Röportaj

“Moğol istilasından daha kötü bir kriz yaşıyoruz”

Her seçim öncesi olduğu gibi yine kritik süreçlerden geçiyoruz. Her gün gündeme başka bir konu geliyor, tartışmalar bitmiyor. Güncel meselemiz ne olursa olsun değişmeyen sorunlarımız ve zaman zaman gündeme getirilmesi gereken hususlar var. Ve elbette bu meseleler için kapısını çalacağımız doğru isimler olmalı. Türkiye’nin son 14 yılda yaşadığı dönüşümde medyada sözüne itibar edilen isimlerden biri […]

Her seçim öncesi olduğu gibi yine kritik süreçlerden geçiyoruz. Her gün gündeme başka bir konu geliyor, tartışmalar bitmiyor.

Güncel meselemiz ne olursa olsun değişmeyen sorunlarımız ve zaman zaman gündeme getirilmesi gereken hususlar var. Ve elbette bu meseleler için kapısını çalacağımız doğru isimler olmalı.

Türkiye’nin son 14 yılda yaşadığı dönüşümde medyada sözüne itibar edilen isimlerden biri oldu Vahdettin İnce. Özellikle Kürt Açılımı sürecinde ciddi rol oynadı. Son dönemde kararlılıkla devam eden terörle mücadele noktasında da yorumları merakla takip ediliyor.

Kamuoyu çok bilmese de Vahdettin İnce bir çevirmen. Lakin çevirdiği eserlerle birlikte ülkesinin kararlı yürüyüşüne katı sunan bir çevirmen. İnce, son kitabı Çevirmen’de de biraz bundan bahsediyor.

Biz de Vahdettin İnce ile yeni kitabı Çevirmen’i, memleketi ve İslam dünyasının içinde bulunduğu ahvali konuştuk.

Mücerret okumalar…

Son kitabınız Çevirmen’den bahsedelim önce. Hayırlı olsun. Diğer eserlerinizden farklı olarak daha size dönük bir çalışma… Çevirmen mi size yazdırdı, siz mi çevirmene?

Teşekkür ederim. ÇEVİRMEN’in diğer kitaplarımdan farkı sizin de söylediğiniz gibi kendimi, mesleğimi (çevirmenlik), çevirdiğim kitapları ve bu kitapların yayınlandıkları dönemlerde genelde İslam dünyasının, özelde Türkiye’nin geçtiği düşünsel süreçleri ve bunun benim düşünce dünyamda meydana getirdiği çevrimleri, dönüşümleri yazmış olmamdır. “Ben” merkezinden önce Kürtlük, sonra Müslümanlık, ardından insanlık şahsında “biz”e ulaşma serüvenimi yazdım. Çevirmen dolup taşmıştı, yazdırmak için bana baskı yapıyordu. Ben de elime kalemi alarak çevirmeni harekete geçirdim. Ortaya ÇEVİRMEN çıktı.

Öncesinde çok önemli eserlerin çevirisini yaptınız. Kitapta da bundan izler var. Bu eserler sizi nasıl besledi? Dünyaya bakışınızı nasıl etkiledi?

İstisnasız çevirdiğim her kitap benim için dünyaya açılan yeni bir pencere oldu. Ben “ben” iken dünyaya “ben”in penceresinden bakıyordum. Git gide Kürtlük, Müslümanlık ve insanlık bağlamında “biz”in penceresinden bakmayı öğrendim. Hiçbir şey sadece göründüğünden, “ben”in gördüğünden ibaret değildi. Alternatif bakış açıları edindim. Bir bakış açısından gördüklerimi, bir de şuradan bakayım diye test etme imkânına kavuştum ve her seferinde kendimi aynı noktadan beslenen farklı doğruların zenginliğinde buldum.

