Yazarlar

Yol ucuz, yolcuyuz, mütemmim cüz

Evladının kalbine sarılan, kalbini evladına saran, evladına evla gördüklerini ancak insanına reva gören… Toprağını, düşen yaprağını, ırmağını memleketini, dimağını coğrafyasını öpen… Yolu yolcudan ayırmadan, istikamet üzere, yazara, çizere, gezere gülen… Farkındalığın zaruretinin ve zorluğunun idrakinde olan… İkbal denen şeyi sadece ve sadece insanlık evladının vicdanı adına kovalayan… Öz mü öz özelliği bunlardan… Bize lazım gelen… […]

Evladının kalbine sarılan, kalbini evladına saran, evladına evla gördüklerini ancak insanına reva gören…

Toprağını, düşen yaprağını, ırmağını memleketini, dimağını coğrafyasını öpen…

Yolu yolcudan ayırmadan, istikamet üzere, yazara, çizere, gezere gülen…

Farkındalığın zaruretinin ve zorluğunun idrakinde olan…

İkbal denen şeyi sadece ve sadece insanlık evladının vicdanı adına kovalayan…

Öz mü öz özelliği bunlardan…

Bize lazım gelen…

Bir edebiyat metninin değil, geleceğimizin ve geleneğimizin taşıyıcısı olması gereken sanatkârın tarifini yapma çabasında olan satırların girişi bu…

Matematikten bahsetmiyoruz. 2 ile 2’yi çarptığımız her yeni işlemde farklı bir sonucun çıkması muhtemel karmaşık bir mizahın izahına girişmek delilik belki. Evet, mizahî bir tablo.

Yüzlerce çeşit tarifi olabilecek tahrif ve tarih alanında, her şeyi tercih edebilme tuzağına düşmeden, uzağın yakın olduğu bilinciyle basiti kovalayan kişiye sanatkar diyebiliriz.

Gelenek ile geleceğin birbirinin mütemmim cüzü olduğunu bilene adam diyeceğiz ve adam olmakla birlikte sanatkar olmanın en temel şartını yerine getirmiş sayacağız. Adam olmayanın sanatı olmaz. İstifrası, inkıtası, intikamı olur ancak.

Sanatkar, insanlık birikiminin taşıyıcısıdır. Suçlayıcısı değil… Susturucusu hiç değil…

Adına özgürlük denen sınırsızlık ve insafsızlık çabasının, insanı insandan ne denli uzaklaştırdığının farkına varamayandan topluma yol gösterici olmasını beklemek ise modern zamanın postmodern vakitlere taşıdığı pamuk ipliği…

Özgünlüksüzlüğün özgürlüksüzlük sonucunu doğurduğunu -sadece yakın tarihten bile- anlayamayan karanlık aydınlar sınıfının varlığını yok saymayarak başlayacağız. Eşyayı zıddı ile kaim eden Rabb’in bu eşsiz nimetine şükürle tanıyacağız… Kendimizi elbet… Fekat insan kendini tanımaya, kendi gibi olmayanı tanıyarak başlar.

Kötüyü bilmeden iyiliği nasıl tanımlarız? Elbette kötülük yapmadan iyilik yapılmaz demek istemiyorum. Tarihi, insanı tarif etme ve sürekli soru sorma çabasındaki sanatkarın varlık çabasında akletme boyutunu ifade ediyorum. Haliyle ve hayaliyle…

O halde, ötekileştirdiği ‘biz’i tanımadan sığlığa düşen memleketimin karanlık aydınlarından farkı olacak hakiki sanatkarın.

İğdiş ederek minimalizmde saplanma garabeti bir yanda, yüzeyselliğe batmış kaba anlatım karşısında…

Gönül rahatlığıyla inkar etmemiz gereken iki yol…

Bize lazım olan sadece ve sadece soru… Cevap da vereceğiz elbet. Lakin sanatkarın meselesi doğru cevabı vermek değil, doğru soruyu yönlendirerek doğruya ulaşma yollarını açmaktır. İnsanlık tarihi sadece ve sadece bu çaba sayesine ayaktadır.

Şükür ki, sesini değil sözünü/üslûbunu yükselterek bu yola kandil olan sanatkarlarımız hep oldu.

Özgürlük bu işte. Ne yaptığını bilen herkes özgür adayıdır. Doğru bildiğini yapabilene ne mutlu. Özgür kişi odur.

İyi de kimin doğrusu?

İşte zenginlik ve sonsuzluk da burada…

Görecelilik, doğruyu çoğaltmaz. Arayış yollarını arttırır. Yani, sırat-ı müstakime ulaşan ara yolları oluşturur. Başarılı-başarısız her çaba sırat-ı müstakim denen yolu sağlamlaştırır. Daha doğrusu, insanlığın bütüncül arayışını doğrular. Yoksa istikametin sağlamaya ihtiyacı yok. Yol kendini bilir. Yolcu, yolu bildikçe billurlaşır, yola bulaşır, çabasına ulaşır, insandan insana karışır…

Şimdi esas meseleye gelelim…

Lütfen soruyu yaşatalım…