Portre Yazarlar

Semada bir yıldız: İbni Sînâ

Yoğun bir eğitim sürecinden geçer. Babasıyla fikir ayrılığına düşer. Diyardan diyara hicret eder. Dönemin ulu sultanının davetine rağbet göstermeyen de, günü geldiğinde vezirlik görevini yüklenen de O’dur. İsyanlara muhatap olup görevinden azledildiğinde kendisini ihanet suçlamasının beklediğinden elbette habersizdir. Suça nispetle hafif sayılabilecek bir cezayla, hapis cezasıyla bu süreci atlatır. Nihayetinde siyasi bir aktör olarak çıktığı […]

Yoğun bir eğitim sürecinden geçer. Babasıyla fikir ayrılığına düşer. Diyardan diyara hicret eder. Dönemin ulu sultanının davetine rağbet göstermeyen de, günü geldiğinde vezirlik görevini yüklenen de O’dur. İsyanlara muhatap olup görevinden azledildiğinde kendisini ihanet suçlamasının beklediğinden elbette habersizdir. Suça nispetle hafif sayılabilecek bir cezayla, hapis cezasıyla bu süreci atlatır. Nihayetinde siyasi bir aktör olarak çıktığı seferde hastalanır. Menzile ulaşmasıyla asıl aleme göçmesi aynı vakte denk düşer. Onu asırlara meydan okuyan eş-Şeyhu’r-reîs (büyük üstat) kılan ise, klasik dönem felsefe geleneğini üslup, içerik ve kapsam olarak zirvesine ulaştıran felsefesi ve tıp bilimine yaptığı özgün katkıdır.

İbn Sînâ, günümüzde Özbekistan’ın Buhara şehrinin sınırları içinde yer alan Efşene köyünde dünyaya geldiğinde takvimler 980 yılını gösteriyordu. Babası Abdullah ilim erbabıyla iç içe olan bir isimdi. Bu sayede daha küçük yaşlarda dini ve felsefe eğitimini tamamlamaya vakıf olacaktı. Fıkıh eğitimini Ebû Muhammed ez-Zâhid ve Ebûbekr el-Berkî’den alacak, matematik eğitimini Mahmûd Messâh’tan, mantık, geometri ve astronomi ilimlerini ise Nâtılî’den tahsil edecekti. Hocası Nâtılî’nin Buhara’dan ayrılışını takip eden süreçte fizik ve metafizik literatürünün ana metinlerini şerhleriyle birlikte öğrenir. Ebû Sehl Îsâ b. Yahyâ el-Mesîhî ile el-Kumrî’den de felsefe ve tıp eğitimi alır.

Neden babasıyla fikir ayrılığına düştü?

Babası Abdullah, Şiiliğin bir kolu olan İsmaili mezhebine mensuptur. Kendisi ile aynı mezhebe bağlı olan arkadaşlarıyla nefsin ve aklın mahiyeti üzerine konuşup tartışırlardı. İbn Sînâ da bu sohbetleri dinlemiş, nefsin ve aklın mahiyetine ilişkin İsmaili öğretileri öğrenmiş, ancak o düşünceleri kabul etmemiştir. Babasının kendisini İsmaili gruba katma çabalarını da reddedecektir. Ancak fikir ayrılığı baba oğul ilişkisini zedelemeyecek, İbn Sînâ’nın fıkıh derslerini Hanefi mezhebine mensup bir hocadan almasını sağlayan da yine babası olacaktır.

16 yaşında zirvede

İbn Sînâ, henüz 16 yaşında felsefe ve tıpta yetkin bir isim haline gelir. İlk eserini de 17 yaşında kaleme alır. -Bazı araştırmacılar, İbn Sînâ’nın ilk eseri Hikmetü’l-Arûziyye (Arûziyye Felsefe)’yi 21 yaşında tamamladığı görüşündedir- Aynı tarihlerde Samani Hükümdarı Nuh bin Mansur’un hastalığını tedavi eder. Bu başarısı üzerine hekim olarak davet aldığı Sâmânî sarayına girer. Sarayda kaldığı görece uzun süre zarfında hem hekimlik görevini icra eder, hem de dönemin en meşhur kütüphanesinde çalışma imkanı bulur. Günümüze ulaşmayan kapsamlı eseri el-Hâsıl ve’l-mahsûl ile el-Birr ve’l-ism adlı risaleyi bu dönemde kaleme alacaktır.

