Yazarlar

Türkiye Kurulmaya Devam Ediyor: Bu Büyük Bir Umut

Bundan sonra olacaklar benim umduğum gibi olmayabilir ama benim dışımda gelişecek böylesi bir durum, umutlarımı söylemekten beni geri koyma gücüne sahip de değil. Sezgilerim bana tarihin seyrinde tıpkı Stefan Zweig’ın İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar kitabında anlattığı gibi bir değişimden geçmekte olduğumuzu söylüyor. Stefan Zweig, İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar kitabında, tarihin seyri içinde olağanüstü […]

Bundan sonra olacaklar benim umduğum gibi olmayabilir ama benim dışımda gelişecek böylesi bir durum, umutlarımı söylemekten beni geri koyma gücüne sahip de değil. Sezgilerim bana tarihin seyrinde tıpkı Stefan Zweig’ın İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar kitabında anlattığı gibi bir değişimden geçmekte olduğumuzu söylüyor.

Stefan Zweig, İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar kitabında, tarihin seyri içinde olağanüstü değişimlerin kaydedildiği anları ve o anların hayatlarından doğduğu kişilikleri resmeder. 1927 yılında ilk baskısı yapılan bu eser, kısa sürede üç yüz bin gibi bir baskıya ulaşır. İnsanlar bu kitapta ne mi bulmuştur?

Sıradanlaşan ve anlamını kaybedip boğucu hale gelen hayatlarına hiç ama hiç benzemeyen, dünyayı değiştiren anlık şakımaların coşkusunu elbette.

Biz bugün Türkiye’de bu coşkuyu hissediyoruz…

Stefan Zweig’ı anlatanlar onun bir hümanist olduğundan ve İkinci Paylaşım Savaşı’nın çok öncesinden başlayarak Nazileri desteklemediğinden dem vururlar. Gerçek de böyledir. Bu büyük yazar, Nazileri desteklememiştir. Hümanisttir de. Ama onun hümanizmi, sadece, uğruna ömrünü verdiği ve kurulayacağına dair ümidini kaybedince canına kıydığı Avrupa kültürüne yönelmiştir. Avrupa’nın İstanbul’un fethinden sonra kaybettiği birliği yeniden oluşturmasının derdiyle yanıp tutuşur Zweig. “Gelişim Süreci İçinde Batı Düşüncesi” adlı uzun makalesinin özünde gizliden gizliye şu soru vardır:  Kopan Avrupa Birliği nasıl oluşturulabilir?

Zweig’ın ömrü yetmez ama 1950’li yıllarda Avrupa Birliği’ne dair ümitler artar. 1990’ların ortalarına gelindiğinde ünlü Ortaçağ tarihçisi Jacques Le Goff başkanlığında bir kitap dizisinin yayımına başlanır. “Avrupa’yı Kurmak” adı verilen bu diziye şöyle başlar Le Goff: “Avrupa Kuruluyor. Bu büyük bir umut. Bu umudun gerçekleşmesi tarihi hesaba katmasına bağlı: Tarihten yoksun bir Avrupa öksüz ve geleceksiz olurdu. Dün bugünü belirler çünkü, bugün yapılanlar ise yarın hissedilir.”

Avrupalılar, farklı dillerden ve milletlerden beş yayınevinin girişimiyle oluşturulan “Avrupa’yı Kurmak” dizisini ne kadar övseler yeridir. Zira bu dizi içinde Avrupa tarihinin tüm çarpıklıkları kendi hayırlarına giderilmeye çalışılır. Bu gayretle alanlarının önde gelen isimleri özenle seçilmiş konularda kitaplar kaleme alırlar. Sözgelimi Peter Burke, Avrupa’de Rönesans’ı; Umberto Eco, Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Anlayışını; Paolo Rossi, Modern Bilimin Doğusunu ve Josep Fontana, Çarpıtılmış Geçmişe Ayna (Avrupa’nın Yeniden Yapılanması)’nı kaleme alırlar. Bu son andığım eser, daha adıyla da kendini ifade ettiği gibi Avrupa tarihinin saklı gerçeklerine ayna tutma girişimi olması bakımından oldukça mühimdir.

 

 

Asırlık zeytin ağaçları budanırken…

Ya Türkiye…

“Türkiye kuruluyor. Bu büyük bir umut.” dediğimizde bizim dediklerimizle sözgelimi Le Goff’un dediği arasında ne fark vardır. Esaslı fark şudur: Avrupa Birliği, yeniden kurulmaktadır. Bunun için yüzlerce yıldır birbirlerinin gözlerini oymuş, dünyaya bu uğurda nice acılar da yaşatmışlardır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, yeni bir doğum yaşamamıştır. Doğduğu Selçuklu ve Osmanlı’dan ve kendi genç tarihinin içinden kurulmaya devam etmektedir. Dünyaya hiçbir acı yaşatmadığı gibi dünyanın her yerindeki acılara elini uzatmaktadır. Türkiye’nin durumu budanan asırlık zeytin ağaçlarınınki gibidir. Asırlık zeytinler budandığında koca gövdenin yanında bir küçük budak bırakılır. O budak gençtir ama kökünde asırların gücü saklıdır. Ondaki yaşama iradesi, Nietzsche’nin tespit ettiği gibi, Batılıların “güç istenci”yle zehirlenmemiştir. O mübarek zeytindeki “irade”, bir “kuvvet iradesi”dir. O, gücünü gâvurun asla kabul etmeyeceği ve daima karşı olacağı şekilde sarf eder.

Bugün bu manada kurulmaya devam eden Türkiye, sadece bizim için değil tüm dünya için bir umudun ifadesidir. İnsanlık tarihinde Türkiye’nin yıldızının parladığını görmek için müneccim olmaya gerek yok. Tarihin seyrinde Türkiye’nin yıldızı yeniden parlıyor.

“Tarihî kaderi”, Türkiye’yi buna çekiyor. Hem de hepimize rağmen çekiyor. Aslında en isteklimiz bile bu konuda gereken donanıma, hazırlığa sahip değiliz. Avrupa’yı kurmak isteyenlerin gayreti çoğumuzda yok.

Lakin kaderdir bu… İşlerin kaderi kişilerin kaderine bağlanmıştır. Tarih ve kader konuşunca başka her şey susar. Tarih boyunca yazılmış bir şiirdir bu. Her zaman olduğu gibi Filistin’in, Mekke’nin, Medine’nin kaderiyle iç içe geçmiştir:

 

Bakıyorum da sadece Filistin’de
Evet, sadece orada hayatiyet var
Orada öldürülen bir mücahit
Öyle bir gerçeğe şahit oluyor ki
Şahit olduklarına şahit tutarak göçüyor
Ölümün güzel olduğu yer orası
Etraflarına hayvandan aşağı yaratıklar birikiyor

Ya Türkiye mi diyorsun?
Sorman kusur söylemem kusur
Türkler ölür ki Müslümanlar yaşaya…

 

Kaderi olanların aramızdaki varlığı, umudumuzu güçlendiriyor.

Dua edelim de onlar, aralarına karışan basiretsiz, ferasetsizlerden azade olsunlar.

 

Etiket /

Dr. Celâl Fedai

1 yorum

Yorum göndermek için buraya tıklayın

  • Umudu yeşerten harika bir yazı olmuş. İnşallah biz de İslam’ın kalkanı olan insanlara cephe sakisi gibi su taşırız.