Yazarlar

Jeopolitik, Türkiye’nin geleceğini nasıl şekillendirecek?

Chatham House / Galip Dalay  

Orta Doğu ve Kızey Afrika Programı Yardımcı Üyesi

Jeopolitik Türkiye’nin Batı ile ilişkisini nasıl etkileyecek? Bu sorunun cevabı ortak komşuluk alanlarında iş birliği ya da rekabet yapıp yapmamalarına bağlı. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin ardından açıkladığı kabine, yurtiçinde ve uluslararası arenada olumlu karşılık buldu. 

Türkiye’nin yeni Dişişleri Bakanı Hakan Fidan,  Türkiye’nin güvenlik ve dış politika ekosisteminin belirleyici isimlerinden; güçlü ve eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı. Fidan, ayrıca jeopolitik kararların baş mimarlarından biri. 

Yeni Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise piyasa dostu bir isim ve eski Merril Lynch ekonomisti. 

Deneyimli ve saygın olan bu isimler uluslararası mevkidaşlarıyla da yakın çalışma ilişkilerine sahip. 

Ekonomik geçmişi olan bir diğer deneyimli isim, Cevdet Yılmaz da başkan yardımcısı olarak görev yapacak. 

Bu atamalar, Türkiye’nin dış politika ve ekonomi politikaları arasında yakın bir ilişki olacağının sinyalini veriyor. Son on yılda, jeopolitik, güvenlik ve siyasi mülahazalar Türkiye’nin dış politikasını tanımlarken, dış politikada ekonomik çerçeve artık daha belirgin hale gelecek. Ortadoğu’daki birçok devlet jeopolitik arzuları ile ekonomik ihtiyaçları arasındaki uçurumu kapatmaya çalışıyor. Ciddi bir ekonomik gerilim yaşayan Türkiye, bu durum karşısında özellikle baskı altında. Ankara, ekonomik sorunların  üstesinden gelmek için büyük olasılıkla para ve yatırım bulma çabasına girecek. Körfez, Rusya ve Çin koşulsuz para teklifinde bulunabilir ya da iş Batı’ya kalabilir – ama bu bir dizi koşulu beraberinde getirecektir. 

Basit Batı yanlısı ya da karşıtı algısına meydan okuyan bu atamalar, aynı zamanda, Türkiye’nin Türkiye merkezli kalacağını, dış ve güvenlik politikasında özerkliği ve uluslararası ilişkilerde artan statüsünü sürdürmeye devam edeceğini, ancak bunun Batı karşıtı anlamına gelmediğini de gösteriyor. Aksine, yeni kabine farklılıkları ve anlaşmazlıkları daha ustaca yönetme girişiminin mesajını veriyor.

Jeopolitik dengeleme stratejisi

Türkiye, bölgesel güçlerin bölgesel meselelerde daha büyük bir rol, dış ve güvenlik politikalarında daha fazla özerklik ve uluslararası ilişkilerde daha fazla statü talep ettiği ve elde ettiği, küresel siyasette öncü değilse de kilit bir eğilimi temsil ediyor. Brezilya, Güney Afrika ve Suudi Arabistan gibi diğer bölgesel güçlerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin iki ayırt edici özelliği var. İlk olarak, jeopolitik dengeleme stratejisi ve özerklik arayışını daha tartışmalı hale getiren bir NATO üyesi. İkincisi, uluslararası ilişkilerde ihtişam fikrinin oldukça popüler olduğu bir post-emperyal devlet. Gerçekten de bu ikisi Erdoğan’ın seçim söyleminde kilit bir rol oynadı.

Ankara’daki seçkinler, son on yıldaki bölgesel ve uluslararası gelişmelerin –özellikle de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana – Türkiye’nin dış politikasının günümüz küresel siyasetinin eskisi kadar Batı merkezli olmadığına inanıyorlar. 

Bu politika, Ankara için küresel düzendeki yapısal değişikliklerin bir mikro kozmosu olan; ABD’nin görece azalan bölgesel varlığını ve bölgesel aktörlerin artan önemini vurgulayan Ortadoğu’daki gelişmeler tarafından şekillendirildi. 

Bu arada son yıllarda Rusya’nın bölgesel güvenlikteki rolü ve Çin’in bölgedeki ekonomik önemi arttı. Türkiye ve Rusya, Ankara için önemli bir deneyimleme süreci olan Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ’da ve hatta Karadeniz’de bölgesel çatışma yönetimi konusunda birlikte çalıştı.

