Hayata ve ölüme gülümseyen adam: İsmail Haniye
- Portre
Özcan Ünlü
- 31 Temmuz 2025
- 0
- 156
- 28 minutes read

Allah yolunda, Filistin ve ümmetin onuru için şehitliğe hazırız. Biz ya hür yaşayacağız ya da şehit olarak öleceğiz.
İsmail Haniye
1.
O günlerde oturduğum mahallenin çok güzel bir parkı vardı. Akşamları kitabımı alır, sessiz bir köşede tefekküre dalardım. Gelip geçenleri izlerdim çoğu zaman. Yüzlerce insan. Hepsi farklı boyda, kiloda, göz rengine sahip. Kimi esmer, kimi kumral, kimi ela. Çocuklar bir de. Yürüdüklerinde adımlarından çiçekler fışkıran. Gülünce güneşe temenna çektiren. Ağlayınca bulutları tepemize indiren çocuklar. Kadınlar ve adamlar. Gelip geçerken bir hikâye anlatır gibi idiler. Bakışlarından, sekişlerinden, şakımalarından, ıslıklarından.. hangi halet-i ruhiye içinde olduklarını sanki kendileri ile birlikte yürüyen insanlara duyurmak ister gibi…
Yine böyle bir gün. Bir bankta oturuyorum. Elimdeki kitaba henüz başlayabilmiş değilim. Zira bir toz bulutu gibi yokuş yukarı tırmanan bir grup insan. Uzun boylu olduklarını yaklaştıkça anlıyorum. Bu koyu ve siyah giysili adamlar bana doğru yaklaştıkça birilerine refakat ettiklerini bildirmek ister gibi etrafı tarıyorlar. Herkese şüpheyle bakıyorlar. Ve evet.. Grubun tam ortasından havaya kalkmış, yüksekçe yerlerde oturanları selamlayan bir el… Garip. Benim bu huzur vadimde, böylesi koruma ordusuyla gezen ve üstelik herkesin tanıdığı bu elin sahibi kim ola? Yaklaşıyor kalabalık. Merakla ayağa kalkıyorum. Boyum onların her birinden en az 20 santim daha kısa. Merakla, uzun bacakları ve kalın gövdeleriyle korudukları kişiyi görmeye çalışıyorum. Nihayet, görüyorum da; dudaklarının kenarına çok sevimli bir tebessüm yerleştirmiş, kısa ve beyaz sakalıyla mükâfatlandırdığı çehresiyle etrafa selam veren uzun boylu bu adam, o insan… İsmail Haniye!
Kalabalık duruyor.
İsmail Haniye duruyor.
Ben duruyorum.
Bir kadın sesleniyor:
“mrhban bik sidi, laqad jalabat li alsaeadatu!”
Yüzündeki tebessüm gölgeleniyor. Kederli bir hâle bürünüyor dudakları. Belli ki tanıyor kendisine selam veren kadını. Kadın ve elinden tuttuğu oğlu benim yanıma doğru geliyor. Tam önümde duruyor. Koruma ordusunu yaran İsmail Haniye eğilip çocuğun alnından öpüyor. Elini saçlarında gezdiriyor. Onunla Arapça bir şeyler konuşuyor. Sonra kadına dönüyor ve onunla konuşmaya başlıyor.
Bir ara göz göze geliyoruz. Gözlerinin içi de dâhil sakalları dâhil bütün yüzüne yayılan o sevimli tebessüm ile selam veriyor. Mukabele ediyorum. Elini uzatıyor, tokalaşıyoruz. Elimdeki kitaba bakıyor. Anlayıp anlamadığını bilmiyorum ama onaylar biçimde kafa sallıyor. Sonra korumalarına işaret veriyor. Birkaç adım çekiliyorlar. Biraz önce oturduğum banka oturuyor. El işareti ile yanına oturmamı rica ediyor. Garip bir an. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum. Çünkü Gazze’nin efsane ismi, Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı, büyük mücahid çıktığı yüzlerce metrelik akşam yürüyüşünde, hemen tam da benim önümde durmuş ve şimdi ikimiz ve o kıvırcık saçlı Filistinli çocuk aynı bankta oturuyoruz.
