Portre

Generalin son cenneti

Hayatında bir tek tarih kitapçığı dahi okuduğu şüpheli bir başkanın, Şia’ya yeni bir milat sunmaktaki muradı ne olabilir? Şia tarihini bilen biri, şartlar hiç de bunu zaruri kılmazken, mersiyeci partizanlara en az bir asır dillerine pelesenk edecekleri şatafatlı bir kahraman-kurban figürü armağan eder mi? Mevhum hilafeti pek kısa sürmüş Ebubekir Bağdadî’yi vurmasının üstünden 70 gün […]

Hayatında bir tek tarih kitapçığı dahi okuduğu şüpheli bir başkanın, Şia’ya yeni bir milat sunmaktaki muradı ne olabilir? Şia tarihini bilen biri, şartlar hiç de bunu zaruri kılmazken, mersiyeci partizanlara en az bir asır dillerine pelesenk edecekleri şatafatlı bir kahraman-kurban figürü armağan eder mi? Mevhum hilafeti pek kısa sürmüş Ebubekir Bağdadî’yi vurmasının üstünden 70 gün bile geçmemişken. Ortadoğu namdar dağdağalı diyarda, sembol isimlerin art arda sahneden çekilişini müteakip, bir devrin sona erdiğini herkes az çok seziyordu. Süleymanî’nin hedef alınmasından sonra ise yeni bir devrin başladığını çok erken dillendirir olduk.

Dokunulmazlık

“Başkan’ın talimatıyla…” Alışık olmadık bir kalıpla, böyle açıkladı Pentagon. Operasyon insansız hava araçlarınca atılan 3 –“Katyuşa”?- füze ile gerçekleştirildi. Ertesi günün manşetini çoktan atmış, baskıya girmiş gazetelerin hepsini bir gece yarısı sürpriziyle çöpe attığını pekâlâ bilen bir kumanda masası tarafından.

Bağdat Havaalanı’na giden protokol yolunda alevler içinde kalan küçük konvoy “Irak’ın en güçlü adamı”nı taşımaktaydı. O kadar güçlü ki, Haşdi Şabi’nin ikinci adamı, Hizbullah Tugayları komutanının da oracıkta ölmüş olması neredeyse haber değer taşımadı bile. Devrim Muhafızı 4 subay ve Haşdi Şabi’nin birkaç üst düzey sorumlusunun mevta oluşu da.

Bu kadar üst düzey ismin, Bağdat gibi açık cephe denecek sıcak bir bölgede, daha geçen hafta ABD elçiliğini basmışlarken, aynı konvoyda hatta aynı araçta olması ancak rehavet veya aşırı özgüvenle izah edilebilir. Gelen bilgilere göre gece Şam’dan Beyrut’a geçmesi, oradan tarifeli bir uçakla seyahat etmesi, hatta yolcularla selfi çektirmesi, daha farklı kavramlarla bile izahı güç bir tablo. Gerçi Süleymanî, kendisine bağlı Iraklı güçlerin ABD ordusuyla çatıştığı günlerde bile Amerikan askerlerinin yanından rahat tavırlarla çok defalar geçmiş biri olmasıyla tanınıyor. Kendisinin muhtemelen konumu itibarıyla dokunulmaz olduğuna inanmış olsa gerek.

Özün özü

Filmin koptuğu yer burası. 22 yaşında genç bir militanken devrimi görme bahtına ermiş Süleymanî, devrimin özündeki Amerikan karşıtlığının özünü lâyıkıyla kavramış olmaya çok yakın ve yatkındı. İran İslam Cumhuriyeti ile ABD’nin arasındaki ilişkinin düşmanlık değil bütünlük olduğunu sezecek bir donanıma ve tecrübeye erkence sahip olmuştu. İran’daki yeni şahlığın bekası, Amerika’ya Ölüm! sloganının diri tutulmasına bağlıydı.

Bunca ideolojik lafazanlığa ve safsataya rağmen olmakta olan şey düşmanlık değil olsa olsa rekabetti. Velev ki ille de düşmanlık olarak tarif edilecek olsa bile stratejik değil taktikseldi. Topyekûn bir savaşa girmemek üzere zımni bir anlaşma alttan alta hep cariydi. Soğuk Savaş’ta iki kutuplu diye gösterilen düzen içinde topyekûn savaşı engelleyen mekanizmaların daima devrede olması gibi.

Düşmana karşı düşmanla

Süleymanî, zeki ve oyunu kurallarına göre oynayacak biriydi. Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün başına bu yüzden getirildi. 41 yaşında başladığı yeni görevinde en çok Afganistan ile meşgulken yolu Büyük Şeytan’la çok çabuk kesişecekti. Taliban’a karşı Farsça ve Şiilik üzerinden İran’ın oyun düzenini kurarken 11 Eylül mizanseni sahnedeki yerini aldı ve ABD kendi dünya düzenini kurmak için bölgeye yığınak yaptığında sahadaki operatörler, teorik düşmanın pratikte müttefik olduğu gerçeğini idrak ve ifadede, bir süre güçlük çekti. Kasım Süleymanî’nin adamlarının kafası daha netti.

