Röportaj

Farklı ideolojik, sınıfsal ve statüye dayalı gruplar olarak artık herkes kendi gettosunda yaşıyor 

Bir Başkadır, birbirlerinden oldukça farklı karakterde olan ve farklı hayatlar yaşayan bir grup insanın yollarının kesişmesiyle değişen yaşamlarını konu ediyor. Netflix’in yeni Türk yapımı dizisi ‘Bir Başkadır’ karakterlerin temsili, konusu ve alt zeminleri çeşitli tartışmalara yol açıyor.

Türk sineması ve sinema sosyolojisi üzerine akademik makaleler yazan Mesut Bostan ile “Bir Başkadır” dizisi ve terapi dizileri üzerine çok önemli bir röportaj gerçekleştirdik.

İyi (Mücerret) okumalar

Bir Başkadır dizisi son günlerin en çok konuşulan konusu oldu. Dizinin bu kadar popüler olmasının ve kamusal tartışma yaratmasının sebebi sizce nedir? Bu diziyi farklı kılan neydi? Netflix’te yayımlandığı için mi bu kadar gündem oldu? Başka bir platformda da yayımlansa bu kadar tartışılır mıydı?

Şimdiye kadar yapılanlardan farklı bir iş. Özelikle dijital platformlardaki geçmiş işlerden konu olarak, sosyolojik söylem olarak ve estetik tercihler bakımından ayrılıyor. Toplumdaki farklı sosyal gruplara odaklanan işler daha önce de vardı. Ancak bu dizi birçok farklı grubu belirli bir denge içerisinde resmeden belki de ilk iş oldu. Estetik olarak da Yeşilçam’ın 80’lerdeki gelişkin üslubundan minimalist art-house film anlatımına, ana akım televizyon dizisi estetiğinden dini program klişelerine farklı görsel unsurları bir araya getiren postmodern bir dizi. Ama dizinin bu yanının seyircinin diziyi algılayışında ne ölçüde ve ne şekilde etkili olduğu tartışılabilir. Bana kalırsa dizinin Yeşilçam göndermeleri özellikle art-house bir yapımın izleyici kitlesini aşmasına yardımcı oldu. Bunu yaparken de aslında Yeşilçam aromasının geçmişteki ironik yahut nostaljik kullanımlardan farklı bir şekilde diziye yedirilmiş olması etkili olmuş olabilir. Dolayısıyla Yeşilçam’a yaklaşımı postmodern ve postmortem bir atıftan çok güncel ve canlı bir kullanım şeklinde.

Dizinin bu kadar gündem olması estetik farklılığının yanı sıra anlattığı hikayelerden de kaynaklanıyor olabilir. Bugünlerde bir furya haline gelen diğer terapi dizileri gibi bu dizi de insanların belirli bir ihtiyacına karşılık geldi sanki. Türkiye’de politik atmosfer ve buna bağlı olarak gündelik hayatın havası çok çabuk değişebiliyor. Belki biraz da böyle bir değişim anına denk geldiği için çok gündem oldu. Başka bir atmosferde belki de bu kadar konuşulmayabilirdi. Ya da daha farklı yönleriyle ya da değerlendirmelerle konuşuluyor olabilirdi. Dizide toplumdaki farklı gruplara dokunabilecek hikayeler var. Bunlar üzerinden farklı seyirci grupları diziyle olumlu ilişki kurdu. Diğer yandan dizideki hikayeler farklı grupların sinir uçlarına da dokunabilecek yönler taşıyor. Diziye yönelik olumsuz ya da çekinceli tavırları da buna bağlamak mümkün. Ama her halükarda insanlarda yoğun bir karşılık bulmuş bir yapım olduğu kesin. Dizide terapi olgusu çok merkezi. Terapi biraz da insanın kendi içine bakmasını sağlamayı amaçlayan bir uygulama. Bir Başkadır da insanların kendilerine dönüp bakmalarını sağlamış olabilir. Bundan hoşlanan ya da hoşlanmayan insanlar olması doğal. Bunun da ötesinde dizi bazı insanlara hiçbir şey ifade etmemiş de olabilir. Onların da dizinin kendini bir memleket alegorisi olarak kuruşundan rahatsız olmaları mümkün.