İngilizce konuşuyoruz birkaç kelime. Kimiz, ne yapıyoruz, memleket meseleleri… Sonra yardımcılarından biri gelip müdahale ediyor konuşmaya, ben Türkçe o Arapça konuşmaya başlıyoruz.
Gazeteci olduğumu, Filistin davası ile ilgili pek çok yazı yazdığımı, şiirlerimi, dostlarımın ümmetin en yaralı parçası olan Filistin ve özellikle Gazze için taşıdığı duyarlılığı filan anlatıyorum. Dinliyor. Koca cüssesi bir anda sarsılıyor. Dudaklarını ısırıyor fakat gizleyemiyor daha fazla. İki damla yaş yuvarlanıyor iki gözünden. Yanaklarından, beyaz sakallarının ardından çenesinde toplanıyor ve dizlerine düşüyor. Yaklaşık çeyrek saat süren sohbetimiz böyle devam ediyor. Usulca ayağa kalkıyor ve omuzlarımdan tutarak kendine çekiyor. Kucaklıyor sıkıca. Birlikte ağlıyoruz. Dilinden “Canımız, kanımız, ailemiz, her şeyimiz Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya feda olsun. Görüyoruz ki Kudüs fedailerinin sayısı her geçen gün artıyor. Allah sizlerden, Gazze dostlarından, Filistin dostlarından razı olsun” cümleleri dökülüyor.
Bu beyaz karşılaşmanın üzerinden dört yıl geçiyor. Hep duamda ve kalbimde olan İsmail Haniye’nin alçak bir saldırı ile şehit olduğu haberini alıyorum. Dünya bir kez daha yıkılıyor başıma. Öfkem bin misli daha büyüyor…
2.
İslami Direniş Hareketi (Hamas), ümmetin, insanlığın vicdanına ‘sağlama’ yaptıran en büyük hazinesi. Kurulduğu 1980’lerin sonundan itibaren büyük kayıplar vermiş ve derin sınavlardan geçmiş olmasına rağmen sadece bazı İslâm ülkelerinde değil, bugün bütün dünyada saygınlık uyandıran bir direniş destanı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nden farklı olarak ümmetin namusu olan/olması gereken Filistin konusunda bütün varlığını ortaya koymuş olan bir hareket. Şura Konseyi, Siyasi Bürosu ve son yıllarda adından sıkça söz ettiren silahlı kanadı İzzettin El Kassam Tugayları ile Siyonist-Evanjelist Yenidünya Düzeni’ne kök söktüren, ‘judeo-Hristiyan İttifakı’na diz çöktüren Hamas’ın mücadelesi aynı zamanda ümmetin yeni motivasyonu, dibe vurmuş insanlığı kendine getirme manifestosudur.
Kurucu Şura Konseyi Başkanı Şeyh Ahmed Yasin’den (1936-2004, görev süresi 1987-2004), görevi ondan devralan Abdülaziz el-Rantisi’ye (1947-2004, görev süresi sadece 26 gün) ve sonrasında Usame Manzini ile Muhammed İsmail Derviş’e kadar…
Siyasi Büro Başkanları Musa Ebu Merzuk (1951, görev süresi 1992-1996), Halid Meşal (1956, görev süresi 1996-2017), İsmail Haniye (1962-2024, görev süresi 2017-2024), Yahya Sinvar (1962-2024, görev süresi sadece 71 gün) ve bugün Geçici Komite Liderliği ile…
Salih el-Aruri’den Salah Şehade’ye, Muhammed Deif’ten İzzeddin el-Haddad’a kadar kahraman askerlerin görev aldığı İzzeddin El Kassam Tugayları ile bu motivasyon bugün insanlığa unuttuğu kadîm değerleri öğretmektedir.
3.
