Kısa süre önce 101 yaşında hayatını kaybeden oryantalist Bernard Lewis, İngiltere’nin istihbarat ve akademi dünyasında yetiştikten sonra ABD’ye danışmanlık yapan bir stratejist idi. Rothschild bankerlerinin temsil ettiği bir dünyadan geliyordu. Yahudi kökenli olması hasebiyle Lewis ile ortak bir hüviyete sahip olan Henry Alfred Kissinger ise ABD tarihinin en büyük diplomasi üstatlarından biri olarak kabul görmüştür. 95 yaşındaki Amerikan efsanesi, yürümekte zorlanmasına rağmen geçen günlerde İtalya’nın ilk başkenti Torino’da düzenlenen Bilderberg Toplantısı’na iştirak etti. Zira O’nun ismi bu toplantılarla özdeşleşmiştir.
Henry A. Kissinger, Almanya’dan ABD’ye göç eden Yahudi kökenli bir aileye mensuptu. Rockefeller bursuyla 1950’de Harvard’dan mezun olduktan sonra yıllarca ABD Dışişleri Bakanlığı ve Milli Güvenlik Danışmanlığı gibi önemli pozisyonlarda görev aldı. Kissinger, Soğuk Savaş günlerinin en popüler siyasi isimlerin biri olmakla birlikte ABD’nin küresel strateji planlama mekanizmasında fikirleri ve faaliyetleriyle öne çıkmış bir şahsiyet olarak göze çarpmıştı. Peki, Kissinger’ı politika teorisyenliğinden ABD hariciyesinin zirvesine yükselten ve global politikalarda müzakere masalarına yönlendiren güç neydi? Küresel ortaklık içinde Kissinger hangi kanadı temsil ediyordu?
Bilderberg’de Soğuk Savaş
Küresel ekonomi ve politikaya yön verme iddiasındaki çıkar guruplarının temsil edildiği Bilderberg Konseyi, 7 – 10 Haziran 2018 tarihleri arasında Torino’da toplandı. Basına sızan bilgilere göre bu yılki toplantının başta gelen gündem mevzularından biri ABD’nin küresel liderliği sürdürüp sürdüremeyeceği meselesiydi. Toplantının en yaşlı iştirakçisi ise eskiden beri konseyin beyin takımından Henry Kissinger oldu.
Bilderberg Konseyi’nin 1989’da İspanya’da yapılan toplantısında Kissinger’ın vazifesi, Avrupa Merkez Bankası’nın kurulması için gerekli müzakereleri yürütmekti. Ancak İngiliz Başbakan (Demir Lady) Margaret Thatcher, böyle bir bankanın kurulmasını engellemeye çalışıyordu. Ortalığa saçılan komplo teorilerine göre, Rothschild destekli İngiliz Merkez Bankası (BoE) ve ABD Merkez Bankası (Fed) karşısında Batı ittifakı içinde yeni bir denge unsuru olarak Rockefeller desteğinde Avrupa Merkez Bankası (ECB) kurulması gerekiyordu. Herkesin bildiği ise Thatcher’ın Avrupa merkezli bir bankaya karşı olduğuydu. Bu dönemde ismi geçen bankaya karşı çıkan Thatcher aleyhinde bir kampanya başlatıldı ve kısa süre sonra Demir Lady on bir yıllık makamı olan Britanya Başbakanlığından ve on beş yıldır genel başkanlığını yürüttüğü Muhafazakar Parti’nin liderliğinden istifa etti. Thatcher’ın temsil ettiği politika, Avrupa – Amerika hakkındaki İngiliz nüfuzunun Almanya liderliğindeki yeni bir büyük merkez bankası tarafından kırılmasına engel olmaya çalışıyordu. Ancak globalist ortakların anlaşmaya varmasıyla Thatcher istifa ettirildikten sonra projesi başlatılan ECB nihayet 1998’de Almanya merkezli olarak kuruldu. O günden sonra Batı’da İngiltere ve ABD’nin karşısında yeni finans merkezi olarak Almanya üzerinden yeni bir denge oluşturulmaya başlanacaktı. Bu denge, Trump’ı iktidara taşıyan lobilerin Avrupa’ya meydan okumaya başlamasıyla bir kez daha sarsılmaya başlayacaktı. Almanya’da Trump’a hakaret etmek artık neredeyse tüm siyasi partilerin benimsediği bir üslup olmaya başlaması bununla alakalıdır. Çünkü Almanya üzerinden kontrol edilen ECB sermayesinin yatırımları bir taraftan Londra merkezli bankerler diğer taraftan ABD’li lobiler ile karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
Aile arasında olan işler: Rothschild ve Rockefeller
Henry Kissinger, tepe isimleri Rothschild, Rockefeller ve ortakları tarafından tayin edilen Bilderberg lobisinin yönetim kurulunda yer almaya başladığından beri hep aktif roller üstlenmişti. Zamanla lobinin en saygı duyulan isimlerinden biri olacaktı. Kissinger, Nelson Rockefeller’ın on beş sene yakın hizmetinde bulunduktan sonra 1969’da Beyaz Saray’a danışman olarak tayin edilmişti. 1973’te ABD Dışişleri Bakanı olduktan sonra détente politikasıyla uluslararası işbirliği projelerini sahaya sürmeye başladı.
