İran İslam Cumhuriyeti’nin sekizinci Cumhurbaşkanı Ebrahim Reisî Sedatî 14 Aralık 1960’ta Meşhed’in Noğan semtinde, molla sınıfından olan bir ailede dünyaya geldi.
Henüz 5 yaşındayken babası Seyyid Hacı vefat etti. Gittiği ilk okul Cevadiye mektebi idi. Sonra aile geleneğini devam ettirerek Şii medrese sistemi olan Havza’ya kaydoldu. 15 yaşına geldiğinde artık Kum’daydı. Ayetullah Burucerdî’nin mektebinde fıkıh tedrisatı gördü. Bilahere Mutahharî Üniversitesi’nde hukuk doktorası yaptığını iddia etse de bu rivayeti tartışmalı olarak kaldı.
Reisî’nin Kum’daki tedrisatının ardından ulaştığı mertebe de “hassas” ve ihtilaflı olmayı sürdürdü. Çünkü kendisinden uzunca bir süre “Ayetullah” olarak söz ediyordu, gelgelelim bu rütbeyi aldığına dair bir delile sahip görünmüyordu. Nitekim aykırı görüştekiler kendi belgelerini yayımlayınca Reisî ayetullahlık iddiasını terk ediverip “Hüccet-ül İslam” sıfatını kullanmaya başladı. Ne var ki 2021 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “ayetullah” sıfatına bir kez daha müracaat etme lüzûmu duydu. Gerçi dinî lider Ali Hamaney onu cumhurbaşkanı olarak atayan kararnameyi imzalarken kendisinden “Hüccet’ül İslam” diye söz ederek Reisî’nin bu iddiasını birinci elden yalanlamış oldu.
Genç Reisî, 70’li yılların sonundaki çalkantılı dönemde devrimcilerin safında şah karşıtı gösterilere katıldı. 1979’da Humeynî “Batı destekli” Şah’ın yerine Paris’ten uçakla döndüğünde Reisî hâlâ talebelik yapmaktaydı.
1981 yılında, 20 yaşını henüz doldurmuşken Kerec şehrine savcı olarak atandı. 4 ay sonra ise Hamedan eyalet savcılığına getirildi. Aralarında 300 kilometrelik mesafe olan iki şehirde aynı anda savcılık yapma zarureti, yaşı da göz önünde bulundurulduğunda, devrim sonrası kadro eksikliğinin hangi boyutlarda olduğunu göstermekteydi.
1985 yılına gelindiğinde Tahran başsavcı yardımcılığına tayin edildiği için başkente taşındı. 1988’e gelindiğinde artık Humeynî’nin huzuruna çıkartılacak kadar mutemet adamlardan biri hâline gelmişti. Huzura çıkartıldıktan sonra Loristan, Simnan, Kirmanşah eyaletlerindeki hukuki müşkülleri çözmek üzere özel yetkilerle donatılmış olarak gönderildi.
Kariyerindeki en tartışmalı kesit ise şüphesiz ki 1988 Kıyımı olarak adlandırılan cezaevi infazlarının gerçekleştiği 5 aylık dönem oldu. Humeynî rejimi için bir tehdit olarak görülen devrimci tutsaklar hakkında ölüm fermanı çıkartan 4 kişilik ekibe “Ölüm Komitesi” adı veriliyordu ve Reisî de o komitenin bir üyesiydi. Bu iddiayı güçlü kılan etken, Humeynî’nin yerine dinî lider olacakken gidişata dair eleştirel tutumu sebebiyle haleflikten azledilen Ayetullah Muntezerî tarafından ısrarla dillendiriliyor oluşuydu. Her ne kadar diğer isimlerden bazıları açıkça bu iddiaları yalanlasa da Reisî konu hakkında hiçbir yorumda bulunmamayı daha uygun buldu. Ta ki 2021’deki beyanına dek. Gazetecilere beyanı kısa ve özlüydü:
“Eğer bir yargıç, bir savcı halkın güvenliğini savunduysa övülmeli. İnsanlığı savunmuş olmaktan gurur duyuyorum.”
