Yazarlar

Biz Türkiyeyiz

Bu yazının başına ilk oturduğum günlerde, Diyarbakır’da bir polisin daha kahpece şehit edildiği yazıyordu televizyonun alt bandında.

Derdim, terörle mücadelede adaletten dem vurmaktı ama o alt yazıyla o polisin eşinin, kardeşinin, arkadaşlarının yerine koymuştum kendimi…

Söylenecek hiçbir şeyin anlamı olmadığını hissettiğimi hatırlıyorum.

Sonra, birinin şimdi okuyacaklarınızı söylemesi gerektiğine kendimi ikna ettim. Acıtsa da, kanayan yaraya tuz bassa da, hakiki dost, hakiki kardeşliğin gereğinin bu olduğuna kanaat getirdim.

Üzerinden bir hayli vakit geçse de, derdinin ve sözünün vakti geçmemiş birkaç tarihi güncellenmiş bu yazı, işte böyle bir fırtınanın ürünü…

Peşinen söylemiş olayım.

**

Eskiler der ki, ‘saçın ak mı kara mı, berberin koltuğuna oturunca görürsün’

Bundan iki yıl önce, 22 Temmuz 2015 günü Şanlıurfa’da iki polisin evlerinde başlarından vurularak şehit edildiği gün millet olarak oturduk o koltuğa.

Bir yanda, PKK isimli maşanın tüm kahpeliği ve kalleşliği; diğer yanda bu kahpelerin sabote etmesine rağmen “kardeşlik projesi” boyunca kardeşliğimize dair kurduğumuz “tüm sahici ve samimi” cümlelerimiz…

22 Temmuz 2015 gününden itibaren Yeni Türkiye adına sadece Kürt meselesinde değil, hak, hukuk ve adalete dair hemen her meselede kurulan tüm iyi ve güzel cümlelerin test edildiği fırtınalı günlerden geçtik.

Adeta sinir uçlarımızı kevgire çevirdiler.

Suruç’ta 32 genci katlettiler, Ankara’da gar da, Sultanahmet’te, Reina’da hep aynı karanlık yüzlerini gösterdiler…

Kızılay’da, servis noktasında onlarca insanın canına kıydılar.

Dürümlü’de bir şehri yok edecek kadar büyük bir kamyonu patlattılar, köylüleri katlettiler.

Havalimanında, İstiklal Caddesi’nde, Vezneciler’de hep aynı kalleş ve katil yüzlerini gösterdiler.

Kayseri’de, Beşiktaş’ta… Bir düğünü hem de bebek arabasıyla kana buladı hainler, kahpeler…

Hendekler kazdılar, FETÖ ile bir oldular yine başaramadılar.

Kazdıkları hendeklere kendileri düştüler..

Bu aziz millet bu ülkeye oynanan oyunları hendek başında nöbet bekleyen askerimize polisimize ikram ettiği çaylarla bozdu.

Bu milletin aziz evlatları, yedikleri ekmeğin parasını bırakıp gönüllere taht kurdular…

Sırtını PKK’ya yaslayan HDP terörünün de ortadan kalkmasıyla Doğu’da ve Güneydoğu’da milletin iradesinin nasıl bu ülkeden yana şekillendiğini 17 Nisan referandumunda yakından gördük.

Kayyumlarla nefes aldı coğrafya, tarihe tanıklık ettik, ediyoruz.

15 Temmuz’da İstanbul’da, Ankara’da nasıl direndiyse millet tanka tüfeğe karşı, Diyarbakır’da, Siirt’te Van’da da öyle direndi.

Bu vatanın işgaline tıpkı Çanakkale’deki gibi dur dedi, etle tırnak olduğumuzu gösterdi.

**

Peki iki yıl önce niçin tekrar topyekun saldırıya geçtiler?

Çünkü çeyrek asır önce yaptıklarını yine yapmak istiyorlardı.

Ne olmuştu 25 yıl önce, hatırlıyor musunuz?