Filozoflar gurbeti nasıl yaşar?

Sâmânîler’in çöküşü üzerine İbn Sînâ Buhara’yı terk eder. Günümüzde Özbekistan ile Türkmenistan arasında kalan Hârizm bölgesinde yer alan Gürgenç’e geçer. Burada Gazneli Mahmûd’dan davet alır ancak sultanın ısrarlı davetlerine icabet etmez. Uzun bir yolculuktan sonra İran sınırları içinde kalan Cürcân’a varır. Buradan kısa bir süreliğine Hârizm yakınlarındaki Dihistan’a geçer, ancak dönüp dolaşacağı yer Cürcân olacaktır. Öğrencisi  Ebu Ubeyd el-Cüzcânî ile de bu sırada tanışır. Burada büyük destek gören İbn Sînâ, mantıkla ilgili olan el-Muhtasaru’l-evsat, metafizikle ilgili eseri el-Mebde’ ve’l-me‘âd ve el-Ersâdu’l-külliyye başlıklı eserlerini kaleme alır. O meşhur El-Kânûn fî’t-tıbb’ın (Tıp Kanunu)  giriş kısmı ile Muhtasaru’l-Macestî de burada vücuda gelecektir.

İbn Sînâ, Cürcân’dan Büveyhîler’in en önemli merkezlerinden Rey’e, buradan Kazvin’e, oradan da Hemedan’a geçer. Siyasetin girift ve ağır sorumluluğuyla hemhal olacağı yer Hemedan’dır.  Emir Şemsüddevle tarafından vezirliğe getirilir. Ancak çok geçmeden çıkan bir isyan nedeniyle görevinden alınacak, göz hapsinde tutulacaktır. İsyanın bastırılmasından sonra ise görevine iade edilir.

Siyaset cenderesinde bir filozof!

İbn Sînâ, bir tarafta vezirlik görevini sürdürürken öbür tarafta öğrencilerini yetiştirmeye devam eder. Bu nedenle de Hâmîsi Şemsüddevle’nin 1021’de ölümünden sonra vezirlik görevini bırakmasına rağmen Hemedan’da kalmaya devam eder. Ve eş-Şifâ adlı ansiklopedik eserinin önemli bir bölümünü bu dönemde tamamlar. Ancak siyasetle ilişkisi gittikçe daha da girift ve sorunlu bir hal alır. Hanedandan bazı kesimlerin kendisini ihanetle suçlaması üzerine Ferdecân kalesine hapsedildiğinde yıl 1023’tür. Hapsedilmesi ilmi çalışmalarından bir şey eksiltmez, 4 ay kaldığı hapiste el-Hidâye, Hay b. Yakzân ve el-Kulunc kitapları ile eş-Şifâ’nın mantık bölümünü yazar.

Hapisten çıktıktan sonra Hemedan’dan Isfahan’a geçer, bu kez Kâkûyîler Emiri Alâüddevle tarafından vezirlik görevine getirilir. Emire ithaf ettiği Dânişnâme-i ‘Alâ’ı ile mantık, fizik ve metafizik bölümlerinden oluşan en-Necât’ı bu dönemde yazar. Ne var ki, bu sükunet hali de çok uzun sürmeyecektir. Gazneli Mahmud’un Isfahan’ı aldığı esnada evi ve kütüphanesi yağmalanacak, önemli bazı eserleri kaybolacaktır.

