Röportaj

İslam’ın Avrupa’daki Mührü: Endülüs

Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lütfi Şeyban hocanın Endülüs üzerine pek çok bilimsel çalışmaları bulunmakta. İslam Medeniyeti üzerine farklı zamanlarda bir çok farklı açıdan değerlendirmelerin yapıldığı ahir zamanın ve yeni normalin için geçtiğimiz bugünlerde, zihinlerimizde Tarık Bin Ziyad ile özdeş hale gelen Endülüs’ün anlam haritası üzerine bir söyleşi gerçekleştirmek istedik. Prof. Dr. Lütfi Şeyban’ın yakın zamanda Ketebe Yayınları etiketi ile yayınlanan Endülüs ve Endülüs Alimleri isimli önemli eserlerinin yanında farklı yayınevleri tarafından neşredilmiş Mudejares & Sefarades ve Reconquista kitapları başta olmak üzere Endülüs hakkında pek çok bilimsel çalışması mevcut.

Bu kıymetli birikimin sahibi Sayın Şeyban ile gerçekleştirdiğimiz röportaj ile sizleri başbaşa bırakıyor, iyi okumalar diliyoruz.

Endülüs, maalesef biraz güzel mekan fotoğraflarından, adeta tabiri caizse cenneti andıran mimari güzelliklerden, bahçelerden oluşan bir nevi romantik hatta turistik ilgi alanı gibi görünüyor diyebilir miyiz? Bu noktada, bilgi ve bilinç merkezli bir yaklaşım için nereden başlamalıyız, Endülüs tarihini önemli kılan temel unsur bu noktada nedir diyebiliriz? 

Endülüs tarihine bilgi ve bilinç merkezli bir yaklaşım için, “bugün bize ne kazandırır ve geleceğimizi nasıl etkiler?” sorusunu sorarak başlamalıyız. Aslında bu soru tarih biliminin tüm alanları için de geçerlidir. Zira tarih veya medeniyet felsefesi bilmeden tarih okumak, sıradan bir insanın sanat müzesi gezmesine benzer, öyle bakar geçer, anlamaz, hatta çabuk da sıkılır. Bu açıdan bakıldığında, Endülüs tarihini bizler için önemli kılan temel unsur şüphesiz onu kendimize rol-model almaktır diyebiliriz. Elbette bununla birebir taklit etmeyi kastetmiyoruz.

Şöyle anlatmayı deneyelim… İnsanlık tarihinde ve bugün, insanlar büyükleriyle neden ve niçin ilgilenirler? Elbette pratik olarak onun tecrübesinden, malvarlığından, toplumsal konum ya da itibarından, sevgi ve himayesinden, vb. yararlanarak maddi ve manevi pek çok ihtiyacımızı karşılarız. Bu manada büyükler, sonraki nesiller için bir velinimet makamındadır. Tıpkı bunun gibi, insanoğlu tarih ile ya da tarihteki büyükleriyle de benzer ihtiyaçlarını temin etmek maksadıyla ilgilenmelidir. Yani tarih ilminin varlık sebebi, bugünkü hayatımızda doğru kararları vermek ve gelecek oryantasyonumuzu isabetli yapmak için gereken prensip ya da kriter ve rol-modellerin orada bulunmasıdır. Yoksa bir hikâyeler ve efsaneler yığınından farkı kalmazdı.

Gerçekçi olmak gerekirse, günümüzde bir neslin kendinden 1 önceki nesille bile arasında bir anlam uçurumu oluşmuş durumdadır. Bu yüzden daha yakın tarihimizi bile öğrenip ondan yeterince ders çıkarmayı tam bilmiyoruz ki, nerede kaldı yüzlerce yıl öncesinden bugüne pratik yararlar üretebilelim?

Bugün yaşadığımız pek çok toplumsal soruna çözüm arayışında Endülüs, Türk milleti için elverişli bir prensip ve tecrübe kaynağı olabilir

Sizdeki ilk Endülüs farkındalığı nasıl başladı, akademik olarak da kişisel olarak da bu alana yönelmesinin ilk ışığı, ilk çerağı nasıl oluştu?   

