Kültür

Deklanşörüyle zamanı durduran foto muhabiri: Ara Güler

Çok sayıda fotoğraf sanatçısı ve foto muhabirine ilham kaynağı olan ve 17 Ekim 2018’de 90 yaşında hayatını kaybeden Ara Güler, “o an”ı yakalamak için dünyada birçok yeri gezdi. Gazeteci Coşkun Aral ve tarihçi İlber Ortaylı, kendisini her zaman fotoğraf sanatçısı değil, foto muhabiri olarak kabul eden, “deklanşörüyle zamanı durduran foto muhabiri” Ara Güler’i AA muhabirine anlattı. Aral, 13 […]

Çok sayıda fotoğraf sanatçısı ve foto muhabirine ilham kaynağı olan ve 17 Ekim 2018’de 90 yaşında hayatını kaybeden Ara Güler, “o an”ı yakalamak için dünyada birçok yeri gezdi.

Gazeteci Coşkun Aral ve tarihçi İlber Ortaylı, kendisini her zaman fotoğraf sanatçısı değil, foto muhabiri olarak kabul eden, “deklanşörüyle zamanı durduran foto muhabiri” Ara Güler’i AA muhabirine anlattı.

Aral, 13 yaşına kadar Siirt’te büyüdüğünü, bölgeye ayda bir gelen Hayat dergisinde en çok ilgisini Ara Güler’in röportajlarının çektiğini söyledi.

Ara Güler’in unutulmuş coğrafyalara giden gazetecilerden olduğunu vurgulayan Aral, “Kafamda bir rol modellik, idol oldu o zamanlarda. Kafamda yerleşen insanlar hakkında hayaller kurar, dost olmayı düşlerdim. Ara Güler, Abidin Dino, Yaşar Kemal… bu insanlar beni kafamda bir yerlerde alıp düşlere çıkaran insanlardı.” dedi.

“Ara Güler ile karşılaşınca dilim tutuldu”

İstanbul’a gelerek 14-15 yaşlarında Siirt’te çıkan bir gazetede çalışmaya başladığını aktaran Aral, “Kendime bir de kart bastırmıştım ‘Siirt Mücadele Gazetesi’ diye. Amacım Ara Güler ile karşılaşmaktı. Rastlantı sonucu İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğunun tam karşısındaki otobüs durağında troleybüse binerken karşı karşıya geldim. Ama dilim tutuldu konuşamadım.” diye konuştu.

Bir arkadaşının Ara Güler’le çalıştığını söyleyince ‘Geleyim Ara’nın geldiği gün. Ben çay işini yaparım.’ dediğini belirten Aral, teklifinin kabul edilmesinden ötürü ajansta Güler’in geldiği gün ofisboy olarak çalıştığını anlattı.

“Ara’nın geldiği gün üzerine çay döktüm. Yine başarısız oldum.” diyen Aral, şöyle devam etti:

“Daha sonra 1974-76 yıllarım hep onu takiple geçti. Ama hiç bir araya gelemedim. Hoca herkesle samimi olmaz, bir mesafe koyardı. 1977 yılı kanlı 1 Mayıs olayında ben ve rahmetli Savaş Ay fotoğraflar çektik. Çalıştığım Associated Press (AP) ajansına fotoğrafları götürmüştük. Rahmetli Savaş Ay’ın evinin numarasını da bırakmıştık. Akşam üzeri bir telefon geldi. ‘Merhaba ben Ara Güler. Bugün fotoğraflar vermişsin. Ben Time-Life, Stern dergilerinin temsilcisiyim. Al o fotoğrafları yarın gel.’ dedi. Şok oldum. Onca yıl peşinde koştuğum insan beni arayıp fotoğrafları istiyordu. Ertesi gün Tosbağa Sokağı’ndaki Güler Apartmanı’nda bulunan ofisine gittim. Fotoğraflarıma baktı, bastırdı ve zarflara koydu. Müthiş bir düzen içerisinde kargoyla yurt dışına göndermesine tanık oldum. Ara’nın o ofisine gittiğimde hem yıllardır ulaşmaya çalıştığım bir ikonla tanışıyorum hem de onun çalışma prensipleriyle merhabalaşıyorum.”

