6 Ocak 2000’de ebediyete uğurladığımız M. Akif İnan, gençlik döneminde yazdığı yazı ve şiirleri, vefatından sonra gazetelerde ve dergilerde yazdığı yazılardan oluşan diğer kitapları, şimdilik kaydıyla bir yana bırakılacak olunursa asıl olarak “Hicret” ve “Tenha Sözler” isimli şiir kitaplarıyla ve “Edebiyat ve Medeniyet üzerine” ile “Din ve Uygarlık” adlı deneme kitaplarıyla edebiyat ve düşünce hayatımızda bir yer edindi. Yazdığı, kadrosu içinde bulunduğu iki dergi ise yine öncekiler bir yana bırakılacak olunursa “Edebiyat” ve “Mavera” oldu. Zira bahsettiğimiz bu dört önemli kitabındaki şiir ve yazıları bu dergilerde yayımlandı. Dolayısıyla onu Büyük Doğu ve Diriliş geleneğinden gelen fakat tanınırlığını bu iki dergide yazdıklarıyla sağlayan bir şair-yazar olarak görmek gerekmektedir.
Gelenekten yeniliğe M. Akif İnan Şiiri
M.Akif İnan’ın ilk şiir kitabı olan Hicret 1974’te, ikinci şiir kitabı Tenha Sözler ise 1991’de yayımlandı. Bu iki kitapta ilkinde 22, ikincisinde 33 olmak üzere toplam 55 şiiri mevcuttu. İki kitap arasında 17 yıllık bir zaman farkı olması ve şairin sadece iki şiir kitabıyla kalması farklı sebeplerden söz edilse bile asıl olarak onun titizliğini, az ve öz yazma kaygısını gösterir. Daha önemli olan ise bu iki kitaptaki şiirlerin gelenek-yenilik tartışmalarının devam ettiği o yıllarda şiirimize özgün bir alan açması ve ona bir ufuk çizmesidir. Bu durumu “geleneksel olandan hareketle yeni bir şiir dünyası kurmak” şeklinde özetlenebilir.
Bu durum, öncelikle şiirlerin biçimsel özelliğiyle ilgilidir. Dolayısıyla tümüyle “geleneksel şiir” tarzında olan metinlerdir. Zira; büyük bir bölümü beyit esasına göre yazılmışlardır. Arada bir, üçlü ve dörtlü mısralardan oluşan şiirler varsa da bunlar da yine mesela dörtlüğün halk şiir nazım biçimi olduğu düşünülünce bize yine geleneği düşündürecektir. Şiirlerinin adlarında da bu durum görülür. Bunlardan bazıların adı gazel olan metinlerdir. (Yürek gazeli, Umut gazeli, El gazeli gibi). Yine bir şiiri kaside adını taşımaktadır. Bazen de farklı isimler altında Terkib-i Bend ve Terci-i Bend nazım şekillerini denemiştir. Ayrıca divan şiirinde kullanılan pek çok edebi sanatı da kullanmıştır.
Klasik olanla kurulan bu yakınlık, sadece bunlardan ibaret yahut bunlarla sınırlı değildir elbette… Şair, çoğu şiirinde divan edebiyatı mazmunlarını da kullanarak gelenekle bağını ortaya koyarken ele aldığı aşk, ölüm, ayrılık, tasavvuf….gibi pek çok tema ile de aynı tutum içerisinde oldu. Ayrıca ses olarak da divan şiirinden çokça yararlandığı söyleyebiliriz. Bu yüzden çağdaş şiirlerin bestelenme zorluğuna rağmen onun “Şafak, Ey Beyaz Ela, Şehir Gazeli..gibi pek çok şiiri bestelenmiştir.
Yine bu noktada onun tasavvufla kurduğu ilişkiden de söz temeliyiz; Divan şiirinde olduğu gibi onun şiirinde de tasavvuf etkili bir kavramdır. Yalnız Divan şiirinde her şairin tasavvufla doğrudan bir mensubiyeti yoktur. Tasavvuf, çoğunda bir malzeme, bir unsur olarak kullanılmıştır. Akif İnan da ise tasavvuf yalızca birer motif, bir malzeme olmanın ötesinde bir anlam taşır. Onun şahsi olarak da bir mürşide mensubiyeti vardır. Diğer yandan Divan halk ve tasavvuf şiiri geleneğinden sonra Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç da onun şiirinde beslenme kaynağı olarak söz edilebilecek isimlerdir. Bu durum onu metafiziğe, tarihe ve şiirin estetik dünyasına kendini ve yazdıklarını dahil etmiş bir isim hüviyetinde görünür.
