Kısa ve net bir soruyla başlayalım.
İstanbul Sözleşmesi nedir?
Kısa ve net bir cevap verelim.
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan, TBMM tarafından 14 Mart 2012’de kabul edilen, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren uluslararası bir sözleşmedir.
Kısa adı İstanbul Sözleşmesi olan metnin uzun ismi, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir.
2018 verilerine göre 45 ülke tarafından imzalanan ve 27 ülke tarafından onaylanan İstanbul Sözleşmesi, “kadına karşı şiddetin önlenmesinde hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge” niteliği taşıyor.
Şiddet, kadın, İstanbul ve Sözleşme kavramlarının bu denli küresel bir hukuk formuna dönüşmesi kadar ilginç olan bir bilgi notu ise, bir Avrupa Konseyi olan “sözleşmenin, Avrupa’nın iki kurucu ülkesinden biri olan Almanya’da ancak 2018 Şubat’ında imzalanabilmiş olmasıdır.
Bugün itibariyle, İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden gündeme getirmemizin sebebi ise, geçtiğimiz günlerde bir gazetede yayınlanan haber sonrası başlayan toplumsal bir tartışma.
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul” başlığıyla yayınlanan haberde, konunun çerçevesine ilişkin detaylar bulunmamakla birlikte, şu bilgi ve ifadeler yer alıyordu;
“Milli Eğitim Bakanlığı, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul” eylem planı hazırladı. Bakan Ziya Selçuk 162 okulu kapsayan planı AKŞAM’a anlattı.
Cinsiyet eşitliğine yönelik toplumsal algının, öğrencilik yıllarından itibaren geliştirilmesi için harekete geçen Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), pilot çalışmasını 162 okulda başlattığı “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ne Duyarlı Okul” projesini geliştiriyor. Bakanlık proje kapsamında, MEB’e bağlı okullarda uygulanacak eylem planları hazırlıyor. AKŞAM’a özel değerlendirmelerde bulunan Bakan Selçuk şunları kaydetti:
Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Etkinlik Kitabı hazırlandı. Kitap kapsamında 9. ve 10. sınıf seviyesinde derslerde ünitelere uygun, etkinlikler yaptık. Uzmanlar tarafından hazırlanan taslak etkinliklerin incelenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla branş ve rehberlik öğretmenlerinin katılımıyla bir çalıştay gerçekleştirildi.
Çalışmalar neticesinde, Taslak Değerlendirme ve İyi Uygulama Örnekleri Raporu hazırlandı ve revize süreci başlatıldı”
Siyaset konuya “duyarlı” mı?
Bu haberin yayınlanmasının ardından, ilginç şekilde medyaya çok yansımasa da özellikle eğitim çevrelerinde ve sosyal hayatta önemli bir tartışma yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. “Cinsiyet eşitliği” başlığı ile yapılması muhtemel uygulamaların, toplumsal, kültürel, tarihsel hatta yakın ve orta vadede genetik ve sosyolojik bazı büyük kırılma ve tehlikelere yol açacağı itirazları yükseldi, yükselmeye devam ediyor. Fakat bu iddiaların özellikle bürokrasi ve siyaset cephesinde makes bulduğunu söylemek hayli güç.
Mücerret olarak bu denli önemli bir toplumsal konuyu geniş bir çerçevede tartışarak kamuoyunun takdirine sunmak istedik. Bu tartışmanın çıkış noktası olan İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin olarak şöyle bir veri haritasını da paylaşmak isteriz
Google’da “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” başlığıyla çok kısa bir araştırma yaptığımızda karşımıza çıkan arama sayfalarındaki kurumların, sıralı bir şekilde listesinin bir kısmı şöyle;
UNDF (BM Kalkınma Programı Türkiye Ofisi’nin finanse ettiği) Küresel Hedefler isimli web sitesi, Bilgi Üniversitesi, Koç Üniversitesi, İmece isimli (BM Kalkınma Programı Türkiye Ofisi ile birlikte bir çok proje ortağı olan ) web sitesi, TÜSİAD, Birleşmiş Milletler’in çalışma yaşamındaki uzman kuruluşu olan Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun web sitesi, UNESCO, Özyeğin Üniversitesi, TEPAV, Habitat Derneği ( BM Kalkınma Programı Türkiye Ofisi ile birlikte bir çok proje ortağı olan) web sitesi, Unilever…
“Eşler veya partnerler”
Milli Eğitim Bakanlığı’nın duyurduğu, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Projesi” başlığı, yukarda da sözünü ettiğimiz İstanbul Sözleşmesi için çok temel kavramlardan biri. Sözleşmenin İngilizce aslı ile Türkçe çevirisi arasındaki “farklara” dair, Ankara Barosu dergisinde, Prof. Dr. Kadriye Bakırcı şu tespitleri dile getiriyor mesela;
Sözleşme’nin Türkçe metni ile İngilizce metni karşılaştırıldığında, Türkçe çeviride yanlışlıklar olduğu görülmektedir. Bu durum, büyük ölçüde politik tercihlerden kaynaklanmaktadır. Sözleşme’nin orijinal başlığı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olmasına rağmen, Türkçe’ye “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrilmiştir. Sözleşme’nin metnindeki “ev içi şiddet (domestic violence) ibaresi, Türkçe’ye “aile içi şiddet’’ olarak çevrilmiş, ev içinde (domestic unit) ibaresi ise “aile birliğinde” olarak çevrilmiştir. Öte yandan, “eşler veya partnerler” arasındaki “şiddet” ibaresi, “eşler veya ebeveynler arasındaki” şiddet olarak çevrilmiştir (m.3/b). “‘domestic violence’ shall mean all acts of physical, sexual, psychological or economic violence that occur within the family or domestic unit or between former or current spouses or partners, whether or not the perpetrator shares or has shared the same residence with the victim”.
