Marsilya, Kurtuba, Paris hattında müslüman bir “Don Kişot”

 Marsilya, Kurtuba, Paris hattında müslüman bir “Don Kişot”

Siyonizmin baş algı aparatlarından Wikipedia’ya baktığımızda şöyle bir bilgi notu düşer önümüze: “7 Ekim 2023 tarihinde HAMAS militanları, İsrail’e yönelik sürpriz bir saldırının parçası olarak Gazze Şeridi ile sınır çitine yakın bir İsrail moşavı olan Netiv HaAsara’ya saldırdı. Militanlar, bazı durumlarda aynı ailenin üyeleri de dâhil olmak üzere en az 20 kişiyi öldürdü.”

İsrail, Batılı/taraflı kaynaklarca servis edilen bu tür haberlerin hemen ardından Gazze’yi haritadan silmek üzere “savaş durumu alarmı” verdi ve soykırıma başladı. İsrail Başbakanı, elinde sapan, taş ve duadan başka silahı olmayan savunmasız bir halka karşı yürüttüğü acımasız saldırı için “savaştayız ve biz kazanacağız” diyerek, dünyanın dört bir yanına yayılmış Yahudi lobisinin (başta ABD olmak üzere) desteğini de alarak soykırım harekâtını derinleştirdi.  Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere on binlerce masumu; yüz binlerce insanı ise meçhul bir geleceğe doğru sürdü.

Yahudilere vatan projesi

Ama aslında olan ne idi:

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkınca kontrolü altındaki Filistin toprakları sahipsiz kaldı. Sahipsiz kaldı demek pek doğru olmaz zira bir Yahudi devleti kurmak üzere bölgeye gelen ve acımasız bir politika uygulayan İngilizler, Filistin’in ‘yeni sahibi’ oldu. Çoğunluğu Araplardan oluşan, aralarında Yahudi azınlığın da olduğu Filistin bir huzur beldesi idi. ‘Uluslararası toplum’, Filistin’de Yahudiler için bir ‘vatan’ kurma görevini İngiltere’ye vermiş, Osmanlı bölgeden çekilince bu proje hız kazanmıştı. Filistinliler ve birçok Arap ülkesinin karşı çıkmasına rağmen İngilizler bir Yahudi devleti kurulması için bütün tuşlara basmıştı. Yahudiler azınlık olmasına rağmen dünyaya yayılmış sahiplerinin desteğiyle gerilimi tırmandırıyor, İngilizler de çatışmalar için zemin hazırlıyordu.

1920’lerden itibaren işin rengi belli olmaya başlamıştı. İngilizler ellerinden geleni yapmış, Yahudileri vatan sahibi yapmak için devreye İkinci Dünya Savaşı sokulmuştu. Çoğunluğu Almanya’da yaşayan Yahudiler, Hitler zulmünden kaçacak, dünyanın dört bir yanına yayılacak, dünya kamuoyunu mağdur olduklarına inandıracak ve Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurulması için baskılar artacaktı. Nitekim Hitler zulmünden kaçan Yahudilerin bu durumu Filistin’de yaşayan iki toplumu karşı karşıya getirdi.

Yahudiler ve Araplar arasındaki şiddetin yanı sıra İngiliz yönetimine karşı da -güyâ- şiddet arttı. 1947’de Birleşmiş Milletler (BM), Filistin’in bölünmesini kararlaştırdı ve Yahudilerle Arapların iki ayrı devlet olduğunu ilan etti. Sağolsunlar (!) üç kutsal dinin ortak mirası olan Kudüs’e, hiçbir zaman itibar edilmeyen özel bir statü bağışladılar!

