Portre

Yumurta kabuğunda film izleyerek kapıları açan adam

Hayatınızın merkezine ne koyduğunuz, hayatınıza çizdiğiniz yolu ve elbette varacağınız noktayı belirler. Hayatınızın merkezine koyabilecek derecede önem vermediğiniz bir şey yoksa, yolun varlığı ve elbette varılacak nokta bulanıklaşır ve yolunu bulamayan insanlar güruhuna katılırsınız.

Hayatın anlamını çözmüş gibi konuşanları sevmem. Varılacak noktayı işaret edenlerle aramda mesafe vardır. Fekat yolu tarif eden, yolluk veren, sadece yolu önemseyen insanların mertebe sahibi olduğunu düşünürüm.

Ahmet Uluçay kesinlikle bu isimlerden biriydi. Nasıl bir mertebeye sahip olduğunu bize tarih gösterecek elbet. Geldiğimiz noktada Ahmet Uluçay, imkanları bahane etmeden sürekli mücadele eden ve toprağının izinde, coğrafyasının insanı olarak sinema yapmış tam manasıyla mücadele adamı olarak tarihe geçmiştir.


Bundan 9 yıl evvel vefat etti. İkinci uzun metraj filminin hazırlıklarını yapıyordu. İlkine göre işi kolaydı. Zira Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmi Türkiye Sineması açısından dönüm noktalarından biriydi. Sinemanın okulu, teorisi, sektörü vb unsurlarının uzağında bir adam Kütahya’dan çıkıp gelerek yerliliği ve sinemanın ruhunu temsil eden bir eser ortaya koydu.

Ahmet Uluçay, hastalıklara boğuşarak vefat etti. Hayatının son dönemini hasta geçirdi. Ancak hasta değilmiş gibi davranırdı. Hastalığından bahsedilmesini istemezdi. Daha çok yolu vardı. Yapacak çok şeyi… Yolunun adı belliydi; sinema…

Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmini 2004’te vizyona soktuğunda herkes hikayesinden haberdar oldu. Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde bir köyde hayatına devam ederken sinema aşkına tutuldu. Hastalığından ötürü doğru düzgün çalışamıyordu, kıt kanaat geçiniyordu ama sinema yapıyordu. Eşi, çocuğu, arkadaşı, akrabası ile sinema yapıyordu. Anadolu’nun bir köyünde deneysel kısa filmler çekiyordu. Bugün benim diyen sinemacıların yanından zor geçeceği mahiyette işlerdi bunlar. İnternette hepsini izlemeniz mümkün.


Kısa filmlerinden yola çıkarak Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmine vardıktan sonra Ahmet Uluçay’ı uğurladık dünyadan. Ama yanımızdan değil. Hiçbir sanatkar ölmez. Eserleriyle açık kapılar bırakır. Hem kendine varabileceğimiz kapılar, hem de hakikati arayış yolculuğunda kendisine eşlik etmemizi sağlayacak kapılar.

Kapıları açan isimlerden biri oldu Ahmet Uluçay…

Sinemanın hayatla bağına dair yorum kapıları açtı.

Sinema yapma yöntemlerinin teknoloji ya da finans ile sınırlı olmadığın gösteren kapılar açtı.

Hayat denen dert küpünde kaynatılan meseleler ne kadar ciddi olursa olsun mutlaka tebessüm edilmesi gerektiğine dair gülümseyen kapılar açtı.

Gençlerin sinemayla bağını koparmak adına bütün kapıları suratlarına çarpan ‘büyükler’e inat, her şart altında sinemayla güçlü bağ kurulabileceğine dair umut veren kapılar açtı.

Bu toprağın her unsurundan beslendi, Ahmet Uluçay… Sinema sektöründen ahbaplık kurduğu isimlere bakınca da bunu görüyoruz. Her kesimden insan severdi onu. Her ne kadar -hatıratından anladığımız kadarıyla- çok kişiye kırgın ve kızgın olsa da Ahmet Uluçay, sinema ve imkan ve iman ve insan dendiğinde akla gelen ilk isimdi. Hep öyle olacak.

Ömrünü bir uzun metraj film ile tamamlayıp bu denli derin etki bırakan kaç kişi vardı dünyada bilemiyorum. Memleketimizde yok.