Dizinin bu kadar büyük bir gündem oluşu başka bir dinamikle de ilgili. Twitter başta olmak üzere sosyal medyada genel bir eğilim olarak komünal dizi ve film izleme pratiği oluşmuş durumda. Eskiden televizyonun bütün toplum için yerine getirdiği gündem oluşturma işlevi şimdi internet platformları tarafından bütün toplum için olmasa da bu platformlara üye olmayı ayrıcalık sayan orta sınıflar için geçerli. Pandemi sürecinde insanların sosyalleşme ihtiyacı giderdikleri asıl mecra da giderek internet medyası haline geldi. Bu yüzden sosyalleşme ortamından izole kalmamak için belki biraz da zorunluluktan insanlar bu tarz yapımları günü gününe takip eder hale geldiler. Bunun yanı sıra pandemi orta sınıfların evde geçirdikleri zamanı artırdı. İnsanlar da muhtemelen eskisinden daha fazla film ve dizi şeklinde içerik tüketiyorlar. Bölüm süreleri ana akım Türk dizilerinden çok daha az olsa da sekiz bölümlük bir dizinin yayımlandıktan sonra 24 saat içerisinde gündem olup bir anlamda yorumlarla tüketilmesi insanların bu tür dizilere uzun zamanlar ayırabildiklerini de gösteriyor. Ve aynı zamanda gündemden geri kalmama refleksini de ortaya koyuyor. Pandemi sürecinin yarattığı özel durumlar dizinin gündem oluş şeklini büyük ölçüde belirledi diye tahmin ediyorum.

Bunun dışında elbette dizinin Netflix’ta yayımlanması diğer platformlarda yayımlanmasından daha çok etki uyandırmış olabilir. Televizyonda henüz bu tarz paket şeklinde mini diziler pek yer bulamıyor. BluTV gibi alternatif platformların ise gündem belirleme imkanı daha azmış gibi görünüyor. Yine de mesela dizinin yönetmeni Berkun Oya’nın Masum adlı dizisi BluTV’de ve genel olarak internet platformlarına yapılan ilk Türk dizisiydi ve gayet başarılıydı. Ancak aynı başarı sürdürülemedi gibi sanki. Öte yandan Netflix’in şimdiye kadarki stratejisi daha çok küresel seyircisinin Türkiye’ye dair bir içerikten beklentilerini önceleyen bir yapıdaydı. Hakan: Muhafız ve Atiye bu stratejinin ürünü olarak başarılı da oldular. Ancak Türkiye’deki orta sınıf seyirciyi pek tatmin etmediler. Aşk 101 ise temelde bir gençlik dizisi olmasına rağmen bu seyirci tarafından daha iyi karşılandı. Bir Başkadır ilk defa bu seyirciyi biçim açısından da hikaye açısından da tatmin edecek bir dizi olarak ortaya çıktı. Böylelikle Netflix’e dair orta sınıfların kaliteli içerik beklentisini karşıladığı için bu kadar beğenildi. Yani şimdiye kadar Netflix’in Twitter, Youtube ve başka mecralarda içerikler hakkında görüş bildiren belirli bir seyircinin büyük beklentisini karşıladığı bir yapım olması hasebiyle bu beğeni yağmuruna maruz kaldı.

Türkiye’de sinemanın ve dizilerin başörtülü karakterleri temsil konusunda incelikli davrandıkları pek söylenemez

Dizide başörtülü ve dindar karakterler yer alıyor. Bu karakterlere dair üretilen temsil tartışmalara sebep oldu. Aynı zamanda kendini seküler olarak tanımlayan sosyal grupların da belki ilk defa eleştirel bir biçimde bu dizide temsil edilmesi söz konusu. Bunlarla birlikte dizinin toplumu nasıl yansıttığı, bu yansıtmada ne kadar gerçekçi olduğu tartışıldı. Bu konuda ne dersiniz?