Mücerret olarak hazırladığımız bu özel ve geniş dosyadaki uzman görüşleri, arşivler, veriler ve fotoğrafların gösterdiği şu ki, bu konu uzun süre gündemden düşecek gibi görünmüyor, daha doğru bir ifade ile düşmemeli. Ki düşecek gibi de görünmüyor. Zira (afişini paylaştığımız görselde de görüldüğü üzere) 2019 Mart ayında, KADEM hayli büyük bir organizasyon ve içerikle “Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi” düzenliyor. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramsallaştırmasının yanında, “Toplumsal Cinsiyet Adaleti” kavramsallaştırmasının anlamı ve etkisini 2019’da kamuoyu konuşmaya, tartışmaya devam edecek.
KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi öncülüğünde; toplumsal cinsiyet adaleti bağlamında ülkedeki demografik dönüşüme dikkat çekmek üzere “5. Toplumsal Cinsiyet Adaleti: Demografik Dönüşüm ve Kadın” kongresi 7 Mart 2019’da gerçekleştirilecek. Bilgi için: https://t.co/BQTwXKrtQ3 pic.twitter.com/zaJmD4ifPP
— KADEM (@kademorgtr) January 4, 2019
(Sözleşmenin, kamuoyunca tanınmasında, medya, bazı üniversiteler ve derneklerin düzenlediği çeşitli etkinliklerin yanında, özellikle TBMM’ye ve hükümete taşınmasında bir çok farklı sivil toplum kuruluşunun yanında, KADEM’in çok belirgin bir katkısı ve çabasının olduğu bilgisi şu sebeple önemlidir ki, 2013 Mart ayında kurulan Kadın ve Demokrasi Derneği, sonrasında bu eksende bir çok özel oturum ve seminer düzenlemiş, “İstanbul Sözleşmesi’nin denetim organı olarak görev yapacak olan uzmanlar grubu GREVIO Başkanı” Prof. Dr. Ayşe Feride Acar da, bu programların önemli kısmında konuk – koordinatör konuşmacı olarak katkıda bulunmuşlardır.)
Son olarak bir not da paylaşmak isteriz. Konu çerçevesinde ilk olarak mikrofon uzattığımız, kapısını çaldığımız KADEM yetkililerinin, Mücerret’in dosyasına ilişkin olarak, önce, bir süre sonra görüş beyan edeceklerini, sonra ise, görüş beyan etmeme kararı aldıklarını kamuoyuyla paylaşmak isteriz.
Mücerret, yeni yılda, yeni, özel dosya ve soruşturmalarla karşınızda olmaya devam edecek.
İyi (Mücerret) okumalar dileriz.
Zahit Kaşgar
Uzman, eğitmen ve yazarlara, konu ile ilgili 3 soru yönelttik
“Cinsiyet eşitliği” ifadesini doğru buluyor musunuz?
Sema Maraşlı:
Doğru bulmuyorum. “Cinsiyet eşitliği” hiçbir dayanağı olmayan, dinde ve bilimde yeri olmayan bir safsatadan ibarettir. Yüzlerce bilimsel araştırma kadın ve erkeğin farklılığı ispat ediyor. Farklı yaratılanlar nasıl eşit olabilir?
“Haklar bağlamında eşitliği savunuyoruz” diyorlar fakat yaptıkları kadın ve erkeği birbirine benzeştirmeye çalışmaktan başka bir şey değil. Madem eşitlik var kadınlar da askere gitsin, dediğimizde sesleri çıkmıyor. İşlerine geldikleri konuda eşitliği savunuyorlar. Kadın erkek eşitliğinin mümkün olmadığını iyi niyetli, aklı başında olan her insan bilir.
Hamit Akçay:
Hayır doğru bulmuyorum. Eşitlik kelimesi iyilik, güzellik, hakkaniyet, adalet gibi kelime ve kavramlarla aynı manada imişçesine kullanılıyor. Farklılıkları yok sayan bir zihniyete zemin hazırlayan bir kavramsallaştırma, yanlış bir yaklaşım olarak görüyorum.