El Nakba’dan bugüne…

Yahudiler, küçük bir azınlık oldukları halde Filistin’in yarısından fazlasının sahibi olmuştu. Hem de BM eliyle… Bu karar Yahudiler arasında sevinçle karşılansa da Araplar tarafından kabul edilemezdi. Öyle de oldu. Çatışmalar başladı. Bugün olduğu gibi dünyanın desteğini arkasına alan Yahudi yer altı örgütü Haganah “İsrail Bağımsızlık Savaşı”nı başlatmıştı. Sorunu çözemeyen, daha doğrusu çözülmesini istemeyen İngilizler 1948’de Filistin’i terk etti. Yahudi liderler hemen ardından bağımsız İsrail devletinin kurulduğunu duyurdu. Son İngiliz birliğinin Filistin’den çıktığı gün olan 15 Mayıs’ta karar yürürlüğe girdi. O gün Yahudiler için İsrail’in kuruluşu olarak kayıtlara geçti ancak öz vatanları ellerinden alınmış savunmasız, sahipsiz Filistinliler için ‘Felaket Günü’ (El Nakba) olmuştu. Bir tarafta çatışmalar sürerken büyük bir Yahudi göçü başlamıştı. İsrail, uluslararası siyasî destek, açıktan silah yardımı ve dünyayı yöneten Siyonist çete tarafından topraklarını her geçen gün büyütürken milyonlarca Filistinli Batı Şeria ve Gazze şeridine itilerek adeta yok olmaya mahkûm edildi.

Bir asırdır devam eden soykırımı, bugün, güncel hadiselerden bakarak yorumlamak fotoğraf karesinin sadece bir kesimini görmemizi sağlar. Oysa bu trajedi, insanlığın 20. ve 21. yüzyılına sürülmüş en büyük lekelerden biri olarak vicdanları sızlatmaktadır.

Garaudy’nin Filistin isyanı

Bu girizgaha neden ihtiyaç duyuldu? Anlatalım…

‘El Nakba’, 1967’deki ‘6 Gün Savaşı’, BM’nin Siyonizm lehine oynadığı tiyatro ve Batı dünyasının körlüğüne yakından şahit olmuş, 99 yıllık ömrünün son dönemlerinde (69 yaşında İslâm’le şereflenmiştir) boyunca bu trajediye en yüksek sesle itiraz etmiş olan Roger Garaudy’yi anlayabilmek için…

Roger Garaudy, ‘Müslüman Fransız düşünürü’ olarak kayıtlara geçmiştir. Bir asra yaklaşan çalkantılı ömrünün en verimli dönemlerinde bir kalıp haline getirilip dünyaya yutturulmaya çalışılan felsefî yaklaşımlara, siyasî tanımlara, menfaate dayalı yer göstermelere karşı tezler geliştirmiş, düşündüklerini açıkça söylemiş ve yazmıştır. O sebeple, yerden yere vurduğu siyasî Siyonizm tarafından yok edilmeye çalışılmış, her çıktığı yolda önü kesilmiş bir aydındır.

Ona göre dinî Siyonizmle siyasî Siyonizm aynı şey değildir. İlki terörize bir siyasî harekettir ve 1948’den bu yana Filistin ve çevresinde çok büyük acılar yaşatmıştır. Dinî Siyonizm ise zararsızdır; öyle tarif eder. Diğer dinleri rahatsız edici bir yanı yoktur.

Siyasî Siyonizm üzerine yazdığı kitapları, onun ülkemizde tanınmasına öncülük eden gazeteci ve mütercim Cemal Aydın tarafından dilimize kazandırılmıştır. “İlahi Mesajlar Toprağı Filistin”, “Siyonizm Dosyası” ile “İsrail, Mitler ve Terör” isimli kitaplarından sonra ülkesi Fransa başta olmak üzere Batı dünyasında ağır eleştirilere, hakaretlere maruz kalan hatta cezalandırılan Garaudy adeta yok sayılmıştır. Eserleri tanıtılmamış, yazıları yayımlanmamış, üzerindeki baskı nedeniyle yayınevleri kitaplarını basmamış ve hatta Nazilikle bile suçlanmıştır! İşin garibi, bugün bile birçok ülkede yasaklı yazar listesindedir.

Siyonizme dokunulamaz mı?