Bir dizi ya da film için “sosyal yapıyı gerçekçi bir biçimde yansıtıyor” dediğimizde aslında ne demek istiyoruz? Bu soru sinema sosyolojisinin temel meselelerinden biri olabilecek bir soru. Aslında toplum dediğimiz zaman uzlaşımsal bir şeyden bahsediyoruz. Toplum somut ve elle tutulur bir şey değil. Bireylerin dışında da bir şey. Ve bir şekilde toplumun belirli özelliklerini, belirli işleyişlerini hissederek, çeşitli kurumlar aracılığıyla topluma dair bir fikir ediniyoruz. Dolayısıyla toplum dediğimiz şeye dair insanların farklı tecrübeleri ve yorumları olabilir. Bir dizi de diziyi yapanların sosyal konumlarının ve bu konumdan ürettikleri bakış açısının etkisini ister istemez üzerinde taşır. Bu yüzden bir dizinin toplumu “gerçekçi” ya da “iyi” bir şekilde yansıtıp yansıtmadığına karar verirken hem seyirci olarak bizim hem de yaratıcılar olarak diziyi yapanların sosyal konumunu hesaba katmamız gerekiyor. Belki de “iyi” bir dizi ancak toplumun farklı kesimlerine kendini kabul ettirebilen bir dizidir. Bir Başkadır’ın farklı çevrelerden olumlu yorumlar alması buna bir işaret sayılabilir. Yeşilçam mesela kendini toplumun büyük bir bölümüne kabul ettirmek açısından başarılı bir kültürel yapıydı. Bir nevi toplum sözleşmesi üretebilmişti. Bir Başkadır farklı orta sınıfların uzlaşabilecekleri bir anlatı olarak kendini kuruyor. Bu açıdan bir orta sınıf toplum sözleşmesi yaratabildiğini söylemek mümkün. Ama diğer yandan ana akım televizyon dizilerinin seyircisi olan büyük geniş kitleleri bu sözleşmeye dahil edebildi mi ya da televizyonda yayımlansa edebilir miydi bundan emin değilim. Yine de bu konuda mevcut internet dizilerinin hepsinden daha avantajlı olduğu söylenebilir.

Dizide başörtülülerin temsili konusu ise belirli bir gelişkinlik ifade ediyor. İlk defa Meryem karakteri ile özellikle belirli klişelerin ötesinde insani bir temsil ortaya konmuş gibi görünüyor. Türkiye’de sinemanın ve dizilerin başörtülü karakterleri temsil konusunda şimdiye kadar çok da incelikli davrandıkları pek söylenemez. 2000’li yıllarda özellikle yerli korku ve gerilim filmlerinde kadınlar üzerinden bir paranoya üretiliyordu mesela. Kadınlar bir takım doğaüstü varlıkların etkisine ya da genel olarak suiistimale açık, irrasyonel, mistik bir özel hayata sahip olarak resmediliyordu bu filmlerde. Beyza’nın Kadınları filminde başörtüsü bir korku öğesi olarak kullanılmıştı. Buradan üretilen paranoyanın politik bir bağlamdan kaynaklandığı açık. Diğer taraftan Diğer Yarım gibi televizyon dizilerinde de başörtülülük liberal uzlaşı ekseninde modernlikle eş düzeyde ele alınarak kucaklanıyordu. Bu da başka türlü bir politikanın sonucuydu. Bu olumlu temsillerin de gündelik hayatla bağlantısı zayıf ve bana göre biraz çarpıktı. Zaten toplum geneli, bunda belki başörtülü kadınlar en ön sırayı alarak, bu tür temsillerin televizyonda ve filmlerde yer almasını gereksiz gördü sanırım bir noktada. Bu da başörtülülerin birkaç klişe dışında temsil düzleminden silinmesine sebep oldu. Bir Başkadır bu açıdan paranoyak olumsuz temsilden de liberal olumlu temsilden de kendini belirli ölçüde ayrıştırarak başörtülü karakterleri olağan gündelik durumlar içerisinde verebilmiş bana göre. Ama bu noktada dizinin genel yaklaşımının yine de klişelere dayandığını ve bunu bilerek yaptığını da söylemek lazım. Başörtülü gündelikçi, dindar ailenin başörtüsünü çıkarmak isteyen kızı, cipe binen başörtülü… Bu başörtülü çeşitlemeleri büyük oranda politik bir söylem etrafında kurulmuş klişelerden yola çıkıyor. Ancak ben dizinin bunu bilinçli yaptığını düşünüyorum. Dizi bu klişeleri kendi sorun ve imkanları içerisinde hakkaniyetli bir şekilde temsile konu ediyor. Psikolojik sorunları, şiddeti ve suiistimal içeren ilişkileri alt sınıflara, dini ya da etnik gruplara has kılarak kendine bir hoşnutluk üreten orta sınıf anlatısını kendi klişeleri içerisinden yıkıma uğratıyor.