Kissinger, ABD Dışişleri Bakanı olduktan bir yıl sonra Moskova’ya gitti. Bu ziyaret esnasında zaten gerin olan Doğu Akdeniz’de sular daha da ısınacak ve Kissinger’ın Moskova ziyaretinden yaklaşık bir hafta sonra (15 Temmuz 1974’te) Kıbrıs Cumhurbaşkanı (Rum Başpiskopos) Makarios darbeyle devrilecekti. Kissinger 1977’de dışişleri bakanlığından ayrıldı. Birkaç sene sonra Ronald Reagan, seçim propagandasında Kissinger’ın aleyhinde nutuklar atsa da seçimleri kazanıp Beyaz Saray’a geldiğinde danışmanlığına atanan ve ortalıkta dolaşıp ABD Başkanı’na ne yapması gerektiğini söyleyen kişi gene Kissinger olmuştu.
Dışişleri Bakanı olduğu dönemde ABD’nin Ortadoğu’da Arapları ve Yahudileri birlikte idare etme politikasını güçlendirme yollarını arayacaktı. 1975’te imzaladığı bir antlaşmayla ABD’nin kriz zamanlarında İsrail’e enerji desteği garantisi veriyordu. ABD’nin İsrail’e verdiği destek Amerikan halkının ödediği vergilerden kesilen meblağ ile yapıldığından bu durum tepki çekeceği için İsrail’e desteğin Ortadoğu’daki diğer petrol zengini ve ABD müttefiki ülkelerin kasasından çekilmesini sağlayacaktı.
Kissinger, ABD’nin büyük hamleler yaparken İngiltere’ye danışmadan iş yapmaması gerektiğini biliyordu ve iki ülke arasında karşılıklı bağımlılığı yıllar önce ihdas eden interdependence kalıplarını tahkim etmekten yana tavır gösteriyordu. Ortadoğu’daki bazı meselelerde olduğu gibi Asya’daki Vietnam savaşında da ABD ile İngiltere arasında görüş ayrılıkları yaşanıyordu ancak Kissinger’ın yürüttüğü müzakereler 1973’te Paris’te imzalanan antlaşmayla sonuç verecekti. Ayrıca Londra – Washington hattında yaşanan ihtilafları yakından takip eden Sovyetlerin bunu fırsata çevirmeye çalıştığını iyi biliyordu ve ABD’nin rakibi Sovyetler ile derin müttefiki İngiltere arasında nasıl bir strateji geliştirmesi gerektiğine dair görüş sahibiydi.
1979’da İran’da mollaların devirdiği Şah M. Rıza Pehlevi ülkesinden kaçınca İran Şahı’na Meksika’da sığınma sağlanması için Kissinger’ın arkasındaki güç David Rockefeller yardımcı olmuştu. Şah’ın devrilmesinden sonra patlak veren ve sekiz sene süren (1980-1988) İran – Irak savaşında Kissinger’ın savunduğu stratejiye göre bu savaşta “her ikisinin de kaybetmesi gerekiyor” idi. Bu strateji gereği Irak’ın İran’ı ezmesini önlemek için İsrail üzerinden İran’a silah gönderilmeye başlandığında Graham Fuller gibi CIA çalışanlarının bu işe bulaştıkları açığa çıkmıştı.