Bombardıman başlamadan, ekimin ilk haftalarında, Cenevre’de meslektaşlarıyla heyet hâlinde buluşup Afganistan’la ilgili bilgi ve belgeleri cömertçe paylaştılar. Operasyonun esaslarını müzakere ederlerken bir düşmanlarına karşı diğer bir düşmanla işbirliği yapmıyorlardı. Düşmanlarına (Sünnilere) karşı rakipleriyle (Hıristiyan ve Yahudilerle) dayanışıyorlardı.

Ortaklık ilk semeresini verdi. Afganistan’da İran’ın vekilleri ABD’nin vekili oldu. Ücretlerini hem tümen hem de dolar olarak almalarında kimse için bir beis yoktu. Stratejik düşman bertaraf edilmiş, yeni düzende taraflar birbirleri için neler yapabileceğini daha iyi bihakkın görmüşlerdi.

Şer ekseni-Büyük şeytan

Bu uyumlu işbirliğini Irak’a taşımanın ne mahzuru vardı? Birlikte girdiler. Amerikan tankları ile İran’ın pikapları yan yana. Yıllardır Saddam’a karşı kendi saflarında savaşmış Iraklılardan kurulu Bedir Tugayları, Amerikan ordusunun temel dayanağını, Saddam devrildikten sonra da Irak ordusunun bel kemiğini teşkil edecekti.

ABD Irak’ta da İran’ın stratejik bir düşmanını tasfiye etmiş, orada da İran’ın stratejik dostlarını iktidara taşımıştı.  Süleymanî’nin General McChrystal ile veya Petraeus ile birebir görüşmesi şart değildi, şık da olmazdı. Devrimci Şii iletkenler bir onlarla bir kendisiyle görüşerek durumu idare edebilirlerdi. Amerika’ya Ölüm!?.. Sağlık olsun.

Afganistan’la ilgili müzakereleri yaptıkları Ryan Crocker 2007’de ABD’nin Bağdat büyükelçisi olmuştu ve işbirliği orada da gayet verimli ve uyumlu şekilde sürdürülmekteydi. Ne var ki iktidarın ve petrolün paylaşımı hususlarında sahada rekabet kızışmaktaydı. Şer Ekseni ve Büyük Şeytan söylemleri havada uçuşurken alınan mesafe az değildi.

Humeynî’nin mezarı üzerine yemin ederim ki

Süleymanî’nin Iraklı ve İranlı adamları düzenli olarak Amerikalılarla görüşüyordu. Kasım Süleymanî de bazen onlarla karşılaşmıyor değildi. İran’ın sadık bendelerinden Irak cumhurbaşkanı Talebanî’nin Kuzey Irak’taki evinde otururken içeri giriveren CIA yetkilisiyle tokalaşmaktan kaçınmamıştı mesela. İkisi de birbirinin kim olduğunu iyi biliyordu.

Talebanî çöpçatanlığa sonra da devam etti. Süleymanî, General Petraus’a onun telefonuyla bir yazılı mesaj yollayacaktı. “Sevgili General Petraus” diye başlayan mesaj, hiç de mütevazı olmayan bir edayla sürüyordu: “Bilmelisin ki Ben Kasım Süleymanî, İran’ın Irak, Lübnan, Gazze ve Afganistan siyasetinin kontrolü bendedir. Doğrusu Bağdat’taki büyükelçisi Kudüs Gücü mensubudur. Onun yerini alacak şahıs da Kudüs Gücü mensubu…”

Bu mağrur tonlama, Kerbela’da 5 Amerikan askerinin öldürülüşünün arkasında İran’ın olduğu zannını bertaraf etmek için bir girizgâhtan ibaretti. Süleymanî, olayın arkasında kendisinin olmadığını izah sadedinde dostça dil döküyordu: “Humeynî’nin mezarı üstüne yemin ederim ki ABD’ye karşı tek bir kurşun atılmasına izin vermiş değilim!..” Elbette ki yalan söylüyordu. Ve Kasım Süleymanî tam da buydu.

Beyrut’ta biraz meşguldüm de

Bu mesajlaşmalar ne ilkti ne son. WikiLeaks belgelerinde çıkan şu örnekte olduğu gibi: 2008’de Amerikan Ordusu Mehdi Ordusu’na karşı operasyon başlatmıştır. Mehdi Ordusu da misilleme olarak Yeşil Bölge’yi bombalamaktadır. Bunun üzerine Petraeus, Süleymanî’ye saldırıları durdurması için bir mesaj yollar. Süleymanî de cevabî mesajında “Saldırganları yakalaması için bir adam görevlendirdiğini” belirtir. Petraeus, Süleymanî’den “Hakiki bir şeytan” olarak bahsetmektedir ve onun bu dalaverelerine karşı şöyle der: “Ben Pazar günü doğdum ama bu son Pazar değil.”

