Yazarlar

Mescid-i Aksa’ya dedektörle değil tekbirle girilir!

Önceki akşam yatsı namazını kılmak için Mescid-i Aksa’ya gittim. Namazın ardından mutadım olduğu üzere Aksa’nın, Kattanin (Pamukçular) kapısındaki çay ocağına geçtim ve bir çay söyleyip hasır taburelere oturdum.

Çayı hangi ara içtim bilmiyorum ama kendimi, işgal altındaki Doğu Kudüs’ün sokaklarında, İsrail polislerinin namlularının gölgesi altında dolaşırken buldum.

Dalgın dalgın yürüyerek Şam Kapısı’na vardım ve bir amfiyi andıran merdivenlerinde oturup kadim şehre girip çıkanları seyre daldım.

Burada olmak, işgali birebir yaşamak, işgalcinin silahlarının gölgesinde hayat sürmek başlı başına güçlü bir ruh hali ister. Mazlum ve mustazaf Filistinlilerin yaşadıkları tam da bu olsa gerek…

Her an gözaltına alınabilir, bıçaklama eyleminde bulunduğunuz iddiasıyla vurulabilir ve oracıkta hayatınızı kaybedebilirsiniz. İşgal polislerinin eli tetikte, gözleri ise sana bakıyor. Elini çantana ya da cebine atarken bile öldürülebilirsin. Hiçbir makul ya da haklı yanı olmasa da nasıl olsa “gerekçe” hazır!

Öyle yorgun, öyle gergin, öyle mazlum ve öyle mahzun bir kadim şehir ki Kudüs… Böyle bir ruh hali içerisinde kendimi zar zor evime atabildim. Sabah uyandığımda, her zaman olduğu gibi, telefonuma düşen haber ve mesajlara şöyle bir göz atayım diye baktığımda Mescid-i Aksa’da yaşananlarla ilgili videoları dehşetle izledim.

Vakit kaybetmeden yaklaşık iki kilometre mesafedeki Harem-i Şerif’e gitmek üzere hızlıca evden çıktım. Şam kapısına vardığımda Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu surlarla çevirili eski şehrin tüm kapılarının İsrail polisi tarafından kapatıldığını öğrendim. Oradan Büyük Komutan Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethi sırasında şehre giriş yaptığı Sahire kapısına geçtim.

Bir cuma sabahı, 14 Temmuz günü Mescid-i Aksa’ya sabah namazına giden İsrail vatandaşı Filistinli üç amcaoğlu, Harem-i Şerif’in Hutta kapısında bekleyen üç İsrail polisini açtıkları ateşle ağır yaralamış, daha sonra ikisi kaldırıldığı hastanede ölmüştü.

Üçüncü polisin akıbetine ilişkin ise şu ana kadar herhangi bir açıklama yapılmadı. İsimleri aynı olan üç amcaoğlu, üç Muhammed ise Harem-i Şerif’in avlusunda İsrail polisi tarafından vurularak hayatını kaybetmişti.

Kudüs’e yüz kilometre kadar uzaklıktaki Umm’ul Fehm şehrinden olan amcaoğullarının isimleri ve yaşları şöyle; Muhammed Ahmed Muhammed Cabbarin (29), Muhammed Hamid Abdullatif Cabbarin (19) ve Muhammed Ahmed Mufaddal Cabbarin (19).

Harem-i Şerif’te iki İsrail polisinin öldürülmesi ve İsrail vatandaşı üç Filistinlinin katledilmesi hem Filistin toplumunda hem Yahudi toplumunda hem de İsrail hükümetinde şok etkisi yaratmıştı.

İsrail’in bu olayı bahane ederek Mescid-i Aksa’nın tüm kapılarını kapatması ve Harem-i Şerif’te cuma namazı kılınmasına dahi izin vermemesi işgal altındaki Doğu Kudüs’te yaşayan Müslümanların seslerinin yükselmesinin ilk kıvılcımını ateşledi.