Ahmet Uluçay’ın dalgın halleri…

İçten gülümsemesi…

Sıkıntısı…

Her hali örneklik temsil ediyor.

Kısa filmlerinin mutlaka ama mutlaka izlenmesi gerektiğini hatırlatmak istiyorum.

Laf buraya gelmişken, Cins dergisinden yayımlanan Ahmet Uluçay konulu yazımı şuraya iliştireyim. Tam olarak anlatamadıklarımı anlatabilmek adına…

**********


Sinemalarım vardı, kimselerin sahip olmadığı

Yumurta kabuğunu beyaz perde yapmış film izliyorlar. Tek göz, hepsi. Açık hava sineması. Garip bir adamın ‘Minyatür Cosmosda Rüya’sı. Bi’ kedi gördüm galiba! Evet, evet bi’ kedi gördüm! Ve sakız çiğneyen bebek ezdi rüyalarını. Bir dev bebek. Dev, bir bebek. Bebek, bir dev. Bir, bebek ve dev…

Bu ne gevezelik. Bu ne güzellik. Ne bu müptezellik. Bu rüyanın sahibi kim? Bu riyanın şahidi kin! Ahmet Abi, mümin…

Çer çöp sahile vurmuş. ‘İnci Denizin Dibinde’ dedim de inanmadın. Kanaviçe ellerinde, gözümle gördüm. Mum ışığında devleşiyor demir askerler. Işık, evet. Sihirli kelime bu. Sihrin ta kendisi. Işıksız bir hiç olduğumuz hakikatini seyrettiğinin farkında olmayan sırtı yere gelmişler topluluğunun gölgesini dövebilmek için mahalledeki bütün karanlıkları topladım. İşe yaramadı. Kahrolası rüya. Bağzı şeyhler hep böyle! İyi de başkasını rüyasıyla eğlenemezsin. Bir sağa, bir sola döner dünya. Emin misin? Ahmet Abi, emin…

Epileptic film. Bunuel’den beri karıncalı o sağ el. Ve yine gölge. Bu tren ben olamam. Telgrafın telleri de taşıyamaz bu yükü. Bu, en büyüğü. Ve yine bir kuş açtı gözlerini. Bir kul daha öldü. Uğur böceği kanatlanınca bitti film. Ahmet abi, kimdi!

Sinirlendi Ahmet Abi. Çayını döktü, hanımı namazda. ‘Uzun Metrajın Resmi’ni okuyor gibiydi oğlu. “Bugün Hıdırellez, herkes namazlar gılıyo, dilekler diliyo. Sinemadan kafanı galdıdığın yo” dedi. Ağır oldu be. Alimin sineması da ibadet değil miydi?

Eyy film ağacı, Allah kabul etsin.

Ahmet Abi, duamızın filmini yapmayı nasıl başardın? Amin abi, amin. Uzun metraç, inşallah.

Duası kabul olduktan sonra aramızdan ayrılmıştı Ahmet Uluçay. Sinemamızın en cins adamlarındandı. Hayatı sinemaydı. Sineması hayattı. Kısa filmleri öylesine özeldi ki, hepimizindi. Yumurta kabuğundan Hıdırellez duasına, rüyasına ve hülyasına hayran kaldığım Ahmet Abi…

‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ın sıcaklığını yumurta kabuğundan sinema perdesi yapmaktan aldığını geç anladık. Tim Burton izledi mi filmlerini bilmem. Fekat kopya çektiği kesin. Zaten bütün filmler bir film için yapılmıyor mu? Bütün kitapların bir kitap için yazıldığı gibi… Peki, hangi film?

Kısa filmlerinin arayışı buydu muhakkak.

Bir ‘Hû’ ne kapılar açar, sen bilirdin. Bildirdin. Bir çift ayakkabının istikameti deneyselliğinde, gölgelerin gücü adına rücû imgeselliğinde, belgeselliğinde, simgeselliğinde, düşselliğinde ve illaki sende…

Şimdi sen esas filmin post prodüksiyon aşamasındasın. Yükün çoğunu hafiflettin. Yeri göğü inleten popüler kültürün mahkumu, mahdumu zamane sinemasının hayatta kalmasını sağlayan nadide teneffüslerden biriydin.