Yazarlar

Trump çıplak!

“Bir savaş başlatmak için değil, savaşı sona erdirmek için bu adımı attık” demişti. Doğru, bir savaş başlatmadı; ama hiçbir savaşı da sona erdirmedi. Atılan adımın büyüklüğü ile alınan mesafenin küçüklüğü arasındaki orantısızlık Trump’ın tarz-ı siyaseti hakkında çok şey anlatmaktaydı. Orantısızlık onun altın oranı. Kasım Süleymanî suikastı, Amerikan sistemi içinden bile “provakatif ve orantısız” bir eylem […]

“Bir savaş başlatmak için değil, savaşı sona erdirmek için bu adımı attık” demişti. Doğru, bir savaş başlatmadı; ama hiçbir savaşı da sona erdirmedi. Atılan adımın büyüklüğü ile alınan mesafenin küçüklüğü arasındaki orantısızlık Trump’ın tarz-ı siyaseti hakkında çok şey anlatmaktaydı.

Orantısızlık onun altın oranı. Kasım Süleymanî suikastı, Amerikan sistemi içinden bile “provakatif ve orantısız” bir eylem olarak görüldü, tepki ve tedirginlikle karşılandı. İstihbarat teşkilatı liderlerinin canına kast etmeme tarzında yazısız bir kural tüm devletlerce benimsenmiş ve en sert soğuk savaş şartlarında dahi riayet edilmişti. Trump, Süleymanî suikastıyla bunu açıkça ihlal ediyordu. Eylemin üçüncü bir ülke sınırlarında gerçekleşmesi ise ayrı bir ihlaldi. İhlallerden hiç birinin -ne BM, ne AB- kayda değer hiçbir uluslararası özne tarafından kınanmamış olması ise dünyanın çivisinin çıkmışlığını gözler önüne seriyordu.

Çılgınca bir kumar veya kumarbazca bir çılgınlık

At izinin it izine karıştığı bir coğrafyada suikastı birilerine havale etmek CIA için çocuk oyuncağıydı ama ABD bizzat yapmayı tercih etti. Bunun bir savaş ilanı olduğunu bile bile. İsrail aynı icraatı yıllar evvel Suriye topraklarında yapmak için son hazırlıklarını tamamlarken araya girip Süleymanî’nin canını kurtaran da kendileriydi halbuki. Ne değişmişti yahut hamle neyi değiştirmeyi umuyordu? ABD’nin yahut Trump’ın planı –vardıysa- neydi?

Günlerdir herkesin kafa patlattığı sorular, İran misillemesi sonrası Trump’ın basın toplantısıyla iri bir balon gibi patladı. Ancak büyük bir stratejinin parçası olduğunda gerçekleştirilebilecek dehşetengiz bir hamle absürt bir boşluğa hovardaca yuvarlandı. Yaşananlar tüm zekâ sahipleri için yalnızca can sıkıcı bir maskaralık değil de neydi?

Azil tehdidiyle yüz yüze başkanın düşmemek için bir dala tutunma çabası mı? Şayet eylemin ufku bundan ibaret idiyse nispeten başarılı olduğu söylenebilir. Azledilme ihtimali, bu göz dolduran icraat öncesine göre daha az, evet. Fakat bütün bir coğrafya ve ABD için yol açabileceği büyük yıkım göz önüne alındığında eylem nasıl da çılgınca bir kumar veya kumarbazca bir çılgınlık.

Yeni bir Carter olmama adına

Yeni bir Carter olmama adına mı? Devrimden hemen sonra 1979 Kasım’ında Humeynici gençler ABD elçiliğini basıp 90 kişiyi esir almış, 38’ini salıverip 52’sini 444 gün rehin tutmuşlardı. Carter, memurlarını ve vatandaşlarını koruyamamış, serbest kalmaları için caydırıcı bir denge kuramamış, sonrasında da cezalandırıcı bir misilleme yapamamıştı. Bu onun sonunu getiren bir zafiyet olarak seçim tarihine geçmişti. Trump, Tahran’da mollalar caka satsın diye koltuğundan olacak biri değildi.