İşte bütün bunlar, ortaya “M. Akif İnan şiiri” diyebileceğimiz gelenekten hem ruh hem şekil olarak beslenen ama yeni bir yapıda ortaya çıkan modern şiirler olarak görmemizi gerekli kılmaktadır. Ne var ki bu özellik görülmedi yahut anlaşılamadı/değerlendirilemedi. Değilse onun şiiri bu anlayış açısından ilk örnekler olması hasebiyle eleştiriye konu olsa bile önemli bir tecrübe idi. Yeni Türk şiiri, bu şiirlerle işaret edilen noktaları daha ileriye taşıyabilir, başka bir vadide serpilip boy atabilirdi. Ama olmadı. Gerek onun gerekse beslendiği diğer şairlerin şiirinden çok farklı bir iklimde adeta köksüz bir yeni Türk şiiri oluştu.
Bir düşünce insanı olarak da öncüllük yaptı
M.Akif İnan, sadece şiirler yazmadı. Denemeler de yazdı. Bunlar onun kurmak istediği şiir dünyasının fikri temellerini açıklayan metinlerdi. Önce bu kitapları hatırlayalım. Bunlar, 1972’de yayımlanan “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” ile 1985’te yayımlanan “Din ve Uygarlık” isimli kitaplarıdır. Zira, bu kitaplardan ilki onun hem edebiyatımızı genel olarak değerlendirdiği bir metin hem de bir anlamda poetikasıdır. Daha doğrusu bu anlamda bize imkanlar veren bir kitaptır. İkincisi ise onun medeniyet ve inanç eksenli düşünen ve yazan bir şair olduğu göstermesi bakımından önemlidir.
Yine hacim bakımından az sayıdaki yazılardan oluşan bu iki kitap aslında derin düşüncelerin toplamıdır. Temel konuları din, medeniyet edebiyat, sanat ve hayat bağlamında yazılmış metinlerdir. Şiirleri nasıl geleneksel olandan beslenerek yeni olanı ortaya çıkarmışsa bu iki kitabı da bir bakıma şiirle örneklendirdiği sanat ve düşünce ikliminin ne manaya geldiğini ortaya koydu. Divan, halk ve tasavvuf edebiyatımızı peşinen redde mahkum etmeden yeniden yorumladı ve bizim için bunların kendilerinden yararlanabileceğimiz imkanlar dünyası olduğunu gösterdi. Yine Tanzimat ile başlayan batılı edebiyat telakkileri de nesnel bir tutumla tenkide tabi tutuldu. Sonradan kitaplaşan “Aydınlar ve Biz”, “İslam Dünyası ve Ortadoğu”, “Edebiyat Kültür ve Sanata Doğru”, “Mirası Kuşanmak” gibi kitaplarında da aynı tavrını sürdürdü.
Akif İnan’ın birkaç cümleyle özetlemeye çalıştığımız bu tutumu onu karşımıza pekala bir edebiyat ve düşünce teorisyeni olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu yüzden onun gerek bu iki kitabında gerekse diğer yazılarında ısrarla üzerinde durduğu din, edebiyat, sanat hayat medeniyet ilişkisi bu kavramlarla ilgili köksüz tutumları ortadan kaldıran ve yeni düşünce- sanat ikliminin inşasında değerli ve önemli görülmesi gereken katkılar olarak görülmelidir.
Bir mücadele adamı olarak M. Akif İnan
Şairlerin yazarların şiir ve yazı yazmaları, dergi çıkarmaları, yayınevi kurmaları doğal bir durumdur ama bir sendika kurarak mücadele alanına atılmaları öyle değildir. M. Akif İnan, bu anlamda da bir öncülük yaptı. O naif mısraları kuran, o derin muhtevalı denemeleri yazan Akif İnan’ı daha sonra bir sendikacı olarak hak-emek mücadelesinin öncüsü olarak gördük. Önce öğretmenleri sonra diğer bütün memur ve işçileri örgütledi. Bu konuda da bir başarı hikayesinin kahramanı oldu. Tabi hem sendika öncesinde hem sonrasında Anadolu’nun dört bir yanında verdiği konferansları da mücadele adamı kimliği içerisinde hatırlamak gerekir. Bu anlamda bize Mehmet Akif Ersoy’u ve Necip Fazıl’ı hatırlatmaktadır.
Sendikacılığı sanatkar tarafını örttü mü?
Akif İnan, bu süreçten itibaren bu yeni kimliği ile bütün bir Türkiye’de tanınırken şair, yazar ve düşünce insanı kimliği bir ölçüde ister istemez geride kalır gibi oldu. Bu, yeni durumun getirdiği bir zorunluluktu elbette. Düşünce soyut, eylem somuttu. O da yazdıklarını, düşündüklerinin hayatta bir karşılık bulmasını istedi. Zaten sendikası da kuruluş felsefesi olarak insan odaklı idi. O, bu sebeple kültür-sanat faaliyetlerini bir manada sendikacılık faaliyetlerine da katarak ilginç bir örneklik oluşturdu. Fakat bu iki alanın da kendine özgü gerçeklikleri vardı. Bu yüzden sendikacı Akif İnan kimliği sanatkar Akif İnan kimliğinin önüne geçti. Ama arka planda asıl kimliği hep var oldu. Bunu sağlayan, bir olumsuzlukmuş gibi de görülen bu durumu sanatkar kimliği lehine çeviren yine sendikası oldu.
