Dosya

Mısır patlağında fırtına koptu: Sinemada neler oluyor?

Son günlerde bir ‘dağıtım’ meselesidir konuşuluyor. Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Şahan Gökbakar ve Mahsun Kırmızıgül isimleriyle birlikte anılan mevzuda kafalar karışık. Türk sinemasının ciddi bir sorunu gibi konuşuluyor ama nedense Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’ın ismi ve tepkileri ile yorumlar sınırlı… Mücerret de konuyu sektör temsilcisi ve bilenlere sordu. Nedir bu dağıtım meselesi? Neden aniden […]

Son günlerde bir ‘dağıtım’ meselesidir konuşuluyor. Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Şahan Gökbakar ve Mahsun Kırmızıgül isimleriyle birlikte anılan mevzuda kafalar karışık. Türk sinemasının ciddi bir sorunu gibi konuşuluyor ama nedense Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’ın ismi ve tepkileri ile yorumlar sınırlı…

Mücerret de konuyu sektör temsilcisi ve bilenlere sordu.

Nedir bu dağıtım meselesi? Neden aniden fırtına koptu? Çözümü nedir?

Film Yapımcıları Meslek Birliği yönetim kurulu üyesi Nazif Tunç, sinema eleştirmeni denince akla gelen ilk isimlerden olan İhsan Kabil ve yazar-yönetmen Abdulhamit Güler’e sorularımızı yönelttik. Biraz olsun mesele netleşti.

Sinema salonlarında Mars Group’un kartel oluşturduğu iddiasını kabul ediyor musunuz? Dağıtım sorunu var mı?

Nazif Tunç: Bu saatten sonra Mars Grubu tekel mi oldu, sinema salonu karteli mi oldu diye şapkayı önümüze koymakta geç kaldık. Salon meselesinde atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti. Tehlike geldi kapıya dayandı işte.  ‘Çanlar kimin için çalıyor?’ deme.  Çanlar, bizim için çalıyor. Bu açık bir tehdit, tekelleşme tehlikesidir. Rekabet Kurulu, piyasadaki dengeleri korumak zorunda. Bütün film yapımcıları için sinema salonu bulma,  filmini halka gösterme, filmini seyircisiyle buluşturma, hele dağıtım büyük sorun.

İhsan Kabil: Mars Group, sinema salonları zincirinde en fazla perdeye sahip olan kuruluş görünüyor. Serbest piyasa ekonomisi rekabet şartlarında olabilecek bir durum ancak daha hakkaniyetli bir dağılım olabilirdi, mevcut sayıdan daha fazla salon işletmecisi daha sağlıklı olurdu. Bu durumda haliyle bir dağıtım sorunu ortaya çıkıyor. Yerli sinema ve dünya sineması örnekleri hakkıyla dağıtım imkanı bulamıyorlar.

Abdulhamit Güler: Dağıtım, yani film salonu meselesi yeni değil. AVM tarzı sinema salonlarının pazar payını neredeyse tamamen kaplamasından sonra ayyuka çıkan bir mesele. Bir filmi yapmak, bittiği anlamına gelmiyor. Salon bulması ve izleyiciye ulaşması da artık ciddi bir mesele. İsmi önemli değil, pazar payının bu oranda bir grubun elinde olması kabul edilemez. Dünyanın başka yerinde örneği olduğunu da sanmıyorum.

Yapımcıların, biletten daha fazla pay alma isteğini doğru buluyor musunuz?

Nazif Tunç: Sorun sadece mısır değil ki! Filmin öncesine ve arasına alınan 30 dakikayı geçen reklamlar da var.  Bu reklamların sayısı, saniye fiyatı afişteki filmin gücüne göre ücretlendiriliyor. Bu gelir kimin cebine gidiyor? Yapımcının filmi salon sahibi tarafından etinden sütünden, derisinden, her türlü sakatatından yararlanılan iliğine kadar sömürülen bir ürün haline getiriliyor.  Yapımcı promosyon, indirimle iyice kırpılmış biletten payına düşen yüzde elli ile  peşin yatırdığı bütçeyi toparlamaya çalışıyor.