Songül Koç:
Cinsiyet dendiğinde akla gelen kadın ve erkek tanımına, son yıllarda başka tanımlar da eklendi. Örneğin sosyal medya uygulaması olan facebook, kullanıcılarına elliden fazla farklı şekilde cinsiyet tanımlaması yaptırabiliyor. Cinsiyet eşitliği ifadesini sadece kadın ve erkek üzerinden yanıtlayacaksak eğer, doğuştan gelen farklılıkları göz önüne alarak her iki cinsiyet için eşitliğin bir hak olduğundan bahsedilebiliriz.
Diğer yandan “Eşitlik her zaman adalet değildir” sözünün toplumsal yansımalarını da unutmamak gerekir. Günümüzde aynı işi yapan kadın ve erkeğe aynı maaşın verilmemesi eşitsizlik ve adaletsiz bir davranış iken, aynı işi yapan kadının doğum izni hakkına sahip olmasına karşılık erkeğin bu hakkının olmaması eşitsizlik olmasına rağmen adaletli bir uygulamadır.
Bir ülkede kız ve erkek çocuklarının eğitimde eşit haklara sahip olması o ülkenin geleceği açısından önemlidir.
Burada sadece kadın ve erkek haklarından değil çocuk haklarından da bahsedilmelidir. Çocuğun 2 yaşından sonra cinsiyetini tanıdığını, 5 yaşından sonra ise toplumsal kalıplar ile kadın veya erkek kimliğini pekiştirdiğini belirten “Toplumsal Cinsiyet” kavramı, aynı çocuklara on sekiz yaşından evvel reşit muamelesi yapmaz. Eşitlik kavramını da kapsayan “adalet kavramı” ile cinsiyetler arasındaki hakları düzenlemek daha yerinde olacaktır ve bu durum, “toplumsal cinsiyet” kavramını savunanların bahsettiği sürekli değişim ve uyumu da kapsar. Nitekim dünya, tarih öncesi çağlardan başlayıp milenyuma kadar bu süreci yaşamış, kadın ve erkek rolleri her devir için farklılaşmıştır.
Ahmet Gürbüz:
Cinsiyet eşitliği de ne demektir Allah aşkına. Cinsiyet eşitliği kavramı insanlığa ve insanlığın bütün kadim değerlerine karşı kurgulanmış/kurulmuş bir tuzaktır.
İnsanlar ve hayvanlar biyolojik olarak dişi ve erkek olarak yaratılırlar ve bu yaratılışlarında farklı özellikler taşırlar. Bu farklılıklar sadece bedeni değil, düşünme, psikoloji ve davranışlarda da görülür. Toplumlar, tarih boyunca erkek ve kadının kendi yaratılış fizyolojisine ve psikolojisine uygun roller almasını teklif etmişler ve bu yaratılış özelliklerine uygun bir şekilde roller üstlenmesini de geliştirmişlerdir. Bu rol taksiminde dinlerin etkisi olduğu gibi biyolojik farklılıkların ve özelliklerinde etkisi büyüktür.
Cinsiyet eşitliği talebi ilk bakışta toplumsalmış gibi görünüyor lakin amaçladığı şey o kadar da masum durmuyor. Kadına ve erkeğe yüklenmiş toplumsal sorumluluk alanlarının alt üst olmasından bahsediyoruz. Bütün dini inançların erkek ve kadın tanımlaması içinde biçilen rollerin ve çizgilerin değersizleştirilmesi ve hatta tanınmamasından bahsediyoruz.
Diğer taraftan, cinsiyet eşitliği gibi muğlak bir kavramın içine kadın-erkek ilişkileri açısından toplumlarda yaşanan en çarpık örnekleri bir torbanın içine koyup masum bir kılıfla, kadına pozitif ayrımcılık sloganları ile başlatıp toplumsal cinsiyet eşitliği maskesi ile eşcinsellik, biseksüellik gibi hastalıklı ve arızi, sorunlu ve hatta tedavi gerektiren bu eğilimli insanların bu davranışlarını, meşru, normal hatta iyi olarak lanse etme gayretlerine dönüştüğüne tanık oluyoruz.
Cinsiyet farklılığının getirdiği biyolojik-fiziki ve psikolojik farklılıkları daha doğuştan itibaren yok farz eden hatta bunun için anne-babadan başlayıp, doğum sonrası bebeklik evresinde, çocukluk ve ergenlik dönemi, gençlik ve iş hayatı sonrasını içeren bir eğitim programı bile hazırlanmıştır. Cinsiyet farklılıklarını yok farz eden bir eğitim programı cinsiyet farkındalığını bir tehlike olarak da görüyor aynı zamanda, bu durumda soru şu olmalıdır;
Bebeklik evresinden başlayıp iş hayatına atılıncaya kadar cinsiyetinin farkındalığını önemsemeyen bir eğitim programının varacağı yer neresidir, nasıl bir insan tipidir?
Benim kanaatim, ara bir nesil programıdır! Burada eşcinsellik dahil her türlü cinsel çizgilerin kaybolduğu bir zemin üretme çabalarıdır bütün bunlar.
Bu sadece Türkiye’mize değil bütün insanlığa kurulmuş masum gerekçelerle sarmalanmış kirli bir tuzaktır.