Burada özellikle o dönem sendika yöneticilerinden biri olan Hıdır Yıldırım’ın gayreti her zaman takdirle anılmalıdır. Onun da gayretiyle hem ilk dört kitabı hem de diğer edebi birikimi kurucusu olduğu sendika tarafından özenli bir baskıyla basıldı. Böylece onun sanat-edebiyat-düşünce adamı kimliğinin unutulmasının önüne geçildi. Fakat bu eserlerin yeni kuşaklara intikalinde kimi sıkıntılar da yaşandı. Şimdi özel bir yayın evi tarafından da kitaplarının yeniden basılmaya başlanması bu problemi de ortadan kaldıracak gibi görünüyor.
Akif inan’ı gündemde tutmak gerekiyor
M.Akif İnan’ın hem kuramsal hem de pratik manada ortaya koyduğu sanat düşünce ve eylem insanı olma vasıflarıyla elbette önemli bir örneklik teşkil etti. Ne var ki bir öz eleştiri olarak sanatçı-edebiyatçı-kültür insanı kimliğinin daha görünür hale gelmesi gerekiyor. Bugüne kadar böyle olmamasında sendikacılığı kitaplarının yaygın bir dağıtım ağıyla herkese ulaşamaması bir sebep olarak görülebilirse de ben bunu dostlarının vefasızlığına da bağlamak gerektiğini düşünüyorum. Mesela birlikte dergi çıkardıkları arkadaşlarından hayatta olanların ona gereken vefayı göstermediklerini düşünüyorum. Edebiyat ve Mavera geleneğinin devamı olarak çıkardıkları dergide onca isim için özel sayı düzenlerken M. Akif İnan ihmal edilmiştir. Aradan 20 yıl geçtikten sonra ancak bir özel sayı çıkarabilmişlerdir. (Hece, Ocak 2000) Dahası aynı adla çekilen bir filmin etkisiyle üretilen ve kitlesel bir manipülasyona dönüşen “Yedi Güzel Adam” efsanesi içinde Akif İnan, hak ettiği ve olması gereken yerde olmamıştır. Aslında bunu doğal karşılamak gerekir. Zira Akif İnan, dili, tefekkür dünyası ve mücadeleci kimliğiyle o topluluk içinde zaten nev-i şahsına münhasır bir isimdi. Mesela N. Ataç Türkçesini hakim dile dönüştürmek isteyen Edebiyat dergisinde o, yaşayan Türkçenin temsilcisi olmuş, bu uydurma dile iltifat etmemiştir. Yine Nuri Pakdil’in karizmatik tutumuyla öne çıkardığı Kudüs merkezli İslam dünyası diğerlerinin ilgi alanına çokça girmemiş, bu manada “Mescid-i Aksa” şiiriyle “Kudüs” şairi” vasfını asıl taşıması gereken bir isim M. Akif İnan olmuştur. Yine diğerleri batılı bir öz içinde yerli düşünce eserleri verirken o kendini çağına kapatmamakla birlikte kadim olanı asla ihmal etmemiştir.
Yine de ona karşı vefayı az önce de söylenildiği gibi sendikası göstermiştir. Kitaplarını basmanın dışında vefatının 15. Yılında bir sempozyum düzenlenmiştir. Bu tabi ki yeterli değildir. Hiç değilse üç yılda bir böyle bir etkinliğin yapılması onun ve fikirlerinin gündemde olması açısından yararlı olacaktır. Sendika, yine onun adına bir vakıf kurmuştur. Dilerim bu vakıf bünyesinde onun fikir sanat yönünü bugün de gündeme getirecek çalışmalar yapılır. Bunlara Türkiye Yazarlar Birliğinin ve Memur-sen Kayseri şubesinin hazırladığı anma kitaplarını ve bazı dergilerin çıkardıkları özel sayıları da hakkı teslim anlamında burada hatırlamak gerekir.
Bütün bunlardan sonra şunları söylemek gerekir. Akif İnan, şiiri, düşünce yazıları, mücadeleci ve teşkilatçı yapısıyla nev-i şahsına mahsus bir şahsiyettir. Mücadele hayatı onun şiire çok fazla zaman ayırmasına ve bu manada düşündüklerini tam olarak örnekleyen eserler vermesine mani olsa bile yazdığı sayıca az ama muhtevaca çok zengin eserleriyle tanınması, anlaşılması, örnek alınması gereken bir şahsiyettir. İçinde yaşadığımız zamanın yerel ve küresel şartları şiirde de düşüncede de hemen herkesi savurmuş görünüyor. Böylesi bir ortamda köklerle bağ kurarak yeni şeyler yazma/söyleme imkânları giderek azalıyor. İşte M. Akif İnan, bu anlamda hem şahsiyeti hem sanatı itibariyle karşımızda duran yerli-milli -adına ne dersek diyelim- önemli bir örnek isimdir. Ruhu şad olsun.
Yorum ekle