Yazarlar

Berlin’de ne oldu?

Siyasi ve etnik bir iç savaşın hüküm sürdüğü Libya’daki farklı silahlı gruplara destek veren ülkeler, Berlin’de BM çatısı altında düzenlenen Libya başlıklı konferansta ateşkesi destekleme, ülkeye yönelik silah ambargosuna uyma ve Libya’nın iç işlerine karışmama taahhüdünde bulundu.

Almanya Başbakanı Merkel’in, ev sahipliğini yaptığı ve yaklaşık dört saat süren Libya Konferansı sonrasında, uzlaşılan yol haritası ile artık geçici ateşkesin, kalıcı ve bağlayıcı bir ateşkese dönüştürülmesi sürecinin de başlayabilmesi mümkün olacak. Ama burada özellikle başta Fransa, İtalya, BAE, Rusya gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Libya’ya uyguladığı silah ambargosuna uymayan ülkelere yönelikte bir mesaj verilerek ambargoya daha etkin bir şekilde uyma sözü verildi.

Kalıcı ateşkesi sağlaması hedeflenen BM himayesi altındaki “5 artı 5 askeri komite toplantısı için isimler belirlendi, önümüzdeki hafta bu toplantının yapılması için gerekli davetlerde gönderilecek.

Libya konferansında imzalanan metinler BM Güvenlik Konseyi’nde de kabul edilecek ve böylelikle verilen bu taahhütler uluslararası bağlayıcılık kazanacak.

Genel olarak konferanstan çıkan başlıklar şu şekilde:

– Ateşkes ilan edilmesi

– Silah ambargosu uygulanması

– Siyasi sürecin yeniden başlatılması

– Sadece devletin elinde silah olması

– Ekonomik reformların uygulanması

– İnsan haklarına saygı duyulması.

Buradaki en temel endişe ateşkese uyulup uyulmayacağı. Zira Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Fayiz es-Serrac, Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun (LUO) saldırılara devam etmesi halinde Libya’ya ‘uluslararası koruma gücü’ konuşlandırılması çağrısında bulunmuştu.

Serrac, barış sürecini yeniden başlatmayı amaçlayan Berlin Zirvesi’nden saatler önce Alman Die Welt gazetesine verdiği röportajda şu ifadeleri kullandı;

“Halife Hafter saldırılarını sona erdirmezse, uluslararası toplumun Libya’daki sivil nüfusu korumak üzere ülkeye uluslararası bir koruma kuvvetiyle müdahale etmesi gerekecek. Koruma kuvvetinin ülkeye gelişini, bir hükümet olarak korunmamız gerektiği için değil, 9 aydır sürekli bombardıman altında olan sivil nüfusu korumak için memnuniyetle karşılayacağız.”

Bahsettiği Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde Avrupa Birliği (AB), Afrika Birliği (AfB), Türkiye, Rusya’nın da destek vereceği barış gözlem gücünün de ülkede konuşlanması bekleniyor.

Konferans, Avrupalıların Akdeniz’in güneyinde olan bitenlere ilişkin endişelerinin etkisiyle gerçekleşirken bu endişeler yalnızca Libya’daki kaostan yararlanarak ülkenin kıyılarından denize açılan yasa dışı göçmenlerle, mültecilerle sınırlı değil.

IŞİD’in Sirte’yi kontrolü altına almasıyla yıllar önce olduğu gibi yine Libya’nın cihadi savaşçılar için bir üs haline gelmesinden korkuluyor.

O dönem IŞİD’in, Libya’daki karışıklıktan yararlanarak Akdeniz üzerinden Avrupa topraklarına yasa dışı yollarla girmeye çalışan göçmenlerin arasına kendi savaşçılarını yerleştirerek Avrupa’da terör saldırıları düzenlediği düşünülüyor ve bunun tekrarlanmasından endişe ediliyor.

İstihbarat birimlerinin tahminlerine dayanan bu korkular, özellikle IŞİD’in 2015 yılında Fransa’da bir dizi saldırı gerçekleştirmeyi başarmasıyla daha da arttı ve bu endişe güncelliğini koruyor.

Türkiye kamuoyunda oldukça tartışılan Libya tezkeresinin de ne manaya gelmiş olduğunu konferansta gördük. Ankara’nın hamlesi meşru Trablus hükümetini masaya oturttu. Zira Hafter’de masaya oturarak Trablus hükümetini tanımış oldu. Türkiye’nin bu hamlesi olmasaydı gene bu konferans düzenlenecek ve muhtemel Hafter lehine bir yol haritası çizilecekti.

Bu konferans ile düşmanlıkların sona erdirilmesi, ateşkesin başlamasıyla birlikte tüm Libya topraklarında ağır silahlar, topçular ve hava araçlarının yeniden konuşlandırılması ve toplanması ile bütün askeri hareketlerin sona ermesini içeriyor. Önümüzdeki dönemde ateşkes düzenlemeleri, sonrası hem Hafter bünyesindeki hem diğer silahlı grup üyelerinin terhis edilmesi, silahsızlandırılmasıyla şiddet kullanma tekeli meşru hükümete yani Trablus’a geçecek.