Süleymanî’nin adamlarının adamları Bağdat büyükelçiliğini Tahran’dakinden daha büyük bir velveleyle bastığında müstahkem elçiliğini korumasını bilmişti o. 2012 Eylül’ünde Bingazi’deki baskında canından olan Amerikan büyükelçisi ve 3 personeli ibret olarak gözünün önündeydi çünkü. Rakibi Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanı olarak seçimi kaybetmesinde en önemli etkenlerden biri de bu hadiseydi ve Trump’ın seçim kaybetmeye niyeti yoktu. Derhal harekete geçerek yarı resmî İrancı milislerin üslerini uçaklarla bombalamış, 25 tanesini öldürmekten çekinmemişti. Yani aslında elçilik baskınının intikamını fazlasıyla almıştı; Süleymanî hamlesi zorunlu değildi ve herhangi bir misilleme sınıfına giremeyecek kadar aşırı bir girişimdi.

Caydırıcı dirayet

Şu var ki, ancak böylesi bir aşırılık, İran’ı 4o yıldır ustalaştığı vekâlet savaşlarından vazgeçirebilirdi. Çünkü Carter’dan sonra gelenlerin hiç biri, başta Reagan olmak üzere, İran’ı tuttuğu yoldan caydıracak dirayeti gösterememişti. Nisan 1983 Beyrut’unda İslam âlemine canlı bomba olgusunu armağan eden eylemde, onca Lübnanlının yanı sıra 17 Amerikalı can vermişti. Altı ay geçmişti ki gene Beyrut’ta iki fedainin sürdüğü kamyon kışlalarını havaya uçurmuş, 58 Fransız askeri, 241 deniz piyadesi ceset torbalarına konmuştu.

Aynı yılın aralık ayında ise Kuveyt’teki büyükelçilik bombalanmıştı. Hem de bilin bakalım kim tarafından? Süleymanî’nin son yolculuğundaki yoldaşı, Hizbullah Tugayları komutanı Mühendisî tarafından. –Son vasiyeti yerine getirilip de İran’a gömüleceğine ülkesi olan Irak’a gömülmesi ne dramatik bir sondu kendisi için.-

Hizbullah ve türevleri

İran işin kolayını çok erken bulmuştu. Hizbullah ve türevleri üstünden düşmanlarını –rakiplerini- terörize ederek sahada ve masadaki elini güçlendiriyordu. Terör, tarih boyunca devletler tarafından kullanıla gelmiş kullanışlı bir silahtı; ne ki çok azı İran kadar bu işte mahirleşmişti. Adam kaçırmalar, sabotajlar, bombalamalar. 1996’ya gelindiğinde İran’ın uzantılarından Hicaz Hizbullahı, Suudî Arabistan’daki Ğobar Kuleleri’ni hedef almış, 19 Amerikalıyı zayiat listesine yazdırmıştı.

2003-2011 arasında Irak’ta yaşanan çatışmalarda ölen Amerikan askerlerinden ise 600’ü Süleymanî’nin adamlarınca döşenen mayınlarca istatistiklere girmişti. ABD, Irak’ta İran’ın düşmanlarına karşı İran’la aynı safta hareket ediyordu ama Irak petrollerine tek başına konmak için İran müttefikini arkadan vurmaktan çekinmiyordu. Elbette ki eline geçirdiği vekâlet eldiveniyle.

Kudüs Gücü’ne 1.7 milyar Obama hibesi

Süper güç ABD, devrimci ve Hizbullahî İran’la bunca yıllık itiş kakış içinde aciz bir portre çizmekten hicap duymadı fakat hiçbir dönemde Obama dönemindeki kadar yüzsüzlük etmedi. Genel olarak İran’a, özel olarak da Süleymanî’ye kazandırabileceği bütün mevzileri kazandırmakla kalmadı, Süleymanî’nin talimatıyla kaçırılan vatandaşları için Kudüs Gücü’ne doğrudan 1.7 milyar dolar keş para bile yolladı. ABD’nin İran’la dillere destan savaşı, İran’ı ve devrimci Şii ideolojisini güya şeytanlaştırırken ona prestij ve mevzi kazandırmaktan başka bir gayeye hizmet etmeyen, basiretsiz olduğu kadar küstah bir stratejiydi.