İsrail, bütün dünyanın nefretini bir kez daha Siyonist Yahudilerin üzerine topladı. Hamas’ın, Gazze Şeridi’ne yakın Netiv HaAsara bölgesine bir saldırı düzenlediğini, onlarca kişiyi öldürdüğünü bütün dünyaya küresel ölçekte yayın kuruluşlarını da kullanarak yayan Siyonist yönetim, oluşturduğu algı ile rüzgârı arkasına alıp başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere Gazze’ye ölüm yağdırmaya başladı. Hedef Hamas değil, Gazze Şeridi’nde yıllardır kıstırılmış halde yaşayan 2 buçuk milyona yakın savunmasız Filistinliler idi. Hamas hedef değildi doğrudan bunu sonradan kendileri de itiraf etti. Yahudi lobisinin büyük maddi desteği ile ABD’de seçimleri ikinci kez kazanan Trump’ın yaptığı, “Gazze’yi yeni Beyrut yapalım” açıklaması ve ardından Gazze Şeridi’ne ilişkin hazırlattığı maket/model dünya basınına servis edildi. Trump’tan önce başkanlık koltuğunda oturan ‘bunak’ başkan Biden’ın, dünyayı umursamadan İsrail’e yağdırdığı silah ve asker yardımı ile bir mahalle büyüklüğünde olan Gazze yerle bir edilmeye başlandı. Aynı zamanlarda Suriye’deki YPG unsurları da ‘eğit-donat’ projesi ile gelecek büyük savaşa hazırlandı. Binlerce tır silahla teçhiz edilen teröristler, İsrail’in Gazze’den sonraki yeni hedefinin yolunu açmak için Suriye’nin kuzeyinde en üst seviyede eğitilmeye başlandı. Hamas’ı çökertme bahanesiyle sürdürülen kazıma ve yok etme operasyonu sırasında yüz bine yakın insan katledildi. Evler havadan bombalandı. Okullar bombalandı. Hastaneler bombalandı. Gazze’de garantör olması gereken Birleşmiş Milletler unsurlarına bile ateş açıldı ve fakat bu konuyla ilgili tek bir tepki, itiraz, karşı saldırı yapılmadı. Gazze, dünya siyasetinin umurunda olmadı. Kudüs bütün insanlığın ortak mirası olmasına rağmen Hristiyan devlet adamları seslerini çıkarmadı. Hatta Yahudileri kıyma makineleri ile doğrayan, sabun fabrikalarında eriten Almanya, soykırımcı İsrail’e en büyük desteği veren Avrupa ülkesi oldu. Onlar böyle yaptı da namusları elden gitmekte olan ümmetin sözde devletleri, devletçikleri ve onların satılmış koltuk sahipleri farklı bir şey mi yaptı? Hayır! Gazze yanarken, on binlerce insan bombalardan, kurşunlardan tanklardan kurtulup açlıktan ölürken onlar ne yaptı? Kâbe’nin hemen yakınlarında kurdukları kocaman eğlence çadırlarında milyon dolarlar ödeyerek konserler düzenledi. Kureyş döneminin azgınları gibi eğlendi ve Filistin’e destek veren Müslümanların vicdanları ile alay ettiler.
4.
Hayatı boyunca doğduğu topraklara sadık kalan, milletinin davasını ailesinin bile önünde gören İsmail Haniye, işte böyle bir kaosun ortasında yine elini kaldırdı. Katar’dan Türkiye’ye, Saraybosna’dan Sana’ya.. Bütün İslâm âleminin ve bütün insanlığın dikkatini Gazze’deki soykırıma, Siyonist alçaklığa çekmek için kapı kapı dolaştı. Sonsuz imkânlarla bütün dünya medyasını satın alan Siyonist akılla savaştı. Soykırımın henüz başında devrede olan cep telefonları ile sesini dünyaya duyurmaya çalıştı. Yanık yüreğini de alıp gittiği İran’da, hem de Tahran’ın merkezinde ateşlenen bir Siyonist füze ile katledildi. Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin’in ofis sorumluluğundan Gazze’nin seçilmiş ilk başbakanı olma gururuna kadar büyük bir liderlik özelliği sergileyen İsmail Haniye, İsrail’in Filistin işgaline karşı “savunma hakkı”na sahip olduğu düşüncesi ile başlattığı hareketini, “Barış ancak işgalin bitmesiyle mümkündür” felsefesine oturtmuştu. Gazze’deki toplumsal dengeleri korurken bütün dünyayı, Siyonist anlatı retoriği olan ‘radikal’ bir eylemci grup olmadıkları, bir ‘ulusal direniş hareketi’ oldukları noktasında ikna etme gayretinde bulundu: “Hamas ne savaş ister ne de teslimiyet. Onurumuzu, kutsallarımızı ve halkımızı korumak için şehit olmak pahasına direniriz.”
5.