“Siyonizm Dosyası” isimli kitabının bir yerinde şöyle diyor yazar:

“Dokunulmaz bir meseleyi ele alıyoruz: Siyonizm ve İsrail devleti. Bugün Fransa’da Katolik inancı eleştirilebilir. Marksizm konuşulabilir. Ateizm tartışılabilir. Milliyetçilik ele alınabilir. Sovyetler Birliği’nin rejimi yere vurulabilir. ABD ve Güney Afrika’nın yönetim biçimleri suçlanabilir. Yahut anarşi veya monarşi taraflısı olmak da mümkündür. Bütün bunları yaparken insan, normal bir tartışma veya çekişmenin ötesinde hiçbir riske katlanmak zorunda değildir. Ancak Siyonizm konusu ortaya çıktığında dünya bir anda değişmektedir. Bu çizgiden sonra düşünen insan, edebiyatı gerilerde bırakır ve suç-ceza alanına girer. Fransa’da 29 Temmuz 1881 tarihli bir yasa, bir insanı bir etnik gruba, bir ırka veya belirli bir dine mensup olduğu için kötülemeyi yasaklamaktadır. Dolayısıyla İsrail devletinin politikasını veya siyasî Siyonizmi konu edinen bir kişi, mahkeme kapılarında beklemeyi de göze almalıdır.
İsrail devletini temelden tenkit etme -dikkat edilsin temelden kelimesini kullandım, cinayet sayılabilecek şu veya bu, tek kalmış olaylar değil- yani siyasî Siyonizm temelinde kurulmuş bir devletin incelemeye kalkışmak derhal Nazilikle suçlanmanın ve neticede ölümle tehdit edilmenin en emin yoludur.”

Hayatını değiştiren kamp

17 Temmuz 1913’te Marsilya’da dünyaya gelen Roger Garaudy, ateist bir ailenin evladı olmasına rağmen ergenlik yıllarında Hristiyanlığı benimser. Benimser, çünkü kendini dindar biri olarak görmez. Sadece, ‘hayatının bir anlamı olmasını arzuladığı’ için böyle bir karar verir.

Bir süre, Protestan Gençlik Teşkilatı Başkanlığı görevini üstlenmiştir. 1933’te, ‘komünizmi yoksullara sahip çıkan bir sistem’ olarak görüp Komünist Partisi’nin gençlik kollarına katılmış, otuz yedi yıl boyunca partinin çeşitli kademelerinde çalışmıştır: “Her türlü riski göze alarak seçilecek yol bize bırakılmıştır. Benim için bu yol militanlığı seçmek oldu. Ve gönlü Hz. İsa ile dolu dolu Marksist oldum.”

Henüz 20 yaşında, 1933’te Komünist Partisi’ne girer ve ilk olarak partinin gençlik kollarında etkin çalışmalar yapar. Konferansları, hazırladığı bildiriler ve etkili hitabeti ile dikkatleri çeken Garaudy, 37 yıl boyunca partinin farklı kademelerinde görev alır. İkinci Dünya Savaşı sırasında gösterdiği başarılı çalışmalar nedeniyle ‘şükran madalyası’ verilen bu ateşli hatip, ülkesinin Almanlarla yaptığı anlaşmaya karşı geldiği için o yıllarda Fransız sömürgesi olan Cezayir’e sürgüne gönderilir ve üç yıla yakın hapis ve kamp hayatı yaşar. Orada da protesttir. Kamp görevlisi askerin emirlerine karşı geldiği gerekçesiyle kurşuna dizilerek idamına karar verilir ancak ‘vur’ emri verilen Müslüman askerler bu görevi reddederler. Gerekçeleri, “dinî inancımıza göre silahsız birine ateş edemeyiz”dir.

Savaş bittikten sonra ülkesine döner. Zihni, Doğu-Batı medeniyetleri arasında sıkışmış, kendine yol arayan insanla meşguldür. Sorbonne Üniversitesi’nde aldığı eğitimden de rahatsızdır çünkü bu eğitim tek taraflıdır. Kendi dışında kimseye itibar etmemektedir.