Açıkça görülüyor ki filmin üretimi sürecinde taşın altına elini koyan tek adam  yapımcıdır. Riski paylaşan başka kimse yok.  Sinema işi büyük bütçeler isteyen, pahalı bir yatırım. Yapımcının telif gelirinden başka kurtuluşu yok. Harcadıklarını nereden toplayacak. İlk telif toplama yerleri de sinema salonları.  Sinema salonlarının sağlıklı bir sistemle, adil bir pay dağılımı içinde olmasını elbet beklenir. Günün sonunda bakiyede ya ölmek ya yaşamak var.  Film yapımcıları filmlerini, dağıtımcıya, onlar da sinema salonlarına verir, böylece film seyirciyle buluşur.   Sistem böyle işliyor.  İster üç saatlik film, ister bir buçuk saat olsun film, yapımcılar bilet fiyatını değiştiremiyorlar, yapımcının elinde değil bu…  Bir yapımcı isterse 50 milyon lira harcamış olsun filmine, isterse çok düşük bir bütçeyle çekmiş olsun bilet fiyatını belirlemek kendi elinde değildir. Film vardır masrafı 3 milyon seyirci gelse zor kurtarır, başka bir film ise 500 bin seyirci ile yapımcıyı  kâra  geçirir.  Bu gelenek sözleşmesiz, tartışmasız kabul edilmiş. Yapımcı zarar ettiğinde gelin zararıma ortak olun demez. Sadece satılan biletlerin şeffaf ve doğru rakamlarla kendilerine ulaşmasını bekliyorlar.

İhsan Kabil: Bilet pay oranlarına fazla vakıf değilim ama her şey her an sorgulanabilir, tartışılabilir olmalı. Kimi salonların gerçek bilet satış rakamlarını doğru yansıtmadığı hep dile getirilir. Bir sorun olduğu ortada.

Abdulhamit Güler: Meselenin bu kısmı işin ticari yönü. Sinema dediğimizde bir sanattan bahsetmemiz lazım ama sektörel yanı da var. Haliyle her açıdan düşünmek gerek. Sinema salonları, sinemacıların onlara sunduğu ürünle karını ve kalemleri çoğaltıyorsa, yapımcının da payının yükseltilmesini istemesi gayet doğal.

Bu sorun yeni mi doğdu? Yapımcıların itirazını samimi buluyor musunuz? Patlamış mısır hediye edilerek bilet fiyatları yükseltilmeseydi, dağıtım sorunu böyle gündeme gelecek miydi?

Nazif Tunç: Dağıtım sorunu kadim bir derttir. Hep vardı. Bir kaç yapımcı dışında filmin  kaç salonda kaç kopya gösterileceği, seyirciye ulaşıp ulaşmayacağı, kalecinin penaltı korkusu gibi, yapımcının kabusu…  Bazı tuzu kuru yapımcılar  bağımsız sinemacıların doğuştan derdi olan dağıtım sorununa kulaklarını tıkayarak, ‘Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın’ demişlerdi. Ama yılan geldi onları da ısırdı. Hata ettiklerini anladılar. Etkin pişmanlık içindedirler belki. İnsan  Zararın neresinden dönülürse kardır. Bu ulusal bir meseledir. Sinemamızın geleceğini ilgilendiren çok gerçek bir meseledir. Keskin gerçek karşısında samimi olduklarını düşünüyorum.

İhsan Kabil: Bu sorun herhalde yeni değildi. Bilet fiyatları bana göre zaten her zaman yüksekti. Salon sahipleri bilet fiyatlarını düşük tutup sürümden kazanmayı gözetebilirlerdi (hala da gözetebilirler). Ancak bu durumda da seyirciye layık, toplum değerlerine saygı duyan, seyircinin estetik ve zihinsel seviyesini yükseltmeyi hedefleyen çalışmaların beyazperdeye yansıtılmasına gayret edilmelidir.

Abdulhamit Güler: Esasında krizin bu noktasına bakılmalı. Dağıtım sorunu son 10 senenin kangrene haline gelmişken, bazı yapımcıların yeni itiraz etmesi sorunun bir başka yönü. Yangın kendi kapılarına varınca çığlık atıyorlar. Samimi oldukları noktada samimiler, evet. Fekat sorunun kaynağıyla ilgilendiklerini sanmıyorum. Öyle olsaydı senelerdir bu sorundan bahseden sinemacıların sesine kulak verip destek olurlardı.