1963’te, Gazze şeridindeki eş-Şati Mülteci Kampı’nda doğan İsmail Abdusselam Ahmed Heniye’nin ailesi, 1948’deki Siyonist işgali sırasında bugün İsrail sınırları içinde olan Aşkelon-Askalan’dan Gazze’ye göç etmişlerdi. BM gözetiminde yaşanan ‘Büyük Felaket’ sırasında kurtarabildiği kadar eşyasını alarak tampon bölgelere yerleşebilen ‘şanslı’ ailelerdendi onlar. Kamp hayatı yokluk demekti. BM’nin verdiği eğitim, BM’nin verdiği ekmek-yemek, BM’nin öngördüğü şartlarla hayata tutunmaya çalışıyorlardı. İsmail Haniye, yaşadıklarının farkında bir çocuktu. Ailesinin acıları ona kalan en büyük mirastı. Büyüdü. Başarılı bir öğrenci oldu. Gazze İslam Üniversitesi’nde Arap Edebiyatı Bölümü’ne (1981) girdi. Hayatının dönüm noktası bu okul olmuştu. Müslüman Kardeşler’le tanışmış, 1985-86 yıllarında da öğrenci konseyinin başkanlığı görevi kendisine verilmişti. Güzel futbol oynuyordu. İslam Derneği Futbol Takımı’nın da orta saha oyuncusu idi.
Her şeye rağmen hayat devam ediyordu. Arkadaşları ile iyi anlaşıyor. Futbolda başarılara imza atıyor, dersleri iyi gidiyordu. 1987 yılının Aralık ayında ilk İntifada hareketi başlamıştı. İçinde büyüyen ateş onu da göstericilerin arasına savurdu. Yüksek bir mücadele kabiliyeti vardı. Protestocuların ön safında idi. Bu görünürlük onu gelecekte Hamas’ın kilit isimlerinden biri yapacaktı ve nitekim 1987 tarihi aynı zamanda Şeyh Ahmed Yasin’in liderliğinde Hamas’ın kuruluş tarihi oldu. Hamas, Arapça’da “gayret”, “güç” veya “cesaret” anlamına geliyordu. Aslında ilk tohumları 1950’lerde atılmıştı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler’den etkilenen gençler arasında koza gibi örülen hareket ancak 37 yıl sonra ete-kemiğe bürünüyordu.
Gözde delikanlı İsmail Haniye de Şeyh Yasin’in yanında örgütlenen gençler arasında oldu. Bu yakınlık bir yıl sonra onu Hamas lideri ile daha sıkı işbirliğine götürecekti. Fakat beklediği şeyler de olmaya başlamıştı. Şeyh Yasin’le birlikte hareket ettiği ve İntifada’ya katıldığı gerekçesiyle 1987’de 18 gün hapis cezası aldı. Hemen bir yıl sonra altı ay, 1989’da ise İsrail makamları tarafından üç yıl hapisle cezalandırıldı. Bu da yetmedi, 1992’de tahliye edilir edilmez, Siyonistler tarafından İslâmi Cihad ve Hamas taraftarlığı nedeniyle listelenen 415 kişi ile birlikte İsrail-Lübnan arasında bulunan ‘sahipsiz topraklar’a (Merc’iz Zuhur) sürgüne gönderildi.
Bu sürgün aynı zamanda Hamas için bir rahmet oldu çünkü Hamas’ın felsefesi burada yazıldı. Hamas’ın Şeyh Ahmed Yasin’den sonraki Şura Konseyi Başkanı olacak Abdülaziz er-Rantisi, Mahmud Zahhar ve Aziz Duveyk gibi isimlerle yakın çalışma ve tartışma imkânı buldu. Bu birliktelik Hamas’ı dünya gündemine taşıyan ilk önemli hareket oldu. Yaklaşık bir yıl süren bu sürgünlüğün ardından Gazze’ye döndüğünde bir kahraman gibi karşılandı. Gazze İslâm Üniversitesi’nde dekanlık görevine atandı.