Her insanda, toplum olmanın gereği olarak farklı karakter bulunur malum. Bizimki biraz pratik öncelikli. Yani bir şeyle veya bir konuyla, hatta bir kişiyle ilişkimiz daima bize maddi-manevi hangi insani konuda katkısı olur düşüncesiyle olmuştur. Bu yaklaşımla Endülüs medeniyetini okuduğumda gördüm ki, bugün yaşadığımız pek çok toplumsal soruna çözüm arayışında Endülüs, Türk milleti için elverişli bir prensip ve tecrübe kaynağı olabilir. Doktora tezimizden başlayarak yaptığımız ve yapmakta olduğumuz bilimsel çalışmalara bakıldığında bu yaklaşım tarzımız net olarak anlaşılır sanıyoruz.

Endülüs’ü Tarık b. Ziyad ve Gemileri Yakmak metaforu üzerinden tanıyoruz, gerçekten de, 800 yıllık o birikim, medeniyet, neden adeta kayıp bir madeni andırıyor. Mehmet Özdemir hoca, şahsınız ve bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda hocanın çalışmaları dışında nerdeyse literatür olarak yeni oluşan Türkçe Endülüs hafızası oluşuyor denebilir mi, bu noktada neler söylersiniz?   

Bugün Türk milleti olarak doğrudan Türk ecdâdımızın toplumsal hayatı olan Osmanlı ve Selçuklu tarihiyle bile romantik veya hamasi ilgiden öteye gidebildik mi ki? Atalarımızın devlet geleneği dışında hangi değerlerinden istifade edebiliyoruz bugün? Tabi ki 1920’lerden itibaren yaşanan kökünden kopuş gerçeğinin etkilerini de hesaba katmak gerekir, yani konu uzun… Kısaca, tarihimizden toplum menfaatine malzeme devşirmek tamamen bilim insanları ve aydınların yapabileceği/yapması gereken bir iştir, toplumun diğer kesimlerine düşen ise, milletin emaneti olan hizmet ve icraatları bu ilim erbabına danışarak yapmaktır. Tarihten yararlanmanın tarihi yöntemi ve geleneği de zaten budur. Bu manada, Türk toplumu bugün Endülüs özelinde mesela şu soruyu sormalıdır: “Bugün tarihçiler, Endülüs medeniyetinden bizim hayatımıza, hamasi olarak değil, pratik olarak ne gibi katkı sunabilirler?” Üzülerek söylemeliyim ki, bugün bu soru bize sorulmamaktadır. Çünkü Endülüs konusu hamasete bahis olmaktan öte ilgi görmemekte ve ona, herhangi bir güncel sorunumuzda bir çözüm kaynağı olabilir mi düşüncesiyle yaklaşılmamaktadır.

Aslında yalnızca tarihimize veya Endülüs medeniyetine değil, dinimiz İslam’a yaklaşımımız bile böyle değil midir ki? Yani yaşadığımız güncel hayatımızın gerçekleriyle dinimizin ahlaki prensipleri ne ölçüde örtüşmektedir ki? İnşa ettiğimiz ve içinde yaşadığımız şehirlerin, kasaba ve köylerin mimari dokusu ve bu yerlerde yaşayarak yaşattığımız popüler kültür değerleri, dini ve tarihi değerlerimizle ne kadar uyuşmaktadır? Bize göre bugün bu tür sorular bile sorulmamaktadır artık. Çünkü bir buçuk asırdır devam eden batılılaşma hareketi sonucunda varlık-insan-tanrı tasavvurumuz neredeyse salt maddi temele oturtuldu. Bu modern sistemin ürettiği insan tipi toplumumuzun istisnasız her kesiminde ve hemen her bireyinde büyük ölçüde egemen oldu.