Ünlü simalarla Mars Group arasında tartışma var ama bir de ticari film yapmayanlar var. Arthouse, sanat ya da festival sineması… Dağıtım meselesi bu tür üretimi nasıl etkiliyor?

Nazif Tunç: Salon bulma konusunda bağımsız ve arthouse film yapımcılarının halleri içler acısı… “Bir dokun bin âh dinle kâse-i fağfûrdan” 5224 sinema yasa taslağında bağımsız film üreticilerinin salon bulmasını, filmlerin seyirciyle buluşmasını kolaylaştıran destekler var çok şükür. Yasa meclisten geçerse,  bu hengame içinde tek tük de olsa bağımsız filmlerin desteklerle seyircisiyle buluşma şansları artacak.

İhsan Kabil: Ticari sinemanın dışındaki örneklerin salon bulma şansı oldukça düşük. Zaten genelde ticari sinemanın aksiyona dönük, tüketim kültürüyle harmanlanmış, kimi zaman manipulatif imgelerine alıştırılmış seyirci için bu tür yapımlar neredeyse kabul edilmez çalışmalar. Wenders’in 2008 yapımı “Palermo Shooting” adlı son derece önemli filminin Türkiye’de tek kopya olarak  gösterime girdiğini hatırlıyorum, sanıyorum bu eğilim hala devam ediyor.

Abdulhamit Güler: Evet, kastettiğim de bu. Ticari film yapmayanlar dağıtım sorunuyla yıllardır boğuşuyor. Şu an kriz çıkaran isimler hiç oralı olmadı. Ticari olmayan film yapanlar, bu sorun patlamış mısır bağlamından çıkarılıp köklü çözüm olmadıkça aynı sorunları yaşamaya devam edecek.

Bu sorunun köklü çözümü nedir?

Nazif Tunç: 5224 Sinema Yasasının ve 5846 Telif Yasasın çıkması… Sanatçıların telif haklarının sözleşmeyle korunması… Yapımcıların, sinema işletmecileriyle telif sözleşmeleri yapmaları…

İhsan Kabil: Bütün bir sinema dünyası öncelikle seyircinin sinema kültürü edinmesini ve bunun yükseltilmesini amaçlamalı. Bunun da yolu hakkaniyetli bir şekilde dünya sinemasının tüm renklerinin aşağı yukarı dengeli bir şekilde beyazperdeye yansıtılmasından geçiyor. Amerikan ve Avrupa sinemasının olduğu kadar Asya, Ortaasya, Uzak Asya, Ortadoğu, Afrika, Kuzey ve Batı Afrika, Latin Amerika sinemaları örneklerinin yüksek oranlarda sinema salonlarında gösterilmesi, seyirciyi daha esnetecek, farklı imgeleştirmelere aşina kılacak, Türk sinemasının da toplum değerleriyle bağdaşır, insan ruhuna saygılı yapımları seyirciye daha sıcak gelecektir. Böylesi kültürel bakımdan zengin bir sinema ortamında bilet fiyatları da oldukça düşürülse, salonların önünde upuzun kuyruklar dahi oluşur! Ayrıca şu an Türkiye’deki belediyelerin kültür merkezlerindeki film göstermeye elverişli salonlar bir şekilde bu dağıtım ağı içerisinde yer alsalar, bir seyirci patlaması bile meydana gelebilir. Ancak ön şart, gösterilecek filmlerin genel insani ve toplumsal değerlerle uyum içinde olmasıdır. Avmler olduğu kadar mevcut semt sinemaları da ayakta kalmalı, yazlık sinema olgusu canlandırılmalıdır.

Abdulhamit Güler: Artık bunun konuşulması lazım. Dağıtım sorununun tespitleri doğru yapılıp, doğru adımlar atılmalı. Öncelikle rekabet kurulu kartelin önüne geçmeli. Sağlıklı bir durum için daha çok sinema ayrı ayrı girişimciler desteklenmeli. Belediyelerin salonları da değerlendirilebilir. Temel mesele, sinemacıların filmlerini adil şekilde izleyiciye ulaştırması. Yani bir filmi vizyona sokabilmek için dağıtımcıyı ikna etmek zorunda kalmamalı. Ve ülkenin her tarafına, nüfusla doğru orantılı olarak salon sayısı yaygınlaştırılmalı.