KÜRTLER, ŞİDDETE MALZEME OLMAYI REDDEDEREK PKK’YI BİTİRDİ

Memleket meselelerine gelirsek… Kürt Açılımı ya da Çözüm Süreci denilen dönemde bir aydın olarak ciddi vazife gördünüz. Şimdiyse bambaşka bir dönemdeyiz. Belki her kesim Kürt sorunu diye bir şey kalmadığından bahsediyor. Peki, PKK sorununda nereye geldik?

Açılım sürecini coşkuyla karşılayanlardan biri de benim. Birçok kimse gibi karınca kararınca ben de katkıda bulunmaya çalıştım. Açılım sürecini etnik “benlik”ten ümmet “biz”liğine, oradan evrensel insani değerlere doğru bir adım olarak gördüm ve hala aynı düşüncedeyim. Bir şekilde sekteye uğramış olması üzücü tabi. Ama yolculuk her zaman rahat geçmez, bir anda kendinizi karanlık bir tünelde veya fırtınalı bir dağ başında görebilirsiniz. Güneşli bir havanın rahatlığını, rehavetini bu tür ortamlarda sürdüremezsiniz. Elbisenize bürünmeniz, kabuğunuza çekilmeniz gerekebilir. Ama yolculuğa devam etmelisiniz. Ben bugünkü siyasi tutumu yolculuktan vazgeçmişlik olarak değerlendirmiyorum. Açılım süreci tabiatın akışına uygun bir tavırdı. Tabiatın akışını da durduramazsınız. Sadece kendinizi kollarsınız. Karanlık tüneli, fırtınalı dağ başını ebedi karargâhımız olarak görmek ve durmak ölümcüldür. Bir Kürt sorunu ve daha başka sorunlarımız vardır ve eskisi gibi boğucu bir atmosferde olmasa da devam ediyor. PKK ise bana göre miadını doldurmuştur. Etkinlik göstermesi mümkün değildir. Sadece devletin aldığı etkili güvenlik önlemleri açısından değil, düşünsel, sosyolojik ve evrensel değerler açısından moral üstünlüğünü yitirmiş olmasından bahsediyorum. PKK’yi bitiren şey Kürtlerin şiddete malzeme olmayı reddetmeleridir.

MÜCADELEDEKİ SERT DİL KALICI OLMAMALI

Dili, üslubu önemseyen birisiniz… Terörle mücadele artık FETÖ ile beraber başka bir yola girdi. Mücadele dilini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kavgada yumruk sayılmaz diye bir söz var. Kavganın dili, eylemi şiddettir. Kavgaya girmişseniz rakipten centilmenlik, nezaket beklemek son derece romantik bir beklentidir. Ama ahlaklı olmayı kendiniz için bir şiar edinmeniz ve rakibinizden de bunu beklemeniz hakkınızdır. Savaşın da bir ahlakı vardır. Bu da eylemle birlikte her şeyden önce dile ve üsluba da yansımalıdır. Ancak kavga, savaş öfkenin egemen olduğu bir ortamdır. Bu açıdan Türkiye’nin PKK ve FETÖ bağlamında giriştiği savaşta toplumsal dokumuzun aldığı yaralar yanında dildeki sertliğin pek de önemi kalmıyor. O yüzden Türkiye’nin en kısa zamanda bu süreçten çıkıp normale dönmesi en büyük temennimizdir. Kavga esnasında şiddet dili bir açıdan normal kabul edilse bile bunun kalıcı bir tutum olması kesinlikle normal değildir ve sadece bize zarar verir.

KÜRT MESELESİ ‘AKLANİYET’ İLE ÇÖZÜM YOLUNDADIR

Uluslararası arenada Türkiye’nin Kürtleri hedef aldığına dair algı oluşturulmaya çalışılıyor. Ankara bu sorunla mücadele edebiliyor mu?

