Yazarlar

Fransa sokağının filmi: Athena

Yere göğe konamayan bir film, yeri göğü inleten bir kalkışma ile yeniden gündemde. Veya kalkışma, 2023 yazının hararetini aniden yükselterek 2022 yapımı filmi yeniden gündeme taşımış durumda. “Kışkırtıcı” yapım kendisi üstüne konuşmaya da çok fazla kışkırtsa da biz burada bir film olarak ne’liği üzerine odaklanmaksızın Fransa’da olan bitenin ve bitmeyenin tam ne olduğuna işaret etmek muradındayız.

İdir (Hıdır?) adında 13 yaşındaki çocuk polis üniformalı bir grup tarafından nahak ve yoktan yere öldürülüyor. Nail ise 17 yaşındaydı ve üniformalı olsa da polis olup olmadıkları meçhul birileri tarafından değil, şeksiz şüphesiz polis tarafından taammüden ama somut bir gerekçeye istinaden öldürüldü.

Nail’in, İdir’inki gibi civanmert kardeşleri de yoktu. Annesinin biricik çocuğuydu. Babasını muhtemelen hiç görmemiş, tanımamıştı. Athena’da da babanın esamesinin dahi okunmayışı, annenin ise defalarca kendinden söz ettirmesi garip bir tevafuktu.

Kuryelik yaptığı için olsa gerek pek devam etmese de yakınlarda bir üniversiteye kaydolmuş, elektrikçi olarak hayatta kendine yer arayabilmek adına. Son üç senedir, yaşadığı semtte Naterre’nin Korsanları kulübünde rugbi oynuyormuş. Uyuşturucu yok, çete bağlantısı yok, şiddet yok. “Kimseye el kaldırmış” biri değil. Tek kusuru ve suçu araba tutkusu. Ehliyetsiz araba kullanmaktan 5 defa polis çengeline takılmış; bunlardan birinde, geçen hafta sonu çevirmeden kurtulmak isterken dur ihtarına uymadığı için gözaltına alınmış ve Eylül ayında çocuk mahkemesine çıkartılacakmış. 

“Seni seviyorum anne!” diyerek annesini öpmüş ve evden çıkmış Nail. İki arkadaşıyla birlikte kiraladığı Polonya plakalı bir Mercedes’le sabah 9’da takibe yakalandığında polisin iddiasına göre 20 dakika boyunca hız yapmış ve birinin ölümden dönmesine sebebiyet vermiş. Gerçi polisin demesine bakılırsa “silahlıydı ve arabayı üstümüze sürdü.” 

Gelgelelim yaşananları esrarengiz bir telefon uzaktan uzağa an be an görüntülemişti ve Nail’in arkadaşlarından biri konuşmaların ses kaydını almasını becermişti. 

Fransız Haber Ajansı AFP’nin doğruluğunu teyit ettiği kamera kaydına göre iki polis, aracın yanında duruyor. Biri Nail’e silah doğrultuyor, diğeri kabzasıyla kafasına kafasına vuruyor. Biri “Şimdi kafana kurşunu yiyeceksin!” diye tehdit ederken diğeri “Vur onu, vur onu!” diye bağırıyor. Bu ağır baskı altında polisten kaçmayı düşünmeyen biri bile ölümün elinden kaçarcasına telaşla kontrolsüz davranışlar geliştirebilir. Tam da polisin umduğu gibi. 38 yaşındaki memur, 2 el ateş ederek Nail’i göğsünden vuruyor. 

Video kaydı olmasa, ayaklanma çıkmasa açığa bile alınmazdı ama tutuklanmak zorunda kaldı. “Kasten adam öldürme” suçundan hem de. Doğrusu yasalar bağlamında bakıldığında polisin ceza alması hiç de “adil” olmaz çünkü 2017’de çıkan meşum bir yasa bu tür durumlarda polisin tetiği düşürmesi için epeyce teşvik edici ifadeler barındırıyor.

Arabaları canlı bomba mantığıyla sivillerin üstüne süren Kaide-DAİŞ çizgisindeki birkaç eylemden sonra çıkartılan kanuna göre “Sürücü, yolcuları veya yoldan geçenleri riske atıyorsa”, “kaçıyorsa” polisin vurma yetkisi var. Nail’i vuran polis de bu yetkiyi kullandı “sadece”. Tıpkı geçen sene aynı gerekçeyle 138 kişiyi öldüren meslektaşları gibi. Bu rakamlara yaralanan, sakatlanan, gözünü kaybedenler dahil değil. 

Polis şiddeti kavramına Fransızların çoğu Fransız kalsa da dinleri ve tenleri itibarıyla yeterince Fransız olmayanlar onu çok iyi tanıyorlar ve gündelik olarak biteviye yaşıyorlar. Daima zanlı muamelesi görmek ve itiş kakışla, darpla hizaya çekilmek, üst araması bahanesiyle mütemadiyen aşağılanmak Mağripli, Afrikalı ve uygun ten rengine sahip olmayan herkesin yaşadığı olağan şeyler. Polis şiddeti bilinmeden polise duyulan nefret havada kalmaya, büsbütün anlamsızlaşmaya mahkûm.

Film Paris’in bir banliyösünde, Athena adlı bir sitede geçiyor. Nail de Nanterre adındaki bir banliyöde dünyaya gelmişti. Yönetmen Romain Gavras banliyöde doğacak bir çocuk değildi; 1970’ler ve 80’lerde saygın filmlere imza atmış Yunan asıllı bir yönetmenin oğlu olarak bu diyara aslında yabancıydı. Fakat senaristlerden Ladj Ly böyle bir banliyöde isyankâr ve esmer Mağripli gençler arasında büyümüş, 2019 yılındaki Sefiller filminde getto hayatını dile getirmişti.

Habitation à Loyer Modéré (HLM) meselenin can damarı. 1950’lerde yaşanan konut krizine çözüm bulmak amacıyla şehrin çeperlerine kondurulan bu toplu konutlar 1970’lerde birinci ve ikinci kuşak göçmenlerin yerleştirildiği mekânlar oldu. Fransa milli takımının ve rap şarkıcılarının kahır ekseriyeti işte bu konutlarda doğup büyüdüler. Yoksul Fransızlardan yaşayanlar olsa da galiben kuzeyi ve güneyiyle Afrikalı göçmenlerden oluşan bu banliyöler kelimenin tüm anlamıyla dışlanmış bir konumdalar ve bu dışlanmışlık hikâyeyi baştan sona belirliyor.

Fiziksel ve sosyal dışlanmışlığın hissettirdiği değersizliğin geri tepmesi nefret ve öfke şeklinde tezahür ediyor. Gelgelim Athena’da bu etkiyi de tepkiyi de herhangi bir biçimde görme imkânına sahip olamıyoruz; varsa yoksa bir şiddet şöleni. Bir çocuğun katline duyulan öfke, evet bu bariz, fakat bunu önceleyen ve çevrelen ezilmişlik, hor görülme ve hiçleştirilme yönetmenin kadrajına girmeyi başaramıyor. Hem ikametgâhları hem deri renkleri ve hem de çoğunlukla dinleri sebebiyle katmanlı bir ayrımcılığa maruz kalan isyancılara destan yazar görünen yönetmen de bu yönüyle tipik bir Fransız gibi onların gerçekte neler yaşadığına bigâne kalmayı pişkince ve hatta kurnazca sürdürüyor.

Athena, konuyla ilgili biricik film gibi algılansa da Rio de Janerio gettolarını anlatan Tanrı Kent’le ciddi karakteristik benzerlikler taşıyor. Kentin içinde birer yabancı, göçebe, öteki olan gençlerin şiddetine şehvetli bir övgü, şehrin tekinsizliğine yaptığı şoke edici vurgularla aslında asayiş arayışını ve sağ politikaları kışkırtıcı bir işlev ve niyet taşımakla itham edilmeye son derece yatkın. Gerçi aşırı sağcılar Athena filmini iç savaş çığırtkanlığı yapmakla itham ediyorlar ama işin doğrusu bu hiç de kendi söylemlerine mugayir bir husus değil, tehdidin köpürtülmesi pekala onların işine geliyor çünkü.

Banliyö şiddeti ve isyanları sebebiyle Fransa sağdan aşırı sağa doğru süratle akıyor ve ilk genel seçimde Macron’a rahmet okutacak bir ismin cumhurbaşkanı olması işten bile değil.

Athena, şehirden kopuk, göçmenlerin tıkıldığı bir hapishane mi, devletin ele geçiremediği bir kale mi, bağımsızlık mücadelesi veren bir ada mı, anlaşılamıyor. Kente anca metro hatlarıyla bağlanabilen, eşitsizliğin ve adaletsizliğin timsali bu göçmen depoları kentlere entegre edilmeden isyanların önünü almak Fransa için muhal. Anlı şanlı Cumhuriyet’in meseleyi bugüne dek hep sathi ve gevşek ele aldığı, derinlemesine bir çözüm için elini taşın altına koymadığı aşikâr. Fransa’yı İngiltere veya Almanya’dan daha kırılgan yapan da bu. Yoksa sömürgeci mazisi değil. Böyle olsa tüm Avrupa’nın ateş topuna dönmesi gerekirdi.

Sarkozy onlara alenen “pislik” diyordu, Macron da lisan-ı hâlle söylüyor söyleyeceğini. Fransa, aşırı sağın pençesine düşmek üzere ve Paris banliyölerinde başlayıp tüm ülkeye yayılan isyan dalgasını bunun yakıtına dönüştürmek için elinden geleni yapan kararlı elit unsurlara sahip. O elitler ilk hamlede Fransa’yı AB dışına çıkartma hevesinde. Bu ne demek, farkında mıyız? “Fransa düşerse AB düşer!” AB’nin düşmesini kim ister? Doğrusu Athena’yı bu gözle seyredince ziyadesiyle NATO’nun tornasından çıkmış bir yapımı andırıyor. Rusya’ya karşı Avrupa’yı kendi uhdesinde tutmaya kararlı ABD’nin ekmeğine yağ süren bir yapım. 35 milyon euro şayet bunun için verildiyse film yapılan yatırımın hakkını gerçekten vermiş.

Ütopik gerçekçi film diye tanımlansa da gerçeğin beyaz perdeye aktarıldığı yapım fütüristik olmanın bile ötesine geçiyor. Şöyle ki şayet söylenenler doğruysa Athena’da öldürülen çocuğun avukatını oynayan şahıs (Yassine Bouzrou), Nail’in de avukatlarından biri. Bu elbette ki tesadüf olamaz. Ama ne? Filmin gerçek yapımcıları, her şeyi kendilerinin kurguladığı, hepimizin bir kurgunun esiri olduğumuz hissini mi bize yaşatmak istiyorlar? Her bakımdan son derece rahatsız edici bir vaziyet.

Athena’nın en başarısız olduğu hususlardan biri, evet harb u darbı güzel anlatıyor da, bu çocukların dövüşme motivasyonlarının belirsizliği kadar İdir’in deli fişek abisi Kerim’in nasıl olup da isyancıların astığı astık kestiği kestik liderine bir günde dönüştüğü sorusunun cevaba dahi lüzum görülmemiş olması. Öte yandan silah arkadaşları niye dövüşüyor, bu da hiçbir biçimde irdelenmemiş. Nasıl sorusuna fiyakalı bir cevap var diyelim fakat niçin sorusu havada kalıyor. Gençlerin “Nail’in yerinde ben  de olabilirdim!” hissi bile bir şekilde senaryoda karşılık bulmamış. 70 yıllık sefalet, ırkçılık, polis şiddeti zaten yok. (Bekleyin Athena finalde polisi bir güzel aklayacak nitekim.)  

11 dakikalık açılış sekansıyla ve sahnelerin çekim planıyla sinema tarihine adını şimdiden yazdıran film, tabir mazur görülsün, müthiş bir şiddet erotizmi (pornografisi dememek için böyle dedim). Reklam filmleri ve klip çekerek ve iki vasat filmle bugünlere gelen genç yönetmen bu savaş filmini de bir klip gibi çekmiş. Seyirciyi tetikte ekrana kilitleyip soluksuz bırakan, son saniyeye dek adrenalin pompalayan yönetmen, sert bir film yapmayı cidden kafasına koymuş ve kotarmış. Neyse ki bunu rap eşliğinde yapıp da yaşananları iyice sinir bozucu hâle getirmemiş. Şu da var ki antik Yunan tragedyalarında çalan bir gerilim müziğinin tercihi de bana çok masum gözükmedi. Burada ağıt yakılan Mağripli çocuklar mıydı, yoksa kışkırtıcı biçimde Fransa’yı bekleyen trajik sona mı gönderme vardı, meçhul. Bu belirsizlikler, yönetmenin maharet hanesine yazdığını sandığı bilinçli bir tercihin mahsulleri şüphesiz.