“İlk sergimi beraber açtık”

Coşkun Aral, Güler’le tanıştıktan sonra birden bire hayatının değiştiğini, Güler’in ilk eşi Perihan ile tanıştığını, zaman zaman evlerine gittiğini ancak aralarında bir mesafe bulunduğunu belirtti.

Paris’e yerleşen Aral, Life dergisinde fotoğraflarının yayımlanmasının ardından Ara Güler’in de Paris’e geldiğini söyleyerek, şunları anlattı:

“Karşılaştığımızda ‘Evladım nasılsın? Life’da fotoğrafı çıkan ikinci Türksün. Seni yemeğe götürüyorum.’ dedi. Ustalık döneminin dışında bir de dostluk başladı. Her Türkiye’ye geldiğimde onun ofisini kullanıyordum. O Paris’e geldiğinde veya birlikte bazı seyahatleri yaptığımızda yoldaşlık, ağabey, kardeş veya usta-çırak olarak yıllarca çalıştık. 1984’te elimde o güne kadar çektiğim savaş fotoğraflarıyla İstanbul’a geldiğimde, ‘Bir sergi açmak istiyorum usta.’ deyince ‘Evladım sergiyi beraber açarız.’ dedi. İlk sergimi ‘Bu dünya böyle dünya’ ismiyle beraber açtık. Ardından rahmetli Özal’ın isteğiyle Basın Müzesinde başka bir sergi açtık. Dünya çapında ortaklaşa üç tane sergimiz var.

Ara Güler mütevazi bir öğretmen. Kendisini bir fotoğraf sanatçısı değil foto muhabiri olarak görüyordu. Onu aradığınızda ‘Alo. Ben foto muhabiri Ara Güler.’ diye açardı. Bu mesleği başkalarının kaçtığı yerlere koşan, insana ulaşan, ulaştığı zaman da dostluğu işten önce kuran, çok iyi araştıran, okuyan, sorgulayan bir insandı. Bütün bunlara baktığımız zaman Türkiye’nin yerelini dünyaya taşımış ama dünyayı da Türkiye’de, Türk insanının anlayacağı bir şekilde yorumlamış bir insan.”

“Chagall’ın 2 sene İstanbul’da yaşadığını biz Ara Güler’den öğrendik”

Güler’in çekimleri arasında Borneo adalarında yaşayan yerliler, Etiyopya’da savaş sırasında yaptığı röportajlar, Picasso, Marc Chagall gibi önemli isimler olduğunu anlatan Aral, “Chagall’ın iki yıl İstanbul’da yaşadığını biz Ara Güler’den öğrendik. Dostlukları sırasında Ara’ya soruyor: ‘Nerede oturuyorsun?’ diye. ‘Talimhane’ diyor Ara. Chagall ‘Büyükadayı bilir misin?’ diye sorduğunda, ‘Bizim yazlığımız var orada’ diyor. Bir adres tarifi yapıyor Marc Chagall. Ara’dan o bölgenin fotoğraflarını çekmesini istiyor. Ara çekip gönderiyor. Mektup geliyor. ‘Fotoğrafların çok güzeldi senin için bir tablo yapıyorum’ diye. Bunu dünyanın en önemli ressamlarından biriyle yaşıyorsunuz. Tabii Chagall vefat ettiği için o tablo hiçbir zaman Ara’ya ulaşmıyor, mektubu var. Winston Churchill’in Türkiye’ye 1957 yılında geldiğinde ‘Hadi gel beni Aksaray’da Valide Camisi’ne götür’ dediği insan Ara Güler. Hakikaten evrensel bir değerimiz.” ifadesini kullandı.