Birkaç Balfour çıkartan adam: Kissenger
Rothschild Ailesi’nin nüfuzundaki İngiliz Hükümeti’nin küresel politikalarını yürütmek için seçilmiş kıvrak siyasetçilerden biri Tony Blair idi. Ancak Blair’in Kissinger ile görüşmeleri ve eskiden beri İngiltere’nin AB ve ABD ile işbirliğini derinleştirme hedefli sloganlarla hareket etmesi, İngiliz muhafazakarlar nazarında O’nun Britanya’yı zayıflatan bir siyaseti temsil ettiği yorumuna yol açıyordu. Çünkü Blair, İngiltere’nin Avrupa Birliği’ndeki konumunu derinleştirmeye ve Birleşik Krallığı da küçük bir AB yapısına dönüştürmeye çalışıyordu. Bu noktada Avrupalı ve Amerikalı sermayedarların ortaklığını pekiştirmeye çalışan Kissinger’ın temsil ettiği projelerle benzer bir politikayı temsil ediyordu. Nitekim dünya petrol sektörünün eskiden beri en büyük yatırımcısı olarak bilinen Rockefeller ve ortaklarının temsil ettiği gurup ile küresel altın ve tahvil piyasalarının en büyük yatırımcısı olarak bilinen Rothschild ve ortakları petrol piyasasında yeni bir ortaklık üzerinde anlaşınca İngiliz Hükümeti adına Başbakan Blair ile Amerikan Hükümeti’ni temsilen Başkan Bush arasında yürütülen diplomasi, Irak’ın işgaline giden yolu hazırladı. Rothschild bankerleri, petrol sektörüne büyük yatırımlar yapmak için hazırlıklarını yapmışlar, İngiliz ve Amerikan ordularının Ortadoğu’ya gönderilmelerini bekliyorlardı. Bu yolda Irak’ın işgali için oryantalist Bernard Lewis, Anglo-Sakson dünyada seferberliği teşvik eden filozof edasıyla konferanslar vermeye başladığında Kissinger Ortadoğu’daki işgal projelerinde ABD’nin tek başına kullanılmaması gerektiği görüşünü savunuyordu. Her ikisi de küresel Yahudi lobisinin önde gelen stratejistleri arasında yer alsalar da Lewis’in İngiltere çıkışlı hüviyeti Ortadoğu’da ABD’nin öne sürülmesini gerekli görürken Kissinger’ın Amerikalı hüviyeti daha temkinli bir görüşü benimsemesine yol açıyordu. Kissinger, 2002’de Washington Post’ta kaleme aldığı yazılarında Saddam’ı devirmekten yana olduğunu ancak ABD’nin bu işi sadece kendi gücünü kullanarak yapmasının uzun vadede ABD’ye büyük bedeller ödeteceğini yazmıştı. Bu görüşlerinde haklı olduğu yıllar sonra ortaya çıkacaktı.
Henry Kissinger, aktif siyasetten çekildikten sonra Kissinger Associates ismiyle kurduğu şirketin başına geçtiği gibi başka şirketlerin de danışmanlığını yürütmeye başladı. Kendi şirketi, uluslararası jeopolitik danışmanlık hizmeti vermeye başlamıştı. Ancak O bunlarla yetinmeyip 90 küsür yaşında olmasına rağmen Bilderberg Toplantılarında görülmeye devam edecekti.
Mehmet Ali Birand, bir röportaj esnasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücü ile İsrail’in bölgedeki varlığı arasındaki ilişkiyi hatırlatmıştı. Soğuk Savaş döneminde ABD’li bazı stratejistlerin askeri açıdan güçlü bir Türkiye’nin İsrail güvenliğine katkı sağlayabileceği görüşü hakkında Kissinger’a ne düşündüğünü soran Birand’a Amerikalı diplomat bu konuda farklı düşündüğünü söylemişti. Bununla birlikte Kissinger’a göre Türkiye, Ortadoğu jeopolitiğindeki konumuyla ABD için çok önemli görülmektedir. Türk Hükümeti, Batı ile Arap ve İslam dünyası arasında kendisine biçilen rolü oynadığı sürece işini doğru yapan bir ülkeyi temsil edebilir.