Trump, bu ortaoyununun baş aktörünü bir vuruşta sahnenin dışına atarak oyuna son verir gibi oldu. İran’ın misilleme yapması ihtimaline binaen, Tahran elçilik baskınında rehin alınmış 52 kişiye mukabil, İran’ın 52 kültürel yapısını hedef alacağını açıklaması bu aşırı hamlesini tamamlayan bir başka aşırı ve caydırıcı adımdı. –Gerçi bırakınız fiili, tehdidin kendisi bile uluslararası hukukun ayaklar altına alınması manasına gelirken uluslararası kurumlar gene üç maymunu oynamaya devam etti. İslam dünyasından veya o kültürel yapıların birçoğunun inşa edicisi olan Selçukluların torunlarından da tabii ki ses seda çıkmadı.-

Osman’ın kanlı gömleği

Trump, harbî ve dobra bir tavırla, hiçbir Amerikan başkanının yapmadığını yapmaya muktedir olmaya pek yakındı. İran’ı, kendisine savaş ilan etmesi gerekirken besleme milisleri eliyle bile misilleme yapmayı göze alamayacak zelil bir pozisyonda kıstırmak üzereydi.

Derken, Osman’ın kanlı gömleğini dolaştırarak meşruiyet devşiren Emevîlerin kınayıcısı mollalar, cenazeyi şehir şehir gezdirerek defin işlemini zamana yaydılar. Bu arada zaten açık olan diplomatik kanallarla yaptıkları pazarlık sonucunda -seyreltilmiş iki Amerikan üssüne atılacak füzelerin kalibreleriyle oynamaya dahi varması mümkün- şaibeli bir danışıklı dövüşle zevahiri kurtardılar. Trump, 7 saat sonra, sabah güneşinin huzmeleri arasından savaşkan bir Mesih edasıyla kürsüye çıktığında zaferini kutlayan bir kumandan olmaya çok yakındı. Gel gör ki, İran’la it dalaşına devam yanlısı, herhangi bir Amerikan başkanı olmayı seçti.

“Trump müthiş stratejist”; “gerçek hedef Çin’di, Çin’i provoke ederek savaşın içine çekebileceği şartlar oluşturmanın peşindeydi”; “aslında tıpkı Suriye’yi olduğu gibi Irak ve İran’ı da Rusya’ya peşkeş çekerek Çin’i durdurma işini Ruslara havale etme peşinde”… Yelkenleri suya indiren açıklamasıyla tüm bu cafcaflı ihtimalleri ve spekülasyonları da rafa kaldırmış oldu. Şimdilik. Söz konusu Trump ise tüm durumlar teferruattır ve şimdiliktir.

Satranç tahtasında onuncu hamle

Sadece İran meselesinde değil, 3 yıllık başkanlığında, -Kuzey Kore, Çin, Hong Kong, Rusya, Venezuela, Afganistan gibi- yüksek perdeden giriş yaptığı her bahiste başta kendi ülkesinin istihbarat teşkilatı ve komuta kademesi olmak üzere herkesi en az bir kere ters köşeye yatırmayı alışkanlık hâline getirdi. Bir süper güçten değil alelade bir devletten bile beklenen tutarlılıktan mahrum günübirlik siyasetlerle ülkesini ve dünyayı nereye sürükleyecek sorusuyla herkesi tedirgin etti? Başkanın savaş ilan etme yetkisine sınırlama getiren yasanın Temsilciler Meclisi’nde 194 oya karşı 224 oyla bugün kabul edilmesi elbette ki biraz da bununla ilgili.