Türkiye, Rusya karşıtı olmadan Ukrayna yanlısı olmaya çalıştı

Başka bir deneyim süreci ise Ukrayna’nın işgali oldu. Batılı olmayan birçok ülke, Hindistan, Suudi Arabistan, İsrail ve BAE gibi bazı geleneksel ortakları da dahil olmak üzere, Batı’yı üzecek şekilde jeopolitik bir dengeleme stratejisi geliştirdi. Türkiye, Rusya karşıtı olmadan Ukrayna yanlısı olmaya çalışan birbiriyle iç içe iki politika izledi. Silahlı insansız hava araçları da dahil olmak üzere sürecin başında Ukrayna’ya savunma ekipmanı sağladı. Savaş Karadeniz’de yaşanıyor ve Türkiye, Rusya ve Ukrayna ile birlikte önemli bir Karadeniz gücü. Moskova güç dengesini kökten kendi lehine değiştirirse, bu Türkiye için uzun vadeli bir tehdit oluşturacak ve bölgedeki manevra alanını daraltacaktır. Ancak Rusya ile Batı arasındaki çatışma söz konusu olduğunda, Ankara etkili bir şekilde jeopolitik bir dengeleme stratejisi izliyor ve Rusya’ya karşı uluslararası yaptırımlara da katılmayacak. 

Bu yaklaşım şimdiye kadar Ankara’ya fayda sağladı ve Türkiye’nin birden fazla rol oynamasına izin verdi. Çatışmada arabuluculuk yapmaya çalışarak diplomatik bir rol, Birleşmiş Milletler (BM) ile birlikte tahıl anlaşmasını kolaylaştırarak insani bir rol ve Türk boğazlarından Karadeniz’e ve Karadeniz’den de geçişi kontrol ederek jeopolitik bir rol. Dikkatli dengeleme stratejisi, aynı zamanda Türkiye’ye düzenli bir Rus parası ve turist akışı getirdi. Pek çok faydası göz önüne alındığında, bu politikanın değişmesi pek olası değil. 

Batı ile ilişkilerde kilit sorunlar devam ediyor.

Buna karşılık, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde temel sorunların çözülmesi mümkün görünmüyor. Türkiye ile ABD arasında küresel siyaset okumaları ve bununla ilişkili tehdit algıları arasında önemli bir fark var. Büyük güç rekabeti, uluslararası siyasetin mevcut kapsayıcı çerçevesini oluşturur ve ABD ile Batı’nın güvenlik algısını şekillendirir. Bununla birlikte, bu tür bir rekabet, Türkiye’nin kaldıraç için önemli bir fırsat olarak gördüğü birden fazla güç merkezi varlığı anlamına da geliyor.

Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin geleceğini, bu rekabet ve Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerinin doğası belirleyecektir. Ankara’nın yeniden Rus silahları satın alması – daha önce Rus S-400 sistemleri satın alması büyük ölçüde Türkiye – Batı ilişkilerinin durumunun bir sonucuydu – ve hassas teknolojiler alanında Çin ile angaje olması özellikle kritik olacaktır.

Bu ilişkiyi şekillendiren başka önemli konular da var. Birincisi, Türkiye’nin Stockholm’ün terörizme karşı sözde gevşek yaklaşımını gerekçe göstererek bloke ettiği İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin karar. İsveç, 1 Haziran’da yürürlüğe giren daha güçlü bir terörle mücadele yasasını geçtiğimiz Kasım ayında kabul etmişti. Bu sorunun NATO’nun Temmuz ayında Vilnius’ta yapılacak zirvesinde çözülüp çözülmeyeceği henüz belli değil, ancak çok da uzak olmayan bir gelecekte çözülmesi muhtemel.

İkincisi, Kovid-19 salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve büyük güç rekabetinin gündeme getirdiği küresel tedarik zincirleri konusu. Geniş üretim üssü ve G20 ile AB Gümrük Birliği üyesi olan Türkiye, tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılmasından mümkün olduğunca yararlanmayı umuyor. Ancak bunu yapabilmesi sadece ekonomik açıdan değil, aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa ile olan ilişkilerinin sağlığından da kaynaklanmakta. Türkiye’nin Avrupa’nın tedarik zincirlerindeki rolünün artması, Türkiye’yi Batı ekonomik ekosistemine daha da kilitleyecektir.

Tarihsel olarak, jeopolitik ve ortak tehdit algıları Türkiye ile Batı’yı yakınlaştırdı, ancak Avrupa’nın yakın çevresindeki son jeopolitik krizler Türkiye ile Batı’yı birbirinden uzaklaştırdı. Bazı bölgesel çatışmalar hız kaybettiğinden, rekabet dinamikleri bir ölçüde azaldı, ancak bunlar hala çözümden uzak. 

Jeopolitiğin Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini ileriye dönük olarak nasıl etkileyeceği, ortak komşuluk alanlarında rekabet edip etmemelerine veya iş birliği yapmalarına bağlı olacaktır.