“Ara Güler’i özlüyorum”

Güler’İ özlediğini aktaran Coşkun Aral, şöyle devam etti:

“Ölümünden bir gün önce, gariptir benimle görüşmek istiyor. Ben de Londra’dayım. Havaalanında tekerler yere değdiğinde telefon çaldı. ‘Kaybettik.’ dediler. Atladım hastaneye gittim, yaşıyordu. Ve kaybettik. Ama dünya, Türkiye kaybetmedi. Birinci yılında bile bizler, dünya ondan bahsediyor. Çünkü bıraktığı değerler çok önemli. Türkiye’nin bugün çok önemli olarak tanımladığı bir sürü coğrafik simgeyi dünyaya tanıtan insan. Türkiye’de Ara Güler’i çekerseniz son 50-60 yılımıza damga vuran edebiyatçımızı, tarihçimizi, bilim adamımızı kaç kişi bilir, kaç kişi anımsayabilir?”

Aral, Ara Güler’in sinemacı bir yönünün de bulunduğunu vurgulayarak, şunları anlattı:

“Onun yapmış olduğu ‘Kahramanın sonu’ sinema filmi var. Milyonlarca kilometrelik Osmanlı İmparatorluğunun birden bire sonunu hazırlayan bir geminin öyküsünü yaptı. Dökümhaneye gitmeden, sökülmeden önceki son günlerini yaptı Yavuz Zırhlısı’nın. En son Nürnberg de filminin gösterimi vardı onun için beraberdik. Diyalize gidiyordu o dönem. Diyalizdeyken ben zaman zaman kayıtlar yapıyordum. O güne kadar sormadığım bir soru sordum ustaya. ‘Uzay için ne düşünüyorsun?’ dedim. Başladı anlatmaya. Ve bir anda gitti, gözler beyazlaştı. Meğer evreden çıkıyormuş. Elektro şok cihazlarıyla geldiler. Canlandı ve ‘E, nerede kalmıştık.’ dedi. Ölümünden bir ay öncesine kadar arka vizöre baktığında fotoğrafın neresinin hatalı olduğunu görecek kadar keskin gözleri vardı. Fotoğrafa bakışı bir derece, tarihi sorumluluğu bilen bir insandı. Fotoğrafı da sinemayı da iyi bilen, dünyayı anlamaya çalışan bir bakışı vardı.”

“En büyük ideallerinden biri Mekke’ye gitmekti”

Coşkun Aral, “Onun için insanlar kişiler olarak sorgulanmaz, eylemleriyle sorgulanırdı. Bu değişik şeylere de yol açtı. Bir dönem Ara Güler ‘Şu mudur, bu mudur?’ dendi. O her şeydi. En büyük ideallerinden biri Mekke’ye gitmekti. ‘Evladım bir gün gidebilecek miyiz beraber?’ diye kaç kere sormuştu. Onun kafasında çünkü bir hac olayını vermek vardı. Dünyanın çok farklı dinsel ritüellerini yapmıştı. Türk halkının da ona bakışı ‘O dur, budur’ diye olmadı. Çünkü o halka öyle bakmıyordu. Ama şiddet, terör, baskı, adaletsizlik, hukuksuzluk kimden gelirsen gelsin karşı çıkmıştı. En uzak olduğu düşüncelerden bile doğru sinyaller bulduğu zaman alkışlayan bir insandı. Eylemleri sorgulayan bir insan olduğu için demokrattı.” şeklinde konuştu.

“Ara Güler diye bir navigasyon cihazı vardı”

Aralarında “arama saatleri” olduğunu belirten Aral, “Bazen de ‘Ne yapıyorsun, canım sıkıldı gel gezelim.’ derdi. Onun gittiği lokantalar belliydi. Tavuk göğsünü çok severdi. Alır gezdirirdi bizi. Türkiye’de navigasyon çıkmadan önce Ara Güler diye bir navigasyon cihazı vardı. Bütün sokakları bilir, hangi sokakta, hangi kaldırımın ne kadar yüksekte olduğunu, araç için uygunluğunu falan bilirdi.” ifadelerini kullandı.