Gel gör ki Nail Ayaklanması’nda tanık olduğumuz şiddet Athena’da şehvetle köpürtülen şiddetin bile ötesine bir çırpıda geçiverdi. Paris’te, Marsilya’da, Lyon’da olanlar oldu. Araçları, çöp bidonlarını, dükkânları, okulları, ateşe verilebilecek her yeri ateşe verdiler. Athena’nın yine ötesine geçip yağmalanabilecek her şeyi yağmaladılar. Dizginsiz bir şiddet ve utanç verici bir talandı bu. 1000 bina, 5000 araç… Dile kolay. Bu fütursuzluk öyle boyutlardaydı ki Nail’i vuran polis memuru için yapılan bağış kampanyasında 1 milyon euro toplanması sadece sol çevrelerce tuhaf karşılandı. İsyancıların Athena yönetmeniyle yarışan şehvetli şiddeti karşı şiddet ve nefretin paha biçilemez mazereti oldu.

Filmde Afgan kıyafetleri giymiş, Selefi sakallı Sebastian tiplemesi, siteyi havaya uçurarak intihar eden “cihatçı” bir Fransız meczubu canlandırıyor ve isyanın gelip dayanacağı nihai evreyi gammazca işaret ediyor. Sadece bu bile aşırı derecede rahatsız edici olmanın ötesinde ihbarcı bir tutum. “Tüm sistemin yerle bir edildiği cesur bir yapım” gibi methiyeler sahiden safdillik değilse film kadar art niyetli olsa gerek.

Athena anca iyi bir savaş filmi olabilir, hiçbir biçimde siyasî bir film değil. Filmde bir tek slogan bile yok. Varsa yoksa “Athena! Athena!” haykırışları. Söyleyecek sözü olmayan, yükseltecekleri talepleri olmayan bir güruh. Dördüncü kuşak göçmen delikanlılar, son isyanlarında icraatları ve duruşlarıyla keşke yönetmeni yalanlasalardı. Varoş ile devlet arasındaki baş döndüren ve mide bulandıran uçuruma dikkat çekmek için bile olsun tedavüldeki bir söylemle temas sağlayamadık doğrusu.

Bu kadar ince elenmiş sık dokunmuş filmin adının da tesadüf olması düşünülemez herhalde. Athena savaş tanrıçası olsa da meslektaşı Ares gibi kaba kuvvet ve hırs yerine stratejik hamleleri temsil ediyormuş ve simgesi kalkanmış. İşte canımızı sıkan ve yakan hakikat de o: İsyancılarımızın gayesi nedir, buna ulaşmak için stratejileri nicedir, bu şiddeti kör olmaktan kurtaracak bir basiret ve ferasete sahipler midir? 

Realiteye bakınca olumlu cevap vermek aklıselim için mümkün görünmüyor. Kenar mahallelerin zorba şiddetini güzelleyen Çukur’vari bir film ve onun dahi aklına gelmeyen bir aşırılığa duçar olmuş Mağripli çocuklarımız. Film stratejik bir zaferden filan da söz etmiyor finalde. Toplu bir intihar ve zillet, Mağripli çocukları bekleyen.

Athena, Mağripli çocukları kahramanlaştırırken Hakan Albayrak ağabeyin kendinden bile meşhur olan şiirindeki gibi “Bir gün yakacaklar Paris’i” kehanetini yineliyor. Velakin ifadeler benzese de muratlar başka, maksatlar başka. Yine de kör bir şiddetin bu denli heyecan uyandırabilmiş olması vakıasına bakıp hepimizin bir çeşit çukurda olmaktan ve sıkışmışlıktan ötürü hastalıklı bir isyana yatkın olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. 

Athena’dan gelecek stratejiden bize fayda yok, belli, bize fayda edecek hikmeti nereden devşirmeli peki?

Etiket /