Gençliğinden itibaren bir arayıştadır aslında. Batının dayattığı düzeni sorgulamaya o yıllarda başlamıştır:

Kültür mü? O bana uydurma bir soy kütüğü, sahte bir bilinç veriyor… Kültürün dünyası ne kadar güzel. Bana bir gelecek veremediği için, bir geçmiş sunuyor. İşlerin ve düşlerin, kültürlerin ve dinlerin tarihini ve bütün bunları çarpıtarak, imparatorlukların ve onların savaşlarının tarihini…”

İslâm’la tamamlanmak…

Gençliğinde zaten “Sisifos yerine Don Kişot olmayı seçmesi”nin, “Don Kişot- Yaşanmış Şiir” isimli bir kitap kaleme almasının nedeni de “insanın metafizik boyuta erişebilme mücadelesinin” bir parçasıdır.

Bu fikirleri, Cezayir’de kaldığı süre içinde daha da netleşmiştir. Dünyanın kaynakları bütün insanlığa yetebilir. Kapitalizme, emek sömürüsüne, gayrı adil mücadelelere gerek yoktur. Haktan, adaletten, emekten yanadır. İslâm’la şereflenmesinin (2 Temmuz 1982, Cenevre) altında da bu yatmaktadır. Önce, kendisini kurşuna dizmek için görevlendirilen askerlerin asil duruşu, ardından, İslâm’ın öngördüğü hayat nizamı… İslâm, Batı’nın tersine adalet, sevgi, barış, hakça paylaşımı öncelemekte; bu yönüyle de ebedî saadeti göstermektedir. “Egemenlerin ideolojisine karşı, ezilenlerin yanında olmak” için çıkmıştır bu kutlu yola: “Demek ki İslâm, benim hayatımda bir kopuş olarak değil, bir tamamlanış olarak gözükür.”

İsyandan başka bir saadete ve isyandan başka bir sevgiye inanamaz oldum” sözü hayatının da dönüm noktasına işaret eder. Öylesine ağır bedeller ödemektedir ki, Fransa’dan gitmeyi bile düşünmektedir. Fakat Fransa’da kalıp mücadele etmelidir. Bunun da yolu siyasettir. 1962’ye kadar zaman zaman milletvekilliği, senatörlük ve meclis başkan vekilliği yapan (16 yıl parlamentoda kalmıştır), üniversitelerde hocalık görevleri ifa eden; bütün eleştirilere, hakaretlere, cezalandırmalara rağmen konferansları ve yazıları ile kısa sürede dünyanın dikkatini çeken Garaudy’yi yoğuranlardan biri de Maurice Blondel olmuştur. Öğrencilik yıllarında konferanslarını takip ettiği Blondel dışında, filozof Gaston Bachelard da üzerinde derin etki bırakmıştır. Sorbonne Üniversitesi ile Moskova Bilimler Akademisi’nden felsefe alanında doktor, ardından felsefe ve estetik alanlarında da profesör unvanı almıştır. İngilizce, Almanca ve Rusça dillerine akademik düzeyde hâkimdir. 

Sadece hakikatin izinde

1970’ten sonra bambaşka bir yoğunluğa girmiştir. Özellikle İspanya’nın Endülüs bölgesine karşı özel bir ilgi beslemeye başlamış, Kurtuba’da bir ev almış ve çalışmalarının bir bölümünü bu oldukça mütevazı evde yürütmüştür. Daha çok düşünmeye, kitap yazmaya başlamıştır. Fakirleştirilen ve siyaseten yoksul bırakılan, adına üçüncü dünya ülkeleri adı verilen bölgelere yoğunlaşmıştır. Medeniyetler Diyaloğu Enstitüsü’nü kurmuş ve Paris, Kurtuba, Cenevre, Tahran gibi şehirlere enstitünün şubelerini açmıştır. Ömrünün kalan bölümünde insanlığın kurtuluşu için mücadele eden Garaudy’nin özellikle siyasî Siyonizm ve mazlum Filistin halkı üzerine ortaya koyduğu tezler, eleştiriler ve hakikatler yukarıda da değindiğimiz üzere geniş bir alaka görmüştür.