İbn Sînâ ilmi çalışmaları ve hayat tecrübesiyle kemale doğru yol alır. Ne var ki sağlığı gittikçe bozulur. Özellikle baş ağrıları dayanılmaz boyuttadır. Devrin yaygın hastalığı kulunçtan muzdariptir. Kendi kendini tedavi etmeye çalışır. Hasta haliyle Alâuddevle’yle birlikte Hemedan seferine çıkar. Hastalığı sefer sırasında daha da ağırlaşır. Ama Hemedan’a ulaşır. Ve Burada 1037’de ebedi aleme göçer.

İnsan hakikate vakıf olabilir mi?

İbn Sînâ hikmet ile eş anlamlı gördüğü felsefeyi “insanın, eşyanın yahut bütün var olanların hakikatine vâkıf olmak suretiyle yetkinleşmesi” ifadeleriyle tanımlar.

Varlığı ikiye ayırır. İnsanın irade ve eylemlerinden bağımsız varlıklar başlığı altında tanrı, akıl/melek ve doğal nesneleri yerleştirir. Bu başlık aynı zamanda bize nazari/teori felsefeyi verir. İnsanın iradesi veya eylemlerine bağlı varlıkları ise ikinci başlıkta ele alır. Ve bu başlığı ameli felsefeyle eşitler.

Teorik felsefenin temeli insanın merak duygusudur. Merak eden insan soru sorar, arar, cevaplar bulur ve en nihayetinde bilir. Bilmek aynı zamanda yetkinleşmektir. Kendini tamamlamaktır.

Ameli felsefede ise bilinenlerin hayata geçirilmesi, yani uygulanması esastır. Ameli felsefe, bilinenleri uygulamak suretiyle insanın ahlaki yetkinliğe ulaşmasını hedefler.

İbn Sînâ, varlığı insanın ulaşabileceği en yalın kavram olarak niteler. Yalın olduğu için de tanımlanamaz. Sadece akıl yoluyla kavranabilir.

İbn Sînâ’ya göre tanrı zorunlu varlıktır. Varlığı kendiliğindendir. Yani sebebi başka bir varlığa dayandırılamaz. Tanrı hariç bütün varlıkların dünyadaki mevcudiyetlerinin yanı sıra bir de mahiyetleri vardır. Bu tür varlıklar bir kavramsal gerçekliğe de sahiptirler. Bu görüşleriyle varlık-nelik ayırımına gider. Ve bu ayırımın hem epistemolojik hem de ontolojik değeri ve geçerliliğe sahip olduğunu varsayar.

Avicenna “boşlukta uçan adam” mı?

Büyük üstad’a göre ilmü’n-nefs’in konusu nefsin varlığını ortaya koymak, yapısını, niteliklerini ve gücünü incelemektir. O, nefsin bağımsız, cisimsiz ve yalın bir cevher olduğunu savunur. İnsanın hem felsefi hem de ahlaki olarak yetkinleşmesi, nefse ait güçlerin bir bütünün unsurları olarak görevlerini uyum ve ahenk içinde yerine getirmeleriyle mümkündür. Peki nefsin güçlerinden kasıt nedir? İbn Sînâ, bu güçleri sınıflama yoluna gider. Beslenme, büyüme ve üreme ile birlikte idrak gücü, hareket gücü ve düşünme gücü insan nefsini oluşturan unsurlardır.

İbn Sînâ, nefsten hareket ederek bilginin kaynağına ilişkin meseleyi tartışmaya açar. Ona göre bilginin oluşumu sadece idrak süreçleriyle açıklanacak bir mesele değildir. Çünkü bilginin kaynağının metafizik boyutu da vardır. Bu boyutu açıklamak içinse Meşşâî gelenekten faydalanır.