İsrail hükümetinin saldırının ardından yaşadığı şokun sebebini ise şu şekilde özetleyebiliriz; İsrail makamları son dönemde Filistin toplumunu ayrıştırma, bölme ve parçalama politikası izliyor. Filistinlileri, Batı Şerialı, Kudüslü, Gazzeli, 48 Arapları (İsrail vatandaşı Araplar), bedevi, kuzeyli ve güneyli olarak tavsif ederek, bu bağlamda ciddi bir kültür erozyon ve ulusal parçalanmayı amaçlıyor.

Ayrıca, 48 Arapları olarak bilinen İsrail vatandaşı yaklaşık 2 milyonluk Filistinlinin, milli ve dini kimliğini asimile etmeyi planlıyor. İşte İsrail vatandaşı Filistinli bu amcaoğlu Cabbarinler’in Mescid-i Aksa’nın kapısında böyle bir eylemi düzenlemiş olması İsrail hükümetinin planlarını bir anlamda boşa çıkarmışken, öte yandan varsa eğer bir istihbarat zaafını da gün yüzüne çıkararak Yahudi toplumunu tedirgin etmiştir.

İsrail, Kudüs’ü işgalinin 50. yılında bir kez daha Mescid-i Aksa’nın kapılarını Müslümanlara kapatmış, Harem-i Şerif’te cuma namazının kılınmasını yasaklamıştı. Mescid-i Aksa’nın idaresinden sorumlu Ürdün Haşimi Krallığı’na bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresi yetkililerinden Mescid-i Aksa Müdürü Şeyh Ömer El Kisvani bu duruma ilişkin olarak şunları söylemişti:

“İsrail’in bu icraatları Mescid-i Aksa’ya yönelik zalimce alınmış kararlardır. Mescid-i Aksa’nın içerisinde olan her olaydan İsrail işgali sorumludur. İsrail şu anda bu olayı bahane ederek Mescid-i Aksa’nın yapısını değiştirmeyi planlıyor. Aşırı sağcı İsrail hükümeti bu olayı kullanıyor.”

Ve işte kıvılcımlar büyük bir ateşe dönüşüyordu; sivil ve korumasız olan Filistinli Müslümanlar, Kudüslü alimlerin çağrısı üzerine cuma namazını eda etmek için, Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu surlarla çevrili eski şehre çıkan sokaklara yığılmaya başlamıştı.

50 yıl aradan sonra bir kez daha Kudüs’ün sembolü, Kudüs’ü mukaddes yapan, Kudüs’ü mübarek kılan, yeryüzünün göğe açılan kapısı, peygamberlerin buluşma noktası Mescid-i Aksa’da ezanlar susturulmuş, ibadet yasaklanmış ve Harem-i Şerif’in hürmeti İsrail polisleri ve aşırı sağcı Siyonist İsrailli yetkililer tarafından bir kez daha ihlal edilmişti.

Sokaklarda, Mescid-i Aksa’nın etrafındaki eski şehre giden yollarda namaza duran Müslümanlar, bu kez İsrail’in ajandasını yani şiddeti değil, farklı bir eylemi yani namazı direnişlerinin en önemli parçası haline getirmişti.

Gece gündüz demeden, Kudüslü ulemanın önderliğinde, İsrail polisinin tüm provokasyonlarına rağmen Mescid-i Aksa’nın özellikle Aslanlı kapısında namaza duran Filistinliler bu defa tüm dünyaya bir mesaj veriyordu; “Mescid-i Aksa Müslümanlarındır ve Mescid-i Aksa Kudüslülerin yaşam kaynağıdır.”

İsrail’in bu olaydan iki gün sonra pazar günü Mescid-i Aksa’nın kapılarına metal arama dedektörlerini koyarak Harem-i Şerif’i ibadete açması Filistinlilerin tepkilerinin dinmesine yetmemiş, hatta daha da arttırmış ancak Filistinlileri ‘şiddetsiz/barışçıl’ direnişlerinden saptıramamıştı.