Ölüm Komitesi’nin idamına hükmettiği ve toplu mezarlara gömdürdüğü tutsakların sayısı hakkında farklı rakamlar telaffuz ediliyor. 4 bin diyen de var, 30 bini aştığını söyleyen de. Kurban yakınlarıyla bire bir görüşen Uluslararası Af Örgütü’nün tahmini ise 5 bindi. Öldürülenlerin ekseriyeti Halkın Mücahitleri mensupları veya sempatizanlarıydı. Tudeh Partisi ve diğer sol fraksiyonlar da listelerde yer aldı. Bu kuşku yok ki tarihteki en acımasız tasfiye ameliyelerinden biri olarak kayıtlara geçti.
Ölüm Komitesi rejim için hayatî bir misyonu ifa etmiş olduğundandır ki Reisî’nin yükselişi iyice süratlendi. 1989’da Tahran başsavcılığına, 1994’te Devlet Müfettişliği Teşkilatı’nın başına getirildi, 10 yıl boyunca da bu görevde kaldı. 2004’te Yargı Erki Birinci Yardımcılığı’na, 2014’te ise İran Genel Başsavcılığı’na getirildi. Oradan Şura-yi Nigahban-i Kanun-i Esasi denen, 12 üyeli Anayasa Koruma Konseyi’ne tayin edildi. Sonrasında ise dinî lideri seçip atayan ve denetlemekle görevli, 8 yıllığına halk tarafından seçilen 88 molladan biri olarak, Meclis-i Hubregan-i Rehberî denen Uzmanlar Meclisi’ne seçildi. Müesses nizamın en üst kurumlarının bir demirbaşıydı artık.
Bunların yanı sıra başka pek çok mevkide eş zamanlı bulunmaktaydı. Siber Uzay Yüksek Konseyi, Para ve Kredi Konseyi, Yolsuzlukla Mücadele Karargâhı gibi kurumlardaki üyelikleri önemli pozisyonlardı. 2016’da Hamaney tarafından İran’ın en güçlü vakıflarından Meşhed şehrindeki İmam Rıza Türbe ve Külliyesi Vakfı Başkanlığı’na getirilmesi de çok stratejik bir tercihti. 1979’dan beri bu göreve gelen ikinci kişiydi. Bu görevini 2019’a dek sürdürdü.
15 Mayıs’ta muhafazakârların adayı Muhammed Ğalibaf onun lehine adaylıktan çekilince Reisî, 19 Mayıs 2017 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday eleme konseyince kabul edildi. Daha muhafazakâr bölgelerde önde olsa da ülke genelinde Hasan Ruhanî %57,1 alırken kendisi %38,3 oyda kaldı. Böylece Ruhanî’nin ikinci dönemine başlamasına engel olamamış oldu.
2019’da Ruhanî’nin aksi yöndeki iradesine rağmen Hamaney tarafından İran’ın en hassas makamlarından Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na atandı. Öyle ki bu makam Hamaney’in halefi olmak manasına geliyor, Hamaney’in ardından Reisî’nin ülkenin dinî lideri olmasının önü açılmış oluyordu. Ali Laricanî Hamaney tarafından görevinden alınarak onun yerine Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Başkanlığı’na getirildiğinde Reisî söylemini hassaten yolsuzluklarla mücadele üstüne bina etti. Bu da aslında bir sonraki adıma dair net bir bildirimde bulunmaktaydı:
Reisî, 2021 seçimlerinde yeniden adaydı.
Müesses nizam aday eleme süreçlerinde Ali Laricanî ve Mahmud Ahmedinejad gibi güçlü adayları eleyerek Reisî’nin cumhurbaşkanı olması için elinden geleni yaptı. Bu durumu reformcu adaylardan Muhsin Mehralizadeh, bir televizyon tartışmasında şöyle ifade ediyordu:
“İktidardaki din adamları, belli bir kişiyi başkan yapmak için güneşi, ayı ve yıldızları hizaya sokuyorlar.”
Bu hizalanıştaki gaye kimse için bir sır değildi.
Aday olması yasaklanan isimlerden Ahmedinejad yayınladığı video mesajda “Bu günahın bir parçası olmak istemiyorum!” diyerek oy kullanmaya gitmeyeceğini ilan etti. Seçmenin aday yokluğundan sandığa gitmediği süreçte rekor düşüklükte bir katılım söz konusuydu. Devrimden bu yana katılım ilk defa %50’nin altına düşüyordu; seçmenin sadece %48,8’inin sandığa gittiği seçimde oyların önemli bir kısmı boş ve geçersizdi. Reisî ilk turda cumhurbaşkanı oluverdi ve yemin ederek göreve başladı. Reisî’nin geçerli oyların %63’ünü aldığı ilan edildiğinde pek çok gözlemciye göre kesinlikle onun lehine hile yapılmıştı.
Bu yolla “muhafazakârlar”, 8 yıllık bir fasılanın ardından yeniden cumhurbaşkanlığı makamını ellerine almış oldular.
Reisî, göreve başlama konuşmasında ABD tarafından uygulanan ambargoları kaldırmak için gayret edeceğini fakat yabancıların ülke ekonomisinin nasıl idare edileceğine karışmasına müsaade etmeyeceğini söyledi. Ortadoğu’daki istikrarın İran’ın elinde olduğunu belirterek komşularla ilişkileri genişleteceğini, nükleer programı yalnızca barışçıl amaçlara yönelik kılacağını vurguladı. İranlıların hayat kalitesini artırmak ve insan haklarını savunmak da vaatleri arasındaydı.
İktidarı döneminde en önemli kırılma anı 17 Eylül 2022’de Mehsa Eminî ile ilgili bir gözaltı sürecinde ölümünün ardından patlak veren protestolardı. Reisî, olayı soruşturmak için bir komisyon kuracağı sözü verse de ülkedeki hoşnutsuzluğu uzun bir süre dizginleyemedi. 2023’e dek süren isyan, o güne dek “ülkenin gördüğü hiçbir şeye benzemeyen”, rejime en büyük meydan okumaydı. 2019’daki süreçte, 1500 kişinin ölümüne kıyasla daha az sayıda insan katledilmişti, sadece 551 kişinin hayatına mal olmuştu, velakin bu eylemler daha kapsamlı ve uzun solukluydu.
2023 Mart’ında, Çin’in hamiyetiyle İran’ın Suudî Arabistan’la masaya oturup diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmesi herkes için bir sürpriz oldu. Her ne kadar ihtilaflı sayısız konuda birdenbire bir uzlaşma gerçekleşmesi beklenmese de İran’ın bölgedeki duruşuyla ilgili çok önemli bir adım, daha doğrusu geri adımdı bu. Doğrudan Yemen’deki savaşı ve Husîlerin geleceğini, Bahreyn’i, körfezdeki Şii azınlıkların tamamını yakından ilgilendiren bir durumdu.
İçerideki muhalefet tarafından “büyük vaatlerin çoğunu yerine getirmemek”le itham edilse de Reisî, İran rejiminin uzun vadeli teslim edileceği makul ve güvenilir bir el olarak görülüyordu. Hamaney’in favorisi ve halefi olduğu herkesçe biliniyordu. Gerçi bazı başka kaynaklar ise Hamaney’in aslında halef olarak oğlu Mücteba’yı bırakmak istediğini söylüyordu. Şayet böyle idiyse ikili arasında sert ve belki de kanlı bir yarışın gerçekleşeceği kesindi.
Neyse ki, buna gerek kalmadı.
19 Mayıs 2024’te Reisî’yi taşıyan helikopter, Azerbaycan’daki bir baraj açılışından dönerken sisli havada İran’ın kuzeybatısındaki Varsakan yakınlarındaki bir ormana düştü.
Devrim Muhafızları, askerler ve sivillerden oluşan arama ekipleri uzun bir süre enkazın yerini tespit edip ulaşamadı.
Türkiye’den yardım istenmesine binaen gönderilen Akıncı İHA tarafından tespit edilerek koordinatlarının verilmesi sonucu helikopterin enkazına ve Reisî’yle birlikte arkadaşlarının cesedine ulaşıldı.
İran şimdi sisli bir havada yolunu bulmak zorunda.
Has adamını kaybeden müesses nizam, şimdi onsuz yoluna devam etmek durumunda.
Yorum ekle