Muharrem Balcı:
Cinsiyet eşitliği, yaradılıştan insanlara verilmiş eşitliktir.
Kadın – erkek eşitliği. Toplumsal cinsiyet eşitliğinde ise “Toplum tarafından yüklenen (Dikkat! Yaradılıştan değil) ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler” esas alınıyor. Bir başka ifade ile cinsiyet rollerinin yaradılıştan değil toplum tarafından verilmesinden bahsediliyor. Esasen yaradılışta eşitlik, yani cinsiyet eşitliği, farklı cinslerin temel hak ve özgürlüklerde eşit olmasıdır. BM İnsan Hakları Beyannamesinde olduğu gibi, İslam inancında da cinsler eşittirler. Her türlü hakların dağıtılmasında ve insanlık onurunda eşitlik.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinde, yaradılıştan değil, toplumun biçtiği, kurguladığı cinsler, roller esas alınıyor. Yani toplum 3. veya başka cinsleri kabullendiğinde (kabul ettirildiğinde) bu kabulün esas alınmasıdır, kastedilen. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nde “Toplumsal Cinsiyet”,
“Belirli bir toplumun (Dikkat! Yaradılışın değil) kadınlar ve erkekler için uygun gördüğü sosyal olarak inşâ edilen (kurgulanan) roller, davranışlar, etkinlikler ve yaklaşımlar anlamına gelir.” M.3/c.
Sözleşmenin 12/1. maddesinde de;
“Taraflar, kadın erkek için kalıp rollere dayanan ön yargıları, örf ve âdetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır. M.12/1” hükmüyle, Müslüman toplumun inanç, örf, adet ve geleneklerinden gelen her tür kalıp (kadın – erkek cinsiyet) rollerde değişimin teminatı devlet olacaktır. Bir başka ifade ile 3 ve + cinslerin teminatı olacaktır devlet.
Toplumsal Cinsiyet eşitliğinde, bu eşitliği hukuki yapıya kavuşturan İstanbul Sözleşmesindeki kavramlara ve yükümlülüklere dikkat etmek gerekiyor. Bu kavramlardan biri cinsel yönelimdir.
İstanbul Sözleşmesi’nin 4. maddesi, “Devletler cinsel yönelimi yasal güvence altına alır”. M.4/1
Cinsel Yönelim: Bir kişinin, cinsel arzusunun, hemcinsine, karşı cinse ya da her ikisine birden yönelebileceğini anlatmak için kullanılan kavram. «Gay, lezbiyen ve biseksüel» kavramlarını içerir.
Burada, küresel aktörlerin, küreselleşme aktörlerinin beslemesiyle büyük bir şeytani proje ile karşı karşıyayız. Teknolojinin tüm imkânları kullanılarak, hatta insanlık dışı yöntemler de kullanılarak yaradılış tasarımına karşı, akıl tasarımıyla karşı karşıyayız.
Dolayısıyla “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, öyle bizim saf politikacılarımızın veya yeşil feministlerimizin anladığı gibi bir samimi insancıl proje değil, Sünnetullah’a karşı çıkış ve yeniden insanlığı dizayn projesidir. Bir başka deyişle, kadın haklarını öne çıkararak, sinsi bir ifsad hareketi ile karşı karşıyayız.
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde, 9 ve 10. sınıfları kapsayacak bir program hazırlandığı açıklandı. O yaştaki çocuklar için böylesi bir çalışmanın olumsuz sonuçlar doğurabileceği söyleniyor. Katılıyor musunuz? (Eşcinsellik, biseksüellik gibi eğilimleri arttıracağı iddiası)
Sema Maraşlı:
Cinsiyet eşitliği yetişkinler için bile yeterince olumsuz mesajlar içerirken, küçücük çocukların zihnini kirletmeye kimsenin hakkı yok. Cinsiyet rollerinin yaratılıştan değil, toplum tarafından dayatıldığını iddia edip, çocukların kendi cinsiyetlerini özgürce seçmeleri gerektiğini savunanlar, okullara gidip çocuklara cinsiyetçiliği dayatıyorlar. Erkekler de pembe giymeli, erkekler de kız bebeklerle oynar gibi bir dizi erkeklere kız çocuklarının sevdiği şeyleri yaptırmak, kızlara erkeklerden bir farkınız yok diye onları erkek gibi olmaya yönlendirmekten nasıl hayırlı bir netice çıkabilir?
Bu şekilde çocukların cinsiyet kimliğini bozarsanız elbette eşcinsellik yönelimi oluşur. Batı ülkeleri cinsiyet eşitliği politikaları uyguluyorlar ve geldikleri noktada eşcinsellik hiç olmadığı kadar arttı.