Metal arama dedektörlerinden aranarak Mescid-i Aksa’ya girmeyi kabul etmeyen Filistinliler, İsrail’in Harem-i Şerif üzerinde otoritesini güçlendirerek, kutsal mabedin tıpkı 1993’te El-Halil’de yaşanan olayın ardından Harem-i İbrahim Camii’ni böldüğü gibi statüsünü değiştirmeyi hedeflediğini vurgulayarak namazlarını El-Esbat kapısında kılmaya devam etmişti.

Mescid-i Aksa’da statünün değiştirilme girişimi, aynı zamanda bir milyonu aşan şehirde sayısı 300 bini bulan Filistinlilerin varlığına yönelik tehdidi de ciddi boyutlara ulaştırıyordu. İşte bunun içindi ki, Kudüs’ün sokaklarında gördüğümüz, Amerikan traşlı, işsiz, kimlik sorunu yaşamakla eleştirilen Filistinli gençler varlık mücadelesi sayılan bu kutsal mabedi savunma dalgasına katılmaya sevk olmuştu.

Yaşlısı genci, kadını erkeğiyle Filistinliler bir bütün olarak Mescid-i Aksa direnişini sürdürmüş, Kudüs’ün mahallelerindeki direniş dalgasına katılmış ve işgal altındaki bütün Filistin’i ayağa kaldırmıştı.

Öte yandan, işgal altındaki Filistin’in bütün tarafları, Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi ve Fetih hareketi ile Hamas, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), İslami Cihad ve diğer bütün direniş unsuru hareketler tek ses olmuş, Mescid-i Aksa savunmasına desteklerini açıklamıştı.

İsrail güçlerinin tüm saldırıları ve baskılarına rağmen Kudüslüler, seccadelerinden başka ellerine hiçbir şeyi almayarak, Mescid-i Aksa’nın kapılarında direnişlerine devam etmiş, İsrail’in kapılara koyduğu metal arama dedektörleri kaldırılıncaya kadar mücadelelerini sürdürmüştü.

İsrail güçleri, ilk önce Kudüs ve Filistin Müftüsü Şeyh Muhammed Hüseyin’i gözaltına almış, devamındaki günlerde El-Esbat kapısında namaz kılan ve aralarında Mescid-i Aksa Hatibi Şeyh İkrime Sabri’nin de bulunduğu cemaate saldırmıştı. Saldırıda Şeyh Sabri ve çok sayıdaki Filistinli yaralandı.

İsrail ayrıca Mescid-i Aksa’nın kapılarında namaz kılanlara birçok kez müdahalede bulunarak direnişi kırmayı denedi. İsrail’in müdahaleleri sırasında onlarca Filistinli yaralandı.

İkinci cumanın önceki akşamı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu başkanlığında toplanan güvenlik kabinesi, gece geç saatlerde bütün uyarılara ve tepkilere rağmen geri adım atmayarak Mescid-i Aksa’nın kapılarına konulan metal arama dedektörlerini kaldırmama kararı aldı ve Harem-i Şerif’e 50 yaş sınırlaması getirerek Müslümanları bir kez daha provoke etmeye çalıştı.

İsrail’in “oyununa” gelmeyen Filistinliler, ikinci cumayı da Mescid-i Aksa’ya çıkan cadde ve sokaklarda kılmaya devam etti. Kudüs’ün önde gelen bilge ve tecrübeli uleması Filistinlilere direnişlerine devam etmeleri ve “işgal gücü” geri adım atana kadar mücadelelerini “namazla” sürdürme çağrısı yaptı.

Her ne kadar İsrail, cadde ve sokaklarda kılınan namazdan sonra Filistinli Müslümanlara ses bombası, göz yaşartıcı bomba ve plastik mermiyle saldırsa da Kudüslüler ulemanın çağrısına uyarak şiddette bulaşmadan mücadelelerini sürdürmeye devam etti.