Bu tespite katılmayanlar olabilir. O zaman biz de onlara mukayese yapmalarını tavsiye ederiz, Endülüs’e kadar çok uzağa gitmelerine gerek yok, iki kuşak önceki dede ve ninelerinin kimlik-kişilik değerleriyle kendilerininkini karşılaştırsınlar. Sonucun toplum ortalamasında neredeyse yüzde doksanlara dayandığını göreceklerdir. İşte artık tarihte kalmış olan Endülüs veya Osmanlı gibi geleneksel toplum yapı ve değerleriyle, bizleri iliklerimize kadar şekillendirmiş bulunan popüler modern toplum sistemi arasında Medine ile Paris kadar, Safranbolu ile New York’un farkı kadar fark vardır. Demek istiyorum ki, bugün Paris’te yaşayanlar ile 100 yıl öncesine kadar Medine’de yaşamış olanların aynı ya da benzer insani-toplumsal değerlere sahip olmaları veya aynı değerleri yaşamaları imkânsızdır. Peki, Osmanlı İstanbul’u veya Türkiye’si ile bugünkü İstanbul veya Türkiye halkının sahip olduğu insani değerler birbirine çok mu yakındır? Maalesef çok uzaktır.

İspanya’da El-Hamra sarayında Endülüs döneminden kalma bir levha: ‘Ve La Galibe İllallah – Allah’tan başka galip yoktur’ yazıyor

Endülüslüler hem İslam hem de Avrupa coğrafyasında egemen kültürlerden beslenerek kendine özgü medeniyetini oluşturmuştur

Endülüs, 711-1492 yılları arasında farklı sultanlıklar ve emirlikler aracılığıyla Müslüman hakimiyeti altında kalmış. Bir başka deyişle Müslümanlar 700 yıldan fazla İspanya’ya hükmetmişler. Bu zaman orada adeta dünya tarihinin gördüğü en etkileyici medeniyetlerinden biri inşa ediliyor. Endülüs Medeniyeti nasıl bir medeniyetti ki dünya tarihinin gördüğü en etkileyici medeniyetlerden biri oldu, kuruluşu nasıl gerçekleşti?

Kısaca, 622 ilâ 1922 arasında Mekke-Medine’de inşa edilerek sürdürülen ve bu 13 asırlık zamanın çoğunda dünya çapında yaygın ve etkin bir siyasi-kültürel-ekonomik bir güç olan İslam toplumunun doğal bir parçasıydı Endülüs toplumu. Dolayısıyla o dünyanın kural ve değerleri geçerliydi Endülüs’te de. Ancak az evvel izah ettiğimiz gibi orada hâkim olan kural ve değerler bugün bizim dünyamızda büyük ölçüde yitirilmiş durumdadır. Dolayısıyla onlarınki bizim yaşantımızdan veya hayat düzenimizden çok farklı olduğu için o toplumu anlamamız çok zordur. Ancak kısmen anlamak mümkündür.

Endülüs, insan ilişkileri, dost-düşman, din-dünya, eğitim-cahillik, çalışma-aylaklık, tarım-hayvancılık, zanaat-sanat, savaş-barış ve sevgi-saygı gibi konularda büyük ölçüde geleneksel İslami prensiplere bağlı şekilde yaşayan bir toplumdu. Çünkü o çağlarda İslam dünyası dünyanın hâkim gücü konumundaydı. Bu nedenle kendi İslami kural ve hayat tarzını etki alanının bütününde egemen kılma imkânına sahipti. Tersinden bakarsak, bugünkü Batı uygarlığının dünyadaki konumuna benzer şekilde. Dolayısıyla Endülüslülerin hem İslam hem de Avrupa coğrafyasında egemen kültürlerden beslenerek kendine özgü medeniyetini oluşturmuş olması olağan bir sonuçtu.

“Endülüs nasıl bir medeniyetti ki dünya tarihinin gördüğü en etkileyici medeniyetlerinden birisi oldu?” sorusuna cevap verebilmek için ise, en az 5 farklı oturumda tarih felsefesi eşliğinde Endülüs toplumsal yapı çözümlemesi yapmak ve sonuçlarını bugünkü dünya sistemiyle mukayese etmek gerekir. Ancak okumakla ve Endülüslüler ile duygudaşlık/empati kurarak anlaşılabilir Endülüs tarihi veya medeniyeti.