Bu noktada özellikle orta sınıf başörtülü kadınların dizideki temsillerden rahatsızlık duyması da bir yerde doğal. Öncelikle zaten başörtüsü konusu 1960’lardan beri Türkiye’de yürütülen kültür savaşının cephe hattını oluşturdu hep. Son yıllarda da seçim dönemlerinde, belirli gün ve haftalarda, politik gündemin kızıştığı günlerde başörtülülere yönelik sözlü ve fiziksel taciz olayları giderek arttı. Bunlara gündelik nezaketsizliklerden sistematik ayrımcılıklara kadar olağan hale gelen zorbalıkları da ekleyebilirsiniz. Dolayısıyla bir şekilde yine klişeler üzerinden hikayesini anlatan bu dizinin başörtülü kadınlarda çekinceye yol açması bu tür bir duygusal mirastan kaynaklanıyor gibi. Bir de bunun sınıfsal boyutu var tabii. Başörtüsü meselesi 90’larda üniversitelerde başörtüsü yasağının kurumsallaşmasıyla birlikte politize olmuş bir konu. Üniversiteye girişten başlayarak belirli devlet kurumlarına girişe dek başörtülülere yönelik kamusal alandan dışlama faaliyeti sistematik bir biçimde yürütüldü. Buna ek olarak kamuda ve özel sektörde istihdam söz konusu bile değildi. Bugün üniversitede ve genel olarak kamusal alanlarda sorun büyük oranda çözüldü. Kamuda istihdam konusunda kısmen iyileştirmeler yaşandı. Ancak özel sektörde ayrımcılık nerdeyse eski katılığıyla devam ediyor. Başörtüsü meselesi bu bağlamda orta sınıflaşma sürecinin sonucu olarak orta sınıf bir kimlik savunusu etrafında politikleşti. Dolayısıyla diziyi seyreden orta sınıf başörtülü kadınların başörtülü gündelikçi temsilinden rahatsız olmalarının böyle bir sınıfsal bağlamı var. Başörtülülerin orta sınıf konumlarına gelmesine yönelik büyük blokajın temsil düzeyinde bir karşılığı olarak algılıyorlar muhtemelen. Ancak buradaki tepkisellik yanlış yere yöneltiliyor diye düşünüyorum. Çünkü senaristler plazada çalışan başörtülü kadınlar tahayyül edemiyorlarsa bu biraz da böyle kadınlar olmadığı için. Bir plazada çaycı ya da temizlikçilerin başörtülü olması olağan bir durumken beyaz yakalı işlerde hala büyük bir ayrımcılık söz konusu. Dizideki başörtülü temsilini tartışanların belki de asıl tartışması gereken iş hayatındaki temsil ve ayrımcılıktır.

Bunun dışında başörtülü temsillerinin kültür savaşının bir cephesi olmaktan çıkarılması için belki sinemaya feminizm açısından yaklaşanların kullandığı Bechdel Testi benzeri bir test üretilebilir belki. Bu test temelde bir filmi üç kıstas üzerinden değerlendirmeye tabi tutar. Filmde en az iki kadın karakter var mı? Bu iki kadın karakter birbirleriyle konuşuyor mu? İkilinin konuştuğu konu erkeklerden bağımsız mı? Bunu başörtülülüğe uyarlarsak Bir Başkadır’da en azından ana karakter düzeyinde dört başörtülü kadın görüyoruz. Meryem ile Ruhiye, gerçi bazıları Ruhiye’yi başörtülü olarak algılamamış ama, birbirleriyle konuşuyorlar. Konuştukları konular da gündelik konular. Bu açıdan dizi böyle bir testi geçermiş gibi görünüyor. Ama özellikle psikiyatrist Peri ile Meryem’in diyalogları, Gülan ve Hayrunnisa karakterlerinin genel kuruluşunda başörtüsü bağlamı kendini çok dayatıyor. Ama dediğim gibi dizi zaten bu karakterleri belirli klişeler olarak alıp işliyor. Meryem karakterinin işlenişindeki inceliği Gülan’da göremiyoruz mesela. Hayrunnisa karakteri ise ailevi ilişkilerinde klişenin dışında resmedilmiş. Gerçi bu sefer de bunu gerçekçi bulmayanlar olabilir. Ama dizi en azından ailevi ilişkileri resmederken böyle bir kriz durumunda bile Çoğunluk gibi kutuplaşma temelli “Yeni Türkiye” anlatılarında üretilen patolojik yaklaşıma düşmüyor.