Onun satranç tahtasında beşinci, onuncu hamle şurada dursun bir sonraki hamleyi bile hesaba kattığından şüphe duyanların sayısı her geçen gün artıyor. Doğrusu, şu anki hamleyi bile hesap ederek attığından şüphe duymak için çok gösterge var. Hempaları Suud Krallığı, Birleşik Arap Emirliği ve İsrail gettosu dahi onun yaptıkları ve yapacakları hususunda kendilerini güvende hissetmiyor. Trump sadece düşmana değil dosta da korku saçıyor. Bununla gizliden gizliye iftihar ettiğine dair de çok emare var. Adamın tarz-ı siyaseti değil, muhtemelen tarz-ı hayatı bu.

 Yumuşakça konuş ama iri bir sopa taşı

Şaşılacak olan ABD gibi güçlü kurumlarıyla övünen bir ülkenin böylesine aşırılıklara meyyal birinin içgüdü ve gel-gitlerine teslim olmayı kendine reva görmesi. Bütün muhataplar, Trump’ın zıt yönlere giden atlarınca bir oraya bir buraya çekiştirilmekten gergin ve bıkkın. Her biri ayrı telden çalan anlı şanlı kurumlar, birimler; birbirini nakzeden açıklamalar, çürüten mesajlar … Üstüne bir de hem halına hem mıhına vuran, sade suya tirit twitlerle dünyayı yöneten eyyamcı bir kral… ABD yoruyor, yoruluyor. Zaten yeterince kaotik olan küresel denklemler ve süreçler, saat başı strateji değiştiren bir dünya jandarması yüzünden iyice kaosa sürükleniyor.

Tek mazereti şu: Ona seçim kazandıran en mühim vaadi, büyük çaplı savaşlardan sakınacağı taahhüdü idi. Kendi savaşkan tabiatına, etrafındaki Yahudi lobisinin savaş çığırtkanlığına rağmen bu vaadine sadık kalmaya çalışıyor sanki. Bu yüzden yeniçeri yürüyüşüne rahmet okutuyor. Geçen asırda gene kaotik zamanlarda başkanlık yapmış Roosevelt’e de tabi. Belki de öğüdünü yanlış anladığından: “Yumuşakça konuş ama iri bir sopa taşı!” Trump Efendi sertçe konuşuyor ve vurmak için kaldırdığı iri sopayı birdenbire elinden bırakıyor. Hikmetinden sual etmeyen kalmamıştı; şimdi cesaretinden de sual ediliyor. Kalabalık defilede sesler gittikçe yükseliyor: Kral Çıplak! Trump Çıplak!..

Süleymanî’den Önce, Süleymanî’den Sonra

Şu ana kadar tüm yapıp etmeleriyle ülkesinden ziyade Rusya’ya hizmet etti. Amerikan seçimlerine Ruslar katılsaydı böyle bir başkan seçemezlerdi. Süleymanî hamlesiyle de kokuşmuş molla diktatörlüğünün değirmenine can suyu taşıdı. Rejim güçleri içindeki çatlakları onardı; yılgın halkı devrimci safsatalar ve vatan müdafaası etrafında yeniden rejim etrafında kenetledi; sokaklarda kabaran muhalif dalgayı aylarca belki de yıllarca geri gelmemek üzere itekledi. Maksimum Baskı diye diye 18 aydır uyguladığı ambargoyu artırarak sadece halkı zayıflatabilir şimdi. İran rejimi için ambargo alışkın dert, öldürmez. Mollalar ve Devrim Muhafızları oy kullanacak olsalardı Trump’tan daha işlevsel bir başkan seçemezlerdi.

Süleymanî’den Önce, Süleymanî’den Sonra. Böyle bir şey yok, olmayacak da. Şer Ekseni ile Büyük Şeytan, eski tas eski hamam, dalaşarak, yer yer toslaşarak, yer yer paslaşarak Ortadoğu pastasını paylaşmaya devam edecekler… Trump Efendi başka bir komut verinceye dek. Şimdilik.