Devrimci bir ruhla hakkın ve hakikatin yanında duran Garaudy, dünya yolculuğu 13 Haziran 2012’de, Paris’te sona ermiştir.

Vefatına kadar sürekli araştırmış, düşünmüş, yazmış ve konuşmuştur. Seksene yakın kitap, binlerce makaleye imza atmıştır. Vakıflar ve enstitüler kurmuş, üniversiteler açmış, Afrika kültürünü anlatan ve bizzat yönettiği uzun metrajlı bir filme imza atmış, İspanya’da bir televizyon kanalı için dizi yazmıştır. Hakkında en çok araştırma yapılan ve eser yazılan isimler arasındadır. O, Hegel’den Kierkegaard’a, Marks’tan Hz. İbrahim’e (Kierkegaard ile birlikte, bizim küçük mantıklarımızın ve küçük ahlaklarımızın ötesinde, kavminin bütün normlarını kırdığı için görünürde çılgın olan İbrahim’inkine benzer kurbanların var olduğunu fark ettim) kadar çok geniş bir okuma ve anlama yolculuğunun siyaset ve felsefe düzleminden estetik bir boyuta yükselmesini şahsında ispat etmiş biridir: “Benim en büyük övüncüm, yirmi yaşımdaki hayallerime şu seksen dört yaşımda sâdık kalabilmiş olmamdır (…) Yön değiştirmelerim veya inanç değiştirişlerim, dönüşümlerim veya dönemeçlerim adı verilen şeyler, bir şartlanmışlıktan kurtuluşun aşamalarıdır: Her çok önemli karar, bir kısmîlikten kurtuluş anı olmuştur. Hayatım kopuşlardan oluşuyor. Bu kopmaların hiçbirine de esef etmiyorumZira hiçbiri, kendisinden öncekini inkâr değil, aksine bir sınırın aşılması oldu.”

Bugünden bakıldığında, her şeyi göze alarak çağıyla yüzleşme cesaretini gösteren Roger Garaudy’nin ‘kendini inşa süreci’ ve ortaya koyduğu kimlik, günümüzün korkak felsefecileri, akademisyenleri ve siyasetçileri için çok güçlü bir örnek olmalıdır. Bunun için onun sadece şu tespiti yeterlidir:

“Şunu söylüyor ve şuna inanıyorum: 20. ve 21. yüzyılın sorunlarını Kur’an’ın sonsuz ilhamına göre ele alıp çözmesi için bugün İslâm’ın bir aggiornamento’ya (güncelleştirilmeye) ihtiyacı vardır. Şunu söylüyor ve şunu haykırıyorum: Bugün İslâm’ın, yeni bir tarihi safhada, o ilk sosyal adalet ihtiyacını yeniden duyması için ‘kurtuluş ilahiyatı’na ihtiyacı vardır. İslâm’ın, kendisini ‘halkın afyonu’ yapan prenslerin ve onların ulemasının İslâm’ına karşılık, yeniden yoksulların İslâm’ı olmaya ihtiyacı vardır.”

ROGER GARAUDY KİTAPLIĞI

İnsanlığın Medeniyet Destanı

İslâm’ın Aynası Camiler

İslâm ve İnsanlığın Geleceği

Hatıralar

İslâm’ın Vâdettikleri

Geleceğimizde İslâm Var

İlahi Mesajlar Toprağı Filistin

İsrail Sorunu- Siyasî Siyonizm

İsrail, Mitler ve Terör

Çöküşün Öncüsü ABD

Amerikan Efsanesi- ABD’nin Dünyayı Yönetme Felsefesi

Medeniyetler Diyaloğu
Entegrizm

Kafka

Siyonizm Dünyası

Endülüs’te İslâm

Yobazlıklar

Yaşayanlara Çağrı

İslâm Dünyasının Yükseliş ve Çöküşleri

Özcan Ünlü

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir