Doğu Türkistan Müslümanları uzun yıllardan beri bir var olma savaşı veriyor. Çin tarafından acımasızca uygulanan toplama kampları başta olmak üzere akıl almaz yıldırma politikaları, kısırlaştırma çalışmaları, haksız idamlar, kendi dillerinde eğitimin yasaklanması, İslami kuralların her alanda yasaklanması, yeni nesillerin kimlik kazanmalarının önüne pervasız engellerin konması, demografik yapının kafalarına göre şekillendirilmesi gibi sayısız arsız politikayla karşı karşıyalar.
UZAKTAKİ FERYAT
Doğu Türkistan davası yalnız bırakılmış, görülmemiş, gösterilmemiş bir davadır. Feryatlarına kimsenin kulak verdiği yok. Seslerini kardeş ülkelere bile duyuramıyorlar. Bugünlerde sıkça sokak röportajları yapan gençler, en muhafazakâr mahallelerde ellerine mikrofon alsalar ve bu meseleyi sorsalar konuşabilecek kimseyi bulamazlar. Sadece halkımız değil okumuş yazmışlarımız da meseleye pek vâkıf değil maalesef.
İslam bilim ve kültür dünyasına önemli zenginlikler katan Doğu Türkistanlıların geçmişten günümüze yürüttükleri mücadeleden haberimiz olmadığı gibi, Uygurların kahramanlarını tanımıyor, kahramanlıklarını da bilmiyoruz. 1863 yılında Yakup Han başkanlığında kurulan “Doğu Türkistan İslam Devleti”nden, çoğu aydınımızın haberi bile yok. Doğu Türkistan halkının şerefli mücadelesi sonucu 1933 yılında Kaşgar’da kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti hakkında ise akademisyenlerimiz ne kadar çalışma yaptı, bilmiyorum.
1949 yılından beri komünist Rus yönetiminin askerî yardımlarıyla Doğu Türkistan’ın istiklali ve istikbali Kızıl Çin’e teslim edildi. İşte o günden bugüne soykırım kavramının içini dolduracak bütün işkencelere ve zalimliklere maruz bırakıldılar. İslam dünyası duyarsız, Türk dünyası kör ve sağır. Kaderine terk edilmiş bir millet, kaderine terk edilmiş bir memleket.
DOĞU TÜRKİSTAN ASYA’NIN GAZZESİDİR!
Çeyrek asırdan fazla İstanbul’dayım. Medeniyetimizin başkenti bu aziz şehre İlk geldiğim günden bu yana, dünyanın dört bir yanında zulme uğramış mazlumlara destek vermek için düzenlenen bütün vicdani gösterilere katılmaya çalıştım. Beyazıt Meydanı’nın her karesinde adımım, Fatih Camii’nin avlusunun her taşında izim vardır. Meydanda olmanın, gösteriye katılmanın hiçbir faydası olmadığını dikte etmeye çalışan bazı arkadaşlarımın vaazına rağmen bu duruşumdan vazgeçmedim. Elimizle olmazsa dilimizle, dilimizle olmazsa kalbimizle, şuuruyla yumruğumu sıktım meydanlara koştum. Sadece meydanlarda değil içinde bulunduğum sivil toplum örgütlerinde, çalıştığım dergilerde mazlum coğrafyalarımıza olan ödevimi yerine getirme gayretinde oldum.
ÇİN PROPAGANDASI
Türk milletinin yüce gönlünün kanatları Orta Doğu’ya da Orta Asya’ya da yeter. Zira Orta Doğu’nun mazlumlarının da Orta Asya’nın mazlumlarının da bizden başka kimsesi yok. Çin ustaca bir propagandayla zulümlerini dünya kamuoyundan saklıyor, uluslararası gazetecileri kendi kontrolünde daha önceden hazırlanmış alanlara götürerek “sorun yok” havası oluşturmaya çalışıyor.
