali olan, derdi olan herkes aslında potansiyel imamdır. Ama tekrarlıyorum bu öncülüğü de geçmişle kıyaslamamak gerekiyor. Bazen biz büyükler, ‘bizim zamanımızda şöyleydi, şimdi şöyle’ diyerek küçümsüyoruz ya da kendimize benzetmeye çalışıyoruz. Hz. Ali’nin bir tavsiyesi var çocuklarına; “Kendi çocuklarınızı kendi döneminize göre değil, onların dönemine göre yetiştirin” der.
Bu dönemin farkı ne?
Öncelikle bu dönemin farklı bir dönem olduğunu, başka bir zamanda yaşadığımızı kabul etmemiz gerekir. 50-60 yıl önce bir imam, bir vaiz, bir ilahiyatçı yetiştirmek çok önemliydi ve hatta hayatiydi. Çünkü çok acil ihtiyaçtı, temel ihtiyaca dönüşmüştü. 1949’da CHP’li bir milletvekilinin söylediği gibi cenazeyi kaldıracak insan kalmamıştı. İmam Hatip serüveni de böyle başlıyor, bir sonraki aşamada dindar doktor, dindar mühendis de olsun fikriyle devam ediyor. Şimdi yeni bir aşamaya geçiyoruz ki bu kaçınılmaz olarak böyle olacak; dünya çapında akademisyen, sporcu, bilge, sanatçı, alim, kâşif, siyasetçi, bürokrat vb önderlik yapacak kişileri yetiştirmemiz gerekiyor. Bunun da koşulları artık farklı, tekniği farklı, usulü farklı, dili farklı. “Zamanın ruhunu yakalamak” dediğimiz husus tam da bu dönemin en önemli farkını anlatıyor bize.
Kurumsal olarak ÖNDER’i sormak isteriz biraz da. ÖNDER’in kurumsal kimliğinde ve işleyişinde bir dizi değişiklik yaşandığını gözlemledik. Bu tarz dönüşümler zor olmuştur hep. Siz neler yaptınız ve değişim nasıl bir etki yaptı?
Bu değişim ÖNDER’de çok doğal ve rahat bir şekilde gerçekleşti. Elbette değişimleri benimsemek için zamana ihtiyaç olur. ÖNDER’in kuruluş felsefesinin dar bir mantaliteye hapsolmamış olması, kadrolarının geniş bir perspektife sahip olması değişim süreçlerinde bizi rahatlattı. Geniş bir çatı hüviyeti olduğu için kuşatıcılığı ve esnekliği dolayısıyla değişim kolay oldu. Elbette tarih boyunca her değişim sürecini tam anlamayan ya da yanlış anlayanlar olmuştur ama yukarda söylediğimiz gibi zamanın ruhuna göre davranabildiğinizde ilgili kitlenin makul karşıladığını görüyoruz. ÖNDER’in şu anda Türkiye genelinde 500’ü aşkın derneği ve kulübü var. Bunlarla birlikte çalışma yaptığı İmam Hatip dernekleri, kulüpleri var, okul aile birlikleri var, gönüllüleri var. Tüm bu bileşenlerle birlikte İmam Hatiplere ve bütün eğitim camiamıza nasıl hizmet ederiz, bunun için çalışıyoruz. Muhteva olarak değişimden bahsedecek olursam; ilk başta imam hatip okulu yaptırma ve yaşatma dernekleri olarak başlayan serüven zaman içinde mezunlar derneğine dönüştü ve şimdi yeni bir evre olarak ismimizden de anlaşılacağı üzere hem mezunlarıyla hem de öğrencileriyle ilgilenen biçimde İmam Hatipliler dernekleri oldu. hem şekilde hem de muhtevada önemli bir aşamaya geçilmiş olundu ve inşallah medeniyetimizi inşa süreci diye adlandırdığımız sürecin en önemli dinamiklerinden biri de bu derneklerimiz olacaktır.
ÖNDER çatısı altına dahil edilen yurtların hizmet ve yönetim kapsamı değiştirilecek mi?
Bu yıl için 18 yurdu devreye aldık. Yurtlara biraz farklı bir bakış açısıyla bakıyoruz. Elbette öğrencilerin barındığı, eğitildiği yerler ama aynı zamanda bilinç kazanmaları gereken yerler olarak görüyoruz. Klasik yurtçuluğun ötesinde, sosyo-kültürel faaliyetlerin bizzat öğrenciler tarafından yapıldığı merkezler olmasını hedefliyoruz. Biz bunun için öğrenci kamplarını başından beri çok önemsiyoruz. Ortak faaliyetler yapmak açısından kamp merkezi, eğitim merkezi de olmuş olacak. Sadece barınma mantığı ile yurtçuluk yapmıyoruz.
Nasıl bir gençlik beklentiniz var? Yaptığınız bütün çalışmalarda ‘Asım’ın nesli’ söylemini kullanıyorsunuz. Bu idealin gerçekleşmesi ne kadar mümkün?
