Yazarlar

Tosuncuk

54 yaşında.

Yarım asırı geçen hayatına çok iş sığdırdı.

İzmir’de iki yıllık gazetecilik okudu.

Mezun olduğunda kalbi kıpır kıpırdı.

68 kuşağı abilerinden etkilenmişti.

Arkadaş ortamlarında Che Guevara, Bolivya dağları hikayelerinin sonu yoktu.

Sağlam ‘solcuydu’, ‘dava bilinci’ zirvelerdeydi.

Kemeraltı’nda, Karşıyaka’da ‘sarı saçlım mavi gözlüm’ türküleri söylüyor,

Kordon boyundaki barlarda sol devrim hayalleri kuruyor, bileniyordu.

Artık gazeteciydi.

İdeolojisine hizmet edebilir ve beklenen devrim için çalışabilirdi.

Hazır askerdi.

Heyecanlıydı.

Bir fırsat kolluyordu, bir fırsat.

İzmir’de kabına sığmıyordu.

Kendini daha merkeze, İstanbul’a attırmalıydı.

Ne var ki; İstanbul’a geldiğinde gerçek Türkiye’yi karşısında buluverdi.

Bu şok edici şaşkınlığını, devrimci abilerinin kanatları altında atlatabildi.

Bekir abisi, Emin abisi, Yalçın abisi, Türkiye’nin amiral gemisi Hürriyet’te köşeleri tutmuşlardı.

Abilerin sokakta gücü yoktu. Ama hükümet kurup hükümet yıkabiliyorlardı.

Tıpkı 1960 darbesindeki gibi.

Ordu, bu abileriyle aynı yerde duruyordu.

Bu güç ona büyük özgüven verdi.

Hoyratça yazılar yazmaya başladı.

Siyasilerim sinikliği iştahını daha da artırdı.

Artık yazıları daha üstenci daha alaycıydı.

Ta ki 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar…

Tosuncuk için tam bir yıkım oldu.

Anadolu’nun varoşlarından yükselerek gelen genç bir siyasetçi kendinden önceki bütün liderleri hallaç pamuğu gibi kenara atmış ve tek başına iktidar olmuştu.

Tosuncuk onu çok iyi tanıyordu.

Hapse attırdıkları Erdoğan’dı.

Ne tosuncuk ne de abileri bu sarsıcı gelişi önleyememişlerdi.

Halkın iradesi karşısında güçleri yetmemişti.

O zaman kurtulmak için çalışmalıydı.

İşe AK Parti’den başlamalıydı.

Tüzüğünde yer alan AK Parti ismini AKP olarak telaffuz etti.

Bu ilk savaş çanıydı.

Neredeyse her gün milletin iktidarına karşı karalama ve yok etme hedefli yüzlerce yazılar yazdı. Tıpkı abileri gibi.

Yazılar, haberler, karalama  kampanyaları…

Sonunda AK Parti’ye kapatılma davası açtırıldı.

Tosunun yüreği yeniden kıpır kıpırdı.

Fakat…

Dava reddedildi, hayaller yeniden karanlığa gömüldü.

İsyan etti, küfür etti, duvarları yumrukları ama olmadı.

Tosuncuk da ‘ekmeğinin’ derdine düştü.

Yeni bir fırsat doğuyordu.

Çiziktirdiği karalama yazılarının bir müşterisi vardı.

Okunuyordu.

Dahası, iyi satıyordu.

Aynı karanlığı yaşadığı okurlarına güneş gibi doğmuştu.

Bu onu uyandırdı.

Gazetedeki yazılarını topladı.

İsim… Hayvan… Şehir…

Kitap yazılmıştı.

Köşeden gazlayıp ve ekranlardan kışkırttıkları “yığınlar” şimdi müşteriydi.

Tosuncuğun kitaplarını okuyarak aydınlanıyorlardı.

Bir üstünlüktü aynı zamanda.

Tosuncuk da fırsatı da çok iyi değerlendirdi.

“Yığınların” hissiyatını sömürdükçe sömürdü.

Para sağılıyorlardı.

Tosuncuka helal olsundu.

“Sahillerin” market tezgahlarına kadar düşürdü kitaplarını.

“Atatürk” dedi sattı.

“Kadın” dedi sattı.

“Gezi” dedi sattı.

2011’de fark ettiği müşteri yığınına “ne versen” gidiyordu.

Tosuncuk, 7 yılda tam 20 kitap yazdı.

4564 sayfa.

Her yıl 652 sayfa düşmüştü.

Tosuncuk esnese ağzını kapatmadan paraya dönüştü.

20 kitabına 513 TL ödediler.

Kesmedi.

Neredeyse her kitabına Atatürk ismi koydu.

Tosuncuk son kitabına doğrudan “Mustafa Kemal” diyor.

Normali 45 TL.

Ciltlenmişi 2500 TL.

Sömürdüğü asgari ücretli almaya kalksa son 50 sayfasına parası yetmez.

Helal olur mu bilemeyiz.

Ama ne diyelim, “helal olsun” bizim tosuncuğa.