Türkiye’de Çin’i ölümüne savunan işbirlikçiler var. Bunlar öylesine satılmış insanlar ki bütün zulümleri gözleriyle görse bile, Çin’i masum göstermek ellerinden geleni yapıyor kamuoyunu yanıltmayı iyi başarıyorlar. Bir de Çin’in etkin propagandasına kapılıp, Doğu Türkistan’a dair her habere kuşkuyla yaklaşıp Çin’le gelişen diplomatik ilişkilerimizi bozmaya yönelik komplodan ibaret olduğunu iddia eden saflar var. Bunlar arasında da maalesef İslamcı-ülkücü bilinen kişiler bile mevcut.
Nerden baksak mazlumların işi zor ve bu planlı soykırım karşısından Allah’tan başka kimseleri yok. İçinden geçtiğimiz bu zor günler bizim zulmün karşısındaki duruşumuzun test edildiği günler. İmtihan büyük. Doğu Türkistan’ın daima yanında olduğumuzu göstermek hem insani hem islami bir sorumluluktur. Rahmetli Aliya’nın dediği gibi; “Tarihi Allah yazar, biz sadece nerede durduğumuza karar veririz.”
TÜRKİSTAN’DA BİR YAZAR ÖLMÜŞ DİYELER!
Geçtiğimiz günlerde şehid edilen Türkistan’ın önemli yazarlarından Nurmuhammed Tohti’nin Fatih Camii’nde kılınan gıyabi cenaze namazına katıldığımda Doğu Türkistan’ın sahipsizliğini bir kez daha yakından görmüş oldum.
Daha önce aynı camide kılınan gıyabi cenaze namazlarındaki kalabalığın onda biri bile yoktu. Ne sağda solda esip gürleyen siyasetçiler ne STK başkanları, ne kanaat önderleri, ne islami camialar ne yazarlar ne şairler vardı.
Tohti’lerin tanınmasında bizim de vebalimiz var. Maalesef Türk dünyasının ya da İslam dünyasının yazarlarını Türkiye’de tanıtamadık. Sınırlarımız dışındaki kardeş kalemleri Türk okuyucusu tanımıyor. Arada köprüler kuramadık. Bugün Tohti’yi ya da Doğu Türkistan’ın diğer kalemlerini, ülkemizin yazarlarının aydınlarının kısm-ı azamı tanımıyor.
HÜRRİYET ŞAİRİ
Oysa ki Tohti bilinmesi tanınması gereken halkının acılarına tercüman olan öncü bir şair. Edebî değeri yüksek şiirlerinde Uygurların özgürlük sevdalarını dillendirmiş, uzun yıllardan beri devam eden esarete başkaldırmıştır. Şiirini de kutlu davasında bir araç olarak kullanmış, kudretli kelimelerini kâfirlere karşı kurşun yapıp göndermiştir. Hürriyete susamış Türkistan Türklerinin bu arzularını şiirlerinde sık geçirdiği için kendisine “Hürriyet Şairi” de denilmiştir. Nasıl ki Türkiye Türklerinin İstiklal mücadelesini Âkif, Hindistanlıların mücadelesini ve kavgasını Tagore, Pakistanlıların öfkesini ve Macar halkının özgürlük isteğini Petöfi bayraklaştırmışsa; Nurmuhammed Tohti de Doğu Türkistanlının hürriyet mücadelesini bayraklaştırmıştır.
Neredeyse edebiyatın bütün türlerinde kalem oynatan Tohti, milletinin vicdanı olmuş, zalimlerin yüreğine kalemiyle korku salmıştır.
KAVGASI UĞRUNA CAN VERDİ
Tohti’yi en iyi anlayan ve tanıyanlardan biri olarak Kızı Zöhregül Nurmuhammed babasını şöyle anlatıyor:
“Babam çocuklarını yetiştirirken bizlere, milletimizin takdiri ile aile kurumunun sağlamlığının (baht saadeti) çok yakından ilgili olduğunu anlatır ve bu temaların önemini ve kutsallığını hep tekrarlardı. Babam millî bağımsızlık, insanların temel hak ve özgürlükleri konusundaki düşüncelerini, bu değerlere yönelik arzularını, biz evlatlarına, ailesi ve yakınlarımıza bazen kapalı bazen ise açık şekilde ifade ederek aktarmaya çalışırdı. Babam, özgürlüğüne susamış, bağımsızlığa hasret bir edip ve aydındı. O, hürriyet ve bağımsızlığa olan özlemini ve susuzluğunu eserlerinde açık ve net şekilde aksettirmiştir. “Boynak” adlı hikâyesinde özgürlük ve bağımsızlık konusunu özellikle öne çıkarmıştır.”