Rockefeller ailesi, Kissenger ve Putin
Rockefeller şirketleri, 20. yüzyılın başlarından beri Rusya’daki petrol yatırımlarıyla dikkat çektiği gibi gerek Sovyetler döneminde gerek Soğuk Savaş sonrasında Rus enerji sektörüne ilgisini sürdürmüştür. Trump’ın ilk Dışişleri Bakanı (ve Rockefeller tarafından kurulup geliştirilmiş şirketlerin eski CEO’su) Rex Tillerson da Kissinger gibi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yakın temas halinde kalmanın gereğine inanıyordu. Ancak Tillerson Amerikan şirketlerin Beyaz Saray koridorlarına yansıyan savaşında şimdilik kenara çekilmek zorunda kaldı. ABD’li petrol şirketleri ile yenilenebilir enerji yatırımını masaya yatıran yeni projelerin temsilcileri arasındaki rekabette petrolcüler galip gelirse Tillerson’ın bir süre sonra yeniden sahaya sürülmesi sürpriz olmayacaktır. Diğer taraftan 21.yüzyıl başından beri Kissinger ile Putin’in her sene yüz yüze veya telefonda konuşuyor oldukları da bir sır değildir. Putin, Rothschild’ın müttefiki ve Soğuk Savaş sonrası dönemde küresel bankerlerin Rus enerji piyasasında artan yatırımlarının yöneticisi Mikail Hodorkovski’nin ülkedeki nüfuzunu kırıp önce bu oligarkı hapse atıp akabinde ülkeden uzaklaştırınca Hodorkovski’nin arkasındaki güç tarafından baskı altına alınmıştır. İngiltere merkezli (Economist gibi Rothschild himayesindeki) küresel yayın organlarında “Çarlık hayali kuran bir diktatör” olarak tasvir edilmeye başlanmıştır. Kissinger ise ABD’li şirketler ile Rus enerji devleri ve Rus devleti arasındaki bağları geliştirmek için Putin ile birlikte hareket etmenin önemine inanmaktadır. Bu gelişmeler, bir asır önce Rus petrol sektöründe cereyan eden Rothschild – Rockefeller şirketlerinin rekabetini hatırlatmaktadır. Nitekim Rusya ve Putin konusunda ABD içinde de iki büyük gurubun karşı karşıya olduğu son yıllarda daha iyi görünür hale gelmiştir. Rockefeller Ailesi son yıllarda petrol sektöründeki yatırımlarını azaltıp yenilenebilir enerjiye destek verdiklerini açıklasalar da ailenin ExxonMobil gibi şirketlerdeki ortakları fosil kaynakları geliştirmeye devam etme noktasında oldukça ısrarlıdırlar. Ve fosil kaynakların dünya enerji piyasasında son sözü söylemeye devam ettiği bir ortamda büyük bir gücü temsil eden Rus Devleti ile anlaşmak Batı’daki küresel devlerin hedefidir. Ancak bu anlaşmanın sınırları ve paylaşımın şekli nasıl olacaktır? Mesela Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de nasıl bir ortaklık yapılabilir? Bu soruların cevabı basit olmadığı gibi tarafların anlaşması da kolay görünmemektedir.
Hayatı boyunca Cumhuriyetçiler arasında sözü geçen Kissinger, 2016 ABD seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump’a da akıl veren isimler arasında yer aldı. Trump başkanlığı kazandıktan sonra Beyaz Saray’a giderek O’na bazı tavsiyelerde bulundu. Başkan kendisini iltifat dolu jestlerle ağırladı. Ancak Kissinger’ın “Önce Amerika” sloganıyla ABD’nin küresel piyasalardaki dolarlarını toplamaya başlayan mevcut Amerikan Hükümeti’ne neler tavsiye ettiğini şimdilik bilmiyoruz. Geçmişte ABD’nin küresel ortakları ve rakipleriyle arasındaki işbirliğini détente politikasıyla kuvvetlendirmeye çalışan Kissinger, günümüzde ABD ile Avrupa arasındaki anlaşmazlıklar hakkında ne düşünüyor olabilir? Körfez Harbi’nde kazanan bir tarafın çıkmaması gerektiğini düşünen yaşlı diplomat, acaba Ortadoğu’da son zamanlarda İsrail ve bazı Körfez ülkeleri arasındaki işbirliği ortamını oluşturmaya çalışan Amerikan politikasına sıcak bakıyor olabilir mi?
Yorum ekle