Şeyh Ahmed Yasin de tutuklanmıştı. Tekerlekli sandalyeye mahkûm olmasına rağmen İsrail’in zulmettiği bu asil insan davasından milim taviz vermeden cezasını çekmişti. 1997’deki takasla özgürlüğüne kavuşmuş ve Gazze’ye dönerek tekrar dava arkadaşlarını bir araya toplamayı başarmıştı. İsmail Haniye’nin cezaevi ve sürgündeki çabalarını yakınındakilerden işitmiş ve onu yanına almak istemişti. Teklifi hemen kabul eden İsmail Haniye, 1999’da başladığı ofis sorumluluğu (özel kalem müdürlüğü) görevini Şeyh Yasin’in şehit edildiği 22 Mart 2004 tarihine kadar sürdürdü.
Zaten İsrail’in ölüm listesinde olan, sürekli takip edilen İsmail Haniye’nen önlenemeyen yükselişi sürüyordu. Hatta tıpkı kendinden önceki Hamas yöneticilerine karşı gerçekleştirilen suikastlar onun için de düzenlenmeye başlamıştı ama o her seferinde bu saldırıları boşa çıkarmayı başarıyordu.
Yıl 2005’i gösteriyordu. Aralık ayında Filistin Yasama Konseyi seçimleri yapılmıştı. Fakat seçimler bir ay sonra tekrarlanmıştı. O sıralar Hamas’ın en önemli isimlerinden olan Halid Meşal Şam’da sürgün hayatı yaşadığı için listeye onun adı yazılmıştı. Seçimlerden büyük bir başarı ile çıkması hem İsrail hem de Batı tarafından -özellikle ABD- şaşkınlık ve ‘endişe’ ile karşılanmıştı. İsmail Haniye’nin bu başarısı onu hem Hamas hem de bölgesel aktörler açısından dikkatle takip edilmesi gereken bir konuma yükseltmişti. Bu başarının anlamı büyüktü çünkü yapılan seçimde 132 sandalyenin 74’ünü Hamas almıştı. İsrail ve ABD’nin karşı çıkmasına rağmen Filistin Başkanı Mahmud Abbas sonuca boyun eğerek seçimden bir ay sonra İsmail Haniye’yi başbakan olarak açıkladı. Olan olmuştu. Sonuçlarına katlanılacaktı. İsmail Haniye’nin tarihî zaferini hazmedemeyen Batılı ülkeler Filistin Yönetimi’ne karşı tutumlarını sertleştirdiler. Ekonomik yardımları askıya almaya başladılar. El Fetih ile Hamas arasında çatışmalar başladı ve giderek derinleşti. Hatta El Fetih’e bağlı bir grup İsmail Haniye’nin konvoyuna silahlı saldırıda bulundu.
Artık ipler kopma noktasına gelmişti. İlk yurtdışı gezisinden dönen Başbakan İsmail Haniye ve dava arkadaşları 14 Aralık 2006’da, büyük bir konvoyla Mısır’dan Gazze’ye girmek üzere iken büyük bir engelleme ile karşılaştı. Kapıya kadar gelen konvoy, İsrail’in baskısı ve Mısır’ın bu baskıdan korkarak Refah Sınır Kapısı’nı kapatmasıyla çaresiz kalmıştı. İsrail, İsmail Haniye’nin elindeki parayı Arap bankalarına yatırmasını emrediyordu. Fakat ekip bu emri dinlemeyeceğini belirterek direnişe geçti. Çatışma başladı. İsmail Haniye’nin yakın korumalarından biri hayatını kaybetmiş, Gazze ve Batı Şeria da karışmıştı.
Çatışmalar yaklaşık bir yıl sürdü. Baskılara boyun eğen Mahmud Abbas, İsmail Haniye’yi görevden aldığını açıkladı ancak bu kararın anayasaya aykırı olduğunu belirten muhatabı “Filistin halkına karşı olan ulusal sorumluluklarından vazgeçmeyeceğini” belirterek yönünü Gazze’ye döndü ve o tarihten sonra Gazze için bütün mesaisini harcamaya başladı. İsrail’in, evine düzenlediği saldırıdan kurtulmayı başaran İsmail Haniye, şimdi yeni bir görevi üzerine almıştı: Gazze şeridinde kurulan Hamas hükümetinin başbakanı idi.