Uygur gençlerine, sadece günümüzdeki mücadeleyi değil geçmişteki soylu kavgaları da anlatarak onlara kimlik bilinci aşılayan Tohti, son nefesine kadar kavgasını yürütmüş, bunun da bedelini canıyla ödemiştir. Doğu Türkistan’da Yazarlar Cemiyeti’nin aktif üyelerinden olan Şehit Tohtiemiyette edebiyat atölyelerini yönetmiş, genç kalemlere ustalık yapmıştır. Sadece yazar olarak eser vermeyi tercih etmemiş, mücadelenin her alanında vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir. Tohti güçlü bir yazar olmasının yanında akademisyen kimliğine de sahiptir. Akademik çalışmalarında da bütün birikimini canından aziz bildiği vatanının emrine sunmuştur.
AYDINLAR KATLEDİLİYOR!
Doğu Türkistan’da son yılarda gelen şehit haberlerine baktığımızda yetişmiş âlimlerin, entelektüellerin, sanatçıların isimlerine sıkça rastlıyoruz. Çünkü emperyalistler de iyi biliyor ki bir milleti bir kılan, diri tutan, kimliklerini korumasına öncülük eden her zaman için aydınlar olmuştur. Dolayısıyla bilinçli suikastların, planlı tutuklamaların kurbanı en önce münevverler olmakta ve vatansever olmanın bedelini her şeyleriyle ödemekteler.
Güzel Doğu Türkistan, öncü şahsiyetlerini kurban vermeye devam etmektedir. Şehit kanlarıyla bereketlenen mahzun topraklarda hayatını sürdürenler ise her türlü insanlık dışı işkenceye maruz kalmakta, İslam düşmanı Çin’in çektirdiği çileleri çekmekteler.
ÖLÜSÜNDEN BİLE KORKUYORLAR!
Dini, dili, ırkı ne olursa olsun mazlumların birbirine benzediği gibi zalimler de birbirine benziyor, zulümlerinde aynı metodları ustalıkla kullanıyorlar. Şehit Lider Muhammed Mursi’nin ağır hastalığına rağmen tedavisine izin vermeyen Mısır’ın Sisi’si gibi, Çin’in zulüm odakları da ağır hasta olmasına rağmen kampta tutulan Tohti’nin tedavi edilmesine karşı çıkmış, acı çekerek hayatını kaybetmesine sebep olmuşlardır. Siyonist Yahudiler gibi Çinli zalimler de Müslüman’ın ölüsünden bile korkmuş, son nefesini vermesine rağmen ayaklarındaki ve kolundaki kelepçeler çıkarılmadan ailesine cansız bedeni gönderilmiştir. Kızıl Çin devleti bir yazarın daha katili olmuş özgürlük tutkusuyla kelimelerden kaleler kuran bir kalemden nasıl korktuğunu tüm dünyaya göstermiştir.
Her zamanki suç bastırma psikolojisiyle algı yönetimine devam eden Çinli yetkililer, Türkiye’de anlaşmalı oldukları bazı yayın organlarında Tohti’nin “tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı” yalanını söylemiştir. Türkiye Çin’in profesyonel yalanlarına inanmayıp Doğu Türkistan’ın hakikatlerine odaklanmak zorundadır.
Bütün Doğu Türkistan şehitleri gibi Nurmuhammed Tohti’nin aziz ismi de eserleriyle ve mücadelesiyle yaşayacak, inşallah şehadeti Doğu Türkistan’ın dirilişine vesile olacaktır. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Yorum ekle