İşgal altındaki Doğu Kudüs ve Mescid-i Aksa’da uyguladığı politikaları savunan Netanyahu, “Tapınak Tepesi’nde (Harem-i Şerif), Kadim Kudüs’te ve tüm şehirde güvenliği sağlamak için doğru şeyi yapıyoruz.” ifadesini kullanmıştı.

Her şeye rağmen ve giderek artan Filistinlilerin direnişi, İsrail’in işgalci güç olduğunu uluslararası camia nezdinde bir kez daha ispatlamış oldu. Ve İsrail, geri adım atarak Mescid-i Aksa’nın kapılarına kurduğu metal arama dedektörlerini kaldırmak zorunda kaldı.

İsrail’in metal arama dedektörlerini kaldırma kararından sonra Mescid-i Aksa’nın doğusundaki El-Esbat kapısında, direnişlerinin, azimlerinin ve iradelerinin tecellisini bir zafer edasıyla kutlayan Müslüman Filistinli gençlerin o sevinçleri görülmeye değerdi.

O gece orada yaşadığım heyecanı sanırım hayatım boyunca sadece 15 Temmuz gecesi FETÖ darbe girişimine karşı halkımızın meydanlara çıkışı ve ortaya koyduğu o destansı atmosferde yaşamıştım.

Filistinlilerin sevinç gözyaşları, İsrail polisinin gözünün içine bakarak attıkları tekbirler ve sloganlar hakikaten toplumsal direnişin gücünü çok net ortaya koyuyordu. Filistinlilerin hep birlikte seslendirdikleri, “Sevfe nebka huna key yezulel elem/Acılar bitinceye kadar burada kalacağız.” sözleriyle başlayan devrimci sözcüklerle dolu o ezgi, zafer edasıyla Mescid-i Aksa’nın duvarlarında yankılanıyordu.

Kudüs ulemasının direktiflerine uyan Filistinli genç, yaşlı, kadın ve çocukların Mescid-i Aksa’ya, gözleri gibi sahip çıktıkları kutsal mabede giriş vakti gelip çatmıştı ancak bir sıkıntı daha vardı. İsrail askerleri tüm kapıları açmasına rağmen Hutta kapısını açmamıştı.

Hutta’nın Filistinliler için sembolik bir önemi vardı, orası açılmalıydı… Bir anda bütün Filistinliler Hutta kapısına yığıldı. Binlerce Filistinli Müslüman, tekbir ve sloganlarla Hutta’nın açılmasını istiyordu. Buna daha fazla dayanamayan İsrail polisi Hutta kapısını açmak zorunda kaldı.

Ancak sanki dünya ajanslarına “zafer” görüntülerinin düşmesini istemeyen İsrail polisi, kendilerine “taş atıldığını” iddia ederek, binlerce Filistinliden oluşan kalabalığa bir anda ses bombasıyla saldırmaya başlamış, Mescid-i Aksa’nın içi dahil olmak üzere Hutta kapısı çevresini savaş alanına çevirmişti.

Bir süre orada yaşananları takip ettikten sonra Meclis Kapısı’ndan Harem-i Şerif’e girdiğimizde, İsrail polisinin Mescid-i Aksa’nın içinde sivil insanlara karşı nasıl acımasızca davrandığını ve kutsal mabedin hürmetini nasıl ihlal ettiğini gözlerimizle gördük.

Orada yaşananlar aslında Filistin’in değil, bütün bir İslam ümmetinin zayıflığının ve ayaklar altına alınmış hürmetinin göstergesiydi maalesef. Her şeye rağmen zafer Filistinlilerin, özellikle de İsrail’in baskılarına ve Yahudileştirme politikalarına karşı direnişlerini sürdüren bir avuç Kudüslünün, ihlal edilen hürmet ise bütün Müslümanlarındı.

Ve işte Filistin hikayesi yeni bir başlangıç yapmıştı, namazla gelen Mescid-i Aksa zaferiyle…