Türkiye’nin Kürtleri hedef alması bindiği dalı kesmesi anlamına gelir. Bunu bilecek akla ve tarihsel tecrübeye sahip bir ülkedir, Türkiye. Ancak bu sorununu çözüme kavuşturmamış bir Türkiye her zaman bu tür ithamlarla karşı karşıya kalabilir, kalıyor da. Bazı dönemlerde, darbe süreçleri, tek parti yönetimi gibi, bu suçlamaları haklı çıkaracak uygulamalar da hafızalarda tazeliğini koruduğu için dikkatli olmakta yarar vardır. Sanırım Ankara Kürt meselesinin sadece güvenlikle çözülemeyeceğini kavrayacak tecrübelerden geçerek bugüne geldi. Bu yüzden sorunla baş edecek aklaniyet mevcuttur. Zaten umudumuzu da bu aklaniyetin devreye girmesi ihtimaline bağlamış bulunuyoruz ve işaretleri de yok değil.

PKK bitme noktasına geldi mi?

Söylediğim gibi PKK siyasi, sosyolojik, evrensel açıdan anlamını, gerekçesini yitirmiş bir örgüttür. Ama tabi marjinal bir örgüt olarak tamamen son bulması uzun sürebilir.

İSLAM ÂLEMİ DÜŞÜNSEL KRİZ İÇERİSİNDE

Bölgeyi yakından takip eden birisiniz. Kürtler kendini nasıl hissediyor şu an sizce?

Kürtler diğer topluluklardan farklı bir dünyada yaşamıyor. İslam âleminin tüm toplulukları gibi Kürtler de etnik, ekonomik, dini, siyasi sorunlar yaşıyorlar. Bu da mutsuzluk kaynağıdır. Sadece Kürtler değil, Araplar da, Türkler de, Farslar da, Sünniler de, Aleviler de mutsuzdur genelde. Bir fırtına koptu mu herkesi etkiler. İslam âlemi topyekûn derin krizlerle uğraşıyor. En önemlisi ve belki de ölümcül olanı düşünsel krizdir ki atlatılmasına dair bir emare de görünmüyor ufukta.

GELENEKSEL KURUMLARIMIZI İHYA ETMELİYİZ

Burası çok önemli değil mi? Belki bölgesel sorunlarımızın temelinde de bu var. İslam aleminin yaşadığı sorun… Nedir bu düşünsel kriz?

İslam alemi uzun bir zamandır grogi vaziyetindeki boksörün çaresiz çırpınışlarını andıran davranışlar sergiliyor. Sosyal, siyasal, düşünsel, ekonomik kısacası hayatın her alanında durum bundan ibarettir. Müslümanlar birinci dünya savaşında adeta beyin sarsıntısı geçirmelerine neden olan sert bir darbe aldılar ve hala kendilerine gelebilmiş değiller. Aslında bunun öncesi de var ve geçmişi müsteşriklerin bölgeye gelişlerine kadar dayanır. Birinci dünya savaşındaki askeri yenilgi kültürel yenilginin üzerine tuz biber ekti denebilir. Gücümüz, duygularımız, tarihsel ve kültürel müktesebatımız yerinde duruyor kuşkusuz. Ama kolektif aklımız sayılan ve bu gücü, duyguyu, tarihsel ve kültürel müktesebatı değerlendirecek, değere dönüştürecek geleneksel kurumlarımızın yerinde yeller esiyor. Her şeyimiz yerli yerinde duruyor ama aklımız başımızda değil. Aklımızı başımıza almadığımız sürece, yani geleneksel kurumlarımızı yeniden aktifleştirmedikçe bu muazzam gövdemize, güçlü kuvvetli pazumuza rağmen tarih ve medeniyet terazisinde bizimle boy ölçüşemeyecek sıkletteki kültürlerden bugünkü gibi dayak yemeye devam edeceğiz. Aklımızı başımıza almamız gerekir. Aksi taktirde aralarındaki bağlantı kopma noktasına gelen organlarımız dağılacak.

MOĞOL İSTİLASINDAN DAHA KÖTÜ BİR KRİZ YAŞIYORUZ

Peki, Türkiye bu krizin neresinde? Türkiye umut olamaz mı?