İsrail, Mısır, bazı Batı ülkeleri ve özellikle ABD’den yeni yaptırımlar gelmeye başladı. İsrail baskılarını arttırdı. Her fırsatta Gazze’den kendilerine saldırı olduğu bahanesiyle deniz kenarına sıkışmış olan bir avuç insanı boğmanın yollarını aradı. Abluka derinleştirildi. İnsanî yardımların önü kesildi. Gazze’ye sık sık füze saldırısı başlattı. Okulları, hastaneleri vurdu. Hamas’ı “terör örgütü” olarak tanıtmak için büyük bir lobi faaliyetine girişti. Hamas’ın 2006’da kaçırdığı İsrailli asker Gilad Şalit’in serbest bırakılması karşılığında binden fazla Filistinli mahkûmu serbest bıraktırması Gazze tarihinin dönüm noktalarından biri oldu.
Bütün bunlar olurken Siyonist abluka, dikenli derinliği ile Filistin’i ve özellikle Gazze’yi boğmayı sürdürüyordu. İsmail Haniye, Hamas’ın en güçlü liderlerinden biri olmuştu olmasına fakat gösterdiği başarı alkışlanacak yerde düşmanlığa dönüşüyordu. 2014’te Batı Şeria ile Gazze arasındaki ayrılığın ortadan kalkması için kendini feda ederek görevinden istifa etti. Fakat bu da yetmedi…
6.
Eşi ve iki oğlunu da yanına alarak gittiği Hac vazifesini yerine getirdikten sonra yönünü Katar’a çeviren İsmail Haniye, Hamas’ın Doha’daki merkezine ulaştı. 6 Mayıs 2017’de İslâmî Direniş Hareketi Şura Konseyi’nce Hamas Siyasî Büro Başkanı seçildi.
Hamas bu tarihten itibaren başka bir mücadele yöntemini denemeye aldı. Daha proaktif, daha yüksek sesle, daha politik ve küresel sistemi rahatsız edecek bir dikkatle hareket etmeye başladı. İsmail Haniye, sadece Gazze’de değil, birçok İslâm ülkesinde saygın bir lider olarak saygı görüyordu. İsrail’in Hamas’la müzakereleri başlamıştı. Ancak uzakta olmak canını sıkıyordu. O yüzden yıllarca İsrail hapishanelerinde sistemli işkencelere maruz kalan, kardeşi olarak gördüğü Yahya Sinvar’a yeni bir görev yükledi ve Gazze’yi onun sorumluluğuna bıraktı. Yahya Sinvar’ın yanında ise İzzettin el-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed Deyf ile Mervan İsa vardı.
İsmail Haniye, rahat hareket etmeye başlamıştı. Filistin meselesine Gazze ölçeğinde bakmıyordu, böyle bakılmasını da istemiyordu. O sebeple sürekli hareket halinde idi. 2020’de Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmüş ve El Fetih yönetimi ile iletişime geçmek için yardım talep etmişti. Çünkü bir avuç kalan Filistin halkının birlikte hareket etmesi gerekiyordu. Batı Şeria ile farklı küçük kantonlarda yaşayan bütün kardeşleri ile Gazellilerin kucaklaşması, birlikte hareket etmesi gerekiyordu. 26 Temmuz 2023’te gerçekleşen tarihi zirvede Cumhurbaşkanı Erdoğan, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ile İsmail Haniye’yi tokalaştırdı. Bu gelişmeler olurken 2025’e kadar Hamas Siyasî Büro Başkanı olarak yeniden görev yapması karara bağlandı.
Hayatı boyunca, “ümmetin birliği”, “Kudüs”, “cihad”, “Filistin’in haklı davası” gibi kavramlar etrafında bir düşünce sistematiği geliştiren İsmail Haniye, “Gaspçı Siyonist hükümeti asla tanımayacağız ve Kudüs’ün kurtuluşuna kadar cihadî hareketimizi sürdüreceğiz” diyerek mücadelesinin ana fikrini açıkça ortaya koyuyordu. Onun barışçı, uzlaşmacı tavrı İsrail tarafından bir karşılık görmüyordu. Çünkü işgalci ve soykırımcı Siyonist zihniyet, Asya’dan Adriyatik’e kadar kendi hükümranlıkları altında yeni bir harita için çalışıyordu. İsrail’e karşı sesini yükseltirken aslında ABD’yi de hedef tahtasına oturtuyordu. Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de Müslümanlara karşı yürütülen soykırım ve zulüm faaliyetlerine karşı tutarlı bir çıkışı vardı. Müslümanların bu zulümlere karşı uyanık ve birlikte hareket etmesi gerektiğini bütün platformlarda haykırıyordu. Güçlü Sünnî kimliğine rağmen İran’la yürüttüğü diplomasi onun en yumuşak yanı idi. Hamas’ın Gazze’deki mücadelesine Hizbullah eliyle İran’ın “yardım etmesine” karşılık geliştirdiği bu ilişki ve hatta Kasım Süleymanî’nin cenazesine katılarak ondan “Kudüs şehidi” olarak söz etmesi kafaları karıştırıyordu. Belki de ABD tarafından 2018’de “küresel teröristler” listesine alınması onu İran’a “yaklaştırmıştı.”