Süleymanî’nin de mizah anlayışı fena değildir. 2006 yazında İsrail-Hizbullah savaşından iyi bir sonuçla çıkınca Amerikan kumandanına şöyle bir mesaj yolladığını dönemin Iraklı politikacılarından biri aktarmaktadır: “Umarım Bağdat’ta barış ve huzurun tadını çıkarmışsınızdır. Ben Beyrut’ta biraz meşguldüm de…”

Devrimci cehdi ile devlet adamlığı ciddiyeti

Resmi yorumlamak için dâhi olmak şart değil. ABD, kurduğu yeni oyun düzeninde İran’ı ön plana çıkardı. Çok net. Bunu bile isteye mi yaptı, yoksa şartların sürüklemesi ve İran’ın oyun becerisiyle bu sonuç kendiliğinden mi meydana geldi, tartışılabilir. Kasım Süleymanî, tam da böylesi bir evrede İran’ın ikinci adamı olarak anıldığı kudretli bir dönem geçirmekteydi ve sahadaki en sembolik isimdi. ABD’nin kendisine –hem ülkesine hem şahsına- böylesine bonkörce alan tanımış olmasını, şımartılmasını tam olarak nasıl yorumladı bilemiyoruz ancak rehavetinin ve özgüveninin sebeb i hikmetini daha iyi kavrayabilecek bir noktadayız.

Bu kadar parıldaması ABD icazeti ile de olsa kendisinde hiç parıltı olmadığı manasına gelmez. General üniforması altında istihbarat şefi ve hatta dışişleri bakanı yetkilerini elinde bulunduran adam, 20 yılda ülkesini yeniden Sasanî sınırlarına kadar genişletmeyi başarmak üzereydi. Gücünün farkındaydı ama sarhoşluktan da eyyamcılıktan da uzaktı. Devrimci cehdi ile devlet adamlığı ciddiyetinin ideal sentezlerinden birine erişmişti.

Ben en küçük askerim

Hamaney’in tabiriyle “Devrim’in yaşayan şehidi”, pek çok savaşın yaşayan tanığı ve gazisiydi. İyi bir general olduğu “Ben en küçük askerim!” beyanından anlaşılabiliyordu. Elini öptürmeyişi, samimi kucaklaşması askerlerine karşı samimiyet ve muhabbetini gösteriyordu. Gerçi gittiği her yerde çektirdiği selfilerle işin cılkını çıkarsa da hep cephede ve askerleri ile birlikteydi.

“Savaş meydanı insanın son cennetidir” diyen biri savaşı da askerliği de derinden kavramıştır ve hakkını vermeye hak kazanmıştır. Suriye’de devrimciler karşısında aslında yenilmiş ve Rusya’dan medet istemek zorunda kalmış olsa da kötü bir general ve stratejist olduğunu söylemek için bu yenilgi başlı başına yeterli değildi. Arap’ı, Acem’i, Afgan’ı, Pakistanlısı, Afrikalısıyla binlerce adamı bir halkı boğmaları için oraya yığmak, sevk ve idarelerini sağlamak da her apoletlinin üstesinden gelebileceği bir görev değildi.

Aile babası

Prostat ve sırt ağrılarına rağmen. 62 yaşında –emekliliği gelmiş!-, Iraklı milislerin “Dayı”sı, gece dokuz buçukta yatıp sabah dörtte uyanıyor, boş zamanlarını kitap okuyarak ve ibadet ederek geçiriyordu. -Adamlarının ona çağırdıkları şekliyle- Hacı Kasım, üç oğlu iki kızıyla, karısına saygılı, iyi bir aile babasıydı.  Malezya’da yaşamayı seçen kızı Nergis için “İslam yolundan saptı” diye endişeleniyordu.

Kasım Süleymanî ne bir münafık ne gözü dönmüş bir cani idi. Samimi bir Şiî idi o. Ve ömrünü dinine adadı. Hayatı boyunca Sünnîlere karşı savaştı. Hak ettiği ölüm, Amerikan drone’u ile uzaktan kumandayla saliseler içinde ölmek değildi. Mücahitlerce yakalanmalı, yargılanmalı, zillet içinde infaz edilmeliydi. Milyonlarca kurbanının dağlanmış gönlü belki o zaman sahiden serinlerdi.

Casus belli

“Kararlı, savunma amaçlı bir eylem…”  ABD istese onu ortadan kaldırma şeref ve görevini birilerine verebilirdi. Bizzat kendisi yapmak istedi. Niye? Acaba İran’ın alanını artık daraltmaya karar kıldığı için mi? Yoksa Casus Belli (Savaş Sebebi) olabilecek böylesi bir hücuma rağmen aslında hâlâ İran’la paslaşarak Ortadoğu’da at koşturmayı sürdürmek istediği için mi?..

İran’ın karar alıcılarının cevabını aradıkları soru bu. Atacakları adıma göre biz de aydınlanacağız: Yeni bir oyun mu başlıyor, yoksa eski oyun yeni aktörlerle mi oynanacak, anlamış olacağız.

Herkese bol şans.