Rahmetli milli şairimize, Mehmet Akif’e ait bir ifadedir malum, Asım’ın Nesli. Ama bizim, bunun ötesine geçmemiz gerekiyor. Asım’ın Nesli yaklaşımı kimsenin olmadığı dönemde bir kişiyi yetiştirmek/kurtarmak psikolojisiyle ortaya çıkmış bir bakış açısı. Dini anlatacak bir kişinin bile olmadığı dönemde bir imam yetiştirmek çok önemliydi. Şimdi ise söylemimizi “medeniyetimizi yeniden inşa edecek nesil” söylemine kaydırmak gerekir. Ama bu böyle mi ifade edilir ya da daha farklı şekilde mi ifade edilir? Bu ayrı konu. Ama muhteva olarak, Necip Fazılların, Mehmet Akif Ersoyların, o zor zamanda mücadele eden her biri birbirinden kıymetli büyüklerimizin mücadele psikolojileriyle değil, kurucu bir anlayışla, inşa edici bir yaklaşımla ve zamanın ruhuna ve şartlarına uygun üretimlerle mümkün olur.
15 Temmuz sonrası asker, hakim, savcı ve avukat yani hukuk alanında büyük eksiklerimiz olduğunu gördük. Çatı altında bunlara yönelik eğilimleri olan öğrencilere özel bir imkan sağlanabilir mi?
Biz önümüzün açılmasını değil, önümüzdeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz. Biz bugüne kadar bunu istedik. En son askeriye ile ilgili bir engel vardı. O engel de kaldırıldı. İmam hatiplerle ilgili algılar bence bilinçli oluşturulmuş algılar, değişir ve önündeki engeller kaldırılırsa zaten ekstra bir özel çalışma yapılmasına gerek yok diye düşünüyorum. Şu ana kadar sorunumuz zaten bu engellerin olmasıydı. Bugüne kadar ki mücadelelerin, gerginliklerin sebebi de buydu. İmam Hatip meselesinin siyasal mücadeleyle anılmasının bir sebebi de buydu. Hak ihlalleri, engellemeler, dindar kimliği dolayısıyla, İmam Hatip kimliği dolayısıyla askeriyeye alınamamalar, yargıya girememeler, hakim olamamalar, Türkiye’nin en önemli hizmet alanlarına dahil edilmeme, gerginliği beraberinde getiriyordu. Bu engellemeler kalktıkça ekstra bir talebimiz yok. Doğal sürecinde İmam Hatip anlayışının zaten milletimizin mayasına en uygun model olarak benimseneceğini göreceğiz.
Bir anekdot aktarayım; biz İmam Hatiplerin askeriyeye de girebilmesi konusunda bazı girişimlerde bulunmuştuk, görüşmeler yapmıştık komisyonlarla, heyetlerle. Yaptığımız görüşmelerde üst düzey yetkililerden biri “Niye bu kadar asker olmak istiyorsunuz ki? İmam Hatipliler olarak bir çok alana girme imkanınız var. Askeri alan o kadar da cazip bir alan değil ki” demişti.
Siyaset yapan İmam Hatipli bir arkadaş cevaben, “Siz imam hatipli değilsiniz. Bunu tam olarak anlayamazsınız. Bizim yıllarca bu alanlardan mahrum edilmemizi ve buna karşın engellendiğimiz alanlarla ilgili arzumuzu anlayamazsınız” demişti.
Biraz klişe olacak ama gençlerin mutlaka okuması gereken eserler sizce neler olmalı?
Çocuklara belli kitapları, belli yazarları dayatmayı doğru bulmuyorum. İmam Hatip’in en önemli tarafı soran, sorgulayan gençler olmasıdır. Bırakalım gençler özgürce okusunlar, düşünsünler, üretsinler. Bizimle tartışsınlar ki bizi geçebilsinler. Son dönemde kitaplara, yazarlara karşı hassasiyet biraz abartıldı, FETÖ travmasının da etkisiyle. Bundan bir an önce sıyrılmamız lazım. Gençlerimizle farklı okumalar yapmalıyız. Gençlerimizin farklılıklarının önünü açmalıyız. Ancak bu takdirde bizi geçebilirler. Ancak bu takdirde bizim getirdiğimiz noktanın daha ötesini inşa edebilirler.
Medyada zaman zaman gündeme geliyor. Düz liselerin imam hatip yapılmasının ardından nicelik artışı ile doğru orantılı olarak niteliğe de ulaşıyor mu? İsmi üzerinden bir imajı, markası oluşmuş okullar dışındaki okulların gelişimi ne ölçüde sağlanabiliyor?