Türkiye İslam aleminin genelinden farklı bir durumda değildir. Burada siyasal anlamda bir takım olumlu çabalar var ama özellikle geleneksel İslami disiplinler arasındaki kopukluk gittikçe derinleşmesi nedeniyle aklımızı başımıza almaktan çok uzağız. Mezhepler, tarikatlar, ilim ekolleri gittikçe bağımsızlaşıyor ve birbirlerini besleyemiyorlar. Bu düşünsel kriz hamasi söylemlerle giderilemeyecek kadar derindir. Doksan senelik Kemalist sistem birinci dünya savaşının sadmesini kalıcı kılmak hususunda maalesef başarılı olmuştur. Buna karşılık acele etmeden, teenniyle hareket ederek ve geleneksel kurumlarımıza yeniden can suyu taşıyarak aklımızın başımıza geleceği günü beklemeliyiz. Genelde İslam alemi, özelde Türkiye tarih boyunca, haçlı seferleri ve Moğol istilası da dahil hiç böyle bir hezimet ve kriz yaşamadı. Çünkü söz konusu dönemlerde sadece askeri alanda yenildik, bugün ise ruhsal hezimeti iliklerimize kadar yaşıyoruz. Bu bir batıcılık, batılılaşma bir tür mankurtlaşmadan başka bir şey değildir.

HDP’NİN KÜRT, MHP’NİN DE TÜRK PARTİSİ OLMA İMKANI KALMADI

Daha güncel bir konuya gelelim… 31 Mart’taki yerel seçimde ittifaklar manzarayı belirleyecek gibi. Güneydoğu’da ve Doğu’daki durumu nasıl görüyorsunuz? HDP ile CHP’nin birlikte hareket etmesi sonuç verir mi?

Türkiye yeni bir sistemi benimsedi. Cumhurbaşkanlığı sistemi. Bugün tanık olduğumuz ittifaklar cumhurbaşkanlığı sisteminin gerektirdiği iki partili sistemin hazırlık aşaması gibidir. Bana göre bundan sonra Ak Parti-MHP ittifakı gibi CHP-HDP ittifakı da en azından siyasal düşünce açısından tutarlıdır. Sağ muhafazakâr ittifak ile sol sosyal demokrat ittifak. İleride partiye de dönüşebilir. Bunun dışında siyaset sahnesinde yer alan siyasal partilere bir şans vermiyorum. Mevcut olanları ileride belirginleşecek süreçte kendilerinin aktif ve belirleyici olmalarının mücadelesini veriyorlar. HDP’nin Kürt, MHP’nin de Türk partisi olarak varlık göstermesinin imkânı ve zemini de kalmadı. Kürtler ve Türkler düşüncelerine göre bu ittifaklardan birine destek olacaklardır, ama blok halinde Kürt veya Türk olarak değil. O geride kaldı.

KÜRTLERDE 31 MART İÇİN KAFA KARIŞIKLIĞI VAR

AK Parti ile MHP’nin ittifak yapmış olması Kürt seçmende nasıl akis buldu? Seçimde Cumhur İttifakı’nı ne bekliyor?

Bu seçim sürecinde biri doğuda Van-Erciş-Patnos’ta, biri de güneyde Mersin’de olmak üzere gözlem yapma şansını buldum. HDP seçmeni Kürtlerde bir kafa karışıklığı vardı. Bir yanda tutumu belli MHP’nin yer aldığı bir ittifak, bir yanda Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadıkları bütün mağduriyetlerin, mazlumiyetlerin müsebbibi CHP’nin başını çektiği ittifak… Tutum belirlemek onlar açısından zordu. Alışkanlık olarak HDP’ye yakın duruyorlardı ama hendekler sürecindeki ferasetsiz siyasetin maliyetini de kendileri çekmişti. Bu yüzden tedirginlikle karışık bir kararsızlık vardı. Ak Partiye destek veren Kürtlerde de MHP ile ittifakı oturtacak bir zihinsel çözüm görmedim. Onlar da tedirgindiler. Milliyetçi üslup ve söylem en azından pasif bir tutum içinde olmaya yol açmış gibi.