Hamit Akçay:
Ben böyle bir çalışmayı gerekli yahut anlamlı bulmuyorum. İddia edilen etkileri de yapmayabilir ama beyhude ve bizim örfümüze, tefekkürümüze aykırı bir çaba. Sakıncalı yanları olabilir ama biseksüel yahut eşcinsellik için etkileri için bir şey diyemem. Sadece tuvalet üzerinden olmaz o işler ama topyekün bir cinsiyetsizleştime kampanyasının cüzü olarak yanlış bir iştir diyebilirim. Milli eğitim klasik savrulmalarını yaşamaya devam ediyor. Daha geçen yıl çıkartılan yönetmelikle ana okullarında kız ve erkek tuvaletlerinin ayrılması istenmişti. Bu yıl 9 ve onuncu sınıflar için tam tersi bir şey düşünülüyor. Ben bu işleri pedogojik değil ideolojik temelli olarak görüyorum.
Songül Koç:
Toplumsal cinsiyet kavramı aslında cinsiyet ayrımcılığının önüne geçmeyi hedeflemekte, bunu da cinsiyet eşitliği üzerinden gündeme taşımaktadır. Kadın veya erkek kimliğinin toplum tarafından oluşturulduğunu, çocukların kendilerine biçilen roller, çevrelerinin onlar üzerine kurduğu baskılar ve kalıplarla benimsediklerini ekler.
Gençlerin cinsiyetleri yanı sıra cinselliklerini keşfettikleri lise döneminde güvenli cinsellik (ya da haz) yaşayacakları alternatifleri onlara doğal bir alternatif olarak sunmak, gençlere ayrı bir baskı durumudur. Eğitim hayatında eşit imkanlara, çalışma hayatında aynı sosyal standartlara, siyaset temsilinde eşit fırsatlara sahip olmak her kız ve her erkek çocuğun hakkıdır. Toplumsal cinsiyet kavramı bu eşit haklar için bir yandan cinsiyetlerin ön plana çıkarılmamasını tavsiye ederken, diğer yandan farklı cinsiyetler oluşturmak için kişisel tecrübelerin öne çıkarılmasını tasvip etmekte, bambaşka bir yanlışa sebep olmaktadır. Amaç bağcıyı mı dövmektir, üzümü mü yemek?
Din açısından cinsiyet eşitliği ise Kur’an’ın her yerinde “mümin kadınlar ve mümin erkekler birbirlerinin velileridir” olarak gayet net bir biçimde ortaya konmuştur. Kur’an inanan insanlar için ahiret hayatından bahsederken de, kişinin tek başına yargılanacağını belirtir. Dolayısıyla herkes eşittir. Cinsiyetin ötesinde bir adalet anlayışı ile de bu yargılamanın her insanın durumuna, içinde yaşadığı şartlara göre olacağını da belirtir. Yani üniversite mezunu zengin bir kadın ile ilkokul mezunu fakir bir kadın sırf kadın oldukları için eşit yargılanmayacaktır. Onların imkanlarına göre amelleri değerlendirilecektir.
Ahmet Gürbüz:
Kesinlikle olumsuz sonuçları olacaktır. Hatta hukuk dilinde bir tanım vardır, “telafisi mümkün olmayan sonuçları” olacaktır. Şimdi size AB uyum yasaları ve 2012 İstanbul sözleşmesi kapsamında alınan kararları uygulama kastı bu konuda hazırlanmış ve de Türkiye’de bir holding tarafından desteklenen eğitim programından örnekler vereyim.
Erken çocukluk 0-6 yaş aralığı:
- Tüm çocukların her türlü oyuncakla oynayabilmesine izin verin.
- Cinsiyetçi rolleri pekiştiren unsurlara dikkat edin.
- Çocukların davranışlarını takdir edin, cinsiyetçi sıfatlar kullanmayın.
- Farklı renkler, etkinlikler seçmelerine fırsat verin
Çocukluk 7-11 yaş aralığı:
- Cinsiyete göre değil, yaşa uygun sorumluluklar verin.
- Her iki cinsiyetten arkadaşları olmasını destekleyin.
- Şiddet içeren ya da cinsiyetçi oyuncaklar yerine beceri geliştirenleri tercih edin.
- Yetişkin olarak iletişim ve ev içi iş bölümünde örnek olun.
Ergenlik 12-18 yaş aralığı:
- Ergenlerin karşı cinsle, cinsellikle ilgili merakları olacağını unutmayın.
- Kız ve oğlanların arkadaş, dost olabileceklerini de vurgulayın.
- Meslekleri, bölümleri kadın erkek olarak ayırmayın.
- Ergenlerle konuşun, cinsiyet ayrımcılığı yapmamalarını teşvik edin.
Yetişkinlik ve 19 yaş sonrası:
- Anne ve baba olarak çocuk bakımında eşit ve birlikte tutum geliştirin.
- Cinsiyet eşitliğini ve faydalarını mahalleye, işyerine, akrabalara anlatın.
- Cinsellikle ilgili doğru, gerçek bilgilere ulaşın.