Diziyi 2000’li yılların liberal hegemonyasıyla ve onun Türkiye mozaiği söylemiyle ilişkilendirenler oldu

Dindar-seküler, fakir-zengin, kent-taşra gibi karşıtlıklar üzerinden gidiyor dizi. Bunu yaparken de bir dönemin “Türkiye mozaiği” söylemini hatırlatıyor. Sizce dizinin bu söylemi ele alış biçimi ne ifade ediyor?

Dediğim gibi dizi son yıllarda art-house filmlerde ve dizilerde alışkın olduğumuz kutuplaşma temelli Yeni Türkiye anlatısından ayrışıyor. Şahsiyet gibi mesela bir yandan Yeni Türkiye’yi baskı, şiddet ve tecavüzler içerisinde kıvranan Kambura imgesi üzerinden kurup bir yandan da elli yıldır aynı binada yaşayan eski orta sınıf bir karakter üzerinden Eski Türkiye’yi adalet dağıtıcı olarak yardıma çağırmıyor. Sorunları kadar imkanlarıyla görüp anlamaya çalıştığı toplumu iyicil bir şekilde ele alıyor. Sırf bu sebepten diziyi 2000’li yılların liberal hegemonyasıyla ve onun Türkiye mozaiği söylemiyle ilişkilendirenler oldu. Gerçekten dizinin farklı sosyal sorunları bir panorama şeklinde ele alması bir yanıyla bu söylemi anımsatıyor. Mozaikçi liberallikte bütün sorunlar, acılar ve travmalar eşitlenip Kemalizm karşıtlığı ekseninde bir araya getiriliyordu. 2013’ten sonra da bu ittifak tedricen muhalefete geçti. Karşıtlık ekseninin tepesine de hedef olarak otoriter muhafazakarlık yerleştirildi. Dizi bu bakımdan yeni liberaller tarafından anakronik olarak nitelendirildi. Ancak dizinin ben bu iki söylemden de daha üstün ve sağduyulu olduğunu düşünüyorum. Birincisi öyle Kemalizm ya da muhafazakarlık gibi şeytanlaştırılan bir ideoloji yok dizide. Karakterler ideolojik defolarıyla ortaya konarken bunu görüp kendini sağaltabilecek kişiler olarak gösteriliyor. Yani liberal anlatıya merkezi olan varoluşsal kötülük fikri bu dizide yok. Bir Başkadır, karakterlerin ve temsil ettikleri sosyal grupların sağlıklı yaşama imkanına inanıyor kanımca. En azından çoğu karakterine karşı öyle. Bunu ütopik bulanlar olabilir. Ama böyle bir inanca sahip olmadan toplum olarak yaşamak çok zor. Burada asıl dikkat edilmesi gereken konu bu inancın toplumun belirli bir kesimi tarafından diğerleri üzerinde tahakküm kurmak için kullanılıp kullanılmadığıdır. Gördüğüm kadarıyla dizi bunu yapmıyor.

Farklı ideolojik, sınıfsal ve statüye dayalı gruplar olarak artık herkes kendi gettosunda yaşıyor

Dizide farklı dünyalar var. Bu dünyalar arasında öne çıkan sorun olarak ön yargılar ve iletişimsizlik göze çarpıyor. Bunlara ek olarak hınçların ve öfkelerin sürekli karşıt olunan grupların üzerine yüklenmesi söz konusu. Dizinin farklı dünyalara sahip insanların birbirilerini anlayabileceğine dair anlatısı ne kadar gerçekçi? Böyle anlatılar insan ilişkilerinde bir iyileşme sağlar mı?