İsrail, Hamas’a karşı büyük bir cadı avında idi. Hatta soykırımcı Netanyahu, “Her Hamas lideri ölü bir adam”dır diyerek onu hedef listesinin en başına yazmıştı. Aksa Tufanı saldırısının azmettiricisi hatta düzenleyicisi olarak mimlendi. Bu düşmanlık ve barbarlık 7 Ekim saldırılarında Haniye ailesinin yok edilmesi sürecini getirdi. Hava saldırılarında 13 çocuğu, kardeşleri, torunları ve ailesinden 60’a yakın insan katledildi. O büyük bir metanetle, “Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz. Çocuklarım Gazze’de kaldılar ve Gazze’yi terk etmediler. Tüm halkımız evlatlarının kanlarıyla büyük bir bedel ödüyor. Ben de onlardan biriyim. İsrail’e yıkımla, katliamla, yok etmeyle alamadığını müzakere masasında da almayacağını söylüyoruz. Oğullarımın kanı Gazze’deki şehit halkımızın kanından daha kıymetli değildir” diyerek kaderine teslim oldu.
Gazze’de insanlık tarihinin en iğrenç hadiseleri yaşanıyordu. Büyük bir kargaşa ve kaos vardı. Her gün binlerce insan katlediliyordu. Hastaneler, evler, okullar, camiler yerle bir ediliyordu. Bütün bunlar yaşanırken büyük bir güvenle her fırsatta ziyaret ettiği İran’da önemli bir siyasî gelişme yaşanmıştı. Seçimler yapılmış ve cumhurbaşkanlığı koltuğunu Mesud Pezeşkiyan kazanmıştı. Törene katılmak için Tahran’a doğru yola çıkmıştı ancak İran’da cirit atan MOSSAD ajanları da onu bekliyordu. Tören bitmiş, Devrim Muhafızları’na ait misafirhanede dinlenmeye çekilmişti. İran dinî lideri Hamaney’in konutuna çok yakın olan misafirhanede 31 Temmuz 2024 tarihinde, saat 02.00 sularında büyük bir patlama meydana gelmiş, Hamas’ın yiğit başkanı, Gazze’nin yiğit evlâdı, ümmetin gözbebeği İsmail Haniye, İsrail füzesi ile katledilmişti.
İsmail Haniye için Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen törende cenaze namazını Dünya Müslüman Âlimler Birliği Genel Başkanı Ali Muhyiddin el-Karadagi kıldırdı. Cenazeye Katar Emiri ile Türkiye’den TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın katıldı.
Aradan tam bir yıl geçti. Ne İran konuyla ilgili bir özeleştiri yaptı, ümmetten özür diledi ne de İsrail bu işi neden ve nasıl yaptığına dair uluslararası bir açıklama baskısına maruz bırakıldı.
İsmail Haniye’den geriye büyük bir miras kaldı; Filistin Davası…
Ve bir de…
Her biri bir mıh gibi zihnimize çakılmış veciz/didaktik sözleri:
“1948’den bu yana, 7 milyon Filistinli var. Bu yüzden güven ve sorumluluk duygusunu derinden hissediyoruz. Bu sorumluluğun bedelleri var ve biz bu bedellere hazırız.”
“Filistin uğruna, Allah için, bu ümmetin onuru için şehâdet. Kardeşlerimle birlikte bu sorumluluğu derinden hissediyoruz ve düşmanı daha güçlü karşılamak için gücümüzü inşa ediyoruz.”
“Biz ya hür yaşayacağız ya da şehit olarak öleceğiz.”