17 Mart 1993. Merhum Turgut Özal’ın barış ve kardeşlik uğruna yürüttüğü süreç sonuç verdi. PKK terör eylemlerini 25 günlüğüne durdurdu.

16 Nisan 1993. Yaklaşık bir ay sonra Özal’ın önerisi ile bu süreç süresiz uzatıldı.

17 Nisan 1993. Silahların susmasından birkaç gün sonra, Turgut Özal öl(dürül)dü.

24 Mayıs 1993. (Sabah saatleri…) Barış isteyenin sadece Özal değil, devlet olduğunu öğrendi Türkiye. Milli Güvenlik Kurulu’ndan hükümete ‘af’ önerisi çıktı. Eline silah ve kan bulaşmamış herkes affedilsin kararı alındı.

24 Mayıs 1993. (Akşam saatleri…) Bingöl’de askerlerimizi taşıyan otobüsler durduruldu. 33 fidan kahpece taranarak şehit edildi.

Ve o günden sonra 3 yıl boyunca Türkiye’ye silah satan baronların fabrikaları, uyuşturucu taşıyan tırların şoförleri, mezar kazıcılar hiç boş durmadı.

33 eri şehit ederek; kardeşlik isteyen bir Özal gibi bir Cumhurbaşkanı’na sahip olan devletin içine çöreklenmiş çeteler eliyle 30 yıl önce adaleti mumla aratanlar; çeyrek asır sonra aynı oyunu sahnelerken yine aynı amacı güdüyordu:

90’larda olduğu gibi, terör tarlalarına yine çeteleri eliyle kinle, öfkeyle intikam duygusuyla yoğrulmuş tohumlar ekilecek ve o tarlalardan baronların amaçlarına hizmet edecek terörist başaklar boy verecekti.

Çünkü ellerindeki en büyük terör malzemesi çocuklardı. 1993’te doğan bugün 25 yaşında olan çocukları düne kadar ellerinde molotof, yüzlerinde maske, sözde evine ekmek götürmek geldiği İstanbul’da bir eylemden diğerine koşturdular. JİTEM masallarıyla büyütmüşlerdi. Faili meçhullerle gözlerini boyamış, inandırmayı başarmışlardı, çünkü delilleri vardı. Babaları, amcaları mezardaydı o çocukların. Kimse ölmesin değildi dertleri, yine babasız, abisiz çocuklar istiyorlardı.

Çok şükür hevesleri kursaklarında kaldı.

Aradan geçen iki yılda derdimizden ağarmış saçlarımızın dibinin de ap ak olduğunu gördü herkes. Boya olmadığını ilan ettik dünyaya…

Çelemediler milletimizin ve devletimizin aklını. Adaletten vazgeçiremediler

Sinir uçlarımızla oynadıkça daha da kavileşti inancımız.

İşte fırtınalı geçen iki yıllık sürenin ardından bugün, geldiğimiz tam bu noktada, -tüm eksiğine, hatasına rağmen- hiç bitmeyen kardeşlik çabasının devamı için devlete, bürokrasiye, o bürokrasinin en uç noktasındaki bekçiye kadar her birimize çok büyük görevler düşüyor.

Çünkü artık güçlüyüz. Güç demek zehir demek.

Artık mazeretimiz yok, artık söylediğimizi yapabilecek güç ve kudretteyiz. Tam da bu sebeple eskisinden daha güçlü olmamızın zaafiyetiyle bize yeni hatalar yaptırmak istiyorlar.

Şimdi, asıl sınavla; nefsimizle, kendimizle başbaşa olduğumuzu biliyorlar.

İşte şimdi saçımızın ak mı kara mı olduğunu göstereceğimiz günlerdeyiz.

2002’de doğan çocuklar 15 yaşına geldi. Sistematik işkence ile faili meçhulle Yeşil’le Jitem’le tanışmadan büyüdüler. Onları kandırmak için, ellerine silah verebilmek için sadece eski hikayeleri anlatabiliyorlar. Ellerinde bugüne ait malzemeleri yok. Yaşanmamış hayallerine inandırmaya çalışıyorlar. Bu yüzden küçücük hataları ısıtıp ısıtıp servis ediyor, küçücük masalları devasa hikayelere dönüştürmeye çalışıyorlar.