Türkiye’ye dönüş yaptığı 1987 yılında medyanın Cağaloğlu’ndan İkitelli’ye taşınmış olması dolayısıyla yaşadığı sıkıntıyı dile getiren Aral, “O zamanlar arabam yok, taksi parası korkunç. Ona şikayette bulundum. ‘Evladım kaç para bir araba?’ dedi. ‘Usta çok pahalı.’ dedim. Arabanın parasını veriyorsun, bir sene bekliyorsun. ‘Kim yapıyor bu arabayı?’ dedi. Biz de Koç yapıyor dedim. ‘Hangi Koç?’ dedi. Rahmi deyince; ‘Alo Rahmi? Benim asistanıma bir araba verir misin?’ diye telefon açtı. ‘Veremeyiz’ cevabı alınca; ‘Bana verin arabayı, o kullanacak’ dedi. Ben iki sene Ara’nın üzerine ruhsatlı arabayı kullandım. Ben bunu arkadaşlarıma anlattığım zaman ‘Söyle bize de alsın.’ dediler. Ara’nın öyle parayla pulla hiç ilişkisi olmadı.” diye konuştu.

İki sene boyunca Güler’in arabasını kullandığını belirten Aral, “2 sene sonra bir araba aldı aynı marka. Şoförü yoktu. Kendi sokağının bulunduğu yerde, yaşlı bir adam geliyor ‘Ben şoförlük yaparım’ diyor. Ama adam alkolik. Ara adamın alkolik olduğunu bile bile onu işe aldı. Bir gün adam vefat etti. Ara Güler mezara kadar kendisi götürüyor 3 aylık çalıştığı insanı. Ara yerel değerleri, ulusal kavramları, uluslararası değerleri çok iyi bildiği gibi bence kainatın insanı, evrensel bir insandı.” dedi.

Aral, “Son 3 yıl boyunca Anadolu Ajansının seçtiği fotoğraflarda birlikte jürilik yaptık. Çok titiz, adildir. Fotoğrafçının kim olduğu değil önemli olan fotoğrafta verilen mesajdı onun için. Foto muhabirliğine aşık bir insandı. Sanat fotoğrafçısıyım, şu bu diyenlere tavrını açıkça gösterirdi. Derli toplu bir arşivi var kazandırılacak. Onun ağzından kendisini anlattığı bir belgesel yaptım. İlk prömiyerini İran’da yaptım. İran’da çok tanınıyor. İnanılmazdı.” değerlendirmesinde bulundu.

“İsmi, çektikleri kaldı yadigar”

Tarihçi İlber Ortaylı ise Ara Güler ile tanıştığı günü hatırlamadığını ancak tanışmalarının Güler’in ömrünün son 10 yılı olduğunu belirtti.

Ortaylı, “Her tanışma günü hatırlanmaz. Ama niçin tanıştığımız belli. Bence Ara Güler 1940 ile 60 arasını resmeden biri. Türkler ve Türkiye’yi tanıyanlar Türkiye’nin bu ilginç değişim dönemini bir şekilde fotoğraflamadılar.” diye konuştu.

Türkiye’nin fotoğraf bakımından talihsiz olduğunu dile getiren Ortaylı, “Osmanlı devrinde de birkaç meşhur fotoğrafçı var. Onların çoğu coğrafya bakımından yerinden kıpırdamayanların resmi, yani belirli bir şekilde giydirilmiş fiktif kadın tipleri, manzaralar… Öküz arabası, önünde birileri. Hareketsiz bir şekilde camiler falan çekmiş.” dedi.

Cumhuriyet döneminde ise National Geographic’in fotoğrafları bulunduğunu belirten Ortaylı, şunları kaydetti:

“1940 ile 60 arasına geldiğimizde, Türkiye’nin değiştiği dönem. Köyler sökülüyor, şehirler büyümeye başlıyor. Geleneksel ile yenilik iç içe. Mizah hikayelerimizdeki şehir tasvirleri ve Ara Güler’in resimleri. Başka fotoğraflarda bu kadar canlılık yok. Memleketini seven, farklılıklarını görebilen bir göz. 1950’ler onun fotoğraflarıyla bize kalmış. Ara Güler’in nefis fotoğraf çalışmalarıyla Türkiye siyah beyaz, artistik bir şekilde bize gelmiş. Dünya piyasasına çıktı ve orada da çekilemeyecek kişileri çekti. Türk’ün bakışı diye bunlar aranacak. Çok kıymetli bir koleksiyon. 90 sene böyle geçti gitti. İsmi, çektikleri kaldı yadigar. Çok bakılacak. Anacağımız bir vatandaşımız. Benim de dostumdu.”