Mücerret’te her Cuma bu köşede özel bir ismi ağırlıyoruz. İsmet Özel’in Cuma Mektupları’nı selamlıyor, kıymetli, Gazeteci – Yazar Taha Kılınç röportajı ile sizi başbaşa bırakıyoruz.
-Taha Bey selamlar. Uzun yıllar evvel Şam kitabı isimli bir esere imza atmış bir yazar olarak, geride kalan 5 yılın sonrasında bugün Şam ve Halep şehirleri sizin için ne ifade ediyor?
Her şeyden evvel tarifsiz bir hüzün. Sokaklarında dolaştığınız, birçok güzel hatıranızı barındıran şehirlerin yok olması, insanı derinden sarsıyor. Ama şu da var: Bizim bugün arkasından ağıt yaktığımız Halep, Moğolların yakıp-yıktığı Halep’in yeniden kurulmuş haliydi. Aslında biz, yeniden yapılmış, yeni bir Halep’i sevmiştik. Gelecek nesiller, bugünkü Halep yeniden kurulduğunda, şehrin o halini de çok sevecek. Ve geçmişteki hatalar düzeltilmediğinde, şehirlerimiz tekrar yıkılacak, sonra tekrar yapılacak. Gözlerimizin önünde yok olan şehirlerimizi izlerken, belki, bu döngüyü nasıl kırabileceğimize de kafa yormalıyız.
-“Arap Baharı, Arap kışı, Arap sokağı” kavramları son yılların en sık kullanılan ve tartışılan kavramları. 2010 öncesindeki Ortadoğu ile, 2010 sonrası, “Arap Baharı” sonrasında oluşan bölgesel iklim açısından bakarsak, küresel sistem nasıl bir denklem ve öncelikler serisi ile yeni dönem ve durumun taşıyıcı aktörü oldu dersiniz?
Artık şu ortaya çıktı: Halkın tercihleri, küresel düzenin derebeylerinin hoşuna gittiği oranda makbul ve geçerli. Mısır’da yaşadıklarımız, bunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkardı. Adına ‘Arap Baharı’ denilen bölgesel türbülansın ispatladığı en yalın gerçek bence bu. Körfez’de yaşanan Katar krizini de hesaba katar şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Yeni dönemde bütün hesaplar, halkın “aşırı” ve “tehlikeli” taleplerinin nasıl dizginlenebileceğine yönelik yapılıyor. Türkiye’de ve başka birçok ülkede bunun somut ispatlarına da hep birlikte şahitlik ediyoruz zaten.
-Türkiyemiz son 5 yılda adeta 50 yıl, 100 yılda yaşanabilecek tarihsel enerji ve gerilim biriktirdi, bir çok kuşatma ve saldırıyla karşı karşıya kaldı. Yıllardan bu yana, Anadolu’nun farklı şehirlerinde, yurtdışında, özellikle gençlerle bir çok ortamda bir ortamda biraraya geldiniz, seyahatlere çıktınız. 90 kuşağı ya da 2000 kuşağı gençleri, Türkiye’nin yaşadığı bu tarihi dönemi gerçekten nasıl okuyor, nasıl yorumluyorlar, izlenimleriniz neler?
Sohbet ettiğim, kendileriyle konuştuğum ya da konferanslar verdiğim gençlerde, özellikle son yıllarda şunu gözlemledim: Her şeyin siyaset ölçeğine vurulmasından, durmaksızın siyaset konuşulmasından ve her duruma siyasi bir açıklama getirilmesinden fena halde yılmış geniş bir kitle var. İzleyebilecekleri sıcak ve yakın ahlâkî örnekler arıyor bu kitle. Uçuk-kaçık, tarihin derinliklerinde kalmış, afâkî yorumlar onları kesinlikle etkilemiyor. Gelecek senelerde, bu geniş kitle içinden çok verimli hareketlerin ve şahsiyetlerin uç vereceğine inanıyorum. Şikâyet ettiğimiz bütün yozluklar, bu kitleye bakılarak umuda ve duaya dönüşebilir. Herkese bu bakışı özellikle tavsiye ediyorum. Gelecek adına, hayatımız adına.
-Kudüs, Halep, Bağdat, Musul, Kerkük… 5 şehire baktığınızda ilk anda zihninize hücum eden cümleler neler, paylaşmanız mümkün müdür?
Kudüs: Tarihin ve coğrafyanın esir alamadığı şehir
Halep: İşte geldim gidiyorum, şen olasın Halep şehri
Bağdat: Dicle’nin asaleti
Musul: Medeniyetlerin bağlantı noktası [Kelime manasından hareketle]
Kerkük: Türküler, taş evler ve biz.
Yorum ekle