Ön yargılar ve iletişimsizlik üzerinden kurulan kutuplaşma söyleminin gündelik hayatta belirli bir karşılığı var. Geçmişte farklı sosyal statüler, sınıflar ve ideolojik eğilimlere sahip insanlar daha iç içe yaşardı. Şimdi sosyolojik ve hatta mekânsal bir ayrışma söz konusu. Bir dönem bu ayrışmaya yönelik çalışmalar popülerdi. Özellikle muhafazakar gettolara yönelik çalışmalar meseleyi belirli bir açıdan sorunsallaştırıyordu. Ama bu çok daha yaygın bir eğilimin parçası. Farklı ideolojik, sınıfsal ve statüye dayalı gruplar olarak herkes kendi gettosunda yaşıyor artık. Dolayısıyla farklı gruplardan insanlarla karşılaşma deneyimi giderek azaldı. Bu da gündelik hayatta kutuplaşma söyleminin iddia ettiği kriz ve çatışma potansiyelini belirli bir ölçüde düşürdü bana kalırsa. Ancak bu noktada da internet mecraları devreye girdi. Gündelik hayatta hiç karşılaşmadığımız insanların en sivri örneklerini onların en sivri yanlarıyla internette görmeye başladık. Dolayısıyla kutuplaşma söylemini haklı çıkaracak sanal bir çatışma ortamı oluştu. İnsanlar internette karşı oldukları insanların en kötü hallerini gördükleri için de gündelik hayatta onlardan en kötüsünü bekler hale geldiler. Bu da günümüzdeki paranoyak toplumsallığa sebep oldu. Bir Başkadır gibi bunu sorunsallaştıran ve anlatı düzeyinde de olsa rehabilite etmeye çalışan kültür ürünleri bu sanal paranoyayı dağıtmaya yarayabilir. Ama bir diziye böyle bir misyon yüklemek aşırı bir iyimserlik olur gibime geliyor. Aslolan gerçek hayatta gerçek insanlarla gerçek ilişkiler kurmaktır. Eğer toplum olarak yaşamaya niyetiniz varsa tabii. Yoksa pandemi süreciyle ifade edilen “yeni normal” giderek insanların izole hale gelmesini ve gerçek ilişkilerden soyutlanmasını öneriyor. Dünyada cehennemi yaşamak da bir tercih.

Bir Başkadır, büyük ölçüde sadece Netflix izleyen insanlara ulaşmış bir dizi

Bu dizide olduğu gibi nihayetinde “biz kocaman bir aileyiz” hissine bağlanan anlatılar faydalı mı? Yoksa üzerini örttükleri şeyler mi var? Toplumun her kesimini içine almaya çalışan bir dizi fikri son tahlilde neye tekabül ediyor?

“Biz bir aileyiz.” “Biz güzel bir aileyiz.” Bunlar Yeşilçam’ın mottosu olarak algılanmış replikler. İnsanlar dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. Ne kadar eleştirilse de insanların Yeşilçam’da bulduğu bir şey var. Bir cemaat hissi belki. Bunun üzerini örttüğü şeyler elbette vardır. Bir Başkadır’ın bölüm sonlarında yaptığı Eski Türkiye göndermeleri mesela. Ferdi Özbeğen’in aranjman şarkılarıyla nezih bir şekilde insanların ailecek eğlenebildikleri bir topluluk… O tarihlerde Türkiye’de çok farklı şeyler de yaşanıyordu. Güncel durumdaki ayrışmaları ortaya çıkaran şeyler. Yeşilçam’ın 70’li yıllardaki aile filmlerini yaptığı zamanlar mesela Türkiye’de ideolojik grupların birbirini katlettiği bir iç savaş ortamı vardı. Dolayısıyla anlatıyla sosyal gerçekliği birbirine karıştırmamak lazım. Bir Başkadır da bunu yapmıyor bana kalırsa. Eski Türkiye ve Yeşilçam göndermeleri nostaljik bir işlev görsün diye değil bugünkü sorunların tarihsel kökenlerine atıf yapmak için orada belki. Dizinin isminde gönderme yapılan şarkıyı da benzer şekilde düşünmek mümkün. Sentetik ve seçici bir memleket sevgisi, toplumun geniş kesimlerinde karşılığı olmayan bir ulus fikri, bütün bunları ideolojik bir ambalaja büründüren tamlık hayali… Bu bir hayal tabii. Bu noktada toplumun krizini ve ihtiyacını göstermesi açısından anlamlı olabilir sadece. Dizideki ütopik dokunuş da böyle değerlendirilebilir.