- Ailedeki bakım ve destek görevlerini paylaşın.(Ülkem için toplumsal cinsiyet eşitliğini destekliyorum kitapçığı)
Aslında yavaş yavaş uç vermeye başlayan bu program başımıza nelerin geleceğinin de adeta bir habercisi gibidir. Bütün değerlerimizin altüst olması, geleceğimizin ifsad edilmesi ve kendi ellerimizle toplumun ifsad edilmesidir. Bu mesele kesinlikle kadın-erkek eşitliği meselesi ile ilgili değildir. Bilakis bu küresel projeye giydirilmiş masum bir kılıftır. Kadına şiddeti önleme, kadını güçlendirme gibi mesele kamuoyuna sunulurken, ara bir nesil çıkarma programı olduğu saklanmaktadır. Şayet ETCEP projesi uygulanır ve başarıya ulaşırsa ortaya çıkan yeni insan tipini tanımada ve tanımlamada zorluklar çekeceğiz. ETCEP tam manası ile bir toplum mühendisliğidir. Batının kirli fantezilerinin bir laboratuvarına dönüştürülmüş zavallı ara tipi insan modelleri yetiştirme alanlarına dönüşmektir. Erkek doğan bir çocuğa erkekliğini hatırlatan her türlü öğelerden uzak durmasını salık veren, kız çocuğuna da kızlığını hatırlatan bütün öğelerden uzak tutan bu program sayesinde cinsiyet eşitliği sağlanmış olacak öyle mi? Allah aşkına bu size masum bir proje mi görünüyor?
Muharrem Balcı:
“Toplumsal Cinsiyet Hakkı gibi konulara ilişkin materyalleri öğretim müfredatına ve eğitimin her seviyesine eklemek için gerekli adımları atmaktan devlet sorumludur” M.14/1
Bu projenin adı ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi)dir. Program 19 Eylül 2014 tarihinden itibaren 24 aylık bir proje olarak uygulanmaya başlamıştır (http://etcep.meb.gov.tr/etcep-nedir-detayi-14408466961216).
Program, çocuklar arasında cinsiyet farklarını ortadan kaldırmaya, bunların yerine, cinsiyetsizliği kabullendirmek anlamına uygulamadadır. Çocuklar için bu uygulama, ileride 3. cinslere karşı önce hoşgörü, sonrasında da özendirme şeklinde olacaktır. Elbette ki MEB yetkilileri böylesi bir sonucu öngörmediklerini söyleyeceklerdir. Ancak eşcinsel ve feminist hareketler böylesi bir sonucu dayatarak etkinliklerini sürdürmektedirler. Bu şuna benziyor: 18 yaşına kadar gençlerin kumar ve şans oyunları oynaması yasaktır. Oynatmak da yasaktır. Fakat bu şans oyunlarının reklamı serbest olduğu sürece gençler kumar oynayacaktır, zira yönlendirme tüm hızıyla afişe edilmektedir. Nitekim gençler rahatlıkla şans oyunları/kumar oynayabilmektedir.
Bu ETCEP programı hazırlandı değil, 19 Eylül’den beri uygulamadadır. Sanırım yeniden düzenleniyor. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği eğitimleri de benzer şekilde, YÖK, Emniyet teşkilatı ve Diyanet İşleri Teşkilatı personeli nezdinde veriliyor.
Avrupa Birliği kriterleri doğrultusunda adımlar atılıyor. Ancak bir de Türkiye gerçekleri var. Ülkemizde “cinsiyet ayrımcılığına” karşı yapılacak çalışmalarda neye dikkat edilmeli?
Sema Maraşlı:
Biz Müslüman bir ülkeyiz ve dinimiz kadın ve erkeğin farklılığını söylüyor bizlere. Eşcinsel bir topluma dönüşmenin bedeli bize ağır olur. Aslında bütün dinlerde eşcinsellik lanetlenmiş fakat Batı toplumlarında eşcinsellik artık kabul edilir hale gelmiş. Cinsiyet farklığı, cinsiyet ayrımcılığını doğurmaz. Kız ve erkek çocuklarını birbirine benzeterek çocukların psikolojisini bozmak yerine onlara farklı yaratıldıklarını ve bu farklılığın güzelliklerini anlatsak çocuklar kendi cinsiyetleri ile barışık olur ve karşı cinse de saygı duyar. Böylece daha sağlıklı bir toplum olabiliriz.
Hamit Akçay:
Dil düşünme demektir ve Türkçe dil yapısında malumunuz, erkek ve dişi ayrımı yoktur. Türkiye’de kadına yönelik şiddet üzerinden kurgulanan bu işler bir dizi yanlışın üst üste dizilmesi ile elde ediliyor. Kadına yönelik şiddet sorununun belki de en küçük cüzü cinsiyet meselesidir. Güçlünün güçsüze karşı eylemini mağdurun kimliği üzerinden okuyarak şüyuu vukuundan beterdir sözü, hakikate dönüştürüldü ve kadına yönelik şiddet sorunu oluşturuldu. Şimdi bu sorunun çözümü üzerinden yine cinsiyeti yok sayan başka bir savrulma üzerinden çözüm aranıyor. Geçtiğimiz yıllarda Almanya’da dilde cinsiyet ayrımını ortadan kaldıran çalışmalar kabul gördü, hâlbuki bu zaten bizim binlerce yıllık normalimiz. Cinsiyet farklılığı başka bir şey, cinsiyet ayrımcılığı farklı bir şeydir.