Bence kişiler gibi toplulukların da devletlerin de kimliği olur, dolayısıyla okullarında kimliği olur. Farklı şehirlerde, farklı özelliklerde okullarımız olduğu gibi İstanbul’da da farklı ilçelerde, farklı kimliklerde okullar oluyor. Bir okulumuzda yetişenler daha girişken oluyor. Bir okulumuzda daha ilim odaklı oluyor, daha fedakâr oluyor, planlı programlı çalışanlar oluyor. Bunun belirleyicisinde tek bir faktör yok. Oradaki öğrencilerin, velilerin, semtin, yaşanmışlıların etkisi oluyor. Bazı okullar niye böyle, demeyi doğru bulmuyorum. Bir örnekle açıklarsak 28 Şubat sürecinde mağduriyet sebebiyle Avusturya’ya giden, orada okuyan İmam Hatip mezunu akademik manada kendini çok iyi yetiştiren arkadaşlar oldu. Bakıyoruz şimdi çok farklı kimlikleri oluştu ve oluşuyor. Ülkenin, şehrin atmosferinden kaynaklı, mimarisinden, havasından, kültüründen, belki gurbet psikolojisinden, mağduriyet psikolojisinden de etkilenerek ama orada çok iyi bir eğitim alarak, başka diller öğrenerek gelen nitelikli ama dertli insan tipi çıkıyor ortaya. Yaşanmışlıklar insanın kimliğini oluşturuyor. Bence bundan dolayı okulların da kimlikleri var. Tüm bu etkileşimler okullarımızın kendilerine özgü bir biçimde niteliklerinin gelişimini sağlıyor. Ama maalesef Türkiye’de nitelik deyince hala akademik ders notunu/puanı anlayan zihniyet okullarımızdaki niteliğin özgünlüğünü fark edemiyor.
Sizi çok yorduk, son bir soru yöneltmek istiyorum müsaadenizle. 90’lı yıllarda özellikle abilerimizin anlattığı, “Selam İmam Hatiplim” isimli o unutulmaz ezgi bugün hala hatırlarda. Yine o yıllardaki imam hatip ruhunun kaybolduğunu, o duygunun, iklimin ve enerjinin bittiğini, olmadığını söylüyorlar. Ne dersiniz, biten o ruh, o duygu mu, yoksa bunu söyleyen abilerimiz mi “bitmiş”?
“Zamanın ruhu”nu İmam Hatiplerin yakalaması gerektiğine inanıyorum. Gençler bizim gibi olmak istemiyorlar, olmamalılar da. Kendileri gibi olmalılar. 15 Temmuz’dan önce Gerçek Hayat dergisinde bir röportajımız olmuştu. Gençlerin bizden daha iyi olacaklarını iddia etmiştim. Bunu inanarak söylediğimi ifade etmiştim. Ben gençleri bizim 90’lardaki ruha göre yetiştirmeyi doğru bulmuyorum, arızalı, sıkıntı buluyorum. Çünkü biz öyle ya da böyle çeşitli travmalar yaşamış bir kuşağız; farklı travmalar, bize özgü travmalar yaşamışız ama bu kuşağı bizim travmalarımız üzerine inşa etmeye kalkışırsak sağlıklı bir nesil ortaya çıkmayacağını düşünüyorum. O yüzden zamanın ruhuna bakmamız gerekir. Yani bu zamanın ruhuna göre İmam Hatipli çocuklarda bir heyecan var mı? Bu zamanın şartlarına ruhuna göre, İmam Hatipli çocuklarda fedakârlık var mı? Yine bu zamana baktığımızda bu çocuklarda bir aklıselim düşünme, bir çaba var mı? Benim için önemli olan bu. Benim sevdiğim marşlardan, türkülerden hoşlanmak zorunda değiller. Kendi marşlarını ve türkülerini çıkartsınlar. Benim yaşantı biçimime göre hareket etmek zorunda değiller. Bu bizi bir süre sonra çok şekilci bir yaklaşıma götürüyor. Benim sloganıma, marşıma, giyim kuşamıma, tesettür rengime, sakal modelime göre hareket ederse İmam Hatip ruhuna kavuşmuş sayılıyor. Ama bana göre davranmazsa, benim söylemimi tekrarlamazsa, bu zamana göre davranırsa İmam Hatip ruhundan uzaklaşmış sayılıyor. Aslında farkında olmadan kendimizi yüceltmiş ve abartılı kibre düşmüş oluyoruz. Bu işi en iyi biz biliriz, belirleyici olan biziz, mutlak doğru biziz, bizim dönemimiz en mükemmel dönem demiş oluyoruz. Aslında çok tehlikeli bir noktaya götürüyor bizi. Ve daha içkin olarak da kendimizde zayıflayan, zaman içinde rehavete kapılmaktan, yozlaşmaktan kaynaklı ruhsuzluğumuzu gençlere fatura ediyoruz. Gençlerimize inanmak zorundayız, çok iyi gençler yetişiyor hamdolsun. Ve de çok yönlü gençler; daha dingin, daha akl-ı selim, daha sabırlı. Ama elbette melek olmadıklarını da bilerek bakmamız gerekir bugünün gençlerine. Çünkü biz de melek değildik ve hala değiliz.
Yorum ekle