Ve en büyük şansımız, artık Doğu’nun da Batı’nın da çocukları bu ülkede dair anlatılan eski hikayeleri asla gözleriyle görüp, yaşamak istemiyorlar. Erdoğan’ın gözlerinin içine bakarken gözlerinden boşalan yaşlar ile Erdoğan’ın bir sözüyle sokağa çıkıp vatanları uğruna akıttıkları kanlar ile ne istediklerini fazlasıyla anlattı o çocuklar bize…

Son gözaltında kayıp olayı 2005’te yaşanmıştı Türkiye’de. Eğer bu fırsatı değerlendirebilirsek, 10 yıl sonra 30’lu yaşlarına ulaşacak Doğulu ve Batılı çocukların hiç birinin babası gözaltında kaybolmamış olacak.

Bu ülkenin çocuklarının hiç birinin babasının, abisinin, kardeşinin faili meçhule kurban gitmemiş olmasından daha kalıcı bir terörle mücadele stratejisi olabilir mi?

Yeni Türkiye’nin siyaset kurumu bu fırsatın ve sınavın farkında.

Ya devlet? Ya bürokrasi? Farkında olmak da yetmiyor.

Terör adı üzerinde bozgunculuk demek. Tüm kurumları, müesseseleri çalışmaz hale getirmeyi amaçlıyor. Bu yüzden Berlin beslemeli, Washington beslemeli Cihangir beslemeli medyaları göz göre göre yalan söylemekte beis görmüyor.

Bu yüzden hedeflerinin ilk sırasında adalet anlayışımızı törpülemek var.

Kışkırtmak, düzenimizi bozmak, sabrımızı taşırmak istiyorlar.

Polis, asker, hakim, savcı adaletle hükmetmeyi ne zaman bırakırsa işte o zaman sıktıkları kurşunun hedefine ulaşacağını biliyorlar.

Şırnak’ta Hakkari’de asker olmak, polis olmak kolay değil, biliyoruz. Silivri’de Sincan’da Savcı olmak hakim olmak da öyle. Düşman kalleş. Mertlik müzelik. Yolda yürürken kalleşçe arkanızdan sıkıyorlar. Onlarca polisin katili Pilot yüzsüzce yalan söylüyor. Aylarca, yıllarca ortak kaderi paylaştığın birlikte yediğin, içtiğin kardeşin dediğin dev gibi adam bir kör kurşunla, bir hain tuzakla şehadet şerbetini içerken sakin kalmak, isyan etmemek ve tüm buna rağmen adaletten, hakkaniyetten zerre taviz vermemek kolay mı? Zor. Hem de çok zor.

15 Temmuz günü PKK’ya atmadığı bombayı gelip Özel Harekat Dairesi’nin üzerine bırakan onlarca civanı şehid eden kalleş bir FETÖ’cüye, gözünün içine baka baka yalan söyleyen bir vatan hainine karşı sabrını muhafaza etmek, çileden çıkmamak kolay mı? Zor. Çok zor.

Yumruklarınızı sıkıp sıkıp bırakıyorsunuz.

Çünkü yemininiz var. Siz onlara benzemeyeceksiniz!

Her adaletsizlik, her hukuksuzluğun PKK’nın ekmeğine yağ sürdüğünü; her hoyrat davranışın düşünülmeden atılmış her adımın FETÖ’yü sevindirdiğini unutmadan, unutturmadan; teröristin sıktığı kurşunu bir daha çıkmamak üzere o namluya geri sokmak, bizzat o kurşunun hedefindeki polis kardeşimin, asker kardeşimin elinde…

Zor ama imkansız değil!

Bu da ancak ‘zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar keskin bakışlı celadet, merhamet ve adalet anlayışı’ ile mümkün.

Başardınız ve başarabilirsiniz yiğitler!