Diğer yandan herkesin oturup izleyebildiği ve keyif alabildiği işler yapmak tamamen yabana atılacak bir hedef de değil. Geçmişte Yeşilçam bunu başarıyla gerçekleştirmişti. Yine gerçekleştirilmesi her zaman mümkün. Bu dizi de belirli göndermeleri, biçimsel tercihleri, tematik söylemiyle Yeşilçam’la ilişkili bir dizi. Bu ilişkiyi postmodern bir oyuncullukla da açıklamak mümkün. Ancak ben bunun ötesinde dizinin Yeşilçam ile daha organik bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Dizinin farklı estetik söylemlerden bir kolaj oluşturması, sosyal tipler üzerinden hikayesini anlatması ve melodramatik denebilecek bir anlatıyı bir tür epik mesafe ile anlatıya zemin kılması Yeşilçam’da karakteristik unsurlardı. Dizi de bu unsurları güncelleyerek kendi hikayesi için kullanılabilir hale getirmiş.

Ancak tabii Bir Başkadır’ın Yeşilçam’la ilişkisini çok da abartmamak lazım. Sonuç olarak büyük ölçüde sadece Netflix izleyen insanlara ulaşmış bir dizi bu. Daha çok televizyon kanallarını takip eden geniş toplum kesimleriyle dizinin irtibatı pek yok. Bu açıdan herkesin kendinden bir şeyler bularak izleyebileceği bir dizi idealinden uzak. Yine de asıl hedef kitlesi olan orta sınıflar düzeyinde genel bir kabul görmesi önemsenmesi gereken bir başarı.

Bu dizilerin terapi etkisi oluşturma imkanına çok da bel bağlamamak lazım

Bir Başkadır’ın yanı sıra Kırmızı Oda ve Masumlar Apartmanı gibi dizilerde de terapi olgusunun yaygın bir şekilde kullanıldığını görüyoruz. Bu dizilere terapi dizisi demek doğru olur mu? Toplum olarak ruh sağlımız iyiye gitmiyor mu? Bu yüzden mi bu diziler bu şekilde yaygınlaştı?

“Kırmızı Oda” başta olmak üzere bu diziler terapi dizileri olarak tanımlanabilir. Ancak hem terapi olgusuna hem de bu dizilerin terapi etkisi oluşturma imkanına çok da bel bağlamamak lazım. Pandemi sürecinin ve başka sosyal meselelerin ruh sağlımıza dair yarattığı yeni durumlar olabilir elbette. Ancak bu dizilerin ortaya çıkışı daha çok pandemi sürecinde yapım şirketlerinin az ve çoğunlukla iç mekanda geçen yapımlara şans tanımasıyla gerçekleşmiş gibi duruyor. Türk dizilerinin, ana akım olanların yanı sıra internet platformları için yapılanları da dahil olmak üzere, genel bir İstanbul temaşası yönü vardır. Tarihi mekanlar, güzel yalılar, enteresan mahalleler şeklinde bir tür görsel haz da üretilir bu dizilerde. Dolayısıyla önemli bir kısmı terapi odasında geçen dizilerin bu anlamda bir albenisi olmadığı ortada. Bu yüzden normal zamanda kağıt üzerinde çok da ekran bulma şansı olmayan yapımlar bunlar. Pandemi süreciyle mekan konusunda ekonomik davranma gerekliliği bu dizilerin yapılabilmesinin önünü açmış gibi duruyor.

Diğer yandan pandemi süreci özellikle beyaz yakalı meslekleri icra edip evden çalışma imkanına sahip olan insanların hayat tarzının değişmesine sebep oldu. İnsanlar daha fazla evde kalıyor. Daha fazla aileleriyle vakit geçiriyor. Bunun insanların psikolojisinde olumlu ya da olumsuz etkileri olmuş olabilir. Ayrıca insanlar daha çok uyumaya başladı. Uyku saatleri değişti. İnsanların bu süreçte daha çok rüya gördüklerine dair yorumlar paylaşılıyor. Dolayısıyla insanların bilinçdışının kabarması şaşırtıcı değil. Diziler buna binaen üretilmemiş olabilir ama dizilerin bu kadar popüler olması belki böyle bir kabarmaya bağlanabilir. Sonuç olarak insanlarda halihazırda büyüyen bir ihtiyaca karşılık gelmiş olmalı ki bu kadar etki yaratabildi.