Songül Koç:
Türkiye son yıllarda kadın hakları konusunda oldukça ciddi adımlar atmıştır. Hatta çalışma hayatında kadına verilen süt izninden erkeğin de yararlanması sağlanarak erkek hakları konusunda da çeşitli gelişmeler yaşanmaktadır.
Toplumsal cinsiyet kavramının arka planında bazı tanımlamalardan bahsetmiş olsak da ülkemizde kadın ve erkek dışındaki cinsiyetlerin varlığı halen bir tabu olarak konuşulmamakta, onun yerine filmlerde komedi unsuru olarak yer almakta, haberlerde dövülenler olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle muhafazakar ailelerde çocukların yaşadıkları değişimler görmezden gelinmekte veya fark edilmemektedir. Bu değişimin onlarca farklı sebebi olabilir. Ataerkil bir toplumdan anaerkile ordan da milenyum ile çocuk erkil bir topluma çevrildiğimiz şu dönemde teknoloji ile her şeye ulaşılabilir olmak da değişimin sebeplerden biridir.
ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi) içinde başarı tanımı; çalışma hayatının içerisinde olan, bol diplomalı, bol maaşlı Ali ile bunlardan daha azına sahip olup, çocukları yüzünden kariyerine devam edememiş kardeşi Ayşe ile belirtilmiştir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki en alttaki fizyololojik ihtiyaçlar, güvenlik ve sevme sevilme ihtiyacı göz önüne alınarak yapılan bu tanımlamanın yetersiz olduğuna dair günümüzde onlarca çalışma yapılmıştır. Dolayısıyla yukarda belirtilen Ali ve Ayşe durumu başka isim veya cinsiyetlerde karşımıza çıkmaya devam edecektir. Aslolan insanın kendini tanıması, kendiyle, başkalarıyla ve yaşadığı dünyayla ilişkisinde barışık olmasıdır. Gençlerin kendilerini, ailelerinin çocuklarını değerlendirme yöntemlerini eğitimlerle değiştirmeye çalışmak bu aşamada çok faydalı olacaktır.
Mutluluk Bakanlıklarının (Venezuela, BAE, Nijerya) bile kurulduğu, haz ve mutluluk peşindeki mutsuz insanın kendini gerçekleştirme çabası maalesef bu kez farklı cinsiyetler yaratmak şeklinde tezahür etmekte. Toplumsal cinsiyet kavramının ailelere çok net bir şekilde anlatılması gerekmektedir. Çocuklarında yaşanan değişimlerin genetik mi yoksa psikolojik mi olduğunun eğitiminin de verilmesi ayrıca önemlidir. Türkiye gerçekleri farklı olsa da dünyayı avucumuza sığdıran teknoloji ile değişim kaçınılmazdır. Öyleyse bu değişimi tanımak ve o bizi değiştirmeden onu kendimize uyarlamanın bir yolunu bulmak en önemli çabamız olmalıdır. Her seçim bir sorumluluktur, sorumluluk almak içinse o yüke hazır olmak gerekir.
Ahmet Gürbüz:
Evet, bir AB gerçeği vardır. AB’nin özgürlükler, kadın-erkek eşitliği, hukukun üstünlüğü gibi insani alanda almış olduğu mesafeyi görmezden gelemeyiz. Hatta kendi inanç değerlerimiz ve toplum yapımıza uygun olan ve test edilmiş ve de sonuçları alınmış düzenlemelerden ilham alınmalıdır. Diğer taraftan pratikte olumsuz sonuçlarını ve örneklerini bizzat gördüğümüz, toplumsal yapımıza, örflerimize ve inançlarımıza uymayan, her hangi bir dayatma ile kabule zorlandığımız bizi biz olmaktan çıkartan düzenlemelere itiraz etmek zorundayız. Cinsiyet ayrımcılığın ortaya çıkarttığı sorunlarla topluca mücadele etmeliyiz lakin bunu yaparken erkeği şeytanlaştırmak, bütün sorunların kaynağı erkeklermiş gibi göstermek ve tek taraflı kanunlar mahareti ile kadını yüceltme çabaları hem komik hem de ayıptır, yazıktır. Şayet ortada kadına şiddet ve cinsiyet ayrımının mağdurluğundan bahsediyorsak bu kendi medeniyet kodlarımız içinde hareket ederek, kendi medeniyet değerlerimizin sağladığı eğitim imkanlarını göz önüne alarak ortaya çıkan sorunları giderme imkanına sahibiz. Bütün mesele, modern dünyanın önümüze bir sorun olarak çıkarttığı cinsiyet farklılığının giderilmesi hususuna kendi içimizden bir bakışla çözüm bulmalı, bunun için çaba sarf etmeliyiz. Diyanetin, İlahiyat fakültelerinin, psikologların, eğitimcilerin, hukukçuların ve konu ile ilgili sivil ve devlet kurumlarının geniş bir çerçevede mesele ele alınarak kendimizce bir çözüm bulabiliriz.