Bu tezkere öncesinde de Libya ve Türkiye arasında anlaşmalar vardı. Türkiye zaten ordu ve polis güçlerinin yapılandırılması ve güçlendirilmesi için Trablus’a uzun zamandır destek veriyordu.

Bu konferans sonrasındaki devam edecek toplantılar ile Libya hükümeti himayesinde, Bingazi, Derne, Merzuk, Sabha, Sirte ve Trablus gibi şehirlerde yeniden kalkınma ve yapılanmayı destekleyecek yapılandırma mekanizmaları kurulacak.

Burada önemli bir hatırlatmada yapmak isterim. BM’nin 1970 ve 2363 sayılı kararı uyarınca Libya’nın Avrupa’da ve diğer ülkelerdeki varlıkları Libya halkını korumak amacıyla askıya alınmıştı.

İlerleyen süreçte Trablus bu büyük miktardaki mali fonu kullanma imkanına da sahip olacak.

Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nun kontrol ettiği bölgelerdeki aşiretlerden yaklaşık 600 kişi, Cuma günü bölgedeki limanların kontrolünü ele geçirdiğini duyurmuştu.

Bu limandan uluslararası pazara gönderilen petrolü, Trablus hükümetine bağlı olan Ulusal Petrol Kurumu işletiyor. Limanda çalışan memur ve işçiler Trablus hükümetinden maaş alsa da, Hafter ve Hafter’e bağlı aşiretler, bu ihracattan gelen gelirin Trablus hükümetine verilmesine karşı çıkıyordu. Berlin konferansı ile bu durumda eski haline dönecek.

Tüm terminallerde bir iki hafta içinde yeniden açılarak, petrol ihracının yeniden başlaması da beklenilmeli.

Daha öncede kendisine savunma bakanlığı teklif edilmiş olan Hafter bu konferans ile hedeflerini de büyütmüş olmalı. Zira Libya’da bir cumhurbaşkanı ve iki yardımcısı üzerinde anlaşmaya varılırsa yasallık konusundaki anlaşmazlık sona erecek. Devlet başkanlığı başbakandan ayrıldığı takdirde halkın talepleri gerçekleşmiş olacak. Ve Hafter’in cumhurbaşkanı yardımcısı olarak karşımıza çıkması da muhtemel.

Türkiye’nin Libya’daki çıkarları neler? 

Türkiye’nin Libya politikasının temelini Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynakları oluşturuyor. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz alanlarında haklarını garanti altına almak isteyen Türkiye, Trablus’daki hükümet ile Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı imzalamıştı. Bu anlaşma uyarınca Doğu Akdeniz’de birkaç yıl önce bulunan doğal gaz alanları sadece Libya’nın değil, Türkiye’nin de deniz sınırı bölgesine girmiş oldu. Hafter’in Libya’da iktidara gelerek anlaşmayı geçersiz kılmasından endişe eden Türkiye, bu yüzden hem siyasi hem de askeri olarak Feyiz es-Serrac hükümetinin arkasında durdu ve kazandı.

Türkiye hem bu anlaşmayla hem de bu konferans ile Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’in imzaladığı EastMed adlı doğal gaz boru hattı anlaşmasına karşı hamle yaptı.

EastMed projesi Doğu Akdeniz’den çıkan/çıkacak enerjinin Türkiye’yi bypass ederek Avrupa’ya taşınmasını amaçlıyordu ki konferansa Yunanistan’ın davet edilmemesi ve gene Ankara’nın İtalya hamlesiyle EastMed projesi de çöp haline geldi.

Trablus ve Ankara arasında imzalanan deniz yetki alanları anlaşması, her ne kadar yüksek sesle itiraz etse bile Mısır için, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la imzaladığı diğer anlaşmalara kıyasla daha kazançlı bir durumda.

Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği alanların güneyinde Mısır’a kalan bölgenin alanı, Ankara-Trablus deniz yetki alanları anlaşması doğrultusunda Mısır’ın alanına giren bölgeden daha az.

Libya ayrıca Kaddafi’nin devrilmesinden önce 1970, 1980’li yıllardan itibaren başta inşaat ve enerji olmak üzere çok sayıda Türk şirketinin faaliyet gösterdiği bir ülkeydi.

Ülkede yaşanan savaş sonrası Türkiye, ekonomik anlamda büyük bir kayba uğradı. Ankara’nın nüfuzu altındaki bir hükümetin Libya’da yerini korumasıyla Türkiye’ye ticari anlamda da büyük kazançlar sağlayacak.

Şüphesiz Türkiye, Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek vermeye devam edecektir ancak askeri güçlerini muhtemel çatışmalardan uzak tutması da kuvvetle muhtemeldir.