İbn Sînâ, bilginin kaynağı ve nasıl elde edildiğine ilişkin süreci aşama aşama anlatır. “Güç/kuvvet halinde akıl”, “meleke halinde akıl”, “fiil halinde akıl” ve “müstefâd akıl” insanın bilgiyle ilişkisini göstermek için başvurduğu enstrümanlardır. Faal akıl’a farklı bir önem atfeder İbn Sînâ. Çünkü insanın nazari aklının güç halindeki akıl aşamasından tam yetkinlik aşamasına, yani kazanılmış akıl düzeyine çıkması faal akıl sayesinde mümkündür.

Bu arada aklın kendi kendini bildiği, varlığının bilincinde olduğu tezini ortaya atan ve bunu ispatlamaya çalışan ilk isim de İbn Sînâ’dır. “Boşlukta uçan adam” alegorisini bunun için kullanmıştır.

İbn Sînâ, nefs konusunda hem Aristoteles’ten hem de Platon’dan farklı düşünür. Aristoteles, nefsin bedenin ölümüyle birlikte yok olacağını savunmuştu. Platon, nefsin bedenden önce var olduğu görüşündeydi. İbn Sînâ’ya göre ise, nefs bedenle birlikte varlığa geliyordu, her beden bir nefse sahipti ve bedenin ölümünden sonra da var kalacaktı.

Meşşaî ekolu mensubu olan Büyük Üstad, kendisinden sonra gelen felsefe geleneğini derinden etkiledi. İbn Sînâcılık ekolu ortaya çıktı. Yeni-Eş‘arîlik, İşrâkîlik, Ekberîlik ekollerini etkiledi. Gazâlî, Ömer Hayyâm, İbn Rüşd, Fahreddîn er-Râzî, Sühreverdî, İbnü’l-Arabî, Sadreddîn Konevî, Kutbuddîn er-Râzî, Molla Fenârî ve Taşköprîzâde de onun felsefesinden etkilenen isimlerin başında gelir.

Sadece hekim değildi…

Filozofluğu kadar hekimliğiyle de ün yapmıştır İbn Sînâ. Tıpla ilgili çok sayıda eser kaleme almıştır. Anatomi ve koruyucu hekimlik, patoloji, ilaçlarla ve cerrahi yöntemlerle tedaviye ilişkin ayrıntılı bilgi verdi. Tarihte ilk defa, tıp ve cerrahiyi iki ayrı disiplin olarak değerlendirdi. Cerrahi tedavi için anatominin önemine dikkat çekti. Tıpla ilgili eserleri teoriyle sınırlı değildi. Hastaları tedavi etmiş olması ve ameliyatlarda kullanılmak üzere bazı aletler önermesi bilgilerini uyguladığını gösteriyordu.

Bağışıklık sistemini açıklaması, mikropların varlığını anlatması, kar körlüğü gibi o güne kadar bilinmeyen hastalıklara ilişkin bilgileri Büyük Üstad’ın tıp için ne kadar önemli bir isim olduğunu ortaya koyar.

İbn Sînâ’nın üzerinde durduğu bir diğer alan ise müziktir. Ona göre müzik; “hep daha güzel olan üzerine kurulu bir iştir”. Kitâbü’ş-şifâ isimli eserinde “Cevâmiu İlmi’l-Mûsîkâ” ve Kitâbü’n-necât’ta “Muhtasar fî İlmi’l-Mûsîkâ” başlıkları altında mûsikîye dair değerlendirmelerde bulunur. İbn Sînâ’nın ilimleri tasnifinde müziği dört ilimden biri olarak kabul eder; müziğin yanı sıra saydığı ilimler aritmetik, geometri, astroloji-astronomi’dir.

İbni Sina’dan geriye yüzlerce eser kalır. Kendisine atfedilen eser sayısı 40 ile 275 arasında değişiklik gösterir. 130 eserin “Büyük Üstad”a ait olduğunun kesin olduğu kabul edilir.

“Tıp Kanunu” adlı eseri 600 yıl Doğu ve Batı’da ders kitabı olarak okutulmuş, Kitâbu’ş-Şifâ adlı eseriyle de kendisinden sonra felsefe geleneğini derinden etkilemiştir.