Düne ait iyilerimize sahip çıkmalı ve iyi olarak kabul etmeye devam ederken kötü olanları kötü kabul etmeye mecburuz. Eşcinsellik dün “kötü(Haram)” kabul edilirken bugün çocuklarımıza “bir cinsel tercihtir ve normaldir” diye öğretilmesine izin veremeyiz, vermemeliyiz. AB bu durumu normal kabul edebilir, yasal düzenlemeler yapabilir hatta özendirebilir lakin bu bizce kötüdür, haramdır, yaslarla korunamaz ve kesinlikle özendirilip çocuklarımıza normal bir cinsel tercihmiş gibi okutulamaz, okutulmamalıdır.
Muharrem Balcı:
Avrupa Birliği kriterlerinin düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğüne ilişkin hükümleri yerine ne hikmetse, toplumun inanç değerlerine, örf ve geleneklerine aykırı düzenlemeleri alınıyor. Hem de herkesten önce biz alıyoruz. İstanbul Sözleşmesi, toplumumuzun geleceğini ifsad etme anlamında hükümler irade ediyorken, dünyada ilk kabul eden, imzalayan, hem de hiçbir maddesine şerh koymadan imzalayan ülke konumundayız ve bakanlarımız, milletvekillerimiz bununla övünüyorlar. Nihayet İstanbul sözleşmesini esas alan 6284 sayılı Kanunun uygulamalarıyla evlilikler azalmış, boşanmalar, intiharlar, kadına şiddet artmış, süresiz nafaka ve 15 yaş altı çocuk evliliklerinden mustarip 4 binin üzerinde insan ceza evlerindedir. 4 bin civarında insan da 8-10 yıl hapis için sırada beklemektedir.
Türkiye’de cinsiyet ayrımcılığı olarak ifade edilebilecek olaylar, davranışlar elbette ki vardır ve her toplumda bunlar olmaktadır. Avrupa’da olmadığını söylemek mümkün müdür. İşte size bir Rapor: Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile – Mücahit GÜLTEKİN – Meryem ŞAHİN (http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/tce/282.pdf)
İstanbul sözleşmesini Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan imzalamadı. Bu ülkeler hiç de öyle Türkiye gibi kadın düşmanı, homongolos gibi sıfatlarla anılmıyor. Ne hikmetse İslam dünyasının lider topluluğu ve ülkesi üzerinde oyunlar çok ciddi uygulanıyor.
Her türlü ayrımcılığa karşıyız, ancak, öncelikle toplumun geneli ile ilgili özellikle siyaset dilinin ayrımcı ve nefret söylemlerinin düzeltilmesi için eğitimler verilmeli, siyasetçiler sorumluluk almalı ki, toplum da her tür ayrımcılığa karşı vaziyet alsın. Baksanıza hala müstakil bir ayrımcılık ve nefret yasası çıkartılamadı, ama cinsiyet ayrımcılığına karşı yasayı harmandalı oynayarak imzaladık ve oynuyoruz. El insaf.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Mevzuatının Uygulanmasının İzlenmesi – Kevin Devaux
“Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” hakkında medyada yer alan haberlere ilişkin basın açıklamamız ekteki bağlantıdadır.
👉 https://t.co/TkD6w8f1F3 pic.twitter.com/kVNNXgPfM2
— MEB (@tcmeb) January 6, 2019
“Kadına benzemeye çalışan erkeğe ve erkeğe benzemeye çalışan kadına ALLAH lanet etsin”işin özeti bu hadisi şerif. Allah’ın ve rasülünün lanet ettiği bir toplum inşa etmek için çalışılıyor. Allah muhafaza eylesin.
Kuranı Kerim’de 4 sure 1.ayette Allah kadını ve erkeği aynı nefretten yarattı buyurur yani Yaradılış olarak kadın ve erkek birbiriyle eşittir.
Yine Kuranı Kerim’de kadın erkeğin eğe kemiğinden yaratılmıştır diye bir ifade de yoktur. Bunu Müslüman alemi olarak hepimiz çok iyi bilmeliyiz.
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de 4. sûre 1. ayette şöyle buyuruluyor: Allah kadın ve erkeği aynı nefsten yarattı.
Yani yaratılış olarak kadın ve erkek birbiriyle eşittir.
Elhamdülillah Müslüman olarak bunu çok iyi bilmemiz gerekiyor.
Ayrıca çoğu insanın doğru bildiği bir yanlışı da belirtmek isterim:
Kuranı Kerim’de kesinlikle kadın erkeğin eğe kemiğinden yaratıldı diye bir ifade geçmez.
İnsan olarak kadın ve erkek eşittir. Çünkü cenabı hak İslam konusunda kadına ve erkeğe aynı şeyi yüklenmiştir. Ama fiziki olarak eşit değil. Diğer yandan kadının doğasına uymayan işler yaptırmak yanlıştır. Örneğin inşaat işlerinde çalışması gibi. Diğer yandan üstünlük takvada olur. Eğer kadın Taha takvalı ise erkekten üstündür. Bunun tersi de olur. Sonuç itibarı ile Allah cc kadını ve erkeği insani olarak eşit yaratmıştır.